Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm : Tablo

@ebraranka

 

''Ölümün olduğu bu dünyada, hiç bir şey çokta ciddi değildir aslında...''

Franz Kafka

 

Günler haftaları, haftalar ayları kovalamıştı. Ayza kendini biraz daha toparlamıştı fakat içini kemiren merak ve hüzün dinmiyordu. Kenan denen adama dair hiç bir şey bulamamıştı. Aslında o kadar da üstelememişti karşılaşacağı şeylerden korkarak. Fotoğrafın o adamda olma ihtimalinin çok saçma olduğunu kabullenmişti içten içe. Zihnini kemiren düşüncelerden kaçmak için yeniden resim yapmaya vermişti kendini. Üniversite yıllarına kadar sayısız tablo yapmıştı ama hiç birini sergilemek istememişti. Çocukken hayali Ressam olmaktı ama yaşadığı şeyler onu bu hayalinden koparmıştı. Ailesini kaybettikten sonra babasının yolundan gitmek istediğine karar verdi ve Gazetecilik okudu. Şimdi ise yeni mezun olmuş çiçeği burnunda bir gazeteciydi. Bu sıralar yaşadığı yoğun duygu değişimleri yüzünden mesleğine kısa bir süre ara vermenin kendisine iyi geleceğini düşünmüştü. Bu günlerde kendini toparlamak adına eskiden olduğu gibi resim yapmaya başlamıştı. Bu yeteneği belki de ona bahşedilen en güzel şeydi.

Günlerdir odasından dışarı çıkmamış, yıllar önce yarım bıraktığı bir tabloyu tamamlamaya çalışıyordu. Nihayet bitmişti. Birkaç adım gerileyip resmin bütününe baktı. Hafif bir gülümseme belirdi dudaklarında, daha sonra kocaman bir kahkahaya dönüştü. Yerinde duramıyor, oradan oraya çocuk gibi koşturuyordu. Arada attığı sevinç çığlıkları delirdiğine kanıt olabilirdi kendince. Kapının pervazından kızını izleyen çakır gözlü beyi fark edene kadar ne kadar dans ettiğini bilmiyordu. Mahcup bir yüz ifadesiyle yanına gittiğinde ufak bir kahkaha atmıştı babası.

"Bitti mi sonunda?" diye sordu kahkahasının ardından. Ayza, "Evet!" diyerek yerinde zıpladığında bir kez daha gülümsedi kısılan gözlerine rağmen. Ayza'yı uzun zaman sonra böyle neşeli görmek onu çok mutlu etmişti. Gülümsediğinde kısılan gözleri yaşlarını gizlemeye yetmişti. Oldukça büyük olan tuvalin önünde durup incelerken iç geçirdi.

Bu uzun bir konuşmanın habercisiydi.

"Yıllar önce Melek'le ilk evlendiğimiz zamanlarda, hep bir kızımızın olmasını istemiştik. Evliliğimizin 2. Yılında Tuğra'yı kucağımıza aldık. Melek her ne kadar kızımız olmadığı için üzülse de, Tuğra'nın minicik ellerini tutunca üzüntüsüne rakip olmuştu mutluluğu. Küçük yaşta anne olduğu için pek hazır değildi aslında sorumluluk almaya. Düşünsene Ayza, daha 19 yaşındasın ve dünyalar tatlısı bir oğlun oluyor. Her şeyinden sen sorumlu oluyorsun. Her şeye rağmen Melek bunun üstesinden gelebildi."

Gözleri, yaşlarını akıtmamak için zorlu bir mücadele veriyordu saçlarında tel tel aklar olan adamın. Yavaşça yutkunup devam etti sözlerine.

"O gün... Evliliğimizin tamı tamına 4. yılıydı. Bir kızımız olacaktı biliyor musun? Bebeğimizin cinsiyetini öğrenmiş evimize dönüyorduk. Birden oldu her şey... Tuğra, arka koltukta ağlamaya başlayınca Melek onu sakinleştirmek için arkaya geçti. Ben de yola devam ettim. Tuğra öyle şiddetli ağlıyordu ki, elimden gelse direksiyonu bırakıp arka koltuğa geçecektim. Meğer az sonra olacaklara ağlıyormuş...''

Gözünden süzülen bir damla yaş usulca çenesine yol alırken kesik kesik aldığı nefesiyle kabusu olan anısına devam etti.

''Nasıl olduğunu anlayamadan şiddetli bir şekilde savruldum arabanın camından. Asfaltın soğukluğu içime işlediği sırada Tuğra'nın yürek burkan ağlamasına bir kez daha şahit oldum. Daha sonra hastanede açtım gözlerimi."

Ayza, çakır gözlü adamın yanına gidip elini omzuna koyduğunda kısa süreli gözlerine bakıp iç çekti.

" Ciddi yaralarım olmadığı için iyiydim ben. Ama Melek... O oğlumuz zarar görmesin diye kendini Tuğra'ya siper etmişti. Öyle de oldu, Tuğra burnu bile kanamadan arabadan çıkmış ama Meleğim o an ruhunu teslim etmiş."

Gözlerinden akan yaşlar şiddetini öyle arttırmıştı ki önünü doğru düzgün göremez olmuştu genç kız. Yıllarca anlatmamıştı ak saçlı bunları. Sadece eşinin bir trafik kazasında öldüğünü söylemişti kızlarına. Nasıl ve ya neden olduğunu kendini hazır hissettiğinde anlatacağını söylemişti.

Günü gelmiş ve analtmıştı. Ayza yıllarca merak ettiği gerçeklerin altında eziliyordu şimdi. Hissettiği acının tarifi yoktu. Kim bilir Tuğra nasıl hissediyordur diye geçirdi İçinden.

Cihan, gözünden akan yaşları tek tek silerek gülümsemesini bahşetti tekrar güzeller güzeli kızına.

"Melek öldükten sonra 2 sene kendime gelemedim. Oğlumdan uzaklaştım, kendimi alkole verdim ama acımı dindiremeyeceğini uzun zaman sonra olsa da anladım. 2 senenin sonunda hayatın devam ettiğinin farkına varıp kendimi Tuğra'ya adadım. Seni almaya geldiğim gün Meleğimin isteğini gerçekleştirdim. Kızım oldun."

Ufak bir tebessüm edip,

"Kızlarım oldu. İki minik birbirinden akıllı ve güzel kızlarım..."

Dediği şeyle Ayza'nın yüzünde minik bir tebessüm oluştu. Her kızım dediğinde kalbinde çiçekler açıyordu sanki.

''Yaralarıma merhem olan Çakır gözlü adam, ne çok kanamışsın sen...'' diyebildi kollarını boynuna dolayarak. Onu yetimhaneden almaya geldiği gün belirdi zihninde. Şimdi anlıyordu Çakır gözün şefkatini... Hiç sakınmadığı merhametini...

 

23 Eylül 2006

Daha çok küçüktü. Kaçıp gitmek için yetimhane duvarlarını aşmak isteyen küçük, cılız bir kızdı. Yukarı uzandıkça duvara sürten kollarında oluşan yaralar, hayatı boyunca çekeceği acının ilk safhalarıydı belki de. Büyümek için tırmandığı merdivenin sonunu görmek isteyerek hep daha ilerisine attı kendini. Hep daha fazlasını istedi. Hiç olmadı. Evine gitmek istiyordu sanki onu bekleyen ailesi varmış gibi... O yaşta kabullenemiyordu herkesin yitip gittiğini.

Bir gün, yine yetimhane duvarını aşmak için gizlice arka bahçeye çıkmıştı Ayza. Geceden ağaçların dibinde gördüğü merdiven bu sefer tek umudu olmuştu minik kızın. Cılız bedeniyle zar zor kaldırdığı merdiveni duvara dayadı ve aceleyle tırmanmaya başladı. Çocuk aklı işte, ne kadar çabuk tırmanırsa o kadar çabuk özgür olacağını sanıyordu. Yanılmıştı...

Ahşap merdivenin çıkardığı sesi duyduğunda başına gelecekleri az çok anlamıştı minik Ayza. Bir an ayağı kırık basamağa takıldı ve kendini yerde buldu. İşte o an asıl gerçekler bir kez daha vurdu yüzüne.

Düştü, kimse kaldırmadı. Yanında kimsenin olmaması kimsesizliğine ayna tutmuştu bir nevi. Akan gözyaşlarını kirlenmiş elinin tersiyle silerek kanayan dizlerine rağmen dimdik durmuştu ayakta. Daha o yaşta hayata karşı duruşunu benimsemişti. Kırılan merdivene bakarak yavaş yavaş ilerlediği sırada sert bir şeye çarpmıştı. Korkuyla bacaklarına dolanan ellerine bakıp geri çekildi ve kafasını bacakların sahibine bakmak için kaldırdı. İşte o an bir çift Çakır gözle karşılaştı...

Cihan Karahan. Küçük Ayza'yı o gün sürekli duvarlarını aşıp kaçmak istediği yetimhaneden kurtaran, kahramanlık sıfatını tek yakıştırdığı adam...

 

Eski günler aklına gelince buruk bir tebessüm yer edindi yüzünde. O an tekrar şükretti Allah'a, tekrar baba diyebileceği birini çıkardığı için karşısına. Zihnine hücum eden anıların etkisinden çıkıp kendine geldiğinde yaptığı tabloya bakıp '' Beğendin mi?'' dedi babasına. Ayza, Cihan'ın geçmişten kalan tek aile fotoğrafını bulmuş ve onu resmetmişti. Melek hanım o kadar güzel gülüyordu ki insanın içinin ısınmasına neden oluyordu.

Cihan buğulu gözleriyle kafasını olumlu anlamda sallanmakla yetindi. Onları bu duygusal döngüden çıkaran şey Mirel'in imdat çığlıklarıydı. İkisi de merakla sesin geldiği odaya ilerlediler.

"Ya abi bıraksana saçımı! Söz bir daha yapmayacağım."

Mirel evin en küçüğüydü. Ayza'nın aksine o bu eve girdiği günden beri Tuğra'ya abi derdi. Tuğra da onları öz kardeşleri gibi severdi.

"Onu ben uyurken tırnaklarıma oje sürmeden önce düşünecektin Mirel!"

Tuğra'nın dediğiyle gözler hemen ellerine çevrildi ve az önceki hüznü yok eden kahkahalar yükseldi.

"Hayır yani sürüyorsun bari güzel bir renk seç. Sarı oje mi olur! Gece sokağa çıksam fosforlu tabela sanarlar trafikte!"

Tuğranın simsiyah takımına tezat oluşturacak sarı ojeler gerçekten komik bir görüntü oluşturmuştu.

''Çabuk gel çıkar şunları bak toplantıya geç kalacağım.'' diye yakındı burnundan soluyarak. Tuğra henüz çiçeği burnunda bir avukattı. Babasının izinden yürümek çocukluk hayaliydi ve başarmıştı.

Mirel, zar zor Tuğra'nın elinden kurtulup çakır gözlü beyin arkasına saklanmıştı. Tuğra, babasını aşamayacağını kabullenip oflayarak ikili koltuğa kendini bırakırken Cihan, Mirel'i kolunun altına almış birlikte bahçeye doğru yürüyordu. Bu saatte havanın sıcak olacağını düşündüğü için içerde kalmayı tercih etmişti Ayza. Tuğra'nın haline gülerek odasından aseton alıp geldi. Abisinin ojelerini gülmesini gizlemeye çalışarak çıkarmaya başladı. Tuğra, Ayza'ya gülmemesi için dik dik bakarken aklına onu gördüğü ilk gün geldi. Gözlerini kapayıp o özel anı tekrar canlandırdı zihninde.

''Ayza'm, ilk tanıştığımız günü hatırlıyor musun?''

Genç kız başını abisinin ellerinden kaldırıp gözlerine baktı. ''Nasıl unutabilirim ki.'' diyebildi derin bir soluğun ardından.

''Mirel'in babamın bacaklarına sarılan o küçük ellerini unutamıyorum. Ağlamaktan akan burnunu babamın pantolonuna sürtmüştü hatta.'' Tuğra kurduğu cümlenin sonuna doğru yüzünü buruşturup gülmüştü.

Ayza da aynı yüz ifadesiyle kafasını olumlu anlamda salladı. O an geldi gözünün önüne. Hafif bir iç çekişle canlandırdı zihninde olanları. Bugün, tüm anılar geçmişin tozlu raflarından birer birer kendini gösteriyordu.

16 Kasım 2006

"Mirel! Bak küserim ağlarsan. Bir daha oyun oynamam seninle!"

Küçük kız ağlamaktan gözleri kızaran arkadaşına dönüp bu sözleri söylemişti iyi olması için. Arkadaşı küçük kızı dinlemiyor omzunu silkip ağlamaya devam ediyordu. Aslında o da hiç bırakmak istemiyordu arkadaşlarını. Çok güzel oyunlar oynuyordu onlarla ama gitmesi gerekiyordu. Çakır gözlü bey onu evlat edinmişti. Bunun ne anlama geldiğini bile bilmiyordu, sadece müdire annesi artık bir ailesinin olacağını söylemişti. Ağlayan arkadaşına hüzünle bakıp sabahtan beri camın önünden ayrılmayan Mavera'nın yanına gitti. Mirel ve Mavera'dan başka arkadaşı yoktu küçük kızın. Mirel, salya sümük ağlarken Mavera'nın ağlamaması onu sevmediğini düşündürüyordu küçük kıza. Arkadaşının yanında sessizce uzaklaşacağı sırada Mavera ''Çakır amca geliyor ''diye heyecanla bağırdı. Ayza öyle tanıtmıştı kendisine umut olan koca adamı.

Mirel korkuyla gözlerini küçük Ayza'ya çevirdiğinde aynı korku Ayza'nın da yüzünde belirdi. Gitmek, kurtulmak istiyordu ama bir yandan da korkuyordu. Yavaş adımlarla Müdire Hanımın odasına gitti küçük kız. Mirel ve Mavera'nın arkasından geldiğini biliyordu ama hiç bakmadı ardına.

Bir süre konuşulanları dinledi ve Müdire Annesinin her dediğine kafa sallamakla yetindi. Yurt Müdiresi Yeşim hanım her bir çocuğu evladı gibi sevdiği için ona bu şekilde hitap etmelerini istiyordu. Her şey hallolduğunda Çakır gözlü bey küçük Ayza'nın elinden tutup arabasına doğru ilerledi. Eşyalarını daha önce bir adam gönderip aldırtmıştı. Zaten bir kaç giysi ve peluş tavşanı dışında bir şeyi yoktu küçük kızın. Tüm eşyaları ailesini kaybettiği yangında yok olmuştu. O evden geriye kalan sadece tek kulağı yanmış peluş tavşanı ve eski bir aile fotoğrafıydı. Küçük Ayza arkasını döndüğünde iki minik bedene son kez baktığını düşündü. Mirel koşarak onlara doğru geldiğinde arkadaşının kendisine sarılmak için geldiğini düşünmüştü ama umduğu gibi olmadı. Mirel, Cihan Bey'in bacaklarına sarılıp" Ne olur onu götürme Çakır gözlü amca" diye ağlamaya başlamıştı.

Cihan bey ne yapacağını bilemez halde düşünürken oğlunun heyecan dolu sesi yankılandı yetimhane bahçesinde.

''Onlar da gelebilir mi babacığım?''

Cihan, oğlunun isteğinin mümkün olup olmayacağını merak ederek Yetimhane kapsından onları izleyen Yeşim hanıma baktı sorar gözlerle. Yeşim hanımın yüzündeki gülümseme ve yavaşça yukarı aşağı sallanan kafası minik Tuğra'nın sorusunun cevabı olmuştu bile. Cihan konu üzerine daha fazla düşünmeyi reddederek Mirel ve Mavera'ya hayatları boyunca unutamayacakları o soruyu sordu.

''Ben sizin gibi kızlarım olmasından mutluluk duyarım. Peki siz bizimle sadece mutluluk ve huzurun olduğu yeni bir hayata gelmek ister misiniz?''

Çakır gözlü bey o gün üç küçük kırık kalbin en sağlam yerinde taht kurmayı başarmıştı.

Babasının bedeni arkasından kafasını uzatıp küçük kızlara dikkatle bakıyordu Tuğra. İçindeki heyecanı gizleyemiyordu. Her zaman yalnız olduğu için üzülüyordu ama artık o günler geride kaldı , artık bir sürü oyun arkadaşım var diye geçirdi içinden...

 

Ayza'nın yüzüne buruk bir gülümseme yerleşmişti . Tuğra kız kardeşinin yüzüne yerleşen hüznü fark ettiğinde sorun ne dercesine başını eğdi.

''Keşke o gün Mavera da bizimle gelebilseydi. ''

''Ayza, Mavera abisinden ayrılmak istemedi biliyorsun. Böylesi onun için daha iyi oldu üzme kendini.''

Genç kız abisinin haklı olduğunu biliyordu fakat yıllardır içinde bir özlem vardı. Cihan bey her hafta düzenli olarak kızlarını arkadaşlarını ziyaret etmek için yetimhaneye götürürdü. Bir gün yine bir ziyaret gününde oraya gittiklerinde bir ailenin Mavera ve abisini evlat edindiğini ve başka bir ilde yaşadıklarını öğrenmişti. Minik Mavera artık arkadaşlarından çok uzakta, Anadolu'nun bir şehrinde yaşıyordu.

Ayza gözlerinde bir umutla abisine baktı.'' Bulamaz mıyız onları?''

''İstersen ilgilenirim ama evlat edinen ailenin soyadını aldıkları için daha önce sonuç alamadık biliyorsun. Tekrar seni heveslendirip hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Yine de eski soyadlarıyla bir şeyler bulmaya çalışırım serçe. Neydi onların soyadları?''

Ayza bir süre düşündü ama aklına gelmiyordu. Mirel'in hatırlayacağını düşündü bu yüzden bahçede oturan genç kıza seslendi. Mirel odaya gelip tekli koltuğa bıraktı kendini ve ne oldu dercesine kafasını salladı.

''Mavera 'nın soyadını hatırlıyor musun? Ve abisinin ismini?''

Mirel geciktirmeden yanıtladı genç kızın sorusunu.

''Mavera Akbey . Abisi de...'' Zihninin derin geçmişine inerek ismi hatırlamaya çalıştı.

''Sanırım şey... Yavuz? Evet evet Yavuz Akbey.''

Loading...
0%