Yeni Üyelik
3.
Bölüm

DÜĞÜN

@ealena

Nergüzar: (Kısık bir sesle, heyecanla) Sibel abla, hadi gidelim işte! Herkes gidecek, ne olur biz de görelim o düğünü…

 

Sibel: (Kararsızca, bir yandan Nergüzar’ın heyecanını paylaşsa da endişeyle) Nergüzar, sen de biliyorsun, ağabeyimiz razı olmaz. Geçen sefer bile izin almak zor oldu, şimdi düğüne gitmemize asla müsaade etmez.

 

Nergüzar: Ama abla, neden ki? Biz de diğer kızlar gibi süslenip gitsek, ne olur sanki! Hem herkes orada olacak, köyde başka ne eğlence var ki?

 

Sibel: (İçini çekerek) Haklısın ama ağabeyin aklı bir türlü değişmiyor. Onun için dışarıda olmak, böyle yerlere gitmek doğru değil, öyle düşünüyor. Ne kadar istesek de…

 

Nergüzar: (Israrla) Abla, bir konuşsan, bak gör bakalım belki bu sefer izin verir. Hem biz sadece izleyeceğiz, kimseyle konuşmadan döneriz.

 

Sibel: (Başını sallayarak, hafif bir gülümsemeyle) Sen çok heveslisin, biliyorum. Tamam, bir konuşurum, ama söz vermem. Sadece soracağım, olur mu?

 

(Nergüzar heyecanla başını sallar ve hemen yan odaya geçerler. O sırada ağabeyleri Ali içeri girer, kaşlarını çatmış, ikisini de baştan aşağı süzer.)

 

Ali: (Sert bir sesle) Ne oluyor burada? Bir şey mi saklıyorsunuz?

 

Sibel: (Kekeleyerek, hafif bir çekingenlikle) Ağabey… Şey, biz sadece…

 

Nergüzar: (Cesaretini toplayarak) Abi, biz de düğüne gitmek istiyoruz. Hem herkes orada olacak, birazcık eğlenmek istedik.

 

Ali: (Kaşlarını çatarak, şaşkın ve kızgın bir şekilde) Siz kafayı mı yediniz? O düğünlere gitmek size mi kaldı? Kız kısmısının orada işi ne?

 

Sibel: (Daha sakin bir dille) Abi, biz sadece seyretmek istiyoruz. Yanımızda senin izin verdiğini söylesek bile kimse kötü düşünmez.

 

Ali: (Sert bir tavırla) Ne seyretmesi? Evde oturmanız gereken yerde oturacaksınız. Kız kısmısı kendi haddini bilecek. Milletin diline düşmenizi istemem!

 

Nergüzar: (Hayal kırıklığıyla, gözleri dolarak) Abi, biz sadece mutlu olmak, biraz eğlenmek istedik. Ne olacak ki, herkes gidiyor.

 

Ali: (Kararlı bir tavırla) O iş herkes için olabilir, ama benim kardeşlerim değil! Siz evde oturacaksınız, konu kapanmıştır. Bir daha da böyle saçma bir şey istemeyin benden.

 

**

Nergüzar: (İç çekerek, biraz kırgın) Tamam abi, anladık. Bizim için eğlenmek bile haram, değil mi?

 

Ali: (Öfkelenerek) Haddini bil Nergüzar! Eğlenmek için değil, seni korumak için söylüyorum bunları. Milletin ağzı torba değil ki büzesin, bir kere kötü bir şey söylesinler, namusumuza laf gelsin istemem!

 

Sibel: (Araya girerek, sakinleştirmeye çalışarak) Abi, biliyoruz, sen bizi korumak için böyle diyorsun. Ama biz de hep evde kapalı kalınca içimiz sıkılıyor. Nergüzar’ın da yaşıtları gibi dışarı çıkmaya hakkı var.

 

Ali: (Başını iki yana sallayarak) Sibel, sen de mi başladın şimdi? Ben ne diyorsam o olacak. Bu evin kuralları belli. Kız kısmısı dışarıda gezmez, düğünlerde görünmez. Hadi, konuyu kapatalım.

 

Nergüzar: (Üzgün, ama içinde biriken cesaretle) Sen bizi hep böyle mi kısıtlayacaksın abi? Hep mi duvarların ardında saklanacağız? Yaşamak, dünyayı görmek istemek suç mu?

 

Ali: (Daha sertleşerek) Sizin yaşamak dediğiniz şey, başımızı derde sokar Nergüzar! Bunu anlamayacak kadar küçüksünüz. Benim izin vermediğim şeylere kafa yormayın. Bu evde huzur istiyorsak, benim dediklerim olacak.

 

Sibel: (Derin bir nefes alarak, sakin ama üzgün bir sesle) Tamam abi, dediklerinizi anladık. Biz de senin kararına saygı duyuyoruz. Ama Nergüzar’ın hayal kırıklığını anlamanı isterdim. Biz de insanız sonuçta, bir parça mutluluk aramak kötü bir şey değil ki…

 

Ali: (Yumuşar gibi olur, ama yine de kararlı) Bakın, kızlar… Sizi düşündüğüm için bu kadar katıyım. Dışarıda kötü niyetli insanlar var. Bu zamana kadar başınızı öne eğdirmedim, bundan sonra da eğilmesini istemem. Sadece evimizde güven içindeyiz, bunu unutmayın.

 

Nergüzar: (Kırgın ama boyun eğmiş bir şekilde) Peki abi, anladık. Gitmeyeceğiz.

 

Sibel: (Nergüzar’ın omzuna dokunarak) Hadi Nergüzar, gidip odada biraz dinlenelim.

 

(Ağabeylerinden izin alamamanın hayal kırıklığıyla Nergüzar ve Sibel, başları öne eğik bir şekilde odalarına doğru yürürler. Nergüzar’ın gözleri dolmuştur, ama sessizce içine atar. Sibel ise ona teselli etmeye çalışarak, biraz daha sabretmesini fısıldar. Bu küçük isyan, ikisinin içinde bir yara olarak kalır, ama bir yandan da birbirlerine olan bağlılıklarını güçlendirir.)

Nergüzar: (Odalarına girer girmez sessizce ağlamaya başlar) Sibel abla, bu evde hiçbir şey istediğimiz gibi olmayacak değil mi? Hep böyle, başkalarının kurallarıyla, duvarların arasında mı yaşayacağız?

 

Sibel: (Nergüzar’ı kucaklayarak) Canım benim, biliyorum, zor. Ama Ali abinin düşünceleri böyle; bize sıkı sıkıya bağlanmış bir sorumluluğu var ve bizi korumak istiyor, kendince.

 

Nergüzar: (Hıçkırarak) Ama abla, ben sadece bir kere dışarı çıkmak istedim. Dünyayı görmek istiyorum, nefes almak… Başkaları gibi mutlu olmak istiyorum. Biz neden hep bu kadar kısıtlı kalıyoruz?

 

Sibel: (Üzgünce ama sakin) Nergüzar, inan bana ben de senin gibiydim küçükken. Hep dışarıdaki dünyayı merak ederdim. Ama zamanla öğrendim ki, biz bu evde ne kadar üzülsek de dışarıdaki dünya daha sert, daha acımasız. Belki Ali abimiz bize zor geliyor, ama onun bizi düşündüğünü biliyorum.

 

Nergüzar: (Sessizce) Ama biz kendi hayatımızı hiç yaşayamayacak mıyız? Hep mi böyle başkalarının istediği gibi yaşayacağız?

 

Sibel: (Nergüzar’ın saçlarını okşayarak) Bir gün her şey değişecek, küçük kız kardeşim. Belki şu an anlamakta zorlanıyorsun, ama sabretmeyi öğrenmen gerek. Kendi hayatını yaşamak için bir gün fırsatın olacak. Ama o zamana kadar sabretmek zorundayız.

 

Nergüzar: (Gözyaşlarını silerek) Abla, sen nasıl böyle güçlü olabiliyorsun? Ben hep kaçıp gitmek istiyorum; burada durdukça boğuluyorum.

 

Sibel: (Gülümseyerek) Güçlü olmak zorundayım, çünkü senin gibi bir kardeşim var. Sen de bir gün bu gücü bulacaksın, inan bana. Sadece sabret. Bu evin sınırları bizi hapsediyor gibi görünse de, içimizde taşıdığımız hayaller bizi özgür kılar.

 

Nergüzar: (Derin bir nefes alarak) Haklısın abla. Belki bir gün bizim de hikayemiz, dışarıdaki hayatla buluşur. Ama o güne kadar, içimdeki bu umutla yaşamayı öğreneceğim.

 

Sibel: (Nergüzar’ı sımsıkı kucaklayarak) İşte böyle. Biz birbirimizin gücü ve umuduyuz. Ne olursa olsun, hayal etmekten vazgeçme. Bir gün ikimiz de, bu duvarların ardında sıkışıp kalmadan kendi yolumuzu bulacağız.

 

(O gece, Nergüzar hayalleriyle avunarak uykuya dalar. Sabırlı olmayı öğrenirken, içinde büyüttüğü özgürlük arzusunun, bir gün onu bambaşka bir dünyaya taşıyacağını bilmeden...)

Nergüzar: (Annesinin yanına yaklaşarak, biraz çekingen ama kararlı) Anne… Hani şu düğün var ya, bizim de gitmemize izin versen? Sibel ablayla beraber gitsek, kimseye de yük olmayız. Sadece biraz eğlenip geri döneceğiz.

 

Anne: (Bir yandan iş yaparken, gözlerini Nergüzar’dan kaçırarak) Kızım, o nasıl söz öyle? Sen hiç böyle şeyleri abine sormadan bana mı soruyorsun? Ali’ye söylediniz mi?

 

Nergüzar: (Başını önüne eğerek) Ali abiye sorduk ama izin vermedi… Ama anne, bak, biz bir şey yapmayacağız ki! Herkes gidiyor, biz de gitsek ne olur? Sen bir şey desen abime, belki ikna olur.

 

Anne: (Kafasını iki yana sallayarak) Nergüzar, sen daha küçüksün, anlamazsın. Abin bir şey diyorsa, vardır bir bildiği. Ben de abinin sözünden çıkmam, o nasıl uygun görürse öyle olur.

 

Nergüzar: (Israrla) Ama anne, hep onun dediği olacaksa bizim hiç hakkımız yok mu? Bir kere de bizim istediğimiz gibi olsa, ne olur sanki? Sen söylesen belki o da biraz yumuşar.

 

Anne: (Kaşlarını çatarak, biraz sert bir sesle) Kızım, haddini bil. Biz bu evde babanızdan, abinize kadar her erkeğin sözünü dinleriz. Onlar bizim iyiliğimizi düşünür, biz de onların dediğinden çıkmayız. Sen ne böyle asi konuşuyorsun?

 

Nergüzar: (Hayal kırıklığıyla, biraz da kırgın) Anne, bu kadar mı hiç kıymetimiz yok? Biz de insanız, bizim de hayallerimiz, isteklerimiz var. Hep onların dediklerini yaparak yaşayacağız, öyle mi?

 

Anne: (Derin bir nefes alarak, biraz yumuşayarak) Kızım, biz öyle gördük, öyle yetiştik. Erkekler bizim koruyucumuzdur. Onların kararlarına saygı göstermek zorundayız. Senin iyiliğin için söylüyor abin, belki şimdi anlamıyorsun ama büyüdüğünde anlarsın.

 

Nergüzar: (Umutsuzca) Ama anne, belki de ben hiçbir zaman anlamak istemeyeceğim. Herkes gibi özgürce yaşayamayacak mıyım? Hep birilerinin sözleriyle mi kısıtlanacağım?

 

Anne: (Başını önüne eğerek, sessizce) Kızım, sen büyüdükçe göreceksin. Ama şimdi bu konuyu kapat. Hadi git, abinin söylediklerine uy, bizi zora sokma.

 

(Nergüzar, içindeki umut kırıklığıyla annesinin yanından uzaklaşır. Annesinin de kendisini anlamadığını görmenin acısıyla sessizce odasına çekilir. Kendisine kimse sahip çıkmasa da, bir gün bu zincirleri kıracağına dair bir yemin eder. İçinde biriken öfke ve hayal kırıklığı, onu daha güçlü olmaya itecektir.)

Nergüzar, odasına çekildiğinde kalbinde tarifsiz bir ağırlık hisseder. Dış dünyaya duyduğu özlemle yanarken, kapalı bir kafeste hissettiği özgürlük özlemi onu boğar gibidir. Ailesinin kuralları, gelenekler ve sınırlar… Hepsi onun genç ruhunu kelepçelemiş, nefes almasını zorlaştırmaktadır. Her gün pencereden dışarıya bakarken başka hayatlar hayal eden Nergüzar, şimdi daha da derin bir yalnızlık içindedir.

 

Ağabeyinin katı kurallarına alışmıştı belki, ama annesinin de onu anlamayışı yüreğini burkar. "Beni kimse anlamıyor," diye düşünür içinden. Birkaç basit hayal kurmak bile ona yasaklanmış gibidir. Oysa bir kez olsun özgürce, kimseye hesap vermeden yaşamak istiyor.

 

İçindeki umut kırıntıları, her "hayır" cevabıyla biraz daha sönmekte. Gözlerini kapatıp kendini başka bir dünyada, kendi kararlarını verebildiği bir hayatta hayal etmeye çalışır. Ama her defasında gerçekler yüzüne çarpar; bu evde, bu kurallarla, hiçbir hayal kuramayacağını hatırlatır ona. Kendini, ailesinin bir parçası olarak değil, sadece onların isteklerine göre şekillendirilen bir gölge gibi hisseder.

 

Bir yanda kaçıp gitme arzusuyla yanıp tutuşurken, diğer yanda ailesini arkasında bırakmanın acısı onu durdurur. İçindeki çatışma her geçen gün biraz daha büyür. Onlar gibi düşünmediği, kendi hayallerini kurduğu için kendini suçlu hissetse de, içindeki sesi susturamaz. Herkesin kendini düşündüğü bu hayatta, bir gün yalnızca kendi için yaşayacağına dair bir yemin eder. Ama o gün gelene kadar, sessizce içindeki bu fırtınayla yaşamayı öğrenmek zorunda kalacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%