Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.Sadakat

@ebi_books

Şarkı
Kaan Boşnak:Bizi nasıl etkiler
Kate Bush-Army Dreamers

Profesör Cenk'in zihninden

Bazen hayatınızda kendi varlığınızı size armağan eden dostunuzu dahi anlayamadığınız dönemler olur.

Çok derin düşüncelere sahip bir insan olmadım hiç bir zaman.

Hayır,benim bu dostluktaki görevim bu değildi.Bu Celal'in göreviydi zaten.

Hiç birimizin görevlerinden emin olamamıştım.Bildiğim tek bir görev vardı.O da zaten Serhat ile dost olmaktı.

Öyle bir dost düşünün ki hayata geliş amacınızın ona dostluk yapmak olduğuna inanın.

Derince nefes aldım.

Otuzlu yaşlarımı bir kenara devirmiş ve kırklı yaşlara adım atmıştım.Geriye dönüp baktığımda yanımdaki isimlerden en göze çarpanı Serhat'tı.

Hepimiz birbirimize göz ardı edilemez bağlarla bağlıyız fakat benim ve Serhat'ın arasındaki o sonsuz güven Metehan ve Celal'in arasındakinden çok daha farklı.

Sayısız ihanete uğradım.Sayısız yok oluşla.

Her zaman gülümsemeye devam ettim.Aramızda liderlik vasıfları en yüksek kişi dışarıdan bakıldığında ya Celal ya da Metehan gibi görünüyordu.

Fakat okul müdürü bendim.

Bunun sebebi belliydi.Karanlığa battığım anlarda,yorulduğum,her şeyimi kaybettiğim anlarda dahi gülümseyebilirdim.

Belki de bir diğer geliş amacım buydu.

Okul ilk açıldığı zamanlar Celal,müdürün benim olmam gerektiğini söylemişti.

Sebebini biliyorum.Fakat Celal yine de kelimeleriyle açıklamıştı.

"Sen,lidersin Cenk.Ne kadar diğer insanların gözünde biz olsak da senin kadar iyi liderlik yapabileceğimize inanmıyorum.Ve bunun sende farkındasınÇünkü biz bazen kendimizi kaybedebiliriz ama senin en iyi özelliğin kendini biliyor olman.En karanlık anlarda dahi,kendin ne kadar telaş içerisinde dahi olsan bunu çevrendekilere hiç yansıtmadın.Sadece insanları güldürüp onlara karanlığın içinde de mutlu olabileceklerini gösterdin.İşte bu yüzden benim nazarımda gerçek lider sensin."

Bu cümlelerini çok uzun süre düşünmedim.Çünkü onunda dediği gibi.Kendimi zaten biliyordum.

Her anda kendimi biliyor olmamın ve hala gülümsüyor olmamın sebebi ise yalnızca kendi benliğim değildi.

Bunun sebebi her zaman yanımda ve güvenebileceğim bir dosta sahip olduğumu bilmemdi.

Serhat,son günlerde kötü görünüyordu.

Okulda bulunan yanlış güç enerjisinin buna sebep olduğunu asla düşünmedim.Çünü o benim için bir çok şeyden vazgeçmişti.

Birbirimize olan güvenimzi son damlasına kadar gösterdiğimiz bir an geçti gözlerimin önünden.

Her zamankinden farklı bir görevimiz vardı.Henüz on sekiz yaşlarındaydık üstelik.

Bu görev güç gerektirmiyordu.Zaten yeterince güçlüydük.

Bu görev zeka gerektirmiyordu.Zaten yeterince zekiydik.

Bu görev çalışma veya disiplinde gerektirmiyordu.Zaten bunlara sahiptik.

Bu görev,bizden güven ve sadakat bekliyordu.Bu zamana kadar bunların varlığından haberdardık fakat gerçekliklerini henüz ölçmemiştik.

Büyük ve karanlık bir tünel bizi bekliyordu.Dostluğumuz boyunca birbirimizin sırtını dahi sıvazlamamıştık.Dokunamamıştık.

Görevin son dakikalarıydı.Her bir odada çocukluk acılarımız,bastırdığımız çığlıklarla karşılaşıyorduk.

Sona geldiğimizde geriye iki küçük erkek çocuğu kalmıştı sanki.

Yorgunduk Serhat yaralıydı.Son bir anı geçecekti gözlerimizden.En çok yara aldığımız anıydı bu.

Düşünmedim.

Onu kaybedeceğimi düşündüm.Görev boyu arkamda duran ve varlığını hissettiren dostumu kaybediceğimi sandım.

o gece en büyük korkularımız vardı yanımızda ama sırt sırtaydık işte.

Ve umursamadım.Sırakların lanetini umursamadım.

Serhat kendini kaybedip yenilecekken,ona sarıldım.

İtmeye çalıştı.Bana da tıpkı zamanında sevdiklerine zarar verdiği gibi zarar vereceğini zannetti.

Lanet gerçekti.Kararmaya başladım.Bir süre sonra bedenimi hissetmiyordum.Serhat bu sefer beni sıkıca tuttu ve zorla tünelin sonuna ilerledik.

Benliğimi kaybetmek üzereyken benliğimi oluşturan dostuma şu sözleri söyledim.

"Her ne olursa olsun Serhat,yanında olduğumu bil.Sana sarılmamın sebebi asla testi geçmek değildi.Yalnız olmadığını ve ne olursa olsun seni yargılamadan arkanda duran bir dostun olduğunu bil.Yemin olsun ki beraber olduğumuz sürece hiç birimiz yalnız değiliz.Ve tekrar yemin ediyorum.Sen benim dostumsun."

Lanet gerçekleşmek üzereyken bir şeyler oldu.

Hayatımın çoğu anında çıkamayacağımı anladığım anlarda bir mucize olsun istemiştim.Ve ilk defa o gün mucize kendini gösterdi.

Testin sonu buydu.Güven.

Lanet bir şekilde üzerimden kalktı.

Tünel yok oldu ve kendimizi aydınlık büyük bir bahçede bulduk.

Metehan ve Celal bizi bekliyordu.

Aydınlığa kavuşmuştuk.Ve birbirimize ilk ve son kez sarılma hakkını kazanmıştık.

Bunları düşünürken yanan şömineye ve koltuğa kıvrılmış acı içinde uyuyan Serhat'a baktım.

İlk defa yatağı harici bir yerde uyuyordu.Yorgundu.Çok düşünüyordu ve bir şekilde büyü onu çok etkilemişti.

Sebebini bilmiyordum.

Hiç birimiz bilmiyorduk.Fakat bildiğim tek şey Celal'in bu olayın bize neler getireceğinden haberi olmasıydı.

Dostumu bırakamazdım.

Ne olursa olsun ona güvenim tamdı ve asla şüphelenmeyecektim.

Cenk bunu Serhat'a borçluydu.

Çünkü o da aynısını yapardı.

*********

Esil

Profesör Serhat hakkında düşüncelerim nerdeyse altı yaşından beri aynıydı.Profesör Serhat kolayca tanıyıp,anlayabileceğiniz bir adamdı.İşte garip olan nokta burada başlıyordu.

Genelde güçlü Profesörler ya da bir yere gelmiş büyücülerin hepsi gizemliydi.Anormal bir yetenekleri,huyları,ya da kimsenin bilmediği bir yaşantıları vardı.

Fakat Profesör Serhat için bu geçerli değildi.Gizem yoktu.Özel bir yetenek yoktu.Garip alışkanlıklar yoktu.Diğerlerinin aksine onu güce götüren buydu.

Ve diğerlerinin aksine onu başarıya sürükleyen gizemi veya değişken kişiliği değil,oldukça normal olmasıydı.

İlk eğitimde diğer Profesörler nedeniyle alışkın olduğum durumdan ötürü bir şey çıkacağını düşünmüştüm.

Fakat çıkmamıştı.Çünkü Profesör Serhat'ın eğitirken aradığı tek bir özellik vardı.O da disiplin ve çalışmak.

İşte bu yüzden onu üç kelimeyle tanımlamak oldukça kolaydı.Çoğu insanı hatta kendiniz bile üç kelime ile tanımlayamazdınız.Bu oldukça zordu.Fakat Profesör Serhat için bu zor değildi.

Çünkü kendini biliyordu.Kendini bildiği için de bu başarıyı elde etmişti.

Her şeyin sonunda onu cidden üç kelimeyle anlatırsam bu kelimeler;Disiplin,sadakat ve cesaret olurdu.

Disiplinliydi çünkü hayat ona fazladan bir yetenek ya da arkasında duran bir aile vermemişti.Çalışmak zorundaydı.Esas konu ise çalışmaktan hiç nefret etmemişti.Çalışmayı seviyordu.Sabaha kadar bir konu üzerinde durmayı,öğrenmeyi ve çabalamayı.Kendiyle baş başa kalıp sabaha kadar bunları düşünmek ona mutluluk veriyordu.

Bunun getirdiği başarıyı da seviyordu elbette.Fakat onu diğer üç profesörden ayıran en büyük özellik,bu başarıyı hırsa dönüştürmemesiydi.Evet her varlığın bir hırsı vardı fakat Profesör Serhat,hırsın kendi benliğinden yukarı çıkmasına asla izin vermezdi.

Sadakat ise onun benliğini oluşturan ilk yapı taşlarındandı.Çocukken bulunduğu ırk sebebiyle bir çok varlık tarafından kabul görmeyip,başta Profesör Cenk olmak üzere diğer üç Profesör onu kabul etmişti.Ve ırkından gelen bu özelliği hiç yüzüne vurmamışlardı.

Sadakatin sebebi yalnızca bu değildi.Vefaya,dostlarına en azından onlarla geçirdiği en ufak dakikaya bile çok değer veriyordu.İşte bu da o ve Profesör Celal'i yakın kılan şeylerden bir tanesiydi.

Bu üç kelimenin içinden en önemlisi de buydu.Çünkü Profesör Serhat asla ihanet etmezdi.

Sonuncuya gelecek olursak bu cesaretti.Çünkü Profesör Serhat,merhamet ve alçak gönüllülüğü kullanırken bunları asla korkaklığın arasına sığınarak yapmadı.Kendini kolayca öne atar ve tüm varlığını benliğinin ardına koyar ve cesurca savaşırdı.

Her şeyin sonunda o bu dörtlünün ne kadar sessiz ve diğerlerine göre pasif kişisi gibi görünse de dörtlüyü o birleştiriyordu.

Çünkü bir arkadaşlığı birleştiren en önemli özellik her daim sadakatti.Ve Profesör Serhat sadakatini tüm benliğiyle ortaya koymuştu.

Tüm bu özelliklerin üstüne gerçekten Profesör Serhat'ın ihanet etiğine inanmak gerçekten garip geliyordu.

Belki de hiç yapmadığı o sürprizlerden biri budur diye geçirdim içimden.Bir yanım Profesör Serhat'ın masumluğuna inanırken,bir yanım her zaman olduğu gibi mantıklı tarafa bakarak suçlu oluşuna inanıyor.

Bana öğretileni yapıp verilere dayanarak Profesör Serhat'ın gerekli cezaya gönderilmesi konusunda lehine oy verebilirim.

Ama bu benim meselem değil.

Bu o çok adı geçen,efsane dörtlünün arasında çözmesi gereken bir mesele.

Gelelim kendi problemimize.

Karşımda sırtını duvara yaslamış sessizce boş sokağı izleyen Elf çocuğuna.

Kendi kendime göz devirdim.Hani uğraşmayacaktın be Esil.Silicektin,aşka yerin yoktu.

Ama asla onsuz bir hayat düşünemedin değil mi?

Nasıl oluyordu da her şeyimi güç uğruna silip atıyorken,duygularımı yok sayıyorken Cana olan duygularım asla ortadan kalkmıyordu.

Çocukluğumdan beri kendimi güvende hissettiğim nadir yerlerden biri onun yanıydı.

Altı yaşından beri güçlü görünmek için kimsenin yanında ağlamazdım.Yalnızca Can'ın yanında ağlardım.

Çünkü beni biliyordu.Anlıyordu.Çok olgundu.O mükemmeldi işte.

Onu seviyordum.Ve kaçınılmaz bir gerçekti ki hiç bir evrende beni bu denli tamamlayan bir karaktere rastlamayacaktım.

Buraya gelmemin bana kalırsa bir sebebi de Can'ın varlığıydı.

Bulunduğumuz konuma gelecek olursak,çocukluğumuzdan beri Can ile kendimizi dünyada boş bir sokağa atardık.

Biraz olsun normal insanları görmeye,kusurların güzelliğinin farkına varmaya ya da duyduğumuz seslerle kafamızı dağıtmaya.

Burası eski mahallelerden biriydi.Bir apartmanın arka duvarıydı.Kimsecikler yoktu.Çıkmaz bir sokaktı ve bu sokaktaki diğer iki apartman da terk edilmişti.

Yalnız elf çocuğu ve ben vardık.

Ona olan sevgimi artık zihnimde kabullenmişti.Bunun sebebi herkesin yanında duygusal konuşmalardan,benliğimi belli etmekten korkarken onun yanında tüm çıplaklığımla oturabilirdim.

Çünkü Can güvendi.Benim güvenli alanım.

Ve kabul etmem gerekli ki Can olmadan bu güçlü Esil var olamazdı.

Bir gün profesör Deray bana,"Bazı şeyler ezelden bellidir Esil.Aşklar ve bağlar dahi."demişti.

Gözlerim sırtını binanın arka duvarına yaslayan Can'a kaydı.

Üzerinde gri kumaş pantolonu ve siyah boyunlu kazağı vardı.

Tekrar düşüncelerimi ve kendimi toplayıp yanına oturdum.Dizlerimi kendime çekerek derince nefes aldım.Geliceğimi zaten bildiği için dönüp bana bakmadı.

Can trip atmazdı.Çok olgun bir karakteri vardı.

"Hoşgeldin insan kızı."

Gülümsedim.

"Hoşbuldum elf çocuğu."

"Kendini açıklamak ya da gönlümü almak gibi bir çabaya girmene gerek yok.Bunu sende biliyorsun."

Olumlu anlamda başımı salladım.Gözleri bana döndü uzun bir süre bana baktı.Sessizce baktı.

Kendimi bırakmak üzereydim.Aylardır gördüğüm savaş,deneyler,kaybettiklerim.Bunların hiç birini dışa vurup göz yaşlarıma dökmemiştim.

Zaten yalnızca Can'ın yanında ağlardım.Altı yaşlarından beri güvendiğim kişiler hariç kimsenin yanında ağlamazdım.

Canın yanında ağlardım.

Şu an kendimi bu duygusal düşünceye atmamın sebebi yalnızca yaşadıklarım değildi.

Öyle bir seviyeye gelmiştim ki Cana dahi sevgimi gösteremiyordum.Ona bile duvar koyuyordum.

İşte bu beni zorlayan son damla oldu.Gözlerim dolmaya başladı.Başımı yavaşça Can'ın dizlerine koydum.

Sessizce,"Özür dilerim."dedim.

derince nefes aldı."Dileme güzelim."

"Seni bile sevemediğim için ve tüm benliğimi başarı uğruna bir kenara bıraktığım için özür dilerim."

Sessizce bir damla göz yaşı düştü gözlerimden.Can'ın elleri ise saçlarımı buldu.

Bu sefer bir şey demedi sadece merhamet ve ilgiyle bana baktı.

"Can ama başka çarem yoktu kendimi hayatta kalmak için yok etmem gerekiyordu."

"Tamam sorun yok Esil."

Bu sefer sesim biraz daha sitem dolu çıktı.

"Tabiki sorun var Can.Seni bunca zaman bekletmeye hakkım yoktu."

"Senin her şeye hakkın var."

Uzun zamandır biriktirdiklerimi boşaltıyordum ve sakince beni dinliyordu.

Sesim tekrar kısıldı.

"Ama Can ben seni çok sevmeme rağmen üzüyorum."

"Çok sevdiğini bilmek benim için yeterli bunu sende biliyorsun."

"Bilmek istemiyorum.Bilmemem gereken çok şey biliyorum.Bunları bilmek ve sürekli düşünmek istemiyorum.Çünkü artık çok yoruldum.Gördüğüm her şey,en ufak bir kelime,"sesim kesilmeye başladı."Can ben her şey için çok fazla düşünüyorum,uyuyamıyorum bile.Bu beni artık yoruyor."

Sesim iyice kısıldı ve yüzümü yukarı bakacak şekilde çevirdim.Can ile yüz yüzeydik.

"Ben artık yoruldum Can.Zihnim uyumuıyor."

"Biliyorum insan kızı seni düşünmeye iten her cümlem için özür dilerim."

Sesim biraz yükseldi.

"Can,sen dileme ne olursun.Çünkü senin dilemen dahi beni yoruyor.Dilememen gerekiyordu.Senin hiç bir zaman sorunun olmadı,ben anlayışsızım,bencilim seni görmem üstelik sadece ruhum değil bedenimde parçalanmış."

"Sorun değil ben toplarım."

Hala anlayışla çıkan ses tonu yüzünden sinirle ayaklandım.

"Anlamak zorunda değilsin,her şeyi ben hallederim ben beklerim diye göğsünde yumuşatmak zorunda değilsin.Bağır çağır beni kırmaya ne hakkın var Esil de.Can sen bunu neden yapmıyorsun?"

Sona doğru sesim yorgunca çıktı.Ve dizlerimin üzerine çöktüm.Can beni kendine doğru çekti.Ona sıkıca sarılıp başımı göğsüne yasladım.

Tüm zırhımı dışarı çıkardım.Güçsüzlüğümü göstermekten çekinmedim.Bir süre sadece ağladım.

Sadece Can duydu.Sadece onun duymasını istedim.Başkası duyamazdı.

"Hiç bir şey için özür dileme.Kendini suçlama insan kızı.Hiç birimiz kendimiz istemedik.Üzme artık kendini.Sadece ağla güzelim,"derince nefes aldı."Hatta biraz uyu."

Olumsuz anlamda başımı salladım.

"Hayır Can.Çoğunu biz seçmedik ama bu kadar karanlığa batmayı ben seçtim."

Yine tüm olgunluğuyla cevapladı.

"Hayatta kalmak için buna mecburdun."

Bu sefer sesim yok oldu.

"Hadi uyu biraz insan kızı.Yorgun bir üç ay atlattın."

"Uyuyamam elf çocuğu çalışmam lazım."

"Uyursun Esil,uyursun."

Zor uyuyan beni bile bir süre sonra uyutmuştu.Beş dakika sonra artık nefeslerim düzene girmeye başladı.

Canın şu an onun yanında bu şekilde uyumama çok mutlu olduğuna emindim.Herkese güç gösterisi yapan Esil onun yanında susup kalıyordu.

En sonunda gözlerimi sadece yirmi dakikalık bir uykuya bıraktım.

************

Zihnim yirmi dakika sonra çok ayrıntılı düşüncelerle beni uyandırdı.

Daha fazla zaman kaybedemezdim.

Yavaşça gözlerimi aralayıp hareketlendiğimde Can hala ilgiyle bana bakıyordu.

"Az uyumadın mı sence?"

Olumsuz anlamda başımı salladım.

"Gitmemiz gerekiyor."

Yavaşça ayaklandık ve geçidi açtım.Kendimi toparladım.Saçlarımı baştan toplayıp at kuyruğu yaptım.Göz yaşlarımı yok ettim.

Geçide girdiğimde Can da arkamdan geldi.Bulunduğumuz ortamı terk ettik.

Geçit bizi ormana getirdi.Sessizce yolu yürüdük.Yol boyunca hiç konuşmadık ve en sonunda ormanın dışına çıktık.

Okulun içine girdiğimizde hiç ses yoktu.Okul boşaltılmış gibiydi.Ses soluk yoktu.

Sadece girişte dikilmiş üç adam vardı.Komutan Ongun,Profesör Serkan,Profesör Deray ve Profesör Cenk.Biz yanlarına giderken Komutan Tamer de dahil oldu.

Hızla yanlarına gittim.Can da arkamdan geldi.O ciddi halini o da takınmıştı.

"Cenk inan bana Serkan'ın sende olduğu kadar bende de hatırı var ama bazı şeyler göz ardı edilemez."

Profesör Deray'ın sözlerine Profesör Cenk hızla cevap verdi.

"Riske atmak mı?Ne saçmalıyorsun Deray.O kadar aklımı kayıp mı edeceğimi sanıyorsunuz?"

Konuşmaya büyük bir hızla daldım.

"Profesör,bu konu burada tartışılamaz.Zaten sonuç da bulamayız.bunu sizde biliyorsunuz.En azından Zihin krallığına gidilmeli."

Profesör Cenk,"Şu an konumuz bu mu gerçekten Esil?"dedi.

Düşünemiyordu.En kıymetli varlığı olan güvenini, kaybetmek üzereydi.

"Elbette bu Profesör.Tamam,Profesör Serhat'a bende çok güvenirim fakat mantıklı düşünmeliyiz.Bu şekilde kesin bir kanıya varmak mümkün değil."

Profesör Serkan,gıcık ifadesiyle hak verici şekilde kafasını salladı.Yani zaten sinirim tepemde şu herifi öldürmek için çok doğru bir zaman.

Göz devirip ona döndüm."Fakat kesin kanıya varamayacak olmamız Profesörün suçlu veya suçsuz olduğunu göstermez.Ne lehine ne de aleyhine karar veremeyiz.Bunun mahkemede yargılanması gerektiğini hepimiz biliyoruz."

Profesör Cenk,ortamı terk etti.Düşünmeye ihtiyacı vardı.Dostunun yanına gidicekti.Belki de son kez güvenerek ve özgürce konuşmaları olacaktı.

Profesör Deray'a döndüm,"Görüyorsunuz Profesör,bu şekilde zihin krallığına gitmemiz dahi doğru olmaz.Karışık zihinler-"

Hızla sözüm kesti."Karışık zihinlerle doğru bir kanıya varmak doğru olmaz.Evet haklısın.Fakat bu tarz bir dönemde bu kadar göz önünde bulunmamalısın Esil."

"İyi ama neden Profesör?"

"Nedenini çok iyi biliyorsun.Bu tarz olaylardan,fazla güç bağlarından veya hislerden çok daha fazla etkileniyorsun.En ufak bir güç dalgasında-"

Sesim sert çıkmıştı."Etkileniyor olmam arka planda duracağım anlamına gelmez.Evet en çok ben etkileniyorum Profesör fakat en iyi ben yönetebilirim.Bunu sizde biliyorsunuz.Bu ilk defa maruz kaldığım bir durum değil."

"Kararı sana bırakırım.Fakat tek bir şartım var."

"Ne şartı?"

"En ufak hissettiğin ağrıda dahi bana bildiriceksin.Bak Esil,Mira veya bu tarz görüleri hissedenleri kolayca öğrenip bilgi sahibi olabiliyoruz.Fakat senin ne yapacağın asla belli olmuyor.Bunu sende biliyorsun?Bu durumda bizden habersiz atacağın en ufak adım seni sonsuz boşluğa sürükleyebilir."

"Duruma göre bildiririm."

"Esil,her durumda bildiriceksin."

Olumlu anlamda başımı salladım.Asla bilgi falan vereceğim yoktu.

Profesör Deray sözü tekrar devraldı."Şimdi,bu şekilde Zihin krallığına falan gidemeyiz.Önerin nedir?"

"Okulun eğitim durumlarına bir süre ara verilmeli.Kıdemli on öğrenci ve misafirlerin önemli kişilerini alıp önce Elf krallığına gitmeliyiz.Krallıklardan gelen öğrenciler de geri gönderilmeli."

"O halde kırmızı alevi göndermeli miyiz?"

Olumsuz anlamda başımı salladım.

"Kırmızı alevi gönderirsek,herkesin haberi olur.İşimize başkalarının burnunu sokması demek çok kötü sonuçlar demek.Hatta gizlilik sözleşmesi hazırlatmalıyız."

Profesör Serkan,"Gizlilik sözleşmesi demek bir yerde suç demek.Başımızdaki insanlardan gizli bir şey yapmamalıyız."dedi.

Profesör serkan ve göt korkusu.Başındaki insanlarda insan olsa.

"Ne saçmalıyorsunuz Profesör.Böyle düşünücekseniz,ki bu düşünceniz işime gelir,korkakları almayız.Sizde kalırsınız."

Profesör Deray hızla uyardı."Esil!"

"Alınmayın Profesör ama elbette Profesör Serkan bizle gelmeyecek.gelirse zaten işimiz yaş."

Profesör Serkan,"Profesörünle bu şekilde konuşamazsın."dedi.

"O halde okul rütbesinden çıkalım Profesör.Güç seviyem sizden fazla.Emirlerime uymak zorundasınız."

Dişlerini sıkarak cevap verdi."Okul rütbesindeyiz kız çocuğu."

Tam ellerimi kaldırıyordum ki Profesör Deray aramıza girdi.

"Tamam bu kadar yeter.Yine birbirinize girmeyin.Serkan dilersen ortamdan ayrıl o sadece bir öğrenci."

"Onun sadece bir öğrenci olmadığının sizde farkındasınız.Hepiniz biliyorsunuz ki bir gün başımıza bela olucak."

Hızla konuştum.

"Bana verilen güç yetkisine dayanarak okul rütbesinden çıkıyorum.Serkan Bey lütfen ortamı terk edin."

Ağzını açıyordu ki hızla tekrar konuştum,"Serkan bey hızla dedim."

Büyük bir sinirle ortamı terk etti.Aptal herif.

"Ne olursa olsun o bir Profesör Esil."Profesör Deray yine kurallara uyum sağlıyordu.

"Evet o bir Profesör ve ben bir öğrenciyim Profesör.İşte sorun burada.Kendisinde otuz yaş küçük bir öğrenciyle.Kendi dengiymiş gibi saçma sapan tartışmalara girmesi etik mi sizce?On bir yıldır bunu tartışıyoruz.Sorun direk bu adam."

Kafasını sağa sola sallayarak gülümsedi.Derince nefes aldı.

"Valla Esil.Artık yorum yapmıyorum."

Güldüm.

"Her neyse Seçilen.Önerini kabul etmesi için Profesör Celal'e git.Hemen harekete geçelim."

Olumlu anlamda kafamı sallayıp yukarı çıktım.Profesör Celal'in odasına geldim.

Kapıyı çaldım.Kısık bir gir sesi duyunca içeriye girdim.

Profesör Metehan da buradaydı.hemen ciddileştim.Diğerlerinin yanında bulunduğum ruh hali ve tavırlar,Profesör Metehan'ın yanında çok daha farklıydı.

"Söyle seçilen.Ama önce otur.Çünkü gerginlik kaldıramayacağım."

Profesör Metehan ayakta camın oradaydı.

Yani evrenin en güçlü profesörüyle dalga geçmek gibi olmasın.Cam kuşu mübarek.Nerde görsem cama bakıp düşünüyor.

Profesör Celal'in önündeki koltuğa oturdum.

"Tamam şimdi söyleyebilirsin."

"Söylenecek pek bir şey yok.Yalnızca harekete geçmek için sizden izin almam gerekiyor."

"İzin senin.Fakat kimseyle muhattap olmayacağım.Sözcü sensin.Koruycu da Can olacak.Senin ekibi topla.Sinanı zaten görevlendirdim."

Başımla selam vererek aşağıya indim.

Elfler toplanmıştı.Diğer krallık öğrencileri hazırlanııyorlardı.Bu nedenle burada değillerdi.

Can,kendi ailesinin yanındaydı.Babası,annesi,kız kardeşi.

Mükemmel güzellikteydiler.Ama yalnızca dışarıdan.

Sanki bir yabancıymış gibi ailesinden bir metre kadar uzak duruyordu.Birbirlerine asla bakmıyorlardı.

Profesör Deray,Can ile konuşmaya başlayınca biraz olsun rahatladı.Nasıl davranması gerektiğini bile bilmiyordu.

Yanlarına ilerledim.

"İzni aldım Profesör,diğer okullar bu saat diliminde çıkış yapsın.Toparlanıyoruz."

Profesör,olumlu anlamda başını salladı.

Toplanmak için odaya ilerledim.

Bu esnada Can'a seslendim.

"Can,toparlanalım."

Can,olumlu anlamda başını sallayıp peşimden geldi.

Kızlarla olan yatakhanemize geçtik.Odada sadece Mira vardı.Kitap okuyordu.

Girer girmez yüzünü bana çevirdi.

"Gidiyoruz değil mi?"

Olumlu anlamda başımı salladım.Derince nefes aldım.

Mira kitabı kapatıp kenara koydu ve gözlüklerini taktı.Başını yana eğerek düşünceli bir şekilde baktı.

"Bunalmış gibi mi görünüyorum Mira?"

Olumlu anlamda başını salladı.Saçlarımı karıştırıp derin bir of çektim.

Duvara sırtımı yaslayıp yere oturdum.Dizlerimi kendime çekip kafamı üzerine koydum.

"Başın ağrıyor ve çözümleyemediğin için kendine kızıyorsun öyle değil mi?"

Olumlu anlamda başımı salladım.Gülümsedi.

"Sorun değil Esil.Bazen,bazı şeyleri çözümleyememen gerekir.Belki de çözümlerken kazanıcağın yeni şeyler olabilir."

Gülümsedim.

"Umarım öyledir Mira.Çünkü zihnim artık normal değil."

"Ne zaman normal bir zihne sahip olduk ki?"

Gülüştük.

"Merve ve Milen nerede?"

Sorduğum soruya hızla cevap verdi.

"Merve,Milen'in kafası dağılsın diye ormanda yürüyüşe çıkardı fakat tek bir problem var."

Güldüm.Ve aynı anda aynı cümleyi kurduk.

"Milen ormanı hiç sevmez."

İkimizde kahkaha attık.

"Nasıl kabul etti bu teklifi?"

Merve ormanı seviyor olabilirdi.Ama Milen pek de sevmiyordu.Sadece zararsız ormanları seviyordu.Merve çok daha sert bir mizaca ve duvar gibi düşüncelere sahipti.Milen ise ince ruhlu düşüncelere sahip.

İyi anlaşıyorlardı ama ne zaman baş başa zaman geçirseler komik olaylar oluyordu.

"Kafası öyle doluydu ki kabul etti.Aslında Merve ona kafası dağılsın diye ders çalışmayı önerdi.Ama sende biliyorsun Milenin kafasını en son dağıtacak şey çalışmak."

Tekrar güldüm.

"Her neyse,ben bir duş alıyım kıyafet falan ayarlayın.Elf krallığına yola gidiyoruz."

Duşa girmeden arkamdan seslendi.

"Esil,bence erkeklerin odaya da bir uğra."

Yüzümü buruşturdum.

"Ne olmuş olabilir ki?"

"Kaan,Elf Krallığıyla alakalı harika esprilerini yapmaya başlamıştır."

"Duş aldıktan sonra uğrarım artık."

Odada bizim için olan duşa girdim.Kıyafetlerimi çıkarıp saçlarımı açtım.

Tam bu esnada oda bir gümbürtüyle açıldı.Duyduğum sesler gülmeme sebep oldu.

"Merve!Alınma ama aslanlar ilgi çekici falan değil."

"Ne demek ilgi çekici değil kızım.Mis gibi hayvan işte."

"Ne demek mis gibi hayvan ısırıcaktı lan beni."

"Milen,o hayvan evcil ısıramaz."

Ses yaklaşırken kapım bir anda Merve tarafından açıldı.

"Ne açıyorsun be."

Beni bu şekilde anadan üryan görmemeliydi.

Hızla kapıyı kapattı.

"Ne tirpleniyosun.Biz beraber büyüdük korkma görmedim o kuru götünü."

"Ne demek görmedin her yerim meydandaydı."

"Görmedim Esil."

"Ayrıca götüm kuru değil Merve."

Kahkaha attı.

"Gördüm kuru değildi."

Milen'in sesi yükseldi.

"Hani görmemiştin Merve."

Hepimiz kahkaha attık.Bu esnada yan tuvaletten bir ses geldi.

"Ablamın götüne kuru demeyin!"

Kaan'ın sesi yankılandı.hemen yan taraftaydı ve tuvaletlerden ses çok rahat geçiyordu.

"Kaan sanane lan Esil'in götünden."

Gelen Can'ın sesiydi.

Elimi burun kemerime koyup sıktım.

"Kaç kişisiniz lan siz tuvalette."

Sorduğum soruya Arda cevap verdi.

"Üç kişiyiz Esil."

"Oğlum niye lan!"

"Kaan rahat sıçamıyormuş yardımcı oluyoruz."

Ve gelen Mert'in sesiydi.O zaman anladım ki dört kişilerdi.

"Tabi Kaan Elfler gibi beyaz sıçmıyor."

Son ses ise Berk'e aitti.Beşi aynı anda tuvalettelerdi.

"Oğlum siz salak mısınız?Mahreminiz yok mu sizin?"

"Ne mahreminden bahsediyosun Esil?On iki yıldır beş kişi aynı küçük yaşam alanındayız.Mahremiyet mi kaldı?"

Mert sitem ederek söylemişti.

"Bakın bizim mahremiyetimiz oldukça yerinde."dedim.

Merve arkadan bağırdı.

"Ne mahremiyeti lan.Bu benim senin götünü en az kırkıncı görüşüm."

İki odadan da kahkaha sesleri yükseldi.

"Gördün mü Can,daha sana nasip olamamış.Merve kırk diyor."

Mert ortalığı karıştırıyordu.

Daha fazla bu absürt muhabbete tanık olmak istemiyordum.

"Kesin sesinizi artık duş alıcam.Ve lütfen teker teker girin."

Daha fazla beklemeden suyu açtım.Kendimi suyun altına attım.

Suyun bedenimden akması biraz olsun iyi gelmişti.Çok vaktim yoktu.Bu nedenle hızla çıktım.

Üzerime siyah bornozumu sardım.Saçlarımı da siyah bir havluyla bağladım.

Banyoyu güzelce temizledim,içeriye ilerledim.

Kızlar hazırlanmıştı.Bir kaç şeyle uğraşıyorlardı ve oda çok dağınıktı.

Bende çok hızlı bir şekilde çantayı ortaya çıkarıp gerekli kıyafetlerimi koydum.

Çantayı kapattım.Ardından tekrar banyoya geçip kıyafetlerimi giyindim.

Siyah bir eşofman ve siyah bir tişört giyindim.Saçlarımı kuruttum.Zaten düz olan saçlarımı at kuyruğu yaparak iyice sıktım.

Hazırdım.

Odaya geldiğimde artık hepsi son hazırlıklarını yapıyordu.Siyah deri ceketimi de alıp kapıya çıktım.

Mert de çıkmıştı.O da hazır görünüyordu.Okuldakiler zaten yavaş yavaş toparlanmış ve gidiyorlardı.

"Atlarla gideceğiz değil mi?"

Olumlu anlamda başımı salladım.Mert ile çıkışa ilerledik.Çantaları büyüyle küçülttük.Ceplerimize attık.

Aslında bakarsanız seyahat etmek her zaman bu kadar uzun sürmezdi.Büyü,geçit ya da çok rahat ulaşım imkanları vardı.Fakat Elf krallığına gidiyorduk.Her krallığın kendine has ulaşım yöntemleri vardı.Elf krallığına geçitle acil durumlar hariç gidemezdiniz.Ya da zihin varislerinin yanına atlarla gidemezdiniz.

Bahçeye çıktığımızda misafirlerin hazırlanmış okuldan ayrıldıklarını gördüm.

Bununla çok ilgilenmeyecektik.Durum acildi.

Uğurlamak için kapıda ayakta dikildim.Dört Profesör de buradaydı.

Duruşumu dikleştirdim.Mert yanımdan ayrılıp atını almaya gitti.

Derince nefes aldım.Yanıma yavaşça yaklaşan adım sesleri duydum.kafamı yavaşça çevirdim.

Mira düşünceliydi.

"Biliyor musun Esil hislerim bana bu yolculuktan döndüğümüzde okuldaki bazı şeylerin yıkılacağını söylüyor."

Kafamı ona çevirip gülümsedim.Kolumu omzuna attım.

"Korkuyor musun varis?"

"Belki biraz."

Kafamı sağa ve sola sallarken birbirimize daha çok sokulduk.

"Korkma Mira.Hala beraberiz."

Kafasını omuzuma koydu.

"Bunu bilmek güzel Esil."

Gülümsedim.

"Atları hazırlayın daha fazla vaktimiz yok."

Komutan Ongun'un emriyle bulunduğumuz konumdan hızla ayrıldık.

Ekibin geri kalanı da arkamızdan geldi.Misafirler teker teker okuldan çıktı.Öğrencilerinin geri kalanının boşaltımına Profesör Ferit eşlik edecekti.

Arka bahçeye gittim.Gökyıldız ahırda değildi elbette.O asla ahırda durmazdı.Ne zaman geleceğini her daim bilirdi.

Zihin varisleri Elf krallığına gelmeyecekti.

Üç.İki ve bir.

Gökyıldız tüm heybetiyle süzülerek yere indi.Bir kaç adım attı.Tüm asaletiyle öyle harika bir hayvandı ki.

Zaten yanımdakiler de ona hayran hayran bakmaya başladı.

Yanına gidip başımı başına yasladım.

Son kez düşündüm.Yola çıkmaya hazırdık.

*************

"Esil,hani üç vadi sonra gelicektik."

Kaan'ın bıkkın çıkan sesine güldüm.

"Üç vadi,iki göl,sekiz krallık sonra Kaan."

"Ne diyorsun ya."

Merve ile gülümseyerek yola devam ettik.Merve ve benim atlarımız yan yana yoldaydık.Geride kalanlar arkadan geliyorlardı.

"Can!"

"Efendim Kaan."

"Sizin krallık neden bu kadar uzak."

"Nereden biliyim ben Can."

"Aslında bakarsanız yıllar önce Elfler çok daha yakın yerlere yerleşmişti,fakat güç enerjilerinin onları rahatsız etmesi sebebiyle zihin bağlarına zarar gelmesin diye olabildiğince en uzak krallığa gittiler.Hatta-"

Arda yine o açıklamalarına başlamıştı ki Mert böldü.

"Arda sus be kardeşim.Ayaklı ders kitabı gibisin."

Beklemeden söze girdim.

"Biraz örnek almalısın Mert.Onun konusu olmamasına rağmen Elf tarihi dersine bile girmiş."

"Çok biliyorsun Esil."

"Evet çok biliyorum."

Bir dağı daha aşmıştık.Aslında çok fazla yolumuz kalmamıştı.

"Esil!"

Mira'nın korkarak çıkan sesiyle hemen arkama döndüm.

Başını tutuyordu.

"Mira!"

Arka tarafa atımı sürdüm.

"Hepiniz durun ara veriyoruz."

Mira düşmeden hemen önce attan inip düşüşünü yavaşlattım.

Herkes atlardan inmeye başladı.Miraya destek olarak oturmasına yardım ettim.

"Mira,ne görüyorsun?"

Krize girmiş gibiydi.Konuşmuyordu.Göz yaşları birer birer akmaya başladı.

"Mira!Beni duyuyorsun değil mi?"

Sesim daha gür çıkmıştı.

"Tamam Esil.bırak biraz dinlensin."

Profesör Deray'ın uyarısını dinleyip uzaklaştım.

"Bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyoruz.Krallığa gidecek kadar bile vaktimiz yok."

Kraliçe Gökyel'in sesi korkuluydu.

"Bunu yapamayız Kraliçe.Bu şekilde bulanmış zihinlerle gerçeği göremeyiz.Elf krallığına gidip zihin şelalesinden su içilmeli.Bunu sizde biliyorsunuz."

"Elbette biliyorum Esil.Ama görüyorsun hiç bir şeyi riske atamayız."Kraliçenin bağırmasıyla herkes şaşkına dönmüştü.

Korkuyordu.krallığı için endişeliydi.

"Sakin olun Kraliçe,bu şekilde davranmamalısınız soğuk kanlı olmalısınız."

Profesör Deray Kraliçeyi yatıştırmaya çalışıyordu.Ve ben aklıma gelen şeyle gözlerimi belerttim.Bu olabilir miydi?

Kaliçe kriz geçiriyor gibiydi.Ve bir Elf,asla ama asla bu şekilde kriz geçirmezdi.Özellikle yüksek rütbeli bir kraliçe asla.

Çünkü her canlının bir yapısı vardı cücelerin uçması ne kadar imkansızsa Elfler'in bu şekilde sinirlenmesi de imkansızdı.

Bunu tek fark eden ben değildim.Komutan Ongun da şaşırmış gözlerle baktı.

"Hiç biriniz benimle bu şekilde konuşamazsınız.Okulunuza sonsuz bir güvenim vardı.Fakat şu an,tam olarak şu an fark ediyorum.En güvendiğin anlarda dahi bir güç enerjisi ortaya çıkabiliyor."

Ne demeye çalıştığı belliydi.Güvenmiyordu.Ama yolun başında böyle değildi.

"Kraliçeyi sakinleştirin,çadırları kurun ve toplantı için bir çadır hazırlayın."

Komutanın emriyle herkes hazırlanmaya başladı.

Mira,yavaş yavaş sakinleşiyordu.Çünkü Can yanındaydı.Elflerin bir etkisi de elbette buydu.Yatıştırıcı bir etkileri vardı.

Burası dümdüz yeşil bir alandı.ortasında ise çok güzel bir gölet vardı.Çadırları göletin biraz daha uzağına kurmaya başladılar.

Sinirle göletin yanına gittim.Olduğum yere çöküp taş atmaya başladım.Gelen şeyin boyutu işte şimdi belli oldu.Bir kaç yıldır uyuyan birisi.

Gökyıldız yanımdaydı.

"Ama Gökyıldız.Bana bir daha hiç karşıma çıkmayacağını söylemişti."

Sesim düşünceliydi.Gökyıldız da yanıma oturdu.

Gölete bir taş daha attım.

Arkamdan adım sesleri yükseldi.Yanıma birisi oturdu.Profesör Deray en az benim kadar düşünceliydi.

O da bir taş alıp gölete attı.

"İşte şimdi farkındayız Profesör.Durum düşündüğümüzden daha vahim."

"Farkında olmamak için direniyorum Esil.Ama haklısın."

"Düşündüğümüz savaş bir orduya karşı değil.Savaş bir güce hatta tek kişiye karşı.üstelik savaşa tüm krallıklar girmeyecek bu sadece görünen tarafı,savaşa karşımızdaki kişinin esas amacı olanlar giricek."

"Kimlerin gireceği konusunda yine de şüpheliyim Esil."

"Profesör?"

"Söyle Esil."

"Geçmişte bizde ağır bir iz bırakan güne gidersek ne olur?"

Korkarak baktı.

"Bak Esil,bunu yapmanı asla önermediğimi sende çok iyi biliyorsun."

"Profesör,öneriniz olup olmadığını sormadım yalnızca sonuçlarını sordum."

Derince nefes aldı.

"Sonuçlarını tam olarak dile getirmem mümkün değil ama şunu söylemeliyim.Kendini çıkılamayacak bir çukurda bulursun."

"Tam olarak nasıl bir çukur?"

"Bak geçmişe ağır şeyler geçirdiğin günü şu anki benliğin değil o günki benliğin geçirdi.Şu anki benliğin ve oluşan kişiliğin bunu atlatmaya hazır değil."

"Ama bir kere atlattım.Ve bir kere atlattıktan sonra benliğimin üzerine daha güçlü bir yapı inşa ettim.Tekrar atlatma ihtimalim var."

"İhtimal yok demedim.Hazır değil dedim.Evet,hazrılayabilirsin ama yine bu gün ki benliğinden bir şeyler vermen gerekir."

Derince nefes aldım.

"Yine edebiyat yapıyorsunuz Profesör."

"Benim işim bu."

"Profesör,daha fazla düşünmemi ve delirmemi sağlıyorsunuz."

Gülümsedi.

"Bazen düşünmen gereken şeyleri düşünüyorsun ve düşünmemen gereken şeyleri düşündüğünde bunun fazlalık olduğuna inanıyorsun."

Tekrar yüzümü ona çevirdim.

"Şunu unutma Esil.Eğer düşüncelerin senden büyükse,hiç bir düşünceyi konrtol edip kurtulamazsın.Ama sen düşüncelerinden büyüksen,onları her zaman en iyisine çevirebilirsin."

"O halde bana müsade Profesör.Çünkü şu an daha önemli işlerimiz var."

Ayaklanıp çadırlara doğru ilerledim.Diğer çadırlardan biraz daha uzak bir alana sadece üç tarafı çevrili ortasında masa ve bir kaç sandalye olan bir çadır kurmuşlardı.

Toplantı çadırı.

Çadıra girip sandalyeye oturdum.Komutan,dört Profesör,Profesör Deray ve Komutanın yardımcıları da bizimle beraberdi.Can ve Mert de çadıra girdi.

Herkes oturduğunda ayağa kalkıp,ilk sözü ben aldım.

"Hepiniz durumun farkındasınız.Bu durumda daha büyük tahminlere ya da ihtimallere ihtiyacımız yok.Elf doğası gereği Kraliçenin verdiği tepkiler oldukça normal dışı.Bu saatten sonra Kraliçe Gökyel ile yola devam etmeyeceğiz.Onu araştırma merkezine-"

Lafımı Komutan Ongun böldü.

"O bizim Kraliçemiz.Ne olursa olsun onu bir süreliğine tutsak edemeyiz."

Sinirle cevapladım.

"Kusura bakmayın Komutan ama ihtimal oldukça büyük.Ona ne olduğunu biliyorsunuz."

Kısa süreli sessizliği çadıra giren Komutan Tamer böldü.

"İhtimal deyip durmanız manasız.Konumuzun kim olduğunu biliyorsunuz.Üstelik çoğunuz onun adını söylemeye dahi çekinirken ihtimallere dayanmayacağız.Burada konu Gölge."

Herkes biliyordu ama sanki yeni bir şeymiş gibi gözler belerdi.

Nasıl bir isim her duyulduğunda bu kadar korku salabilirdi.

Yıllardır uyuyan bir isim ya da lakap.

Çocukken adını duyduğumda ilk düşündüğüm şey,bu kadar basit bir isme sahip kötüden ne olabilir ki?Çocuk filmlerindeki kötü karakter mi bu?

Neden Gölge isimli bir varlıktan korkulur ki?

Ondan hiç bir zaman korkmadım.Diğerlerinin aksine.

Üstelik onun en karanlık yüzünü görmeme rağmen.Belki de en aydınlık yüzü.

Çünkü karanlık ve aydınlık bana kalırsa göreceli kavramlardır.

Komutan Ongun,"Bu üstün bilgi için teşekkür ederiz Komutan Tamer.Çünkü hiç birimiz bunu anlamamıştık."dedi.

"Belki de korkunun ardında saklanarak anlamamazlıktan geliyorsunuzdur Komutan Ongun."

Sinirle birbirleriyle konuşmaya devam ettiler.

"İnan bana korkularına ardına kimin saklandığını zaten geçmiş bize çok güzel öğretti Tamer."

"Bazen sadece görmek istediklerini görüyorsun Ongun."

"Yeter bu kadar.Koca koca adamlar oturup bu tarz bir durumda konuşamaz."

Profesör Celal ilk defa bu kadar sinirliydi.

Herkes sessizliğe bürünürken Mert konuşmaya başladı.

"Tartışmayı kapatıp önergeyi oylamak isteyenler yavaşça ellerini kaldırsın."

En haklı hamleyi yerine getirdi.

Yalnızca Komutan Ongun tartışmamız gerektiğini düşündüğü için yalnızca o el kaldırmadı.

En sonunda oylamaya geçildi.Ve Mert tekrar sözü aldı.

"Oylamaya göre,Kraliçe Gökyel ve pek tabi Profesör Serhat yol boyunca bize eşlik etmeyecek.Bir süre boyunca,"derince nefes alıp devam etti."Gölge tarafından yönetilip yönetilmediğini anlamak için güçlerden arındırılmış zindana gidicekler."

"Hala sözümün arkasındayım o bir Kraliçe."

Komutan ongun'un lafına sertçe cevap verdim.

"Fikrinizi belirtmeyin Komutan.Çünkü toplantı tartışmaya kapalı yalnızca oylayabilirsiniz."

"İtiraz talep ediyorum."

Hızlıca,"Reddedildi."dedim.

"Reddetme hakkın yok insan.Komutanlık rütbelerimi ve aydınlık taraf silah güçlerinin bana verdiği yetkiyi kullanıyorum."

"Elbette bu yetkiyi kullanabilirsiniz Komutan.Fakat bende Karanlık taraf silah güçlerinin bana verdiği yetkiyi kullanırım.Biliyorsunuz,karanlık taraf silah güçleri çok daha yetkili."

Sesi sertleşti.

"Karanlık taraf silah güçleriyle herhangi bir ilişkisi olan kıza bu kadar yetkiyi vermek ne kadar doğru."

Büyü yapmak için hazırlanıyorken bunu Profesör Metehan böldü.

"Kraliçe ve Profesör Serhat zindana gidiyor.Toplnatı bitti."

Ve onun sözünün üstüne hiç kimse söz söyleyemezdi.

Herkes çadırdan çıktı.

Bu kadar gerginlik yeterli.

Bizimkiler için hazırlanan çadıra gittim.

İçinde dört ranza ve bir yatak bulunan çadıra girdim.Kenarda bir soba vardı.

Çoğu uzanmış dinleniyordu.

Sinirle çadıra girdim,Mert ve Can da ardımdan girdi.

"Nasıl olur da Merve ve Arda orada bulunmaz."

Sinirle yatağa oturdum.Dokuzumuzda buradaydık.

Mert,"Bunun sebebinin biliyorsun Esil.Merve'yi Profesör Cenk eğitti.Ne olursa olsun Profesörlerin güç bağları öğrenciye geçer.Merve'nin bu konuda düşünce belirtme hakkı yok olur."dedi.

Mert de sinirliydi.

"Olabilir Mert ama yetkileri yeterliydi.O halde Profesör Serhat da tıpkı Kraliçe Gökyel gibi toplantıya alınmasaydı."

Mert,"Alınmamalıydı zaten."dedi.

"Bu ne demek biliyor musunuz?Şu an bu yolda yanımızda yürüyen hiç kimse ama hiç kimse mantıklı düşünemiyor."

Bu sefer duyulan ses çadıra giren Sinan abinin sesiydi.

"Yapılacak tek bir şey var.Birbirinizden başka kimseyi yanınıza alamazsınız."

Hepimiz ona dönmüşken yanımıza gelip yere oturdu.

"Bakın,Profesörleri ilk defa bu şekilde görüyorum.Yani ne olucağını bu sefer kestiremeyiz."

Mira,"Ne olucağını kestirememek canımı çok daha fazla yakıyor Sinan abi.Yalnızca bulanık görüntüler var.Başka hiç bir şey yok."dedi.Sesi oldukça bunalmış ve sitemli çıkmıştı.

"Mira,gel benmle biraz hava alalım canım."

Mira güçlükle kalkıp Sinan abinin yanına gitti.

Sinan abi Mira'nın omuzuna kolunu attı ve beraber gölete doğru yürüdüler.

Milen endişeli bir şekilde konuştu.

"Bu yolculuk hemen bitmeli."

Kaan bunun üzerine,"Bence de hemen bitmeli.O zottirik zihin işleri yüzünden burada kriz geçiricem."dedi.

Merve hızla Kaan'ın başına sert olmayacak şekilde vurdu.

"Seni bana ceza diye mi verdiler lan?"

"Ya bi git Merve ya.Sal artık beni."

"Biraz olgunlaş Kaan."

"Sende biraz daha yaşını göster Merve."

Gülümsedim.

Sonraki gün bizzat Profesör Metehan kendi elleriyle kraliçe Gökyel ve Profesör Serhat'ı götürdü.

Biz ise yola devam ettik.

Elf krallığına vardığımız ilk gün herkes kendi köşesine çekilmişti.

Daha doğrusu Can ve ben kendi köşeme.Diğerleri kendi köşelerine.

Can bana kendi odasını gösteriyordu.Hava kararmaya başlamıştı.

Girdiğimiz oda etrafında harika şelale ve doğal manzaraları olan bir odaydı.Balkonu çok güzeldi.

Odanın içinde kocaman bembeyaz bir yatak vardı.Çok büyük bir odaydı.Kapının önündeki duvarda yine bembeyaz bir giyinme dolabı vardı.

Kendimi Can'ın yatağına attım.

"Vay be Elf çocuğu odan güzelmiş."

Güldü.O da yatağın yanındaki tekli koltuğa oturup beni izledi.

"Bu gün biraz dinlenmeliyiz Esil."

Yatağa iyice yerleşip gözlerimi ona çevirdim.

Ve bu harika anı içeriye girdiğini fark ettiğimiz Can'ın annesi böldü.

"Oğlum?"

Tabi yavaşça oturur pozisyona geldim.

Utanıcak değildim.Sonuç olarak o Can'a annelik falan yapmamıştı.

Can'ın gözleri tekrar ciddileşti dışarıya takındığı o soğuk tavır ve ses tonunu aldı ardından annesine döndü.

"Efendim."dedi.

"Beraber yemek yiyeceğiz gelmek ister misin?"

Can çekingendi.Aslında tüm çocukluğu boyunca hayalini kurduğu şey tam olarak buydu ama ona zamanın oluşturduğu duvarlar buna izin vermiyordu.

Olumsuz anlamda başını salladı.

"İstemiyorum.Siz yiyebilirsiniz."

Annesi derince nefes aldı.Daha sonra gülümsedi.

Bu esnada en umursamaz tavrımla yan taraftan bir su aldım.

Annesinin gülümsemesi genişledi.

"Sevgili misiniz siz?"

Suyun boğazıma kaçmasıyla bir anda tükürdüm.

Sanane be kadın.Yıllardır görmemişsin samimiyet kurmak için tahmin mi yürütmen lazım?

Can gülümsedi.

Olumsuz anlamda başımı salladım.

"Hayır değiliz."

Canın annesi gülümseyerek çıktı.

Kendimi tekrar yatağa attım.

"Bana ayrılan odaya gideceğim,eklemek istediğin bir şey var mı Elf çocuğu?"

"Yok insan kızı."

Odadan çıktım.Asla rahat durmayacaktım.Sarayı,krallığı araştırmanın tam vaktiydi.

Etrafımı inceleyerek kimsenin olmadığından emin oldum.Sırıtarak ilerledim.Adım seslerim sarayda yankılanıyordu.

Uzun merdivenleri yavaşça indim.En aşağıdaki karanlık katlardan birine indim.Burada eğitim alırken bunlara hiç vaktim olmamıştı.

Elfler'i de iyi tanımalıydım.Sonuç olarak bir gün Elf düşmanım olabilirdi öyle değil mi?

Büyük bir kapı vardı.Önünde ise iki muhafız.

Kılıçlarını hazırladılar.

"Buraya giremezsiniz.Lütfen dışarıya çıkın."

Hadi ama Elfler aptal silahlar ve yadigarlar dışında ne saklıyor olabilir ki?

Onlar üzerime doğru gelirken büyüyle kontrolü elime aldım.

"Sadece gezip çıkıcam ve siz hiç kimseyi görmediniz."

Hipnoz olduklarında hızla içeriye girip kapıyı kapattım.

Yüzümde o muhteşem tebessüm vardı.Çünkü olmamam gereken yerlerde olmak benim yaptığım bir totemdi.

İçerisi karanlıktı.Işık yoktu.

Element güçlerini kullanarak etraftaki kandilleri ateşle yaktım.Kenardan bir sopa aldım ve onun da ucunu ateşe verip meşale gibi kullandım.

Hala loş bir ortam vardı.

Etraf bomboş gibi görünüyordu.Taki ortada yanan masmavi ışığı fark edene kadar.

Saçlarımdaki tokayı tekrar alıp topladım.Yavaş ve temkinli adımlarla taşa geldim.

Taşın yanına yaklaştığım anda daha çok parlayan ışığı sanki beni cezbediyordu.

Yaklaşınca fark etmiştim.Geçmiş taşı.

Bu taş her krallığa,hatta her varlığa verilen bir taştı.Fakat ortaya çıkarmak kolay değildi.

Herkesin bir geçmiş taşı vardı.Sadece belirli seviyeye gelenler taşı ortaya çıkarabilir ve kullanabilirdi.

Elf krallığı elbette bunu kullanabilecek seviyeye sahipti.

Önemli olan bunu hangi durumlarda kullanıyorlardı.

Geçmiş taşı,geçmişte olan olayları bire bir canlandırabilirdi.Tabi yalnızca ihtiyaç olduğunda.

Durup dururken eskiyi özlediğinizde açamazsınız.Tehlikeli yanları da vardı elbette.Geçmiş taşı kendinden yoğun bir güçle karşılaşırsa,göstereceklerini kendi lehinize çevirebilirsiniz.Yani geçmişi değiştirerek gösterebilirsiniz.Geçmiş değişmez ama gören kişinin zihninde yanlış bir geçmiş var olur.

Henüz bu güce sahip yalnızca bir kişi var.

Bunları düşünürken kendimi bir anda duvara toslamış şekilde buldum.Taş çalışıyordu.

Kafamı tutarak gözlerimi açtığımda önümde geçmişten kareler belirmeye başladı.

İyi ama benim Elf krallığıyla ne gibi bir işim olabilirdi ki?Buranın benim geçmişimi ilgilendirecek nasıl bir yapısı olabilirdi?

Hala kafamı tutarken zaman aktı.Benden uzakta oynamaya başladı.

İçeriye büyük bir hışımla Profesör Celal giriyordu.Çok sinirli görünüyordu.En az on yıl önceki haliydi.

Onun ardından Komutan Ongun içeriye girdi.Hepsinin ardından Gökalp abi içeriye girdi.

Gençlerdi.Otuzlu yaşlara daha girmemiş gibi görünüyorlardı.

Gökalp abi sertçe lafa girdi.

"Elf krallığına gelecek kadar önem arz eden bir rüya görüyorsun ve bunu kimsenin duymaması gerektiğini mi dile getiriyorsun Celal?"

Gökalp abi aydınlık taraf silah güçlerinin önemli bir komutanıydı.Ve karanlık taraf silah güçleri içinde önemli bir isimdi.

İşte bu yüzden Profesör Celal ile iyi anlaşıyorlardı.Gökalp abi da asla taraf seçmezdi.İki tarafı da çok rahat idare edip yönetebilidi.

"Bazı şeylerin söylenmemesi gerekir Gökalp.Bunu sende biliyorsun."

"Eğer ucu bazılarına dokunuyorsa bildirmeliyiz."

Bu konuşmayı Komutan Ongun böldü.

"Getirmeye karar verdiğiniz kız hakkında öyle değil mi?"

Diğerlerine göre sesi sakindi.Profesör Celal kafasını olumlu anlamda salladı.

"Onun kehanetteki kız olduğunu zaten biliyoruz Celal.Önemli olan senin ne gördüğün."

"Bunu asla söylemem."

Hepsi sessizliğe bürünmüştü.Bir süre sonra Profesör Celal konuşmaya başladı.

"Beni suya götürüceksin Ongun."

Komutan Ongun bunu isteyeceğini biliyor gibiydi.Ama hala düşünüyordu.

"Bunu yapamam Celal.Bu kendi krallığımı önüme almak olur.O suya her rüya gören giremez."

Profesör Celal bir anda bağırdı.

"Sence her rüya görene mi benziyorum Ongun.Bu çok önemli.Kimseye anlatılamaz."

"Seni o suya götürürüm.Fakat tek bir şartım var."

"Çabuk söyle."

"Yalnızca bu üç kişi bilecek.Öyle ki geçmiş taşına gitmesini engelleyeceğiz."

O halde nasıl bu anı görebiliyordum?

Görüntüleri bulanıklaşırken odadan çıktılar.

Dışarı çıkan tüm kapılar yok oldu.İçerisi suyla dolmaya başladı.

Tek bir sorun vardı.Suyu hissedebiliyordum.Ama hala geçmiş görüsü bitmemişti taş çalışıyordu.

Ama geçmiş taşı yalnızca bir yansıma gösterir.Yani herhangi bir nesneyi hissetme ihtimalim yok.

Kendi kendime,"Bu demek oluyor ki geçmiş,gerçeğe çok yakın."dedim.

Ve bu demek oluyor ki burada boğulma ihtimalim var.

Su hızla dolarken belimin seviyesine çoktan gelmişti.Hızlı olmaya çalışarak suya daldım ve bir çıkış aradım.Yoktu.

Suyun içinde nefes alabilmek için güç kullandım fakat hala geçmişte olduğum için gücüm işe yaramıyordu.O halde neden boğuluyordum?

Madem geçmişteydim o halde boğulmamalıydım.

Yukarıya doğru yüzümü çıkarıp nefeslendim.Tavanda hiç boşluk kalmadı.Tamamen suyun içindeydim.Nefes alamıyordum.

Geçmişle gelecek arasında ölürsem ne olabilirdi ki?

Bunları düşünürken tüm su bir anda boşalmaya başladı.Sırılsıklam bir şekilde yerdeydim.Garipti ki hala geçmişteydim.

Önümde bembeyaz pelerinini giyinmiş arkası dönük bir kadın vardı.Biraz yan durduğunda bunun Kraliçe Gökyel olduğunu fark ettim.

Peşinden gittim.

"Kraliçe!"

Arkasını döndü.Beni gördüğünde titremeye başladı.Kılıcını bana tutup,"Sende kimsin?Buraya nasıl girdin?"diye sordu.

"Benim,Esil."

Uzunca bir süre donuk gözlerle baktı.

Bende ona bakarken saçlarım ve bedenim sırılsıklamdı.

"Neden bu kadar büyük görünüyorsun?"

Çok garipti.

"On yedi yaşındayım."

Korkarak kılıcını yere attı.geriye kaçtı.

"Ama sen altı yaşlarında bir çocuksun.Daha yeni getirilmedin mi?"

Olumsuz anlamda başımı salladım.

"On bir yıl oluyor."

Kraliçe korktu.

"İyi ama ben,sen altı yaşındayken öldüm."

Gözlerim kocaman açıldı.

Hayır geçmiş taşı yalan söyleyemezdi.Kraliçeye yaklaştım.

Ona dikkatlice baktım.Benim zamanıma ait kraliçeden beden olarak bir farkı yoktu.

Tek fark vardı.Bakışları çok masumdu.Çok duru ve güzel.

Kendi zamanıma ait kraliçede hissettiklerim onda yoktu.Attığı çığlıkla irkildim.

Ardından hemen arkamda bir varlığa baktığını fark ettim.Arkamı döndüğümde gördüğüm kendi zamanıma ait kraliçeydi.

İşte tam o an fark ettim.Gerçek kraliçenin zlerinde beyaz yıldızlar vardı.En iç kısımlarında yalnızca yakından bakınca fark edilebilecek yıldızlar.

Kendi zamanımdaki kraliçenin gözlerinin içinde hiç yıldız yoktu.

Çünkü o,kötü bir ruhtu.

İki kraliçe de yok oldu.Ve taş gücünü kullanmayı bıraktı.

Olduğum yere çöktüm.Hala ıslaktım.Ellerimi saçlarımın arasına aldım.

Düşünmek istemiyordum.Daha fazla karmaşa istemiyordum.Kendimi bu yaşa zaten çok zor getirmiştim.

Gözlerimden bir kaç yaş acıyla düştü.Omzumda hissettiğim elle arkamı dönüp savunma büyüsü yaptım ve karşımdaki de aynı büyüyü yaptı.

Aynı anda karşılıklı duvarlara tosladık.

Gözlerimi açtığımda gördüğüm yüz,bilincinin kapalı olduğuna emin olduğum bir yüzdü.

Kenardaki heykellerden bir kılıç alıp çenesinin altına tuttum.O da aynı hareketi yaptı.

"Burada ne işin var Koray?"

"Asıl senin burada ne işin var Esil?"

Aynı anda kılıçları bıraktık.O an gözlerim her şeyi anladığını belli edecek şekilde açıldı.

"Yol boyunca hissettiğim kişi sendin öyle değil mi?"

Koray derince bakıp kafasını olumlu anlamda salladı.

Bu çok tehlikeliydi.Normal şartlarda kimse fark etmese dahi onu fark etmeliydim.Güç seviyesi benden fazla mıydı?

Beni kandırabilen birinin yaşamaması gerekiyordu.

"Bunu nasıl yaptın?Seni nasıl fark etmedim."

Başını dikleştirdi.

"Her zaman her şeyin en iyisini bilenin kendin olduğunu sandın Esil."

"Aptalca konuşuyorsun Koray.İki gün önce hayatıma girmiş bir erkek çocuğunu rahatlıkla yok edebileceğim ihitmalini gözden kaçırıyorsun."

"Öldüremezsin."

"İstersem çok rahat yaparım."

Bu konuşma daha fazla sürmedi.

"Az önce yaşananları gördün mü?"

Soruma hızla cevap verdi.

"Ben geçmiş taşına dokunduğumda bana hiç bir şey göstermedi.Ama sana koca bir sır gösterdi."

"Çünkü aptal çocuk geçmiş taşı yalnızca onu ilgilendirenleri gösterir.Elf krallığının geçmiş taşı cücelerin geçmişini göstermez."

Koray,"Kraliçe,aslında kraliçe değil.Ve bunun sorumlusu başımızdaki kişiler.Hepsinden kurtulmalıyız."dedi.

Zekiydi ama fevriydi.Her cümlesinin ardında farkli bir şey yatıyordu.Ayrıca ne zamandan beri beraber hareket ediyorduk?Bana gelip bizli konuşuyordu.Benim biriyle harekete geçmem için o kişiye uzun güvenler beslemem gerekiyordu.

"Aptal aptal konuşma.Bahsettiğin kişiler evrenin en güçlü Komutanları ve Profesörü."

Koray,"Bunun bende farkındayım.Ama bu onların hatalı olduğu gerçeğini değiştirmez."dedi.

"Bende değiştirir diye bir şey söylemedim fark ettiysen.Olay araştırılmadan harekete geçirilemez.Konu benimle de alakalı."

Kapı zorlanmaya başladı.

Dikkatlerimiz oraya çevrilmişken Koray'ı hızla tutup ikimizi görünmez hale getirdim.

Kapı açıldı, içeriye Komutan Ongun ve Profesör Celal girdi.

"Kim varsa hemen çıksın.Aksi takdirde ölümü acılı olur."

Komutan çok sinirliydi.

Uzun süre aradı.Profesör Celal ise sakindi.

"Celal eminim.Bana işaret verdi.Taş çalıştı."

"Ama burada kimse yok Ongun.Bu kadar stres yapmana gerek yok."

"Ne demek yok,geçmiş taşı çalıştırılamaz."

"Yıllardır çalışmıyor zaten."

İkiside bir süre durakladı.

Profesör Celal,"Ongun sen git.Ben son kez bakar gelirim.Sorun yok."dedi.

Komutan,hızla çıktı.Bu esnada Profesör Celal tam gözlerimin içine baktı.

Güç seviyesi benden fazlaydı yani fark edebilirdi.

Derince nefes aldı.

"Esil,çık ortaya."

Büyüyü sonlandırıp ikimizi de gözler önüne çıkardım.

"Ne gördün?"

Söylemek için ağzımı açtığımda Koray lafımı kesti.

"Size güvenebileceğimizi nereden bilicez."

Aptal bir çocuktu.Sözümü geri alıyordum.Zeki falan değildi.

Herkesten bir şey saklayabilirdiniz ama Profesör Celal'den saklayamazdınız.

Saklamazdım da.Yalnızca bir eğitmen değil,akıl hocamdı.Ne olursa olsun ona saygı duyardım.

Profesör Celal Koray'ın kelimeleri üzerine küçük bir kahkaha attı.

"Karşında kim olduğunu hatırlatmayacağım çocuk.Ama biraz düşünmeni öneririm."

Koray henüz bu Profesörlerin gücünün farkında değildi.

"Ve hangi konumda olduğunu bilerek konuş.Yanımızda kaçak bir şekilde yol yapıp kara büyü kullandın.Güven konusunu seninle tartışmayacağım.Zaten bu yaşlarda genç bir delikanlıyla büyük bir Profesörün tartışması etik olmaz."

Koray tam ağzını açacakken Profesör Celal tekrar konuşmaya başladı.

"Krallığın biraz uzaktaki okyanusunda gemim var.Oraya gideceksin,seninle daha sonra ilgileneceğim."

Koray çıkarken Profesör Celal,"Gitmezsen haberim olur çocuk.Sen geldiğinden beri üzerinde takip büyüm var.Dikkatli ol.Bazen kasıtlı olarak ses çıkarmam ama eğer kasıtlı olarak çıkarırsam korkarsın."

Koray bu sefer durmadı ve sert,hızlı adımlarıyla çıkıp gitti.

Profesör bana gözlerini çevirdi.Sinirliydi.

"Sana hiç bir şeyle uğraşmayacağımı söylemiştim Seçilen."

"Sizi uğraştıracak bir şey yapmadım Profesör."

Derince nefes aldı.

"Benimle gel."

O arkasını dönüp ilerlerken bir şey demeden peşinden gittim.Şatodan uzaklaştık.Bir süre yürüdük.Ardından bahsettiği geminin yanına geldik.

Koray gemiye giriyordu bizden uzaktı.

Profesör son kez derin nefes aldı.

"Bak Esil,kararların beni asla ilgilendirmez.İdeolojilerim hakkında da yeterince bilgiye sahipsin."

Ne söyleyeceğini merak ediyordum.

"Ama bu karışıklığın içerisinde birde kendi geçmişinle veya karanlık taraf büyüleriyle uğraşman hiç mantıklı olmaz."

"Bunun bende farkındayım Profesör.Amacım geçmişi kurcalamak değildi.Sadece taş bir anda çalıştı ve-"

"Taş gerçekten çalıştı mı?"

Profesör Celal şaşırmıştı.Her şeyi tahmin edebilen adam şaşırmıştı.

Olumlu anlamda başımı salladım.

"Seni uyarabileceğim tek bir konu var Seçilen.Ne gördüysen,bunu şu anda sorgulamayacaksın.Zamanı geldiğinde sana her şeyi anlatacağım."

Sessiz kaldım.

"Ve sakın unutma.Yanında kimin,karşında kimin olduğunu karıştırmak her zaman mümkündür.Bunu asla karıştırma."

Ne demek istediği belliydi.Koray'a güvenmemeliydim.

Bir Profesör olarak öğrenci eleştirisi yapması etik olmayacağı için bu şekilde söylemişti.

"Şimdi yemeğe gitmeni ve en azından Profesör Serhat olayları çözülene kadar ortalıkta fazladan olaylar çıkarmamanı istiyorum."

Başımı olumlu anlamda salladım tam arkamı dönmüş gidecekken tekrar Profesöre döndüm.

"Profesör?"

"Söyle Seçilen."

"Kraliçenin aslında olması gereken kraliçe olmaması durumu da Profesör Serhat'ın olayının içine girer.Bunu kurcalamam doğru mu?"

Derince nefes aldı.

"Kendin hakkında olanı kurcalama.Diğerleri sana kalmış."

Bu sefer arkamı dönüp oradan uzaklaştım.

Çocukluğumdan beri benim ve buradaki varlığım hakkında benden daha çok şey biliyordu.Ama sorgulamama izin vermiyordu.

Yemek için tekrar şatoya girdim.Dümdüz ilerlerken yemek alanına geldim.

Merve,Kaan'ı büyük bir sinirle kovalıyordu.

Merve,"Bana bak aptal vampir.Ya kitaplarımı bana verirsin ya da seni Elf krallığında uçururum."dedi.

Kaan,"Ne saçmalıyorsun lan Köylü!Banane senin aptal ders kitaplarından."dedi.

Güldüm.

Yemek masasına Can'ın yanına oturdum.Vekil olarak Canın ailesi Kraliçe koltuğundaydı.

Komutan Ongun masanın başındaydı,Can onun sağ tarafında ve bende Canın yanında tam olarak annesinin karşısındaydım.

Yanıma Mira ve Merve oturdu.Kaan,Mert,Berk ve Arda karşı tarafa oturdu.

Gözlerim bir an Milen'i aradı.

Komutan Tamer burada değildi.

Herkes oturmuşken hızla ayağa kalktım.

Komutan Ongun,"Nereye gidiyorsun?"dedi.

Az önce yaşanılanlar yüzünden her yere şüpheli bakışlar atıyordu.Korkmuştu ama iyi gizliyordu.Korkuyu şüphe gibi gösteriyordu.

"Milen'i bulmaya gidiyorum Komutan."

"Otur oturduğun yerde."

İşte şimdi sinir kat sayım yerine geliyordu.

"Bana emir verebiliceğinizi zannetmiyorum Komutan."

Masadan hızla kalkıp ilerlemeye başlamışken ardımdan bağırdı.

"Babasıyla konuşuyorlar.Seni ilgilendirmez."

Daha da sinirlerindim.Arkamı döndüğümden hepsinin şaşırdığını gördüm.Kaan bir anda masadan fırladı.

"Ne demek babasıyla beraber.Bana,hava almaya çıktığını söyledi."

Kaan sinirlenmişti.Diğerleri de öyle.

"Belki de liderinizin kafası farklı şeylerle dolu olduğu için ilgilenememişsinizdir."

Ses tonu sert ve çok sesli değildi.İğnelemeye çalışıyordu.

Komutan Ongun bana karşı gereksiz sert konuşuyordu.

Bunun sebebi hakkımdaki bir sırrı yıllarca saklamasıydı.Ve bu sır belki de bana zarar vermişti.

Ama benim karşımda suçluyken bir de üstümde otorite kuramazdı.

Masanın yanına yaklaştım.

"Umarım,daha kendi ailesinin bir arada tutamayan bir lider olarak,sizden neredeyse yirmi beş yaş küçük bir kızın üzerinde kurmaya çalıştığınız bu otorite,bir gün size üzücü bir haber olarak dönmez Komutan."

Ses tonum oldukça durgunken kurduğum bu cümleler karşısında gözlerinde çok büyük bir şaşkınlık geçmemişti.Çünkü zaten ona karşılık vereceğimi tahmin ediyordu.

Sinirle çıkarken seslendim.

"Kaan,hiç biriniz arkamdan gelmeyin halledip geliyorum."

Şatodan dışarıya çıkıp Milen'in üzerindeki takip büyüsünü ortaya çıkardım.

Okyanus taraflarındaydı.Buradan neredeyse bir kilometre uzaktaydı.

Milen'i en az kendimi tanıdığım kadar tanıyordum ve biliyordum.Mileni hiç bir kuvvet babasıyla buradan bir kilometre uzağa götürmeye ikna edemezdi.

Milen,bildiği ve zaman geçirdiği güvenli bölgeden uzaklaşmayı sevmezdi.

Kendi odasından ayrılmayı ya da okul dışı bir yerlere gitmeyi sevmezdi.

Zaten uzak olduğu bir yerdeyken bu hayatta ona bu kadar yara bırakmış bir adamla hiç bir yere gitmeyeceği zaten kesin bir bilgiydi.

Gökyıldız'ı çağırdım.Her zaman ihtiyacım olduğu anda buradaydı.

Hızlıca üzerine bindim.

"Hızlan Gökyıldız,peri kızını orada bırakamayız."

Gökyıldız tüm gücüyle hızlandı.Çok uzak bir mesafe olmadığı için asil ve görkemli kanatlarını ortaya çıkarmasına gerek yoktu.

Yalnızca bir dakikada gelmiştik zaten.

Okyanusun yanında çok da büyük olmayan bir ormandı burası.Gökyıdızın üzerinde ilerliyordum.

"Milen!"

Seslerime cevap veren yoktu.Tekrar takip büyüsünü ortaya çıkardım.Büyü tek başına işe yaramıyordu.

Bu nedenle pusulayı ortaya çıkardım.Bazen büyüler tek başlarına bir işe yaramazdı.İşte tam bu tarz zamanlarda ortaya büyülü eşyalar çıkardı.

Somut bir parça.

Pusula o an aradığınız kişinin yönünü gösteriyordu.

Altın işlemeleri olan pusulanın içinde Milen'in işareti belirdi.Kuzeybatı taraflarını gösteriyordu.

O tarafa doğru ilerledim.

"Milen!"

Orman tıpkı düşündüğüm gibi küçüktü.Hatta ormanın sonuna gelmiştim.

Pusula tam olarak olmama gereken konumu gösteriyordu.Ve bende o konumdaydım.

Daha iyi anlayabilmek için Gökyıldız'ın üzerinden indim.

"Milen!"

Yere eğilip ayak izlerini kontrol ettim.İz yoktu.

Yere eğildiğim anda bir şey beni arkamdan çekip ağzımı tuttu.

Kendimi savunmak için kollarından kurtuldum.Bu Komutan Tamerdi.

"Sessiz ol Lider."

Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ki önümüzden önce karanlık toz bulutları ardından bir kaç bozulmuş hayvan geçti.

Bozulmuş hayvanların Elf krallığında hiç bir işi olamazdı.Burada ne işleri vardı?

Kendimi ağacın arkasına sakladım.Kıyafetimden çıkardığım hançeri Komutanın boynuna yasladım.

"Milen nerede?"

Şaşıran gözlerle baktı.

"Milen mi?"

"Salağa yatmayın Komutan pusula Milen'in yerini burada gösteriyor."

Komutan şaşkınca baktı.Kendi pusulasını gösterdi.

"Milen,şu an şatonun içinde sizin yanınızda görünüyor."

Pusulalar şaşırmazdı.Hayır bu olamazdı.

Hızlı bir şekilde şatonun yemek katını gösteren bir büyü yaptım.Milen hariç herkes oradaydı.

Kendi pusulama tekrar baktığımda Milen burada gözüküyordu.

"Bakın Komutan eğer bana en ufak bir oyun oynuyorsanız ve Milen'in kılına dahi zarar gelirse mezarınız tam olarak bulunduğumuz yer olur."

Önümüzden geçen bozulmuş hayvanlar yavaş yavaş sona ererken hançerimi yerine koyup ayağa kalktım.

"Milen!"

"Onu seslenerek bulamazsın."

Kafamı tekrar Komutana çevirdim.

"Potansiyel suçlu olarak sizi gördüğüm bir alanda bu kadar rahat olmanız garip Komutan."

"Kendi kızıma ne yapabilirim Lider?"

Salağa yatıyordu.Kızını seven ama yanlış anlaşılan baba figürünü oynamaya çalışıyordu.Bunu asla başaramayacaktı.

"Kendi sevdiği kadını güç uğruna öldüren bir adamın kelimelerine asla güvenmem."

Kahkaha attı.

"Bir gün lider,bir gün o çok sevdiğin hırsın ve gücün için bir şeyleri feda etmen gerekecek.İşte o zaman neleri gözden çıkarabileceğini kendi gözlerinle görüceksin."

Sinirle baktım.

"Kendi benliğimi veririm Komutan!"Sesim çok yüksek çıkmıştı."Kendi benliğimi veririm ama ne dostlarımı ne de sevdiğim adamı güç uğruna küle dönüştürmem."

"Kendinden en fazla ne kadar verebilirsin."

Güldüm.Soğuk bir gülüştü.

Ardından bedenimdeki tüm gizleme büyülerini yok ettim.Bedenimdeki yaralar,yanık izleri ve gözlerimin rengi bir bir ortaya çıktı.Çenemin altından boynuma oradan kasıklarıma kadar uzanan koca yara izi.Ve daha bir çoğu.

Görüntüm artık bir canavara benzerken Komutanın,neredeyse gözlerinin rengi değişicekti.

"Kendimden hiç vermediğimi mi zannediyorsunuz Komutan?"

Başımı sağa ve sola salladım.

"Yanılıyorsunuz Komutan.Sizin geçtiğiniz testlerin en az iki katını daha geçtim.Ama her seferinde ihanet etmeyeceğim yolu buldum.Çünkü bana bu öğretildi."

Bütün bu gergin konuşmayı bölen arkamızdan gelen.

"Esil,çekilin oradan!"Sesi oldu.

Bu Can'ın sesiydi.Gizleme büyüsünü tekrar ortaya çıkarıp fazla olan izleri yok ettim.

Hepsi gelmişti ve arkalarında Profesör Cenk vardı.Komutan Ongun da buradaydı.

Uyarıyı alır almaz yanlarına koştum.Komutan Tamer ardımdan geldi.

Ve o an yerküre ile gökküre birbiriyle yer değiştirdi.

Ormanın dış kısmına çıkmış gibiydik.Sanki bir görü kesiti gibiydi.

Önümüzde farklı bir paralel vardı.Bozulmuş hayvanlar geçiyordu.

Ağaçlar yoktu.Her yer yanmıştı.Bu kısacık kesit yok olduğunda geriye sadece bir parşömen kağıt bıraktı.

Mert öne gidip kağıdı aldı.

"Elfçe yazılmış."dedi.

Can hemen yanına geçip kağıdı okudu.

"Üzerinde büyük sırlar ve gizlenmiş bir kraliçe olan bu krallığın ya geçmişi ya da geleceği tıpkı böyle bir görüntüyle karşılaşmaya mahkumdur."

Herkes sessizleşti.

Ve biz bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyorduk.

Nereye gidersek bu karanlık güç bizi takip edecekti.

Bu yüzden ayak bastığımız her yer tehlikeliydi.

Orman yine eski halindeydi.

Fakat Milen hala yoktu.

Gökyıldız'ı tekrar alıp üzerine bindim.

"Can,ben Milen'i bulucam.Siz beraber kalın sakın ayrılmayın.Gördüğünüz her kişinin o kişi olup olmadığından emin olmadan bir adım dahi atmayın."

Can kafasını olumlu anlamda salladı.

Gökyıldız hızla ilerlerken görüşmem gereken tek kişi vardı.Bu kişi elbette Profesör Celal'di.

Ve şüphelendiğim ikinci bir kişi vardı.

Koray.

Fakat gelir gelmez şüphelerim yok oldu.

Profesör Celal,Koray ile sert bir yüz ifadesiyle konuşuyordu.

Atımla durdum ve hızla indim.

Profesör Celal sinirli yüz ifadesini değiştirmedi.

"Ne oldu Esil?"

"Milen kayıp."

Konuşmaları durakladı ve ben beklemeden gemiye girdim.Koşarak geminin alt kısmına indim.

Tıpkı tahmin ettiğim gibiydi.

Milen buradaydı ve yarı baygın bir şekilde yerde yatıyordu.Üzerindeki beyaz elbisenin uçları çamura bulanmıştı.

Çünkü Milen'i burada esir almamışlardı.Başka bir yere götürüp buraya göndermişlerdi.

********

Gerçek Gökyel'in hafızasından.

24 Temmuz 2013

İlk defa gücümün bu kadar beni terk ettiğini hissediyorum.

Neler olduğunu hissedebiliyorum.Ama bilincim yavaşça beni terk ediyor.

Buraya kadar mı diye düşünüyorum?

Ama bilincim öyle cevap veremeyecek durumdaki yalnızca sorabiliyor.

Rüyalara erişen suyun ynındayım.Belki de bir rüyada olduğum içindir bu hissizliğim.

Beyaz elbisemin üzerine yayılan kan sanki elbiseme renk katmış.

Fakat biliyorum.Şu an benim yok olmam gerekiyor.

Tekrar bir kız çocuğu ortaya çıksın diye.

Sahi,kız çocuğunun geleceği ne olacaktı?

Herkesin onun hakkında bir fikri vardı.O gelince ne olucaktı?

Kendine nasıl bir kader yazıcaktı?

Gülümsedim.

Varlığım ve yeteneklerim,dünyadan gelen bir kız çocuğuna armağan olacaktı.

Hayatım boyunca bunu istemiştim.

Kendimi önemli bir kişi için değil,normal,büyüsüz bir kız çocuğuna feda etmek istemiştim.

Oluyordu işte.Canımı yakan neydi?

Canımı yakanı biliyordum.Yalnızca bedenimin yok olucak olmasıydı.

Son bir kaç aydır önüme çıkan o karanlık ruh.Her geldiğinde bedenimi titreten o ruh.O mu geçecekti yerime?

Ya kralığım.Masum ve güzel hislerim.

Onlar nereye gidecekti?

Ama hayır.Bu ölüm için hiç birini suçlamıyordum.

Ne Celal'i ne Ongun'u ne de istemeye istemeye yapan Gökalp'i.

Çünkü onlar da biliyordu.Bunu yapmanın onların boyunlarının borcu olduğunu onlarda biliyordu.

Biliyordum,Celal kaderin ona yazdığı bir şeyin karşısına çıkmazdı.

Yazmadığı bir şeyi yapmaya da çabalamazdı.

Ona güvenebilirdim.O benim eski dostumdu.

Rüyalara erişebilecek bu suyu kullandıkları için buradaydım.

Çünkü ben diğer Elf kraliçelerinden farklıydım.

Benim ruhum bu suya aitti.Bu suydu bana hayat veren.

Bilincim bu sefer yok oluyordu.

Ve orman son kez bana gülümsedi.Hayatım boyunca saygı duyduğum bu orman.Bu toprak.

Beni yavaşça suya bıraktı.

Hayır,beni suya bırakan bir beden değildi.

Beni ait olduğum suya bırakan ormanın ta kendisiydi.Topraktı.Benim toprağım.

Ve gözlerimi yumdum.

Bedenim yumdu ama ruhum hiç yummadı.

Tek temennim,er ya da geç benim,kendini normal bir kız çocuğu için feda eden bir Kraliçe olduğumun bilinmesiydi.

********

 

 

 

 

 

 

 

Öhöm.Naber???

Bu bölümü beğendim galiba.

Lütfen yorumlayın ve yapıcı eleştirin.

İlk bölümleri düzenliyordum ve oturup Esil'in repliklerini değiştirdim.Çok gıcık bir şey olmuş çünkü. EAŞFPFAEŞHKI

Valla çok gıcık oldum.herkese cevap veriyo mal mal.Neyse sildim hepsini.

Umarım beğenmişsinizdir vee dokuzlunun içerisinde favorilerinizi alıyım bebisler.

Tabiki Kaan bebeğim.

Sizi seviyorummm

evren hakkında soru da alırım bu arada çünkü ayrıntılı bir evren ve Esil'in iç sesiyle anlamak biraz zor

Loading...
0%