@e_nurr54
|
Ertesi gün okula gitmek gibi bir derdim olmadığı için erken kalkmak zorunda değildim. Fakat uyku tutmuyordu ki.. Gördüğüm kâbus sonrası hızla uykumdan uyanmış, uyandığım gibi de annemin endişeli bakışları ile karşılaşmıştım. Annem ateşim olduğunu iddia edip beni buz gibi soğuk suyun altında duş almaya zorlamıştı. Ve şu an onun gözetimi altında nane limon içerek tam dizinin dibinde oturuyordum. Bir yudum almaya yeltenmiştim ki dilimi yakan sıcaklık ile anında kupayı yerine koydum. Şimdi on saat bekle de bu dil yanığı geçsin. 'Dil yanığı geçer de ruhunda ki yanık izleri nasıl geçecek, Duru?' her zaman haklı olan iç sesim yine konuşmuştu. "Bir oğlu var. Daha doğrusu varmış." diye söze girince annem şaşkınlıktan küçük dilini yutacak kıvama gelmişti. "N-ne?" anneme baktığımda gözlerinde üç tane duygu vardı: Hâyâl Kırıklığı, Öfke ve Nefret. Bu üç duygudan en az baskın olan hâyâl kırıklığıydı. Anneme bakınca bu hayatta ne kadar da güçlü olduğunu gördüm. Aldatılmıştı üstüne boşanmıştı ve üstüne üstlük bir de eski kocasının çocuğunun olduğunu öğrenmişti. Ona boşandıklarını bana söylemediği için kızgın değildim. Ne de olsa böyle bir kararı en çokta benim için vermişti. "Kızım, ben özür dilerim. Sana söylemediğim için çok pişmanım. Ama beni anlayış ile karşılamanı isterim senden." sonları doğru sesi çatallaşan anneme baktım. Koltukta biraz kayarak yanına gittim ve sıkıca sarıldım. Anneme sarılmak demek gerçek evi bulmak demekti. Anneme sarılmak demek bütün yaralarımın bir bir iyileşmesi demekti. Anneme sarılmak, bu dünyada paha biçilemeyen duygu demekti. Sıkıca ama incitmemeye de özen göstererek sarıldım. Yavaşça ayrılıp, "Sana kızmıyorum anne. Sen en doğrusunu yapmışsın." aynı zamanda yanağına ufak bir öpücük kondurdum. Annemin bakışları bir an ellerime kaydı kaşlarını hafif çatarak ellerimi avuçlarının içine aldı. Baba denen o şahısa yumruk attığım için hafif kızarmıştı. "Ne oldu ellerine? Sen mi yaptın yoksa?" annemin gözlerine hafif bir endişe peyda olurken, "Hayır. Babama bir kaç kere vurmak zorunda kaldım." gözlerindeki endişe duygusunun yerine hafif bir şaşkınlık aldı. "Nasıl yani? Sen şimdi o dev cüsseli adamı mı dövdün?" umursamaz bir biçimde omuz silkerek, "Evet hemde senin öğrettiğin teknik ile vurdum. Baya sarsıldı. Ayrıca cüssesi iri olabilir ama içi boş teneke kutularından hiçbir farkı yok." annemin ağzı artık şaşkınlıkla aralanmış biçimde bana bakıyordu. "Bakma öyle bana. Biraz daha vurmam gerekiyordu ama o çocuk koşup geldi bıraktım bende." 'Yalancı. Daha fazla kalırsan güçsüz kalacağını bildiğin için kaçmadın mı?' Doğrucu Davut yine konuştu. Ne var yani azıcık yalandan kim ölmüş de biz öleceğiz. Derken hık diyip gidiyormuşum işte buna çok gülerdim. 'Aynen kesinlikle gülerdin. Hemde cehennemde ki zebaniler ile birlikte böğürte böğürte gülerdiniz.' yemin ederim iç sesimi söküp atmak istiyordum. Bedava isteyen olursa bile verecektim fakat fazla hâyâl gücü olmuş olurdu. Sıkıntıyla nefes alarak anneme döndüm. "Keşke daha fazla vurup kafasını patlatsaydın." diyerek destek oldu. Canım annem ya gerçekten çok gaza getiriyordu beni. "Saçmalama anne. Hem ona vurdukça ellerimi kirlenmiş hissettim o yüzden de bıraktım." bu defa yine iç sesim araya girdi. 'Heh bak bu doğru.' sanki ben bilmiyordum bu böyle her doğrumu yanlışımı söyleyecek mi diye düşünürken, "Yarın okula gitme. İzin aldım okulundan. Yok yazılmayacaksın. Bende işe gitmiyorum. Yarın anne kız günü yapıyoruz. Anlaşıldı mı?" bu fikre bayıldım, öldüm, bittim, eridim yani o derece. Usulca başımı sallayıp, üstünde hâlâ dumanı tüten nane limon kupamı elime aldım. Bu sefer minik bir yudum aldığımda dudağımı yakmaması hoşuma gitmişti. Ben onu bitirene kadar annem başımda bekledi. Daha sonra eski günlerdeki gibi onun odasına gidip beraber sımsıkı birbirimize sarılarak en güzel uykuya teslim olduk. Sabah annemin evi mis gibi saran pişi ve pankek kokuları eşliğinde uyandım. Yatakta biraz daha döndükten sonra kalkmaya karar verdim. Önce lavaboya gidip aynadaki mahvolmuş halime baktım. Saçlarımı tarayıp yukarıdan sıkıca at kuyruğu yaptım. Yukarıdan toplamam rağmen hâlâ belime kadar gelen saçlarıma baktım. Kendimde en sevdiğim özellik upuzun saçlarım olabilirdi. Yüzümü yıkayıp bu defa çok hafif olmayan bir makyaj yaptım. Sonuç olarak bugün anne kız günü ilan ettiysek bu eve alışveriş yapılmadan geri dönülmezdi. Mutluluk içinde mutfağa ilerlemeye başladım. Diğer günlere nazaran üzerimde hiç yük yoktu. Aksine o kadar enerjiktim ki bu enerji bana on yıl yeterdi. Aylar hatta yıllar sonra kendimi bu kadar mutlu ve rahatlamış hissediyordum. Mutfağa geldiğimde pankeklere benim için çikolata süren anneme baktım. Arkasına geçip yanağına kocaman sulu bir öpücük bıraktım o da her zamanki gibi, "Duru!" diyerek sitem etmeye çalıştı fakat edemedi. Annem hep böyleydi, bana hiç kızmaz, bir dediğimi iki etmez, diğer çocuklardan geri kalmamı istemezdi. Gençliğinin büyük bir yarısı benim için çabalamak ile geçti. Ama annem bu durumdan bir kere bile yakınmamıştı. Tabii bunda benim uslu bir çocuk olduğumun payını da unutmayalım. Sandalyeyi çekerek büyük bir hevesle oturdum. Çatala ihtiyaç duymadan elimle bir pişi aldım. Ufak bir ısırık almam bile mutlu olmama yetmişti resmen. Uzun zamandır böylesine güzel bir kahvaltı etmemiştik. Ailecek. Benim ailem sadece iki kişiden oluşuyordu. Ben ve annem. Başkasına gerek yoktu. Hiçbir zamanda olmamıştı. Ben böyle mutluydum. "Ya bak hep elinle yiyorsun şunu. Kaç defa dedim sana çatalla ye diye." "Ya iyide anne pişiye çatal mı batırılır. Eziyet çektirmek değilde ne bu?" dediğim sırada tekrar uzanıp bir tane daha pişi almaya yeltendim ki kapı çalmıştı. "Allah Allah kim ki bu sabah sabah?" söylene söylene kapıya giden annemin arkasından bakmaya başladım. Bütün dikkatimi kapıya verdim. "Gel oğlum geç. Mutfakta kahvaltı yapıyor." diyen sesiyle ya Sarp ya da Doruk gelmiştir diye düşünürken on metre ileriden görsem tanıyacağım kasları ile birlikte görüş alanıma giren Sarp'a baktım. Lanet olsun ki dün gece çocuğun önünde salya sümük ağlamış ve bu da yetmezmiş gibi beni uyutmuştu. Bana olan ilgisi bir sınıf arkadaşı ve komşuya göre çok fazlaydı. İnşallah benden hoşlanmıyordur çünkü kendimi tekrar böyle bir maceraya atmak istemezdim. Onu gördüğüm an sanki kan hücrelerim hep bu anı beklemiş gibi yanağıma hücum etmişti. Osmanlı Askerleri bile savaşa bu kadar hızlı hücum yapmamıştır. Yavaşça lokmamı yutup boğazımı temizledim. "Günaydın." "Günaydın." Ay yine aynısı olmuştu. Yeter artık yani daha kaç defa böyle aynı anda konuşacaktık. Hafif gülümseyerek yanımdaki sandalyeyi işaret ettim. Sakin adımlarla yanıma oturdu. Annemde tam karşıma kurulunca muhteşem kahvaltı sofrası tamamlanmıştı. Annem Sarp'a da bir tabak ve çay uzatıp, "Teşekkür ederiz Sarp. Dün Duru'yu bulup getirdiğin için." Sarp başını kaldırıp önce bana sonra anneme döndü. "Ne demek Nazan Hanım. Lafı bile olmaz." "Ama sen bana sürekli hanım mı diyeceksin?" annem sahte bir şekilde kaşlarını çatarak baktı. "Nazan Teyze diyebilir miyim? Daha iyi olur sanki." dedi ay sen ne kadar kibarsın öyle. Utanmasam yemin ederim kahkaha atardım ama çocuğa dün rezil olduğum için sesimi çıkaramıyordum. 'Dalyan gibi çocuğu buldun Duru. Baksana tıpkı o gördüğün Bodyguardlara benziyor.' of iç ses yemin ederim iki dakika huzur vermiyorsun. 'Huzur vermek mi sanki işim. Şu çocuğu başka kişilere kaptırmamak benim işim.' saçmaladın iyice. Bir psikolojik çöküş daha istemiyorum zaten sende ondan sonra geldin benim başıma. İç sesimle kavga ediyordum ne olmuş yani. Siz hiç kavga etmediniz mi sanki? "Sen ne dersin Duru?" bana yöneltilen soru ile onlara döndüm. Ne hakkında ne derdim. Konuya Fransız'dım ki ben. Dinleyememiştim bile iç sesimle kavga etmekten. "Neye?" diyerek meraklı gözlerimi onlara diktim. "Anne kız gününü yarına erteleyip bugün Sarp ile İstanbul'da gezseniz biraz nasıl olur?" hiç iyi olmaz anne. Bu da soru mu? 'Sanki gitmek için can atmıyormuş gibi davranma Duru.' sanane be. Ayrıca gitmek istemiyorum. Ne yapayım onunla gezip mis gibi anne kız günü varken. İçimden böyle düşünüyordum fakat dışım başka söylüyordu. "Fark etmez gidelim." dedim ama sesimi biraz soğuk tutmaya çalıştım. Sonuçta meraklı Melahat gibi yapıştığımı sanmasın değil mi? "Tamam o zaman ben gidiyorum. Yarım saat içinde hazır ol." dedi. Sonra da ayağa kalkıp anneme döndü. "Kahvaltı için çok teşekkür ederim. Ellerinize sağlık." hah görende İstanbul beyefendisi sanacak. 'Öyle değil mi zaten?' ya sen bir kerede sus bacım Allah rızası için. Sanki içimde on tane kaynana vardı da hepsi bir ağzından mırıldanır gibi vır vır içimde konuşup duruyorsun. İç sesimle kavga etmeyi bir kenara bırakıp ayağa kalkan Sarp'ı yolcu ettim. Hava bugün biraz daha ılıktı fakat malûm her yere motor ile gittiğimiz için biraz daha sıkı giyinmeye çalıştım. Koyu renkli bir kot pantolon ve çok sevdiğim salaş duran siyah kazağımı elime alarak lavaboya yöneldim. Üzerimi hızlıca değiştirdim. Makyajımı ve saçımı bozmamaya özen gösterdim ki çok başarılı olmuştum. Kendimi alnımdan öpmek istemiştim. Odama geldiğimde dolabı açıp beyaz montu çıkardım. Bunun kapüşon kısmı kafamda sırıtıp beni kardan adama çevirmediği için çok seviyordum. Cebime küçük cüzdanımı ve telefonumu atacağım sırayla gelen aramaya baktım. Bahar💚 arıyor... Yazısıyla karşı karşıya gelince hızlıca çağrıyı cevapladım. "Durum iyi misin? Annen dün olanlardan bahsetti biraz. Nasılsın şimdi daha iyi misin?" ay benim ballı çöreğim beni merak etmiş. "İyiyim iyiyim. Hatta o kadar iyiyim ki şuan pek saygı değer komşum ile motor turu atmaya gidiyoruz." hem konuşup hemde merdivenlerden iniyordum. "Sarp ile yani." dedi sesi şaşkın gelmişti. Ben bile şaşırıyorum kendime onun şaşırması da normaldi zaten. Erkekler ile bir daha muhatap olmam diyordum Doruk hariç. Ama Sarp'ta bir mıknatıs vardı ve beni içine çektikçe çekiyordu. "Maalesef evet." sıkıntıyla nefesimi vererek cevap verdim. "Kızım ne maalesef demesi. Ne güzel geziyorsunuz işte. Bende imkansızım ile bir araya gelmek için öyle bekliyorum." içli bir nefes aldı. Sonra aklıma gelen bir fikir ile sinsi bir gülüş attım. "E Doruk ile sizde gelin bu muhteşem geziye. Nasıl fikir?" ayakkabılarımı giydiğim sırada sevinç çığlığı atması ile birlikte telefonumun benden koparak ayaklarımın dibine düşmesi bir oldu. Olsun. Ballı çöreğime can feda. Telefonum ayağımın dibindeyken bile Bahar'ın sevinç çığlıkları kulağıma geliyordu. Ayakkabı giyme işlemi biterken doğrularak telefonumu da yerden aldım. "Sakin ol bir kızım ya ne bu sevinç. Bak şimdi ben Doruk'u arıyorum ve bu güzel plandan bahsediyorum. Sonra seni alması gerektiğini söylüyorum. Anlaştık mı?" hâlâ sevinç çığlıkları atıyordu. Bende daha fazla bu güzel sevince dayanamayıp yüzüme bir tebessüm yerleştirdim. "Anlaştık, anlaştık. Neden anlaşmayalım ki?" diyerek neşesine neşe katmaya devam ediyordu. "Haydi kapatıyorum. Daha Doruk'u arayacağım." dediğim sırada 'Tamam' demeye bile tenezzül etmeden telefonu suratıma kapattı. Şaşkın şaşkın ekrana bakarak göz kırpıştırdım. Saniyesinde toparlanarak Doruk'u aradım. Saniyesinde açınca çok şaşırdım. Ona hemen bu değerli planımdan bahsettim. "Bahar mı? O da mı geliyor." "Evet. Ama ancak evinden sen alırsan gelebilecek." sesimi olabildiğince tatlı çıkarmaya çalışıyordum. "E okey. Güzel bir aktivite. Siz okula gitmediniz mi? Hemde üçünüz birden." ya böyle güzel bir alternatif varken ne okula gitmesi acaba. Gerçi benim okula gitmeme sebebim bu değildi de olsun. Onu düşünerek keyfimi bozmak istemiyorum. "Denk geldi işte. Üzümü ye bağını sorma demişler. Acele et ayrıca geç kalmayalım." Doruk'un hafif gülüşü doldurdu kulaklarımı. "Bahar aynı yerde yaşıyor değil mi?" "Evet. Acele edin." diyerek telefonu kapattım. Bahar'a durum bilgilendirmesi içeren mesaj atıp evden çıktım. Bahçeden de çıkınca adımlarım ister istemez Sarp'ın evine yöneldi. Bahçeden baktığımda açılan garaj kapısı ile önce motorun tekerlekleri sonra gözlerden bile çekici olan farları, üstünde ise bütün heybeti ile duran Sarp göründü. Kolunda bana verdiği kask vardı. İkimizin kaskları da siyahtı. Motor ile uyumluydu. Motoru çalıştırıp yanıma geldi. Kaskın vizörünü açtı. Saçımı at kuyruğu yaptığım için çok pişman olmuştum. "Bir iki arkadaşım daha gelcek senin için sıkıntı olur mu?" dedim merakla gözlerimi, gözlerindeki yeşilliklere daldırdım. "Hayır olmaz. Gelsinler." kaskın içinden konuşunca sesi daha bir erkeksi mi çıkmıştı yoksa ben mi yanlış duymuştum. Resmen adamın sesi ile sarhoş olmuştum. İnanamıyorum kendime. Gözlerimi kırpıştırarak kendime geldim hemen. "Bir de ormanlık alan tarzı ortasında göl olan bir yere gideceğiz. Yol biraz uzun motoru oraya kadar yormayalım istersen. Arkadaşımın arabası var bizi de alabilir." hafifçe gülünce gözleri kısıldı. Çok güzel gülüyordu sanki değil mi? Ay ne diyorum ben. Normal gülüyor işte kendine gel Duru. "Saçmalama. Benim kızım bizi İstanbul'un bir köşesinden diğer köşesine götürür." dediği sırada motorunu okşuyordu. Deli bu bakışı atarken birden elimde bir el hissettim. Elime döndüğümde, Sarp sağ elimden tutup beni kendisine yaklaştırdı. Sonra kaskı giydirmeye yeltendi. O an hafif rüzgar esince saçlarım önüne uçuştu. Tam saçlarımı geri itecektim ki buna gerek kalmadı. Sarp sağ elini havaya kaldırarak saçlarımı, sanki dünyanın en hassas şeyine dokunuyormuş gibi narin ve nazik hareketlerle kulaklarımın arkasına ittirdi. Daha sonra kaskı nazikçe kafamdan geçirerek klipsi taktı. Vizörü de indirince her şey hazırdı. Usulca arkasına binerek belinin iki yanından tutundum. Bu sefer çok hız yapmadı. Usul usul giderken bir elimi saldım ve havaya kaldırdım. Vizörü hafif aralayarak esen rüzgarın kirpiklerimi okşamasına izin verdim. Aynadan bakışlarımız kesişmişti. Hemen gözlerimi kapatıp bu güzel esintiyi hissetmeye çalıştım. Hava soğuktu ama o kadar da abartılacak kadar değildi. Sarp hızını biraz daha düşürdü bu defa iki elimi birden saldım. Bisikletten bile korkan ben şuan koskoca motorun üzerinde ellerimi salmış vaziyette yolculuk yapıyordum. Sarp hayatıma gireli neredeyse bir hafta olacaktı ama bu bir haftada bile etkisi çok büyüktü üzerimde. Daha fazla işin tadını kaçırmadan tekrar ellerimi belinin iki yanına sararak vizörü kapattım. Buradan sonra da gazı köklemeye başlayınca dudaklarımdan eğlenceli bir çığlık çıktı. Evet korkmadım. İlk defa eğlenceli gelmişti bu hız. Ama eğlence bir yere kadardı sonuç olarak henüz tam alışamadım bu makinaya. Aslında Sarp tam olarak kendine benzeyen bir motor almıştı. Aynı onun gibi heybetli ve bir o kadarda güçlü. Yavaş yavaş trafiğin daha az olduğu yola doğru ilerlemeye başladık. Sarp'ın önünde navigasyon açık olduğu için benim yolu tarif etmeme gerek yoktu. Biraz zaman geçtikten sonra nihayet gelebilmiştik. Motor üstünde yolculuk güzeldi iyiydi hoştu ama çok uzun olunca bel falan bırakmıyordu insanda. Hemen indiğim gibi belimi esnetmeye başladım. Göle yakın bir yere gelmiştik. Çok güzeldi burası. İnsanın baktıkça içini açan bir manzarası vardı. Tam nereye oturacağımızı tartışırken Doruk'un muhteşem arabasının sesi duyuldu. Kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğim de ön koltukta oturan çifte kumrularıma baktım. Aslında çok yakışıyorlardı. İkisi de hem kumral hemde ela gözlüydü. O kadar çok yakışıyorlardı ki onlara bakarken iç çekmeden edemedim. Bahar'ın yüzünde gülleri geç Amazon ormanı açmıştı sanki. Kızın yüzüne anında renk gelmişti. Tabii makyajın etkisi de vardı ama bunu Bahar duymasın yemin ederim beni keser. Doruk arabayı Sarp'ın motorunun yakınına park ettikten sonra bagaja yöneldi. İçinden piknik sepetini çıkarıp yanımıza doğru adımlamaya başladı. "Doruk?" "Sarp?" Anında bakışlarım Doruk ve Sarp ikilisinde gidip gelmeye başladı. Bunlar birbirlerini nereden tanıyordu acaba? Bahar ile ikimiz şaşkın bakışlarımızı bir Sarp'a bir Doruk'a yöneltiyorduk. Milli erkek hareketini yaptılar. El sıkışıp kafalarını tokuşturdular. Biz ise hâlâ şaşkın şaşkın onların yüzüne bakıyorduk. Bölüm hakkında fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın Sizi seviyorum 😚 |
0% |