@ebrumelek
|
Kahvaltının ardından annemle balkona çıktık, güneşin keyfini sürüyorduk. Dünkü ziyaret aklımdan çıkmıyordu. O ailenin bize gelmesine, beni tanımak için bir adım atmalarına hâlâ inanamıyordum. Gül bize yakın olunca, kendilerini zorunlu hissetmiş olmalıydılar. Büyük ihtimalle annelerini de zorla getirmişlerdi; kadın sürekli kapıya bakıyordu, kalkmak istediği her halinden belliydi. Ziyaretleri, yalnızca vicdanlarını rahatlatmak içindi. Annemle biz çok zor günler atlatarak bu noktaya gelmiştik. Artık hiçbir şeyin huzurumuzu bozmasına izin veremezdim. Kimsenin vicdanını rahatlatacak bir maşa da olmayacaktım. Hayatımıza müdahale etmelerine izin vermeyecektim, ne kadar ısrar ederlerse etsinler. Zaten en fazla bir iki defa daha beni tanımak için ısrar ederler, sonra tekrar kabuklarına çekilirlerdi. Kapı sesi duyulduğunda ayağa kalkacakken annem hemen beni durdurup kapıya yöneldi. Göz devirmeyi ihmal etmemişti. Gül’ün sesi koridordan gelince yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Annemle birlikte balkona geldiler. “Hoş geldin canım,” dedim ona dönerek. “Hoş buldum. Gökçen, nasıl oldun? Daha iyi misin?” sözleri bitince balkondaki sandalyeye oturdu. “Ben gayet iyiyim de, anneme bunu anlatamıyorum. Hadi, kendine bir çay al öyle otur,” dedim hafifçe gülerek. Annem dayanamadı “Sus kız, çok iyiymiş! Kurşun sıyırmış kurşun! Bana ‘iyiyim’ diyor” diye söylenmeye başladı yine. Annemim söylenmesiyle Gül gülmeye başlamıştı. “Anne, Allah aşkına, benim işim bu. Çok daha kötülerini yaşadım, biliyorsun.” “Ah kızım biliyorum tabii, ama sana bir şey olacak diye yüreğim ağzımda geziyorum. Allah’ım tüm askerlerimizi korusun,” diye dua etmeye başladı annem, her zamanki gibi dudaklarını kıpırdatarak sessizce dualarını okudu. Duası bitince yüzümüze doğru üç kez “tü tü tü” yapıp, elleriyle yüzünde “amin” dedi. O an Gül’le göz göze geldik, o kahkaha patlatırken ben de ona katıldım. Annem işte... Ben alışıktım. Gül ile çocukluk anılarımızı konuşmaya başladık. Benim anlatacak çok parlak anılarım yoktu ama aklıma gelenleri paylaştım. Gül’ün ise her anısı çok güzeldi. Onun anlattıklarını dinlerken fark ettim ki babası ve Poyraz hep yanında olmuş ona her şeyi öğretmişler. Fakat Gül benim incinmemem için o kısımları kısa kesmeye çalışıyordu, bunu fark edebiliyordum. Sohbetimiz derinleşirken kapı bir kez daha çaldı. Bu aralar bizde misafir de eksik olmuyordu anlaşılan. Annem kapıya gittiğinde içeriden bir gürültü yükseldi. O sesleri tanıyordum; bizim çocuklar gelmişti. Büyük bir gürültüyle balkona daldılar, her biri yüksek sesle konuşuyordu. E, ne de olsa hepimiz askeriz, sessizlik bize göre değildi. “Komutanım, geçmiş olsun ve dünkü doğum gününüz kutlu olsun!” diye bağırarak Anıl üzerime atladı. Kollarıyla beni sararken küt diye bir ses duydum. Bana ahtapot gibi yapışan Anıl offff diye bağırdığında şaşkınca kendimi çekmeye çalıştım ve durumu anladım. Annem Anıl'ın kafasına terlik fırlatmıştı. Tam isabetti, 12’den vurmuştu. “Deli oğlan, bırak kızı yaralı. Bir de üstüne atlıyorsun! Alırım ayağımın altına seni şimdi,” dedi annem. Hepimiz kahkahaya boğulduk, tabii Anıl hariç. Gül bile gülme krizine girmişti. Anıl, kafasını tutarak söylenmeye başladı “Özgü anne, aşk olsun ya! Kırdın kafayı, yemin ederim Gökçen komutanımdan daha ağır elin!” "Sus bakayım. Git de Görkem abinin elindeki pasta için tabak, çatal, bıçak getir. Zaten dolapta 4 tane daha pasta vardı. Dolabımda yer kalmadı. Hepsini yiyin bitirin." Dediğinde Anıl çoktan mutfağa fırlamıştı bile. "Gökçen dün gelecektik ama görev vardı. Kutlamak bu güne nasip oldu. Kolun ne durumda var mı sıkıntı?" Diye sordu Görkem abi elindeki pastayı Anıl'a uzatırken. "İyi abi sıkıntı yok çok şükür, teşekkür ederim. Bu arada sizi Gül ile tanıştırayım. Kendisi Poyraz komutanın kız kardeşi. Gül, bunlarda benim Tim arkadaşlarım. Ailem gibidirler." Bizimkiler, Poyraz’ın kardeşi olduğunu söylediğimde karıştığım kişinin Gül olduğunu hemen anlamışlardı. Gül, tanımadığı insanların yanında çekingenleşiyordu, bu belli oluyordu. Onlara bakarak utangaç bir şekilde “Merhaba,” dedi. Gerginliği hafifletmek için duruma müdahale edip konuşmaya başladım. “Bak, bu Görkem abi ve Mehmet abi,” diyerek onları gösterdim, “timin abileridir. Ece, en dobra olanımızdır. Selman ise ortalığı toparlayandır, lakabı da zaten Atik. İçerideki Anıl, çöpe atsak da kurtulsak dediğimiz ama en sevdiğimizdir.” Gül, “Memnun oldum,” dedi utangaçça. Aslında bizimkilerin Gül'e tepki göstermemesi için tek tek tanıtmıştım. Yoksa Poyraz’ın kardeşi dediğim için ters bir tepki verebilirlerdi. Bizimkilerin tersine denk gelmek istemezdi kimse. Gül ise hassas bir kızdı. Neyse ki aramızda tatlı bir konuşma olduğunu görünce timimdekiler sorun olmadığını anladılar. Sohbet devam ederken, bir anda Görkem abiyle göz göze geldik. Bana söylemek istediği bir şey olduğu belliydi. “Siz oturun, ben birazdan geliyorum,” diyerek yavaşça ayağa kalktım ve odama doğru yürüdüm. Arkamdan Görkem abi de sessizce geldi. “Ne oldu abi, bir sorun mu var?” diye sordum, yüzüne bakarak. “Dün gelemedik, görevdeydik demiştim ya. Dün birkaç gelişme oldu Gökçen. Bilmiyorum haberin var mı ama Aysu tutuklandı. Sebebini anlamadık. Albaya sordum, ama bir şey söylemedi. Sonra da bizi kısa bir göreve gönderdi. Sen neler olduğunu biliyor musun?” Sıkıntıyla başımı öne eğdim. Albay henüz bir açıklama yapmadıysa, ben de detay veremezdim. “Abi, sebebini biliyorum ve ortada bir yanlış anlaşılma yok. Albay zaten açıklar. Benim bir şey söylemem doğru olmaz.” “Anladım. Aysu bizim timde olduğu için, sen yokken komuta bendeydi. Onu çıkartmak için elimden geleni yaptım ama işin içinde tuğgeneraller bile var. Öyle basit bir suç değil. Dün karargâha birkaç heyet geldi, görüşmeler yapıldı. İnşallah vatanımız için hayırlı bir karar çıkar.” “İnşallah abi,” diyerek onunla birlikte balkona geri döndük. Kampta yakaladığım belgelerde karargahla yapılan tüm görüşmelerde Aysu adı geçiyordu. Onun telefonuyla da Suna denilen terörist birkaç defa aranmıştı. Yapılan tüm köstebekliklerde Aysu'nun onayı vardı. Yedi ay süren zorlu görevim sonucu haini yakalamıştık. Bizimkilerin yanına balkona döndüğümde ortam şen şakraktı. Ece ve Anıl, Gül'ü daha fazla sohbete çekmeye çalışıyor, onun çekingenliğini kırmaya uğraşıyordu. Gül, hâlâ biraz utangaç olsa da, onların sıcak tavrıyla hafifçe gülümsemeye başlamıştı. Annem ise timin esprilerine gülmekten adeta nefes alamıyordu, karnını ovalayıp gülme krizinden çıkmaya çalışıyordu. Timdeki herkesin keyfi yerindeydi; onların bu sıcaklığı beni de rahatlatmıştı. *** Akşam olduğunda tim gitmişti, ancak Gül hâlâ bizdeydi. "Timini çok sevdim Gökçen, çok eğlenceli insanlar," dedi. "Öylelerdir," diye karşılık verdim, "belli ki onlar da seni sevmiş. Çünkü sevmedikleri insanlara neler yaptıklarını görmek istemezsin. Gerçi sen de sevilmeyecek bir insan değilsin." Bu sözlerim üzerine Gül hemen utanarak bakışlarını kaçırdı. Gerçekten çok tatlıydı bu kız. "Gökçen, sana sormak istediğim bir şey var. Ama önce kabul edeceğine söz ver," dedi aniden. "Gül, benden yapamayacağım bir şey isteme lütfen. Seni asla kırmam, ama ailenle ilgiliyse yapamam," dedim temkinli bir şekilde. "Hayır, direkt ailemle ilgili değil. Vildan teyzeyi tanıyorsun, hastanede başhekim." Vildan Hanım hemen aklıma geldi. Hastanede olduğum süre boyunca benimle çok ilgilenmişti ve gerçekten çok tatlı bir kadındı. Sonrasında da beni aramaya devam etmiş, görevde olmadığım zamanlarda hâlimi hatırımı sorarak iletişimimizi sürdürmüştü. "Gül'ün bakışları, kelimelerinden çok daha fazla şey anlatıyordu. Yüzüne düşen o hafif mahcubiyet, bir yandan beni zor durumda bırakmak istemediğini ama diğer yandan da ne kadar çok istediğini açıkça ortaya koyuyordu. "Evet ne olmuş Vildan Hanım’a?" diye sorarak lafa girdim. "Vildan teyzenin oğlu uzun süredir uzaktaydı ve dün dönmüş," diye başladı. "Onun dönüşü şerefine evlerinde küçük bir kutlama yapacaklar. Dün telefonda Vildan teyze beni aradı ve seni de davet etmek istediğini söyledi. Ama bizimkilerin sana olan tavrından dolayı seni aramaya çekinmiş. 'Sence gelir mi davet etsem?' diye sordu. Ben de ona, 'Bilmiyorum ama bir ara bence teyze,' dedim. Yani seni bugün arayabilir ve davet edebilir. Beni kırmayıp kabul etsen olur mu, Gökçen? İstersen çok kalmazsın." Of, bu davet de nereden çıkmıştı şimdi? İçimden bir anlık huzursuzluk geçti. Gül'ü kırmak istemiyordum, ama o aileyle tekrar karşılaşmayı da hiç istemiyordum. O an karar vermek çok zordu. "Gül, bilemiyorum… ama sanırım kabul edemem. Bana kırılma, olur mu?" dedim, biraz mahcup bir şekilde. Gül ısrarını elden bırakmıyordu, gözlerindeki hüzünle yumuşak ama kararlı bir ses tonuyla konuştu: "Gökçen, bak lütfen. Hem Göktuğ da seni gördüğüne çok sevinir. O çok kırılgandır. Sana karşı hiçbir önyargısı yoktu, ama etki altında kalabiliyor. En azından bir yarım saat uğra, bak Vildan teyze seni çok sevdi. Zaten arada telefonla da görüşüyorsunuz. Ne olur, hem onu hem de beni kırmasan?" Gül’ün bu içten isteği karşısında kalbim sıkıştı. Gitmemek için bahane aramak istemiyordum ama orada karşılaşacağım insanlar beni huzursuz ediyordu. Yine de Gül’ün bana olan güvenini sarsmak istemiyordum. Vildan Hanım’ın araması durumunda direkt “hayır” demenin doğru olmayacağını düşündüm. Telefonda hep, “Görüşelim, bir yerlere gidelim olur mu?” diye sorardı zaten. Ama bu davet birdenbire nereden çıkmıştı? "Söz vermiyorum ama bakarız Gül, düşüneceğim olur mu?" dedim, biraz da kendimi rahatlatmak için. Gül, yüzünde hafif bir gülümsemeyle bana sarıldı. Bu içten hareketi karşısında içim yumuşamıştı. Beni ne kadar önemsediğini görmek, ona karşı biraz daha anlayışlı olmam gerektiğini hatırlattı. *** Biraz daha sohbet ettikten sonra, Gül'ü yolcu etmiştik. Televizyonda boş boş kanalları geziyordum. Annem balkonda çamaşır asıyordu. Telefonum çalınca elime aldım ve Başhekim Vildan hanım yazısını görüp derince ofladım. Şimdi ne diyecektim ki? "Alo Vildan hanım merhaba" dedim. "Merhaba Gökçen'cim, rahatsız etmiyorum umarım." "Elbette hayır Vildan hanım buyurun" annem elinde çamaşırla balkondan kafasını uzatıp bana bakmıştı. "Kızım ben seni bir konu için rahatsız etmiştim. Benim oğlum uzun süredir yoktu, görevdeydi. Geçenlerde döndü ve onun için bir kutlama yemeği düzenliyorum yarın akşam. Sadece Gül ve ailesi gelecekler. Bir de bizim ailemiz olacak. Sen ve annen de eğer müsaitseniz bize katılır mısınız? Orada olmanı, ben de eşim de çok isteriz." Ne diyecektim şimdi ben kadına? Direkt hayır demekte istemiyordum sonuçta kadın bana hep iyi yaklaşmıştı. O aileyle yüz yüze gelecektim ama muhattap olmazdım olur biterdi. Gül de çok istemişti. "Vildan hanım davetiniz için çok teşekkür ederim. Annemle konuşayım eğer müsaitsek elbette katılırız. Size birazdan tekrar dönüş yapsam olur mu?" Vildan hanım, sanırım direkt reddedeceğimi düşünüyordu ki ses tonu bir anda neşeli hâle gelip konuşmaya başladı. "Gökçen katılmanızı çok isterim. Olumlu haberini bekliyorum canım. Görüşürüz" diye telefonu kapattık. Telefonu elimden bırakınca annem geldi. Elleri belinde, ayakta bana bakıyordu. "Kim aradı kız?" "Anne başhekim Vildan hanım vardı ya oğlu için bir kutlama yemeği düzenliyormuş. Bizi de davet etti. Ben de anneme sorayım dedim." "Aaa oğlu mu varmış? Niye anneme sorayım diyorsun direkt evet deseydin ya. Gitmemek için bahane mi bulacaksın yoksa? Kızım o aileyi istemiyorsun anladım da, Vildan hanım bize hep iyi yaklaştı ve çok ilgilendi biliyorsun. Hayır dersen çok ayıp olur." "Off Anne biliyorum. Tamam arıyorum ve kabul ediyorum ama çok kalmayacağız söz mü?" Annem gülerek "Tamam tamam haydi ara. Ben de gidip yarın ne giyeceğimize bakayım. Sen utanmasan kot tişörtle gidersin." Anneme göz devirip Vildan hanımı arayıp kabul ettiğimizi söyledim. Geleceğimizi duyunca gerçekten çok sevinmiş gibi çıktı ses tonu. Adresi atacaktı. Yarın akşam 6'da yemeğin başlayacağını söyledi ve telefonu kapattık. Annem, ellerinde kıyafetlerle salona girdi. Tüm kıyafetler elbiseydi; alışverişte beğendiği elbiseleri benim için almayı çok seviyordu. Çoğunun etiketleri bile hâlâ üzerindeydi ama ben bu elbiseleri giymiyordum çünkü giyecek bir yer olmuyordu. İçlerinden biri, siyah, diz üstü ve şık bir elbiseye takıldı gözüm. Ama sırtı fazla açıktı. Annem, sırtımdaki izleri unutmuş olacak ki bu elbiseyi almıştı. Diğerlerine bakınca da hiçbirini beğenemedim. Gerçi hangisini giyersem giyeyim vücudumun bir yerinde mutlaka iz vardı ve gözükecekti. Sadece sırtımdakiler çok daha kötüydü. "Anne elbise giymesem olmaz mı?" dedim, elimle belime hafifçe dokunarak. "Hayır kızım olmaz. Bak ben bu elbiseyi çok beğenerek almıştım." Diyerek başka bir elbise çıkardı. Bunun rengi de siyahtı ancak sırtı çok daha kapalıydı. Yine de yara izimin bir kısmı gözükecek şekildeydi. "Sırtı açık diye giymeceğini düşünüp güzel bir fondöten de almıştım. Gel bak deneyelim" diyerek bana elbiseyi denetti. Gerçekten çok güzel ve çok şık olmuştu. Aynadan sırtıma baktığımda ise kabarmış, bıçak yüzmesi izlerinin sadece uçları gözüküyordu. Bu elbiseyi yiyebilirdim. Ertesi gün neredeyse akşam saatlerine kadar evde boş boş takıldım. Saat dörde gelirken kalkıp bir duşa girdim. Omzum artık çok daha iyiydi, suyun sıcaklığı üzerimdeki tüm gerginliği alıyordu. Duştan çıkıp kurulandım ve sargımı değiştirdim. Üzerine bir bandaj takarak elbiseyi giyindim. Sargı gözükse bile elbise çok hoş olmuştu; diz üstü, dar, şık ve zarifti. Saçlarımı kurutup fönlemeye başladım. Tam o sırada annem elinde fondötenle geldi ve sırtıma sürdü. İzler bir nebze de olsa kapansa da kabarıklıklar hâlâ belli oluyordu. Saçlarımı mecbur salık bırakacaktım, çünkü ne yaparsam yapayım onları toplamak, izlerimi daha da vurgulayacak gibi hissediyordum. Bu elbise ile suratımın çok sönük kaldığını düşündüm; biraz renklendirmem gerekiyordu. Gözlerime kahverengi eyeliner ve rimel sürdüm. Dudağıma da hafif bir ruj sürerek makyaj işlemlerimi bitirdim. Aynada kendime baktığımda gördüğüm hoşuma gitmişti. Aşağıya salona indiğimde annem de hazırlanmış beni bekliyordu. Üzerine çok şık yeşil ceket etek takım giymişti. Yakasına bronş takmış, saçlarını da zarif bir topuz yapmıştı. "Çok güzel olmuşsun, dön bakayım sana," dedi annem, gözlerinde bir gurur parıltısıyla. Kendi etrafımda bir tur dönerek anneme gülümsedim ve onun yanağına sulu bir öpücük kondurdum. Annem yanağını silerken bağırdı. "Allık sürmüştüm, neden bozuyorsun?" diyerek çantasından el aynasını çıkarıp yanağını kontrol etti. Onu kıkırdayarak izliyordum; annemin bu titizliği her zaman yüzümde bir gülümseme oluşturuyordu. "Bozulmadı sultanım, haydi çıkalım artık. Daha hediye alacağız," dedim, sabırsızca. "Tamam kızım, dur ocağı bir kontrol edeyim de çıkalım," diyerek mutfağa koşturdu. Ben de kapının önüne gidip siyah bir topuklu ayakkabıyı ayağıma geçirdim. Arabanın ve evimin anahtarını çantama attım; Beylik tabancamı da çantama koymayı ihmal etmedim. Annem mutfaktan gelince, birlikte evden çıktık. Hava serin ama hoştu; akşamın getirdiği taze bir hava, içimi ferahlatıyordu. Annemle yan yana yürürken her şeyin yolunda gideceğine dair içimde umut her zaman vardı. Umarım bu akşam tüm kaygılarımı bir kenara bırakıp keyif alabileceğim bir gece olurdu. Yolda bir hediyelik dükkanından çok güzel bir ev aksesuarı almıştık. Sonuçta eli boş gidilmezdi. Attıkları adrese yaklaşınca, yolda bir tatlıcı dükkanı görüp aracı park ettim. İnip en sevdiğim tulumba tatlısını da paket yaptırıp arabaya geri bindim. Adrese gelince arabayı boş bir yere park edip, annemle kol kola yürümeye başladık. Abdullah beyin ve Poyraz'ın arabasını da park halinde görmüştüm. Evin önüne gelince annem zile bastı. Kapıyı bir kadın açtı ve bize "Hoş geldiniz buyurun?" Dedi. "Hoş bulduk, bizi Vildan hanım davet etmişti ben Gökçen Toprak." "Ahh tabii Gökçen hanım buyurun lütfen" diyerek bizi evin girişine aldı. "Çantalarınızı alayım dilerseniz?" Diye sordu. Annem çantasını uzatmıştı ama benim beylik tabanca içinde olduğu için vermeyi tercih etmedim. O sırada Vildan hanım gülümseyerek yanımıza geldi. Sare hanım da yanında soğuk bir suratla geliyordu. Bu kadının güldüğünü hiç görmemiştim. "Hoş geldiniz Gökçen ve Özgü hanım. Davetimi kırmayıp geldiğiniz için çok teşekkür ederim, salona buyurun lütfen." Diye bizi yönlendirdi. Sare hanımın yanından geçerken "Hoş geldin" diye mırıldandı. Ona karşılık vermeden yanından geçtim. Annemle birlikte içeri girince bizi büyük bir salon karşıladı. Yemek masası özenle kurulmuştu; ama kimse henüz oturmamıştı. İnsanlar salonun içine dağılmış, sohbet ederek birbirleriyle kaynaşıyorlardı. Gözlerim salonu tararken, Gül’ün babasıyla Vildan Hanım’ın eşi olduğunu düşündüğüm adamın koltukta oturduğunu fark ettim. Yanlarında tanımadığım yaşlı bir çift vardı. Diğer köşede ise gençler, enerjik bir sohbet içerisindeydiler. Gül, Göktuğ, Alihan ve Poyraz’ın yanında bize arkasını dönük bir adam daha oturuyordu. Hepsi çok şık giyinmişti; tüm erkekler takım elbise giymişti. Gül’ün sevinçle parlayan gözleri, içeri girmemizi bekliyormuş gibiydi. Hemen gülümseyerek bize el salladı. "Hoş geldiniz" selam verdiği an harekete de geçerek yanımıza yürümeye başlamıştı neşeli bir şekilde. Annem onunla sohbet ederken gençlerin olduğu yerdeki hareketlilik dikkatimi çekti. Arkasını dönük adam, ayağa kalktı ve bize döndü... Karşımdaki adamla göz göze gelince ikimiz de birbirimize bakakaldık, donmuş gibiydik. Şok dalgaları bedenime yayılırken, beynim bu karşılaşmayı anlamlandırmaya çalışıyordu. Çünkü şu an karşımda Sercan Açık yani Kuzey vardı.... Bu bakışmanın sessizliği her şeyden daha gürültülüydü.
|
0% |