@ebrumelek
|
Kaşlarımı çatıp kapıdaki kalabalığa baktım. Neden buradaydılar ki? Benimle doğru düzgün konuşmaya tenezzül etmeyen insanların, üstelik aylar sonra, şu an evimde ne işleri vardı? Gözlerim tek tek hepsinin üzerinde gezindi, yüzlerinden hiçbir anlam çıkaramadım. Ama kesin olan bir şey vardı: Bu kadar uzun süre sessiz kalanların bir anda böyle cümbür cemaat gelmesi, işlerin yolunda gitmediğini gösteriyordu. Sinirlerimi kontrol etmek zorundaydım; doktorun verdiği ilaç etkisini yitirmeye başlamış olmalıydı, çünkü kolum gittikçe daha çok ağrıyordu. Her geçen dakika sızı daha derinden vuruyor, sabrımı zorluyordu. Yorgundum. Hem zihinsel hem de fiziksel olarak tükenmiştim. Tek istediğim bu geceyi evimde huzurla geçirmekti. "Buyurun," dedi annem şaşkınlıkla. Bu insanlar ne kadar süreliğine burada olacaklardı, bilmiyordum. Ama bildiğim tek şey, şu anda en son ihtiyacım olan şeyin onların varlığı olduğuydu. İnşallah sadece Gül'ü almaya gelmişlerdi. Annem, Gül'ün ailesini salona buyur ettiğinde yüzündeki şaşkınlığı gizleyemiyordu. Ellerinde büyük bir pastayla gelmişlerdi, bu ani misafirlik için pek uygun olmayan bir hediye. Annem, derin bir nefes alarak misafirperverliğini takındı ve hepsine gülümseyerek koltukları işaret etti. "Hoş geldiniz, buyurun oturun," dedi, sesi alışık olduğum gibi yumuşak ama hafif şaşkındı. Abdullah Bey ve Sare Hanım, aynı ölçüde kibar bir şekilde "Hoş bulduk," diyerek oturdular. Gül'ün babası Abdullah Bey bana dönerek, "Gökçen, çok geçmiş olsun kızım," dedi. Sözlerine karşılık vermedim, sadece başımı sallayarak onayladım. Kısacık bir bakış attım, yeterince resmi bir karşılık verdiğimi umarak. Gözlerim istemsizce Poyraz'a kaydı. Onu en son karargahta görmüştüm. O zaman duruşu her zamanki gibi kendinden emin ve sertti. Şimdi ise yüzündeki yorgunluk belirginleşmiş, gözleri solgun ve çökmüş görünüyordu. Çok kötüydü. Ne olmuştu ona? Gözlerinden evde bir şeylerin ters gittiğini okuyabiliyordum, ama soracak gücüm de cesaretim de yoktu. Göktuğ, çekingen ama bir o kadar da meraklı bakışlarla beni süzüyordu. Gözleri, annesinin gözlerinin tıpatıp aynısıydı. Fakat ne gariptir ki Sare Hanım’ın soğuk ve mesafeli bakışlarının aksine Göktuğ’un gözlerinde bir sıcaklık vardı. Sessizce, ama dikkatlice izliyordu beni. Yaşı en fazla 25 gibi görünüyordu, yüzünde yumuşak bir ifade vardı, neredeyse çocukça bir masumiyet. Onun gözlerine baktıkça, bu ailede en azından birinin anlayışlı olabileceğini düşündüm. Yanımda oturan Gül ise ailesine karşı belli belirsiz mesafeli davranıyordu. Sanki onlarla arasında görünmez bir duvar örmüştü. Başını dik tutuyor, göz teması kurmaktan kaçınıyordu. Bütün bunların benim yüzümden olduğunu düşündükçe içimde bir huzursuzluk büyümeye başladı. İnşallah benim yüzümden bir kavga etmemişlerdir, diye geçirdim içimden. Yine de bakışlarımı ailenin diğer üyelerinden ayırmadan, durumu anlamaya çalışıyordum. Aileye dikkatle bakınca hepsinin gözünün bende olduğunu fark ettim. Poyraz, Göktuğ ve Abdullah Bey'in yüzlerinde derin bir hüzün vardı, sanki hepsi benden özür diler gibi bakıyordu. Yılların ağırlığını taşır gibi bir sessizlik içindeydiler. Öte yandan, Sare Hanım'ın duruşu tamamen farklıydı. Yüzünde bir memnuniyetsizlik ifadesi, bakışları ise sık sık kaçamak hareketlerle evi inceliyordu. Gözlerinden evi beğenmediği belliydi. Sanki zorla getirilmiş gibiydi, buraya ait olmadığını her haliyle hissettiriyordu. Abdullah Bey, uzun bir sessizliğin ardından, sesini yumuşatarak konuştu: "Gökçen kızım, doğum günün kutlu olsun." Sözleri havada asılı kaldı. Bu cümle kafamda yankılanırken neredeyse bir yıldır benimle tek kelime etmeyen bu insanların, ne olmuştu da birden evime kadar gelip doğum günümü kutladıklarını sorgulamaya başladım. Ne değişmişti? Onların burada olmasına inanamıyordum. Beni neden şimdi hatırlamışlardı? "Teşekkürler," dedim, sesim soğuk ve ifadesizdi. Söyleyecek daha fazlası yoktu sanki. Annem misafirlere ikram hazırlamak için mutfağa yöneldi. Kek, poğaça, börek ve kısır vardı zaten evde. Gül de annemin arkasından yardım etmek için mutfağa gitti. Onun kendi evinde nasıl davrandığını bilmiyorum ama bizim evde misafir gibi oturmaz, her zaman bir şeyler yapmak için çabalardı. Hatta mutfakta birçok şeyin yerini öğrenmişti bile. Bu yönü bana her zaman farklı ve içten gelmişti. Bir süre sonra Gül, elinde iki tabakla, annem de çay tepsisiyle salona döndü. Her ikisi de misafirlere ikramları sunarken, gözlerim Sare Hanım’a kaydı. Gül'ün elinde tabakları gördüğü an kaşlarını çatmıştı. Gül'ün bu şekilde hizmet eder gibi hareket etmesinden rahatsız olduğu her halinden belliydi. Yüzünde, bunu görmeye katlanamayan bir ifade vardı. Gül ve annem ellerindekileri servis ettikten sonra tekrar mutfağa dönerken, Sare Hanım'ın yüzü daha da buruşmuş, adeta tiksinircesine önüne konulan tabağa bakıyordu. Rahatsızlığı o kadar belirgindi ki, sanki içinden "Benim kızım burada tabak mı taşıyor?" diye geçirdiğini duyar gibiydim. Annemler tüm tabakları dağıttıktan sonra kendilerine de birer tabak alıp koltuklara yerleştiler. Göktuğ, tabağındaki börekten bir parça alırken, yüzünde hafif bir gülümsemeyle, "Ellerinize sağlık, çok güzel olmuş," dedi sıcak bir tavırla, annemin yaptığı ikramlara iltifat etmekten geri kalmamıştı. Gözüme çarpan bir başka şey ise Gül'ün nişanlısı Alihan'dı. O da gelmiş ancak sessiz sedasız bir köşede oturuyordu. Gözlerini kısarak Gül'e bakıyordu. Daha önce Alihan'la hep zor zamanlarımda karşılaşmıştım; bu yüzden ona hiç dikkatlice bakma fırsatım olmamıştı. Şimdi onu detaylıca inceleme fırsatı bulduğumda oldukça yakışıklı bir adam olduğunu fark ettim. Keskin yüz hatları ve ciddi duruşu vardı. Ancak bir şey dikkatimi çekmişti: Gül’e baktığı anlarda gözlerinde o sıcaklığı, o sevgi dolu bakışı görememiştim. Hatta bakışlarında hafif bir soğukluk vardı, sanki ona ilgisi yokmuş gibi. Tabii, belki de onları henüz tanımadığım için böyle hissediyordum. Ama içimdeki bu rahatsızlık hissi giderek artıyordu. O an, aralarındaki ilişkinin ne durumda olduğunu merak etmeden duramadım. Gül’ün ailesi ve Alihan buradayken Gül'ün neden mesafeli davrandığı daha da merak ettim. Abdullah Bey’in sesi, sanki içinde birikmiş yılların ağırlığını taşır gibi titriyordu. "Kızım, söze nereden başlayacağımı bilmiyorum ama sana bir özür borcumuz var, farkındayız. Seni tanımak adına bir adım atamadık. Bizi mazur görüp, sana olan adımımızı kabul eder misin? Biz seni tanımak istiyoruz," dedi. Sözleri, yüzündeki pişmanlıkla örtüşüyordu. Ona soğuk bir bakış attım. Bu kadar kolay olmayacağını biliyordum. Anneme dönüp baktığımda yüzünde beni cesaretlendiren bir ifade vardı, gözleri adeta "Evet, izin ver" diyordu. Ama bu iş o kadar basit değildi. İçimde biriken tüm kırgınlıkları bir anda silip atamazdım. Boğazımı temizleyip odada bulunan herkese tek tek göz gezdirdim. Sare Hanım hariç, herkesin bakışlarında umut vardı. Gözlerindeki o beklenti ve tedirginlikle bana bakıyorlardı. Ancak Sare Hanım, en başından beri olduğu gibi soğuk ve ilgisiz duruyordu. Beni tanımak istemediği her halinden belliydi, hatta burada olmayı bile istemiyordu. Neden böyle hissettiğini bilmiyordum, ama burada olmasının tamamen zorunluluktan kaynaklandığını anlamak için fazla düşünmeme gerek yoktu. Gözlerimi tekrar Abdullah Bey’e çevirip, derin bir nefes aldım. Sesim soğuk ve mesafeli çıktı: "Abdullah Bey, siz de ben de farkındayız ki neredeyse bir yıldır benim varlığımdan haberdarsınız, öyle değil mi?" Abdullah Bey, mahcup bir şekilde başını eğip, yavaşça "Evet kızım," dedi. Bu basit cevabın arkasında ne kadar da karmaşık olaylar saklıydı ama bu pişman dolu bakış, geçen zamanı geri getiremezdi. Abdullah Bey’in karşısında soğukkanlılığımı koruyarak konuşmaya başladım, ama içimdeki öfke her kelimede artıyordu. "Anlayamadığım şu Abdullah Bey," dedim, sesim her zamankinden daha sertti. "Siz ve aileniz benimle asla iletişim kurmadınız. Üstüne oğlunuz, kendi evimde bana hakaret etti ve yalancılıkla suçladı. Ona da ses çıkarmadım ki bana deli derler. Beni tanımadığınız için, normalde bunun altında kalmayacağımı bilmiyorsunuz. Ancak ben bu lafların altında kaldım. En azından oğlunuz sizden daha cesurmuş ki gelip aklındakileri yüzüme söyledi. Siz tanımak istemeyi geçtim, konuşmaya bile tenezzül etmediniz öz kızınızla. Neden şimdi doğum günümü kutluyorsunuz ki? Bir yıldır neredeydiniz de şimdi özür diliyorsunuz?" Abdullah Bey’in yüzü daha da mahçup bir hale bürünmüştü. "Kızım, biz Gül yanlış anlar, üzülür, kırılır diye sana adım atmadık," dedi, sesi titrek ve pişmanlık doluydu. Ama bu bahane beni daha da sinirlendirmişti. "Öyle mi?" dedim alayla. "Peki, bundan Gül'ün haberi var mı? Sizce Gül buna alınsaydı, benim görevde olmadığım zamanlarda neredeyse her gün iletişim kurar mıydı benimle? Hiç Gül'e sordunuz mu? Kaç kez bizi ziyarete geldiğini biliyor muydunuz?" Derin bir nefes aldım, ama sakinleşmek yerine daha da dolmuş hissediyordum. "Biliyor musunuz, keşke sizinle değil de Gül’le kan bağım olsaymış," dedim, gözlerim Abdullah Bey’in yüzüne dikiliyken. "Ama biz kan bağından bile daha güçlü bir kardeşliğe sahip olduk. Bana bahane uydurmayın lütfen, sizi kırmak da istemiyorum. Sizinle bir bağ da istemiyorum." Ardından Gül’e döndüm, ona nazik bir şekilde hitap ettim: "Gül, kusura bakma ama çok ağrım var. Odama gideceğim. Yarın işin yoksa bir yerlere gidelim?" Gül, yüzünde hafif bir gülümsemeyle, "Sen o kolla evden adımını atamazsın kusura bakma Gökçen. Yarın ben buraya gelirim yine," dedi. Başımı sallayarak onayladım ve yanağından öptüm. Diğerlerine bakmadan, "Hepinize hayırlı akşamlar, izninizle uyuyacağım, yorgunum," dedim ve ayağa kalktım. Tam kalktığımda, Poyraz yanıma geldi ve sağlam olan koluma girmeye çalıştı. Onu kibarca ittim, ama yine de koluma girdi. Sabır çekip tatsızlık çıkmaması için sesimi daha fazla çıkarmadım. Poyraz, odamın önüne kadar bana eşlik etti. Poyraz’ın yüzünde derin bir pişmanlık vardı. Gözlerime bakarak, "Özür dilerim Gökçen, affı yok biliyorum ama çok özür dilerim," dedi. Sözleri çaresizlik doluydu, ama bana geçmeyen bir tür boşluk hissettirdi. Ona soğuk ama kararlı bir şekilde baktım. "Aramızda özür dilenecek kadar bir değer yok, komutanım," dedim. Sözlerim onu yaralamış olabilirdi, ama dürüsttüm. "Lütfen özür dilemeyin. Ancak vicdanınız rahatsız ediyorsa, özrünüzü kabul ediyorum. Ama lütfen, benimle iş meseleleri dışında görüşmeyin." Son sözlerimle birlikte, odaya doğru yöneldim ve kapıyı arkamdan kapattım. *** Ne zaman uyudum, ne zaman uyandım, evdekiler ne zaman gitti? Hiçbir şey bilmiyordum. Yıllardır böyle deliksiz uyumamıştım. Benim yatağım kesin sihirliydi, yoksa nasıl bu kadar derin bir uykuya dalabilirdim? "Aylardır dağda taşta geziyorsun, tabii ki uyursun," diye kendi kendime söylenirken odamın kapısı açıldı. Annem kaşlarını çatmış ve endişeli bir ifadeyle bana bakıyordu. Kendi kendime konuşmama her zamanki gibi sinir oluyordu. “Yine kendi kendine ne söyleniyorsun, deli kızım?” dedi, sesi bir nebze sertleşerek. “Sana da günaydın, sultanım. Yastığımla konuşuyordum çok özlemişim de. Akşam neler oldu benden sonra?” diyerek başımı kaldırdım. Annem, yatak ucuna oturdu ve bir süre düşündü. “Babanla alakalı konuştuk, kızım,” dedi. Bu cümlesiyle içimde bir şeyler yerinden oynamıştı. “Ne konuştunuz Orhan Toprak hakkında?” diye sordum. O adama baba demeyi yıllar önce bırakmıştım. Annem derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. “Bize yaşattıklarını özetle anlattım. Adamcağız, senin çocukluktan genç kızlığına kadar her gün dayak yediğini duyunca neredeyse ağlayacaktı. Gözleri dolu dolu dinledi beni. Koskoca adam kahroldu, kızım. Hele oğulları Poyraz'ı zor tuttuk. Babanı öldürmeye gidiyorlardı.” İçimde bir soğukluk hissettim. “Neden anlattın ki anne? Onlara ne bizim hayatımızdan, bilmeye ne hakları var!” dedim. “ben onlarla görüşmek istemiyorum anne” diye devam ettim. “Bir şans ver, büyüklük sende kalsın annem. Adam da oğulları da bin pişman. Kadın da içten içe pişman, sen öyle soğuk durduğuna bakma. Sen de dışarıdan bakıldığında öyle soğuk durursun, ama içini ben bilirim. O kadın da içten içe seni tanımak istiyor.” son cümlesine bence annem de inanmamıştı. Sare hanım asla beni tanımak istemiyordu, aksine hep memnuniyetsiz ve zoraki duruyordu. “Anne tamam konuyu kapat. Bir daha gelmesinler bu eve. Şu an sadece dinlenmek istiyorum.” annem eğilip alnıma öpücük kondurduğunda cevap vermemişti. Odadan çıkarken yüzündeki kaygı ifadesiyle bana veda etti. İçimdeki huzursuzluk her şeyin ne kadar karmaşık olduğunu bir kez daha hatırlattı. Düşüncelerim beni ele geçirmişken, derin bir nefes alıp yeniden gözlerimi kapattım. Gerçekten istemiyordum. Artık bir anlamı kalmamıştı. İçlerinden geldiğini de düşünmüyordum. Bence Gül bizimle samimi olunca, onlar da zorunda hissettiler kendilerini. Ben böyle bir ilişki istemiyordum. Poyraz da vicdan azabı çekiyordu. Göktuğ zaten sessizdi ama dün onun bakışlarında özlem duygusunu hissetmiştim. Bu beni etkilese de göz ardı edecektim. Ne olursa olsun onlara taviz vermeyecektim. İçimdeki kararlılık bana her zaman güç veriyordu. Herkes geçmişteki hatalarının peşinden koşarken ben kendi sınırlarımı çiğnetmeyecek, yaşadıklarımın üstünde bir hayat kurmaya çalışacaktım. Onların dünkü konuşma çabaları beni etkilemişti ama ben hâlâ kendimi korumak zorundaydım.
|
0% |