@ebrrqry
|
Önemli olan ne kadar uzun bir hayat yaşadığımız değil, hayatı nasıl yaşadığımızdır. Bir çiçeği koklamadan yaşamış sayılır mı insan?
Gece saat kaç olduğunu bilmiyordum. Bir anda yağmur yağmaya başlamıştı. Tabiki bende sırılsıklam olmuştum. İzimi kaybettirmiştim, büyük ihtimalle geri dönmüşlerdi çünkü etrafımda artık hiç bir ses yoktu. Bu beni korkuttuğu gibi sabahtan beridirli de ağlıyordum. Canım oldukça acıyordu ve ben üşüyordum. Öylece ilerlerken yine kendimi yerde buldum. Hıçkırıklarla ağlamaya başladım. "Çok canım yanıyor Allah'ım, çok korkuyorum. Ne olur bana yardım et, bana bir yol göster Allah'ım. Ne olur yalvarıyorum sana" Ayağa kalktım. Acıyla sendeleyerek yürümeye başladım. Yağmur sesinden, ağaçların uğultusundan ve yürüdüğüm ormanda ayak seslerimden gelen çatırtılardan başka hiç bir ses gelmiyordu. Ne umutlarla Hakkari'ye geldiğimi sorguladım bir yandan. Ilgaz'ın tekrardan hayatım olacağını bilmeden.. Ona kırgındım, son yaşadığımız şey beni oldukça yıpratmıştı. Sevdiğin, hayatın olan bir insandan o cümleleri duymak canımı sıkmıştı. Onu anlayabiliyordum ama bu kadar sert bir şekilde beni kıracağını düşünmemiştim. "Her tarafı arayın!" Duyduğum ses ile olduğum yerde durdum. Arkama döndüm hızla. Uzaktan fener ışıkları gözükürken ayak sesleride geliyordu. "Hayır, hayır" Derin nefes alarak topallaya topallaya koşmaya başladım. Kuş sesleri ve bir kurt uluması duysamda koşmaya devam ettim göz yaşları içinde. Bir dal ben iteleyemeden yüzümü çizerken acıyla inledim. Titriyordum çünkü çok üşüyordum ve ben yemek yememiştim. Dizlerim beni zor taşıyordu. Daha fazla gidememiş ve yine kendimi yerde bulmuştum. Bu sefer kalkmak için uğraşamadm çünkü gözlerim bana oldukça ihanet ediyordu. "Şimdi ol-" sözlerim bana bile ulaşmazken kendimi karanlığa bıraktım... ILGAZ'DAN Bulamıyorduk onu. Bulamıyordum civcivimi. Gözümden akan bir yaşla başımı havaya kaldırdım. Hala karargahtaydım, 1 gün olmuştu. 1 gün boyunca onsuz kalmıştım. Bu göreve gitmek gibi değildi, ben göreve gitmemiştim. "1 gündür uyumuyorsun" Albay'ın sesini duymamla hızla gözümdeki yaşı silerek ayağa kalktım ve hazırola girdim. Yanıma bir baba şevkatiyle gelerek omzumu sıktı. "Rahat, otur bakalım" Onun oturmasıyla bende yanına oturdum. "İçim yanıyor komutanım" gözlerimin dolmasından korkmadan söyledim bunu. Gözlerinin içine baka baka söylemiştim. "İçinin yanması sevdiğin kadını kaybettin diyemidir?" "Onu kaybetmedim" kendimden emin bir şekilde konuşmuştum. O yaşıyordu, ben onu kaybetmemiştim. O benden alınmıştı.. "Sen onu kaybetmedin evlat, o senden alındı. Sevdiğin kadın senden alındı. Eğer o kalp seni seviyorsa seni unutmaz, sana tutunur. Senin güçlüğüne, denkliğine, sevgine... Aşk böyle bir şeydir evlat. Bir kalbi seviyorsan onun için korkarsında. Her zaman korumak istersin onu, yalnız bırakmamak." Bir daha asla onu yalnız bırakmayacaktım. "Sevgi nedir çok iyi bilirim. Onun için bütün dünyayı yakacağın kadının ortadan bir anda kaybolmasınıda iyi bilirim. Ömründen ömür gider, keşke o değilde ben acı çeksem, ben kaçırılsam dersin. Sen sakın pes etme aşkın için, dayan. Bulacağız onu." Başımı salladım gözlerimden yaşlar akarken. Bulacaktım onu, bulacaktım ve asla bırakmayacaktım. Her gülüş bir gün hüzne, her kahkaha mutlaka göz yaşlarına dönüşüyormuş. Hayat her zaman verdiğini geri alıyormuş. Hayatım bana oyun oynayıp, acı çektiriyormuş. Acı çekiyordum, farklı bir acıydı bu. Kurşun yediğim gibi bir acı değildi, bu kalbimin yakarışıydı. Onu kaybetmenin bana verdiği, kalbime verdiği zarar çok büyüktü ve ben asla onu kaybetmeyecek, bulacaktım. Gerekirse ölürdüm ama ben yine onu bulacaktım... SABAHA KARŞI EFTELYA Önemli olan ne kadar uzun bir hayat yaşadığımız değil, hayatı nasıl yaşadığımızdır. Bir çiçeği koklamadan yaşamış sayılır mı insan? Sayılmazdı. Galiba bende o çiçeği koklayamadan ölecektim. Derin nefes alsamda başım öyle bir zonkluyordu ki. Gözlerimi açtığımda kendimi yine aynı yerde bulmuştum. Bu sefer üstümü yapraklar örtmüş, saçlarım, yüzüm her yerim çamur olmuş ve gün doğmuştu. Güneş ışınları, kalbimin yandığı gibi yüzümü yakmıştı. Nereye gidip yardım bulmalıydım bilmiyordum. Ormandan çıkmaya başlamıştım ve önüm düz otluktu. Yüksek bir yerde olduğumdan emindim ama. Ayağımın takılmasıyla öne doğru sendeledim ama kendimi dengede tutabilmiştim. Dönen başımla bir süre bekledim. Hala üşüyordum, sanki soğuk suyla beni saatlerce banyo yaptırmışlar gibi hissediyordum. Esen rüzgardan oynayan otların sesi içime iyicene kara yosunlar kaplattırıyordu. Özlemiştim. Ailemi, evimi, Ilgaz'ı, arkadaşlarımı, öğrencilerimi.. ben onları çok özlemiştim. Eğer 1 gün daha bir şey yemeden, içmeden, sonumu bilmeden, yapayalnız yürürsem ölecektim. Daha hayatımı yaşayamadan, hayallerimi gerçekleştiremeden bende ölecektim. Bir insanın ölmesi bir hikayeye bedeldi. Herkesin kendine ait bir hayatı vardı, buda benim hayatım. Her daim acıyla büyüyen, kaosun peşini bırakmayan bir kız. Daha ne kadar yürüdüm bilmiyorum. Tökezledim, yere düştüm ama yinede kalkıp yürümeye devam ettim. Gözlerim çok fazla kararıyor, attığım her adımda kendimi yerde bulacak gibi oluyordum. Yanımdaki ağaca tutundum. Güneş doğmaya çoktan başlamıştı. Hatta tepeye varacaktı neredeyse. Gözümdeki yaşlara hakim olamazken tekrardan ilerlemeye başlamıştım. Kuruyan dudaklarımı göz yaşlarım ıslatırken hızla dudaklarımı yaladım. Ağzıma gelen su, ne kadar susuz olduğumu yine fark ettirdi. Boğazım kurumuştu ve sanki birbirlerine yapışacaklardı. Bir iki adım daha attım. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken bir adım daha attım ve bir adım daha. Ayağım o an bir boşluğa denk gelirken ağzımı bile açıp bağıramamak bana zor geldi. Eftelya suya düştü. Eftelya uçurumdan denize düştü.. Çırpındım. Gözlerim derin bir uykuya girmek ister gibi beni zorlarken ben sudan çıkmak için çırpındım. Tüm masallar mutlu bitmezmiş, tüm çiçekler her bahar açmazmış. Dün koştuğu yollarda bugün yürümekte zorlanabilirmiş insan. Her merhem iyileştirmez, her yara kapanmazmış. Beni bekle baba, ben geliyorum. Eftelya, küçük kızın senin için geliyor... |
0% |