Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@e_nurr54

"Duru biz babanla boşandık. Baban beni aldatmış." Nereye gittiğimi bilmiyordum ama kafamda ki bu ses beni her yere sürükleyebilirdi. Sevinirim demiştim, güçlü dururum demiştim ama o sözleri duyduğum an devreye küçük Duru girdi. Hangi ara o yemek masasından kalkıp sonunu bilmediğim bir yola daldım inanın hiç aklımda yoktu. Annemin aniden böyle bir şeyi söylemesi ile ilk yirmi dakika kendime gelememiştim. Sonrada bir hışımla evden çıkıp şuan yürüdüğüm yola geldim. Umarım bu yolun sonunda deniz vardır yoksa kendimi boğuluyor gibi hissediyordum. Göz yaşlarım benden bağımsız her saniye akmaya devam ederken kendime lanet ederek daha da çok koşmaya başladım. Koştukça göz yaşlarım artıyor, göz yaşlarım arttıkça daha fazla koşuyordum. Çıkması zor bir labirentin içine sıkışıp kalmıştım. Biri beni buradan çekip alsaydı çok güzel olacaktı fakat ben, yollarını ezbere bildiğim bu labirentte daha da çok kayboluyordum. Denizi sevmeme rağmen bu dert denizinde en dibe çekilip boğuluyordum.


Görüş alanıma deniz girince bir nebze de olsun rahatladım ama içimde hâlâ atamadığım bir duygu vardı. Koştum. Sadece koştum. Denizin kayalıklarına ulaşana kadar koştum. Kendimi kayalıklara bıraktığım gibi ağlamam daha da şiddetlendi. Hayır babam aldatmaz. Babam o kadar da cani değil. Yapmazdı, yapamazdı bunu minik Duru'ya. Kıyamazdı ki o küçük Duru'ya. Ağlamaktan bitkin düşen gözlerim artık zonklamaya başlıyordu. Bilincimi kayıp mı ediyordum? Yoksa halüsinasyon mu görüyordum? Bilmiyorum ama küçük Duru'nun tam karşımda durduğunu gördüm. Bana her zaman gülümseyen küçük Duru bu defa hâyâl kırıklığı içinde bakıyordu. "Olmadı değil mi?" neyden bahsettiğini çok iyi biliyordum. "Hâyâl ettiğin gibi bir aileye sahip olamadın. Mutlu olamadın, diğer çocuklar gibi bisiklet sürmeyi de mi bilmiyoruz hâlâ?" duyduklarım ile ağlamam daha da şiddetlendi. "Olmadı. Hâyâl ettiğimiz hiçbir şey olmadı." sesim adeta fısıltı gibi çıkmıştı. "Ağlama Duru, sen güçlüsün ağlamazsın ki." elimi uzatsam dokunacaktım sanki karşımda ki silüete. Dizlerine baktım yara bere içindeydi. "Yine mi düştün sen?" sitem edercesine söylemiştim. "Evet. Ve kaldıran olmadı beni Duru. Yaralarımı saran da olmadı. Biz hep kendi kendimize kalkmaya alışmalıyız artık. Kendi yaralarımızı kendimiz sarmalıyız." gözlerimi kapattım ve denizin kokusunu içime çektim.

Gözlerimi açtığımda o yoktu. Yalnız bırakmıştı beni. Küçükken düştüğümde kimseye belli etmez, kanayan dizlerimi lavaboya gidip yine kimseye belli etmeden temizlerdim. Dizlerimde ki yaralar bir iki hafta içinde geçerdi ama çocukluğumun ruhundaki yaralar on yedi yıldır benimleydi. Küçükken nasıl ise şuanda aynıydı. Hâlâ ruhum yaralıydı. Ve bu yaralara, ne bir merhem ne de bir yara bandı iyi gelirdi. Gözlerimi açtığımda yan tarafımda üç kişilik bir aile gördüm. Bana, kızını omuzlarına almış, anneyi ellerinden tutmuş sahilde koşturuyorlardı. O an küçük Duru yine ortaya çıktı ve göz yaşları ile o aileyi izlemeye başladı. Sonra göz göze geldik küçük Duru ile ağlamam daha da şiddetlendi. Kendimi çok suçlu hissediyordum. Benim suçum olmamasına rağmen ben kendimi suçlu hissediyordum. Bir hışım ile hayatımda asla olamayan baba figürünü aradım.

"Duru?" sesi soru sorar gibi çıkmıştı. Dudaklarımdan kırgın bir gülüş çıktı. Kızım bile demedi. "Neredesin?" bende ona 'Baba' demeyeceğim hak etmiyordu. "Şirke-"

"Yalan söylemeyi kes! Annemi aldattığını biliyorum. Doğruyu söyle bana, neredesin?" sesim benden bağımsız çok yüksek çıkıyordu. Bana dönen bir kaç bakışı görmezden gelip, kayalıklardan inmeye başladım. "Tamam sen gelme ben gelirim. Sen nerdesin?"

"Son kez söylüyorum! Neredesin?" bu defa dişlerimi sıkarak konuşmuştum. Öfkemi kontrol altına anlamıyordum. Ne zaman çok sinirlensem hem göz yaşlarım durmuyor hem de ellerim titriyordu. En nefret ettiğim huyum buydu. Kendimi çok zayıf hissediyordum böyle durumlarda. Telefonuma gelen bildirim sesi ile o kişinin konum gönderdiğini gördüm. Tıklayarak navigasyon sayesinde oraya gitmeye başladım.

Ben evden çıktığım andan itibaren Doruk, Bahar, Sarp ve annem neredeyse yüz defa aramıştı. Ama açmayacaktım. Anneme çok kırılmıştım. Benden böyle iğrenç bir şeyi sakladığı hatta için boşanmaya karar gittiğini sakladığı için kırgındım. Ben daha adrese ulaşmadan sokağın başında babam vardı.

Hızlıca yanına ulaşıp atabildiğim en sert yumruğu yüzüne geçirdim. Evet tokat değil yumruk atmıştım. Aslında teni tenime değdiği için bile tiksiniyordum. "Bir daha sakın ama sakın hayatımıza müdahale etme. Tamam mı? Yoksa bu defa dağılan suratın değil bütün hayatın olur." bir yumruk daha geçirdim suratına. Bir tane daha. Bir tane daha. Ellerim titremeye başladığı anda bıraktım. Tam arkamı dönmüş gideceğim sırada yedi veya sekiz yaşlarında bir çocuğun babama "Baba!" diye seslendiğini duydum. Çocuk koşarak babama sarılmıştı. Hâyâl kırıklığı içinde baktım babama son defa. Boğazıma kocaman bir yumru oturmuştu. Göz yaşlarım daha da şiddetlendiği sırada geldiğim hızla geri dönmeye başladım. Babam arkamdan ne kadar "Duru!" diye seslendiyse de dönüp bakmadım. Sokaktan çıkana kadar koştum başka bir sokağa saptığım an durup bir duvar kenarına çöktüm. Hızla telefonumu çıkararak Sarp'ı aradım. "Duru! Neredesin sen kaç saattir? Aklımız çıktı burada." hafifçe tebessüm ettim. İlk defa biri benim için bu kadar çok endişelenmişti. Gözlerim daha da doldu. "Sarp, sana konum göndersem beni almaya gelir misin? Tek gel ama olur mu?"

"T-tabii gelirim. Sen gönder bana konumunu." daha fazla konuşmaya hâlim olmadığı için telefonu kapattım. Gözlerimi gökyüzüne dikip yavaşça göz yaşlarının akmasına izin verdim.


Yaklaşık beş dakika sonra tanıdık olduğum o kalın motor sesini duymam ile kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Sarp gelmişti. Hızlıca motordan inip kaskını çıkardı. Yanıma geldiğinde göz hizasına inerek önümde eğildi. Yanaklarımı avuç içine alıp, yeşilliklerini gözüme dikti. "Duru." dediği sırada soru sorma dercesine gözüne baktım. Bakışlarımı anlamış olacak ki, "Peki tamam. Üzerine gelmek istemiyorum. Haydi kalk gidelim." tekrar doğrularak elini uzatıp kalkmama yardım etti. Her zamanki gibi kaskı giymeme yardımcı olarak yolculuğa başladık. Sanki bana inat bugün hep çocukları ile ilgilenen babalar vardı yollarda, parklarda, pastane önünde. Pastane de ki kız babası ile birlikte pasta seçiyorlardı. O an anı defterimin tozlu sayfaları aralandı ve bir anı belirdi zihnimde.


YAZARIN ANLATIMIYLA :

-GEÇMİŞ-

Minik Duru güzel bir güne gözlerini açmıştı. Heyecandan uyuyamamıştı. Ertesi gün doğum günüydü Duru'nun.Tam tamına sekiz yaşına giriyordu. Hep yarın hakkında hâyâller kurmuştu. Babası ve annesinin tam ortasında, doğum günü pastasının üzerindeki mumları üflüyorlardı sonra babasının ona pembe bir bisiklet aldığını ve sürmeyi öğrettiğini hâyâl etmişti. Heyecanla pembe elbisesini ve beyaz ayakkabılarını giyip annesinin yanına gitti. "Anne nasıl olmuşum? Perilere benzemiş miyim? Babam beni beğenir mi?" peş peşe sorular yağdırmaya başlayınca Nazan Hanım önündeki meraklı cadıya döndü. Tebessüm ederek yanağına bir öpücük kondurdu. "Çok güzel olmuşsun minik kızım. Tıpkı o beğendiğin perilere benzemişsin. Eminim ki babanda seni çok beğenecek." sabırla bütün sorulara cevap verdi. Daha sonra doğum günü partisinin hazırlıklarına başladılar.

Parti saati yaklaştıkça davetliler de yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Bir masanın üstü hediyeler ile dolmuş taşımıştı ama bunların hiçbiri minik Duru'nun dikkatini çekmiyordu. O asıl babasını ve babasının ona alacağı bisikleti bekliyordu. Site içindeki arkadaşlarının hepsinin bisikleti vardı. Ve hepsi de çok güzel sürüyordu. Duru bunu babasına söyleyince Hakan Bey doğum gününde alacağını söylemişti. Küçük kız o günden beri hep bu anı bekliyordu. Yavaş yavaş bütün davetliler tamamlanmıştı fakat Hakan Bey ortalarda yoktu. Neredeyse yetmiş kere aramalarına rağmen asla telefonunu açmamıştı. O gün minik Duru'nun doğum günlerine küstüğü gündü. Babası gelmeyince yaygarayı koparmıştı. Haliyle bütün davetliler de evlerine dönmek zorunda kalmıştı. Kendisini odaya kilitleyip saatlerce çıkmamış ve sadece ağlamıştı. Sonra da acıktığı için paşa paşa kapıyı açıp mutfağa gitmişti. O günden sonra Duru ne bisiklet sürmeyi öğrenmişti ne de doğum günü kutlamaya devam etmişti. Duru'nun ruhu yara bere içindeydi. Dizleri ve kollarındaki yaralarla bile yarışamayacak kadar çoktu hemde.


Hakan Bey'in o gün gelmeme sebebi Nazan Hanım'ı aldattığı kadından bir erkek çocuğunun olmasıydı. O sevinçle doğum gününü unutmuştu fakat Nazan Hanım üst üste arayınca aklına gelmişti. Ama iş işten geçmişti bile. Ona erkek çocukları daha cazip geldiği için daha sonra da kızına bisikleti alıp gönderebileceği aklına geldi. Fakat bilmiyordu ki Duru Hakan Bey'i hayatından tamamen silmişti.


DURU'DAN:

Tozlu anılardan zihnimi arındırmak istiyordum. Sıcak bir duş alıp iki gün boyunca hayata offline olarak devam etmek istiyordum. Ama kafamdaki sesler, düşünceler ve tozlu anılar asla peşimi bırakmıyordu. Eve geldiğimizde bahçe kapısına boş boş bakmaya başladım. Şuan bu eve girmek istemiyordum. Eğer girersem yıllar önce geçirdiğim sinir nöbetlerinden birini tekrar geçirmek istemiyordum. 'Hâyâl ettiği gibi, erkek çocuğu olmuş gördün mü?' iç sesim yine devreye girdi. Görmüştüm hemde hayatında bana hiç o kadar sıkı sarıldığını bile hatırlamıyordum. Anneannem'e gitsem ne olduğunu soracaktı. Noktasını vürgülünü öğrenmeden de bırakmazdı. Derin bir nefes alıp kapının koluna dokunmuştum ki avucumun bir el ile sarılması sonucu elim havada kalmıştı. Sarp'a döndüğümde "İstersen girme bugün eve. Gel bende kal. Ben evden çıkarım rahatsızlık vermem sana." bu çocuk çok iyiydi hemde fazlasıyla. Ağlamaya yer arıyordum buna bile gözlerim dolmuştu. Cevap verecek hâlim yoktu ama bir yanım git bir yanım da sakın diye bağırıyordu. "Annem daha fazla merak etmesin. Teşekkür ederim, her şey için." Tebessüm etmeye çalıştım tabii ne kadar başarılı olduğum muamma. Peki dercesine başını sallayıp ben eve gidene kadar arkamdan beklemişti.


Eve girdiğim gibi direkt odama girip kapımı kilitledim şuan sadece kendimle başbaşa kalmak istiyordum. Annemle bile konuşmak istemiyordum. Hızlıca üzerimde ki kıyafetlerden kurtulup odamda bulunan banyoya ilerledim. Küveti doldurarak sıcak suyun içine kendimi bıraktım. Bu sıcak su ile birlikte bütün kötü anıların zihnimden akmasına izin verdim. Her yerim buruşana kadar küvette kalmaya devam ettim.

Az sonra çıkmaya karar verdim. Bornozumu giyerek yatağımın ucuna oturdum. Düşünmeye başladım. Bundan sonra ne olacaktı. Ne mi olacaktı? Babam zaten hayatımda hiç olmamıştı ki ben bu duruma alışkındım. Ama yeni bir çocuğunun olduğu aklıma geldikçe daha da ağlama isteği ile dolup taşıyordum. Üzerimi giyinip makyaj masasına oturdum. Ağlamaktan kızarıp şişen gözlerime ve dudaklarıma baktım. Bir gecede on yıl yaşlanmış gibiydim. Telefonuma gelen bildirim sesi ile irkildim. Ekrana baktığımda Sarp'ın mesaj attığını gördüm.

'İyi misin? Eğer kendini yalnız hissediyorsan gelebilirim.'

Ne diyeceğimi bilmiyordum bir yanım gelmesini istiyordu. Ve sanırım ben gelmesini söyleyen yanımı dinleyecektim.

'Biraz daha iyiyim. Gelmen çok iyi olur. Kendimi yalnız hissediyorum :) .' diye bir mesaj yolladım.

İki dakika sonra Sarp gelmişti kapıyı annem açtığı için benim aşağı inmeme gerek kalmamıştı. Merdivenden adım seslerinin yükselmesi ile birlikte kapımın kilidini açıp beklemeye başladım. Nihayet Sarp gelmişti ondan önce odamı dolduran sıcacık ve rahatlatan kokusunu içime çektim. İki saniye içinde içime huzur dolmuştu sanki. Bir anda ellerimde bir çift bel hissettim sonra da kafam sert gövdesiyle buluştu. Beni kendine çekerek sarılmıştı. İlk anda şaşkınlıktan kollarım havada asılı kalsa da bende kollarımı boynuna doladım. Eli saçıma gitmişti. Saçlarımı okşayıp kokladı ve minik bir buse kondurmayı ihmal etmedi. "Çok korkuttun bizi," diyerek sitem etti ancak sesi yumuşak çıkmıştı. "Bu konuyu sonra konuşsak olur mu? Sadece uyuyup dinlenmek istiyorum ama kafamın içindeki sesleri bir türlü susturamıyorum," dedim kendimi geri çektiğim sırada. "Seni uyutmamı ister misin?" evet dercesine başımı salladım. "Ama önce saçlarını tarayıp kurulayalım da hasta olma." elimden tutarak makyaj masasında ki sandalyeye oturttu. Çekmeceden tarağı çıkarıp ona verdim. Sanki incitmekten korkar gibiydi. Dokunuşları o kadar ince ve o kadar narin. Saçlarım ile olan işi bitince rahat edeceğim bir şekilde çok sıkmadan topladı. "Haydi yat artık." diyerek beni yatağıma yönlendirdi. Usulca yatağa girdiğim sırada o da sandalyeyi baş ucuma koyup oturdu. Daha sonra saçımın önünden bir tutam alarak oynamaya başladı. Arada yanağımı okşuyor ve öpüyordu. Dokunuşu adeta bir tüy tanesi kadar hafifti. Onun dokunuşları beynim de karıncalanma hissi bırakmıştı.


Uyku ve uyanıklık arasında "Bütün duvarlarını yıkacağım sana sözüm olsun. Yeniden güvenip aşık olabileceksin. Fakat âşık olduğun kişi ben olmazsam eğer bu defa yıktığım duvarı kendi etrafıma örmeye başlarım." bu işittiğim ses hâyâl ürünü müydü? Yoksa gerçek mi idrak edemedim çünkü uyku beni çoktan içine çekmişti.


YAZARIN ANLATIMIYLA:


Sarp karşısındaki uyuyan kıza baktı. Ona ilk andan delicesine tutulmuştu. Onu her gördüğünde kalbinde tarifi olmayan amansız bir sızı belirirdi.

Yine aynısı olmuştu hemde ona bu kadar yakınken kalbi asla ama asla uslu durmuyordu. Uykuya tam olarak daldığından emin olup gitmeye hazırlandı.

Aşağı indiğinde Nazan Hanım'ı koltukta sağlarken görmüştü. "Nasıl o? İyi mi?" Sarp'ın geldiğini görünce hemen ayaklanmış ve kızını sormuştu. "İyi iyi merak etmeyin çok yıpranmış siz onun üstüne çok fazla gitmeyin bence." diyerek bir tavsiyede bulundu. Kadın karşısındaki genç çocuğa teşekkür edercesine baktı. Sarp daha fazla orada oyalanmadan çıktı. Kendi evine girip Duru'nun odasının görüldüğü balkona çıktı. Bir sigara alıp dudaklarına götürdü ve ucunu ateşle buluşturdu. Bu sigarasını Duru için yakmıştı. Sigarası bitene kadar gözlerini Duru'dan ayırmadı. Sigarası bitince yavaşça söndürdü son defa bakıp içeriye geçti. Kafasındaki düşünceler ile birlikte o da uyuyakaldı.


Bu bölüm nasıldı?Yıldıza basmayı ve görüşlerinizi belirtmeyi unutmayın. Sizi seviyorum 😚


Loading...
0%