@ebrudenetmis
|
Hızla çıktım karşımdaki merdivenleri. Sonunda yarım dönem geç olsa da gelebilmiştim buraya. Elif'i bulmalıyım hemde hemen. Hayır hayır önce müdürü ve odasını bulmam gerek. Hayır yani koca üniversitede bir insan oğlu bulunmaz mı?(!) Ses var ama kenndileri yok. Sanki hayalet okullar. Te Allah'ım ya! Gerçekten de bu sesler nereden geliyor? Sağıma döndüm kimse yok. Soluma döndüm bomboş. Bir kaç adım daha ilerledim ve alt kata inen merdivenlerin tam karşısında durdum. Sesler sanki biraz daha artmıştı. Bilemiyorum sanırım bana öyle geldi. Merdivenlere yöneldim. Bir bakacaktım sadece. Ne olabilir ki? Yavaş ve meraklı adımlarla inmeye başladım basamakları. sesler o kadar çok artmıştı ki üniversitedeki tüm öğrencilerin nerede olduğunu çoktan anlamıştım. Tabi profesörlerin de. Basamaklar bittiğinde büyük ikili kapıdan hızla geçmiş ve içeriye girmiştim. Girdiğimde ise bir tribün ve bir tribün dolusu insanla karşılaşmıştım. Arkamı döndüğümde bu tarafın da diğerinden bir farkının olmadığını anladım. Bakışlarımı o taraftan çektim ve çevreme daha dikkatli bakmaya başladım. O an anladım ki bir maçın ortasına bodoslama dalmıştım. Resmen ağzım kulaklarıma takıldı o an. Ellerimi yumruk yaptım ve havaya kaldırdım. "Oley be oley!" Maça bodoslama daldım ve neden mi bu kadar seviniyorum? Çünkü daldığım maç basketbol dan başka bir şey değildi. "Evvet sayın seyirciler. Ben deniz sunucunuz, Gökalp TUĞRUL. Bu muhteşem maçı sizlere tüm ihtişamıyla ben sunacağım. Umarım buradan ayrılırken iyi bir sunucu olduğum düşüncesiyle ayrılırsınız. Arkamdan konuşursunuz falan vallahi de billahi de darılırım. İnanmiyacaksınız geçen aylarda bir futbol maçı sunayım dedim. Pisikopat kızın teki peşime takıldı. Al beni al diye dolanıyor peşimde. Bacım ben evliyim diyorum. Yok anlamıyor. Sonunda polise gittim uzaklaştırma kararı aldım." Salonda büyük bir kahkaha tufanı kopmuştu. "Şimdi efedim. Takımları sahaya çağırcağım hazırlıklardan sonra ise maça başlayacağız. Karşınızda BESYO ÇAYIRTEPE ÜNİVERSİTESİ takımı ve takım kaptanı Övünç TALİA." Salonda büyük bir alkış tufanı koparken ben gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Övünç nedir ya?(!) Övünç diye isim mi olur? Yok bende Övünçiye. Şu an ekrana benden iğernirmiş gibi baktığınızı hisseder gibiyim. Öyle bakmakla çok haklısınız. Çünkü şu an ben bile kendime iğernirmiş gibi bakmak istiyorum. Utanıyorum kendimden. "Vee karşısında bu güzel okulun ve bu geniş sahanın sahibi takım geliyor efendim. Karşınızda BESYO DENETMİŞ ÜNİVERSİTESİ takımı ve takım kaptanı Bulut GÜZEL." Kendime hakim olamadım. "Yok ben de Duman." Neredeyse gülme kırizine gireceğim. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Resmen güleyim diye ağlamıştım. "Komik kız." Duyduğum sözlerin ardından hızla arkama döndüm. O an gözüme ilk çarpan şey bir çift altın sarısı kirpikti. Bakışlarımı birkaç santim aşağıya indirdim ve bir çift ela gözle karşılaştım. Ama sanki ela gibi de değildi. Bir adım ileri gittim ve çocuğun tam dibine girdim. Daha da dikkatli baktım gözlerine ve o an anladım ki yeşille mavi karışımıydı gözlerinin rengi. Ela sanmamın nedenide işte bu yüzdendi. Ama sağ gözünün mavisi biraz daha yoğunken sol gözünün ise yeşili biraz daha yoğundu. Yani ikisinde çok benzemesine rağmen farklı renklerdi ve çok güzel aynı zamanda zarif duruyordu. Bu gözleri ilk kez görmeme rağmen nede bu kadar tanıdık gelmişti ki? "Bitti mi 3K. Hani eğer bittiyse ben bir maça gidip geleyim. Sonra tekrar izlersin, izlemeye doyamadığın yüzümü." Kaşlarımı çattım. "Anlamadım." Güldü. O an ilk kez gördüm dudağının iki yanındaki derin çukurları. "Anlarsın." Çenesiyle sağ tarafı gösterdi. "Şimdi, önümden çekilirsen çok iyi olur. Çünkü, biraz daha burada beklersek durduğumuz yerde maçı kaybedeceğiz." Sustum ve kafamı aşağı yukarı sallayıp kenara çekildim. "İyi şanslar." Diye mırıldandım ağzımın içinden. Ben, duymadı zannederken o, adımlarını durdurdu ve arkasını dönüp gülümsedi. Sora ise göz kırpıp tekrar yürümeye başladı. Ben hala onun arkasından bakarken arka cebimdeki telefonum çalmaya başladı. Başımı iki yana salladım ve elimi cebime atıp ekrana baktım. Ekrandaki "Eloof" yazısını gördüğümde otuziki diş sırıttım ve açıp kulağıma yaklaştırdım. "Aloovv" "Alo Ebru." "Buyrun benim." "Ne yapıyorsun kızım orada direk gibi dikilmiş?" "Seni arıyorum. Ve ayrıca sen neredesin be?(!)" "Canım aptal kardeşim, sağına dön ve tribüne bir bak bakayım ben orada mıyım?" Sağıma döndüm ve dikkatlice tribüne bakmaya başladım. Ama hiçbir yerde Elif diye bir varlık göremedim. "Vallahi ben sen diye bir şey göremiyorum orada." "Tamam. Kapat kapat! Geliyorum beceriksiz!" "Sus! Sen hiç utanmıyor musun benim gibi yetenekli birine beceriksiz demeye ha?(!)" "Dıt dıt dıt." Telefonu indirip saf saf ekrana baktım. Benim yüzüme mi kapattı o az önce? Benim benim Ebru'unun. Ulan elif. Ben de sana bunu ödetmezsem bana da Ebru de... "Baldız." Kafamı ekrandan kaldırıp karşıma baktığımda Ateş eniştem ve Elif'in bana doğru geldiğini gördüm. "Enişteee!" Koşa koşa gittim ve zıplayıp kollarımı canım eniştemin boynuna doladım. O da hiç bekletmeden kollarını belime dolayıp benim ona sarıldığım gibi sıkıca sarıldı. "Çok özlemişim be!" Sözlerime güldü. "Bende çok özlemişim be baldız." Kıkırdadım. Eniştem beni yere indirdi ve gülümsedi. Bende gülümsedim ve Elif'e döndüm. Elimi uzattım. "Naber lan?" Elimi tuttu ve ciddi bir ifade takınmaya çalıştı. "İyidir lan. Ne olsun." Ellerimiz hala birbirine bağlıyken tıpkı erkekler gibi kafalarımızı tokuşturduk ve kahkaha attık. Elimi çektim ve aynı hızla kollarımı boynuna doladım. O da tıpkı eniştem gibi sıkıca sarmıştı beni. ... Elif ve eniştemle birlikte hızla tribünlerde yerimizi almıştık. Maçı izlemeden müdürün yanına gitsem olur muydu? Tabi ki olmazdı. O yüzden ben de öyle yaptım. Hahaha. Ama maalesef ki tribünler neredeyse dolu olduğu için sadece en arkalardan yer bulabilmiştim. Yani bulabilmiştik. Bilseydim maç olduğunu. Daha erken gelirdim. Hatta ve hatta gün doğmadan. Hayır yani yolu düşende bir bakayım diye gelmiş oturmuş sanki. İnanmiyacaksınız ama tontiş, tatlı teyzeler bile gelmiş. Hatta bir tanesi kar tanesi saçlarını iki yandan örmüş arkasına atmış tam karşımda oturuyordu. Bir de bir tatlı konuşuyor anlatamam. Ben hayatımda böyle istanbul türkçesi kullanan insan görmedim. İnsanı bırak hayvan bile görmedim. Bir insan ancak bu kadar güzel istanbul türkçesi kullanabilir. 'Eskiler işte' diye geçirdim içimden. Her şeyin en iyisini onlar bilir ve onlar yapar. Kimse onların eline su dökemez. Düdüğün çalmasıyla hıza bakışlarımı sahaya sabitledim. Ben kafamı çevirene kadar maç çoktan başlamıştı. Bu ne hızdır arkadaş? Derin bir nefes alıp verdim. Haydi bismillah. ... Maç başlayalı on dakikayı geçmişti. Maç berabereydi. Ama tezahürat yapan bir seyirci bile göremedim daha. Çıt dahi çıkmıyordu seyirciden. Salondaki tek ses topun ve oyuncaların ayak sesiydi. Yok yok böyle olmayacak! Hızla kafamı sol tarafımdâki enişteme çevirdim. "Enişte...Pişt!" Eniştem kafasını bana çevirdiğinde kulağına eğildim. "Ne ses var ne seda. Bu ne biçim bir maç enişte?(!)" Güldü. "Bu ne ki? Aradan sonra daha da sessizleşiyorlar." Kaşlarımı çattım. "Niye ki?" Omuz silkti. "Oyuncuların aklını karıştırmamak için. Maç süresince ses çıkarmıyorlar. Tüm coşkularını maç bitişine saklıyorlar." "Bu ne saçma şeydir ya?" Her zaman ki gibi yine güldü. "Elif'le başlarda tıpkı senin gibiydik. Ama işte sonradan alışıyor insan. Mesela ben, tezahürat aşkı denen bir şey kalmadı içimde." "Yok bu böyle olmaz." Bu kez kaşlarını çatan taraf eniştem olmuştu. "Ne yapacaksın?" Şeytanice gülümsedim ve elimi kaldırıp iki kez "bende bende" dercesine vurdum. Ayağa kalktım ve eniştemi kolundan tuttum. "Kalk şimdi oradan." "Neden?" "Sen bir kalk." Kolunu çekiştirdiğimde bu kez beni hiç zorlamadan ayağa kalktı. Kafamı kaldırıp yüzüne bakacağım diye az daha boynumdan oluyordum. Enişte enişte değil mübarek gökdelen! Elif her gün her gün nasıl bakıyor buna ya?(!) Ben olsam çoktan fıtıktan ölmüş olurdum herhalde. "Şimdi enişteciğim, Elif'le yer değiştirir misin?" Gene kaşlarını çattı. "Niyeymiş o?" "Niyesini boş ver sen. Bir Elif'i gönderi ver bana." Bu kez sözümü dinlemiş ve Elif'in yerine oturmuştu. Elif de yerine oturup yüzüme baktı. Yanına oturup kulağına eğildim. "Elif şu sahaya bir can suyu içirelim ya?(!)" Kaşlarını çattı. "Nasıl olacak o dediğin?" "Tezahürat diye unuttuğun bir terim varmış tanıdık geldi mi?" "Gene başladın ha!" Güldüm. "Tamam tamam." Ayağa kalktım. "Ben başlıyorum devamını sen getir." O da ayağa kaltı. Heyecanla ellerimizi kaldırdık ve beşlik çaktık. Sahaya döndüm ve tüm gücüme bağırmaya başladım. "Oyunun adı basket Tak kafana kasket." Sustum ve Elif'i bekledim. O da tüm gücüyle bağırmaya başladı. "Atamıyorsan basket Bu sahayı terk et." Ve tüm bakışlar bize döndü. Oyuncular bile bir anlığına duraksar gibi olmuşlar sonra hızla toparlamışlardı. O an karşı tribünden bir ses yükseldi. "Bu maç bizim lehimize Çevirmeyin aleyhinize." Kız sahadaki bakışlarını bize çevirdi ve işaret parmağıyla bizi gösterdi. "Karşı yakaya söylüyorum Gururunuzun şarjı bitmiş Bi zahmet takın prize." Kaşlarımı derince çattım. Oyuncular bile durmuş bize bakıyorlardı. O an bizim takımdan bir çocuk fırsattan istifade bir beşlik attı. Yes be! Şeytanice gülümsedim ve bize laf atan kıza döndüm. "Dikkat et güzellik Aleyhine dönecek bu lehlik Hafife aldığın karşı yaka Az önce attı bir beşlik." Kız saçma saçma güldü ve salık bıraktığı saçlarını arkaya savurdu. Bir de gülüyor! Ya Rabbim ya Resul. "Dereyi görmeden sıvamışsın paçayı. Dikkat et de almayayım façanı Dilin fazla uzun belli ki Yolmayayım saçını başını." Hızla başımı Elif'e çevirip işaret parmağımla kendimi gösterdim. "Bana mı dedi o?(!) Benim mi saçımı başımı yolacak mış?(!)" Elif tam konuşacaktı ki onun konuşmasına izin vermeden enişteme döndüm. "Enişteciğim bana mı dedi o az önce?(!)" Enişteminde konuşmasına izin vermeden. Kıza döndüm. "Ulan ben seni varya!" ●●● |
0% |