@e_nurr54
|
Bu bölüm çok kısa biliyorum yarın daha uzun bir bölüm gelecek. Çok beklettim özür dilerimmm.
"Sarp böyle bir şey yapmana gerek yoktu," dediğim sırada gaza biraz daha yüklendi. Şuan Sarp'a kızmakla meşguldüm. Pikniğe gideceğimiz için Serap, abisi ile gitmek istedi doğal olarak fakat Sarp inatla onu götürmedi. "Serap senin kardeşin. Ben gidebilirdim Doruk'un arabasında." Evet ona kızıyordum çünkü Serap zorluk çıkarmasın diye kızı odasına kilitleyip anahtarını da annesine vermiş. Biz siteden çıktığımız an annesini arayarak kapıyı açmasını söylemişti. "Bu motora senden başka kimse binemez," dediğinde görmese bile gözlerimi devirdim. "Serap kimse değil." "Ama sen de değil," dediği şeyle birlikte kalbim teklemişti. Son bir haftada uzun süredir gün yüzüne çıkmayan duygularım ortaya çıkmıştı. Bunun da tek bir sebebi vardı: Sarp. O hayatıma girdiği andan itibaren eski duygularım daha sağlam bir şekilde gün yüzüne çıkmıştı. Şuan hava çok güzeldi. Ellerimi saldım korkusuzca. Kaskın vizörünü de açıp rüzgarın yüzümü yalamasına izin verdim. İçime huzur dolmuştu. Gözlerimi kapatarak iyice hissetmek istedim bu anı. Bir kaç dakika sonra ellerime sıcak bir şeyin temas etmesiyle birlikte korkuyla açtım gözlerimi. Ellerime baktığımda temas eden şeyin Sarp'ın elleri olduğunu görmek korkutmuştu. Ellerini saldıyda biz nasıl düşmemiştik? Ya düşersek? Ya kaza yaparsak? Zihnime düşen binbir ihtimalle birlikte ellerimi sanki kızgın lava değmişim gibi çektim. Korkuyla Sarp'ın beline sarıldım. O da korkumu anlamış olacak ki tekrardan ellerini direksiyona indirdi. O kadar çok korkmuştum ki ellerimin içten içe titremeye başladığını hissettim. Onu çok sıktığımı fark edip kollarımı biraz gevşettim. Piknik yapacağımız alana geldiğimizde motoru park ettiği gibi aşağıya atladım. Biraz fazla abartmış olmalıyım ki Sarp hafifçe sendeledi. "Yavaş kız, beni düşüreceksin." "Az bile sana. Ellerini saldığında düşmek aklına gelmedi mi?" "Gelmedi çünkü aklımda bir tek sen varsın." Serseri bir gülüş yerleştirdi yüzüne. İyi de haksızlık bu. Zaten ses tonu bile etkiliyordu bir de böyle bir gülüş atması haksızlıktı. "Şuan sana kızgınım hiç iltifat etmeye çalışma." Bana adım attığında geriye bir adım attım. "Neden bu kadar çok korktun? Yoksa kaza yapıp ölünce evlenemeyiz diye mi?" Ukala herif. Kahkaha attığında onun kahkahasını taklit ederek, "Çok hâyâl kuruyorsun sen." "Doğru, hepsinde de sen varsın ama haberin olsun," diyerek göz kırptı. Bir adım daha attığında bende bir adım geri gittim. "Gelmesene üzerime, canavar!" "Aşk olsun yani ne canavarı?" Kırılmış gibi alt dudağını sarkıttı fakat üzerime gelmeye devam ediyordu. "Bildiğin canavar işte." Eğilerek yerden iki üç tane taş aldım. Bir tanesini attığım da koluna denk geldi. "Bu motoru dikkatsiz kullandığın için." Bir taş daha. "Bu benimle dalga geçtiğin için." Bu omzuna denk geldi. Bir taş daha. "Bu hâlâ üzerime geldiğin için." Bu karnına denk geldi. Elimde kalan son taşı da ona doğru attım. Keşke atmasaydım. Tam olarak o bölgesine gelmişti. Kasıklarını tutarak acıyla inledi. "Ulan! Biz kızla üç çocuk hayali kuralım, kız gelsin neslimi tüketmeye kalksın." Duyduğum şeylerle birlikte pişmanlık duygum ortadan kalktı. Sapık şey. "Ne? Terbiyesiz. Az bile bu sana. Üç çocukmuş, görürsün sen şimdi." Eğilerek bir taş daha aldım ama eğildiğim yerden kalktığım gibi üzerime doğru koşan Sarp'ı görmem bir oldu. Taşları hızlıca yere bırakıp koşmaya başladım. Canı yandığından olacak ki hızlı koşamıyordu. "Bak bir daha taş yemek istemiyorsan üzerime gelme." "Ben seni yakalayınca kim ne yiyor göreceğiz." Söylediği şeyler kızarmama neden oluyordu. Koşmaya takatim kalmamıştı ama eğlenceli oluyordu. Bir ara takılıp düşüyordu ama son anda önündeki ağaca tutundu. Ben kahkaha atınca da ters bakışlarını üzerime dikip daha da hırsla bana doğru koştu. Hem gülüyor hemde koşuyordum. Nefesim yavaş yavaş tükenmeye başladığı anda aşina olduğum araba kadraja girince rahatladım. Sarp ise hâlâ arkamdan geliyordu. "Sarp, yeter artık yoruldum." Aramızda ki mesafeyi biraz uzak bırakarak durdum. "Kaçma sende güzelim. Yiyecek miyim seni?" Söylediği şeylere göz devirerek arabadan inen kurtarıcımın yanına gittim. "Hayırdır sabah sabah tempolu koşuya mı başladınız?" Diyen Doruk'a ters bakışlarımdan birini yolladım. İkimizde nefes nefese kalmıştık. Ellerimi dizlerimin üzerine koyup yavaşça eğildim. Göğüs kafesim o kadar hızlı hareket ediyordu ki tutmasam fırlayacak gibiydi. "Duru abla görmeyeli yaş gibi olmuşsun," diyen Poyraz'a baktığımda onun da benden farkı yoktu. Poyraz, Doruk'un kardeşi ama bence gizli ikizi falan olabilir. Çünkü direkt Doruk'un kopyasıydı. Gözleri, saçları, boyu kısacası tepeden tırnağa minik Doruk'tu. "Senin de benden aşağı kalır yanın yok. Mankenlere taş çıkarırsın bu boyla," diyerek iki adımda yanına gidip sarıldım. Gülerek ayrıldığım da gözlerim ateş saçan yeşil irislere takıldı. Beni Poyraz'dan kıskanıyor olamaz değil mi? Yok artık abartıyor. Ters bakışlarını Poyraz'a dikmiş ellerini de beline yerleştirmiş öylece duruyordu. Derin nefes vererek yanına gittim. "O bakışlarını yumuşak tutsan daha iyi olur," dediğimde bakışlarını hâlâ aynı konumda tutuyordu. Koluna dokunmamla birlikte nihayet o yeşillikler beni buldu. "Buraya ayakta durmaya mı geldik?" Serap'ın sesi ile herkes onaylar mırıltılar çıkardı. "Haydi herkes bir tane eşya alsın." Doruk'un talimatıyla hepimiz arabanın bagaj kısmına yöneldik. İçinde ne olduğunu bilmediğim iki poşeti tuttuğum gibi oturacağımız konuma ilerlemeye başladım. Serap çoktan örtüyü sermiş ve benim göz koyduğum yere oturmuştu. Tam olduğu yerde gökyüzü çok güzel görünüyordu. Ayrıca sırtını da ağaca yaslama şansı vardı fakat Serap bütün güzellikleri kapmıştı. Poşetleri yere bırakarak ayakkabılarımı çıkardığım gibi Bahar'ın yanına oturdum. "Senin sevdiğin peynirden getirdim," diyen Bahar'a şaşkınlık ve sevinçle baktım. "Ciddi misin?" Gülerek başını aşağı yukarı salladı. Bu ufacık olay bile neşemi tavan yaptırmıştı. Kahvaltı için gerekli olan her şeyi hazır etmiştik ancak Doruk ile Sarp ortada görünmüyorlardı. "Bahar, bizimkiler nereye gitti?" "Bilmiyorum ki. Gelirler birazdan merak etme." Başımı sallayarak ayaklandım. "Ben göle gidiyordum. Gelmek ister misin?" "Hayır güzelim sen git." Ayakkabılarımı giyerek yavaş yavaş yürümeye başladım. Gölün etrafında dolanarak yürüyordum. "Eğer onu üzecek tek bir hareket yaparsan seni bitiririm." Duyduğum sesle birlikte kaşlarımı çattım. Bu ses Doruk'un sesiydi. "Salak mısın? Aşk seni aptallaştırmış." Sarp? "Konuyu başka yerlere çekme lan! O defter kapandıysa yeni defteri öyle aç. Duru'yu üzecek tek bir hareketin olmayacak. O seni ne kadar affetse de ben seni bitiririm. Duydun mu beni?" "Lan yine salak salak konuşmaya başladın. Siktir git işine." Burada garip şeyler dönüyordu ama ben nohut tanesi kadar bir şey anlamamıştım. "Duru!" Bahar'ın sesiyle irkilerek geldiğim yere yürüdüm. "Ne oldu kız? Çok mu özledin beni?" Gülerek yanına gittim. "Sorma hasretinden yataklara düştüm," dediğinde ikimiz de gülmeye başladık. "Çok sıkıldım ben. Akşama kadar burada mıyız?" "Bu kızı kim getirdi buraya? Sabahtan beri tek işlevi şikayet etmek." Poyraz'a uyarı dolu bakışlar gönderdim fakat omuz silkmekten başka bir şey yapmadı. "Sen niye geldiysen bende aynı sebepten geldim." Serap'ta dişliydi asla lafın altında kalmıyordu. Sarp'a kıyasla Serap daha hırçın duruyordu. "Ben seve seve geldim. Sen aksine söve söve gelmiş gibisin." "La havle!" Poyraz da oturduğu yerden kalkarak arabaya doğru ilerledi. "Ya biz neden bu erkeklere pikniğe geldik ki baksanıza hepsi ayrı kafada." Serap fazlasıyla haklıydı. "Çok haklısın. Bir dahaki sefere kız kıza gelelim," diyerek ona destek çıktım. "Bence de," diyerek Bahar da yorumunu yaptı. Saçlarıma konan ağırlıkla refleks olarak başımı yavaşça yukarıya kaldırdım. Sonunda yeşillikler beni bulmuştu. Ellerimi saçıma götürdüğüm de çiçeklerden yapılmış taç olduğunu anladım. Ona en güzel gülümsemelerimden birini gönderdim. Burnumun ucuna tüy kadar hafif bir öpücük konudurdu. Kalbim heyecandan hızlı hızlı atmaya başlayınca kan da yanaklarıma hücum etti. Bahar ve Doruk ikilisine baktığım da onların da durmunun aynı olduğunu gördüm. Sonunda herkes toplanınca kahvaltı yapmaya başladık. "Bu poğaçaları kim yaptı?" Serap'ın sorusunu sadece elimi havaya kaldırarak cevap verdim çünkü Egolu Eşek'im ağzıma sürekli bir şeyler tıkıyordu. Biraz daha yersem pantolonumun düğmesi fırlayarak birinin kafasına çarpabilirdi. "Sarp, bıraksana kızı. Kendisi yiyebilir." Doruk'un sözlerine karşılık kaşlarını çattı. "Sana ne oğlum. Sen kendi manitanla ilgilensene," dediğinde Doruk sadece gülerek başını sağa sola salladı. "Bunun tarifini atar mısın bana?" Ağzımda ki lokmayı zar zor yutarak cevap verdim. "Atarım tabii." "Teşekkür ederim." "Rica ederim." "Kız sen nezaket nedir biliyor muydun?" Poyraz yine Serap ile uğraşıyordu. "Sen de beni iyice yobaz sandın." "Hiç güler yüz, güzel söz, nazik cümleler duymadığım için oluyor." "Senin gibi hayvanlar anlamadığı için sana gösterme gereksinimi duymadım." Serap'ın söylediği laf hepimizi hayrete düşürürken Doruk ve Sarp hunharca gülmeye başladı. "Çak kız," diyen Sarp sağ elini kardeşine uzatarak çakmasını bekledi. Ağabey kardeş çak yaptıktan sonra Sarp, Poyraz'a 'kapak olsun' anlamına gelen hareketi yaparak eğlencesine eğlence kattı.
Şimdilik bu kadar yazabildim malum okul haftası çok yoğun ancak akşam üzeri daha uzun ve güzel bir bölüm sizlerle olacak. Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayın 😚 |
0% |