@ebrumelek
|
Salonda büyük bir sessizlik vardı. Kuzey'le gözlerimiz kitlenmişti, tüm dünya etrafımızda durdu sanki. Aylardır tanıdığım bir yüzün ardındaki karanlığı görüyordum. O pislik çukurunda birlikte yaşamıştık. Kirli sırların, sessiz kavgaların ve içten içe tükenen umutların ortasında kelimelere dökemediğimiz bir bağ kurmuştuk. İkimiz de birbirimize rol yaparak 7 ay geçirmiştik. Her gün başka bir maske, her gün başka bir yalan. Ama bu anda, bu sessizlikte maskelerimizi indirdiğimizi hissettim. Soyutlanmıştık; geriye sadece biz kalmıştık, çıplak ve gerçek. "Gökçen Toprak, evimde ne aradığını sorabilir miyim?" Diye sordu genizden gelen boğuk bir sesle. Tam bir şey söylemeye hazırlanırken, Vildan Hanım'ın tiz sesi odada yankılandı. "Oğlum siz tanışıyor musunuz?" Diyerek yanımıza geldi Vildan hanım yüzünde şaşkınlıkla karışık bir merakla. Gözlerim bir Kuzey’e bir Vildan Hanım’a kayarken içimde bir şeylerin çözülmeye başladığını hissettim. "Oğlum mu?" diye düşündüm, gözlerimi Kuzey'den zorla çekip Vildan Hanım'a çevirdim. Sonra etrafa göz gezdirdim ve herkesin bize baktığını fark edince rahatsızca yerimde kıpırdandım. Ortamdaki hava bir anda ağırlaşmıştı, üzerimdeki bakışlar gitgide daha da baskı yapıyordu. Vildan hanım "oğlum görevden döndü onun için kutlama yemeği" demişti. Kuzey onun oğlu muydu yani? Dünya gerçekten çok küçüktü... Kuzey de ben de "tanışıyor musunuz?" sorusuna cevap vermemiştik. Sessizlik uzadıkça, bizden bir cevap gelmeyeceğini anlayan Vildan Hanım, elini sırtıma koyarak beni nazikçe koltuklara yönlendirdi. Birkaç adım attım ve annemin yanına oturdum. Annemin bakışları üzerimdeydi. Öylesine sert öylesine anlam yüklü bakıyordu ki sanki sessizce “sonra bunun hesabını sorarım” diyordu. Bu bakışı çok iyi tanıyordum; genelde terliği fırlatmadan önceki uyarı bakışıydı bu. Yutkundum, içimde büyüyen huzursuzluğu bastırmaya çalışırken Kuzey’in de yoğun bakışlarını üzerimde hissediyordum. Yüzü, son gördüğüm zamankinden çok farklıydı. Sanki aradan yıllar geçmişti. Onu tanımakta güçlük çekmiştim. "Gökçen, Özgü Hanım, hoş geldiniz. Burada olmanıza çok sevindim," diyen Abdullah Bey'e göz devirdim. Cevap vermek içimden gelmedi, zaten verecek bir şey de yoktu. Annem ise nazik bir şekilde "Hoş bulduk," diyerek cevap verdi. Abdullah Bey pes etmedi. Sanki hiç fark etmemiş gibi, rahatça koltukta yanıma oturdu. Huzursuzluğum daha da arttı. İçimde bir yerlerde, bu gece boyunca sabrımın sınandığını hissediyordum. Etrafımdaki herkesin söyledikleri, yaptıkları sanki aramızdaki gerilimi daha da yükseltiyordu. Kuzey'in bakışları hâlâ üzerimdeydi, fakat artık buna odaklanacak halim kalmamıştı. Onun şu an burada olduğuna inanamıyordum. "Gökçen, bak seni tanıştırayım," diyem Abdullah Bey, yaşlı çifti eliyle işaret etti. İstemeyerek de olsa bakışlarımı onlara çevirdim. Adamın duruşu ve bakışları adeta otoriteyi temsil ediyordu; odaya girdiği an herkesin dikkatini çeken, sessiz ama güçlü bir havası vardı. Gözlerindeki sertlik, yılların tecrübesini ve ağırlığını hissettiriyordu. Yanındaki kadın ise tamamen farklı bir hava yayıyordu. Yüzündeki çizgiler, bir ömür boyu süren şefkatin ve iyi niyetin izlerini taşıyordu. Bana yumuşak, içten bir bakışla gülümsedi; o an içimdeki gerginliği biraz olsun hafifletmişti. "Kızım, eşim Sare'nin anne ve babası. Kemal babam ve Akkız annem. Yani senin de anneannen ve deden oluyorlar," dedi Abdullah Bey, büyük bir ciddiyetle. Sözleri zihnimde yankılandı. Anneannem ve dedem mi? Yaşlı çifte sert bir şekilde baktığımı fark edince hemen bakışlarımı yumuşatmaya çalıştım. Ama Kemal Bey, gözlerini bana dikmiş sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi bakıyordu. O bakışlar altında olduğum yerden kalkıp kaçmak istedim. Aşırı derecede otoriter bir adamdı bu çok belliydi. Akkız Hanım ise yüzündeki o sıcak gülümsemeyle bana bakmaya devam etti. "Kızım, deden emekli albaydır," dedi Abdullah Bey gururla. Zaten adamın asker kökenli olduğu her halinden belli oluyordu. Yıllarca süren disiplinin ve otoritenin izleri duruşundan bakışlarına kadar tüm varlığını sarmıştı. Bu tavrı sanki 50 metre öteden bile fark edilebilirdi. Kemal Bey, dimdik oturmuş gözlerini bir an olsun üzerimden ayırmadan bana bakmaya devam ediyordu. Onun yanında olduğum her saniye bir tür sorguya çekiliyormuşum gibi hissettim. Ağzımı bile açmadım, tek kelime bile etmedim. Onlar ve aileleri hakkında en ufak bir şey öğrenmek istemiyordum. Sadece sert bir bakışla karşılık verdim, sonra bakışlarımı hızlıca çekip uzaklaştırdım. Burası benim için bir yabancı diyar gibiydi ve muhatap olacağım insanların kim olduğu çok netti. Ne Sare Hanım, ne Abdullah Bey, ne de bu yaşlı çift—hiçbiriyle derin bir bağ kurmaya niyetim yoktu. Abdullah Bey’in bozulduğu çok netti; dudaklarının arasındaki gerginlik, yüzünün hafifçe düşmesinden anlaşılıyordu. Ancak bu sessiz gerilimde, en beklenmedik şey oldu: Kemal Bey’in dudaklarının hafifçe kıvrıldığını fark ettim. O an Kemal Bey'in beni anlamış olduğunu hissettim. Hatta onun da bu soğuk savaşın içinde bana karşı aynı taktiği uyguladığını fark ettim. İhtiyar, sessizliğin içinde bakışlarla bir oyun oynuyordu ve ikimiz de farkında olmadan bu oyunun bir parçasıydık. Adam resmen benim taktiğini uyguluyordu! Gözünü dik, izle, çöz, harekete geç... Vildan Hanım ve eşi, herkesi sofraya davet edincebhep birlikte kalktık. Annemin koluna girmiş ağır adımlarla masaya ilerliyordum. Tam o sırada Gül, annemin diğer koluna girdi. O an Sare Hanım’ın yüz ifadesini gördüm; kaşları hafifçe çatılmış, dudakları ince bir çizgi halini almıştı. Resmen bozulmuştu. İçimdeki yangın bir an için hafifledi. Onun bu küçük yenilgisi içimde tuhaf bir memnuniyet uyandırmıştı. Yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Bu, huzursuz edici ortamda bana biraz da olsa rahat nefes alma fırsatı sunmuştu. Masaya oturana kadar üzerimdeki birçok gözün beni incelediğini hissetmiştim. Giydiğim kıyafetin açık olması beni rahatsız ediyordu; kendimi fazlasıyla ortada gibi hissediyordum. Neredeyse belime kadar uzanan sarı saçlarımı açık bırakmıştım, bu sayede sırtımda fondötenle kapatamadığım bıçak izlerinin kabarıklıkları fark edilmiyordu. Yine de bakışlar üzerimde gezinirken bir an için saçlarımın bile bu izleri saklamaya yetmeyeceğinden korktum. Üstümde hissettiğim bakışların en belirgini ise Kuzey’e aitti. Onun için de bu karşılaşma şaşırtıcı olmuş olmalıydı. Gözlerimiz kısa bir an için buluştu, fakat bakışları derin ve sorgulayıcıydı. O kampta, savaşın izlerini taşıyan bakımsız bir halde bile yakışıklı olan adamnşu an podyumdan fırlamış gibiydi. Üzerindeki takım elbisebona ayrı bir karizma katmıştı. Bu kadar yakışıklı bir adamın büyük ihtimalle her limanda bir sevgilisi olabilecek tipte olduğunu düşündüm. Onun gibi bir adamın yalnız kalması imkânsızdı. Ama bir yandan da bu düşünce nedenini bilmediğim bir rahatsızlık hissettirdi bana. Ben şimdi neden böyle şeyler düşünüyordum ki? Ye yemeğini uza buradan Gökçen! Masada herkes yerini almış, yemek servisleri sessizce yapılmaya başlanmıştı. İlk olarak başlangıç yemekleri önümüze kondu. Sofrada, herkes yanında oturanlarla sohbet halindeydi. Annem yanımda oturuyor, onun yanında ise Gül ve Alihan yer alıyordu. Sessizce konuşmalarına kulak misafiri oldum, ama onların sohbetine dâhil olmak içimden gelmedi. Diğer yanımda ise Göktuğ oturuyordu, fakat o masanın altında telefonuyla mesajlaşıyor, tamamen başka bir dünyaya dalmıştı. Bir an göz ucuyla ekrana baktım ama ne yazdığına dair hiçbir şey anlayamadım. Sessizliği bozmadan başımı önüme eğdim, ama içimde bir huzursuzluk vardı; sanki masadaki herkes birbiriyle uyum içindeydi, sadece ben dışarıdan bir izleyici gibi kalmıştım. Yanımdakilerle sohbet etmeyenler arasında sadece üç kişiydik: ben, Kuzey ve dede olacak Kemal Bey. Kuzey ve Kemal Bey yan yana oturmuş sessizce çorbalarını hızlıca içiyorlardı. Ama eminim ki, onlar da benim gibi etrafı gözlemliyorlardı. Kemal Bey'den herkesin çekindiği çok belli oluyordu. Kimse ona saygıda kusur etmiyordu. Masadaki ağırlığı hissedilir düzeydeydi. Adamdaki otorite ve duruş, bizdeki albaya bile fark atardı. Onun varlığı sohbete katılmadan bile ortamın gidişatını kontrol altında tutuyormuş gibi geliyordu. Başlangıç tabakları toplanıp ana yemekler gelince, Vildan hanım ve eşi ayağa kalktı. Konuşma yapacaklardı sanırım. Off ne saçmaydı, sosyete miydik biz? Neyse belki onlar öyle olabilir ama biz değildik. "Herkese, bu mutlu günümüzde burada olduğunuz için çok teşekkür ederiz." Vildan hanımın eşi söze başlamıştı. Vildan hanımın elini tutarak içten bir gülümsemeyle konuşuyordu. Bir an için çevremdeki her şeyi unutup onlara odaklandım. Gerçekten çok tatlı bir çiftlerdi. Aralarındaki uyum, sevgi dolu bakışları ve birbirlerine gösterdikleri bu küçük jest oradaki herkesin dikkatini çekmişti. Her ne kadar bu tür gösterişli anlar bana uzak olsa da onların arasındaki bu saf sevgiye karşı içimden bir sıcaklık yükseldi. "Kuzey bizim biriciğimiz. 1 buçuk yıldır görevdeydi bildiğiniz üzere. Allah'ımıza şükür ki yine hep beraber bu sofradayız. Artık çoğalarak oturuyoruz bu masada" deyip bakışlarını bana çevirdi Erdal bey. Yüzünde anlamlı bir ifade vardı. Aniden üzerimde hissettiğim o bakışlar beni hafifçe huzursuz etti çünkü masadaki herkes o an bana odaklanmıştı. Bu dikkat odağı olmak canımı sıkmaya başlamıştı, ama geri adım atmaya hiç niyetim yoktu. Bakışlarına çekinmeden, hatta sert bir ifadeyle karşılık veriyordum. Kimseye karşı gözlerimi kaçırmıyordum, "Gökçen kızım ve Özgü hanım, ailemize siz de hoş geldiniz. Duydum ki tatsız olaylar yaşanmış ancak bizi kırmayıp davetimize geldiğiniz için çok memnun oldum. " Konuşma sırasının bana geldiğini anlamıştım. Kendimden emin bir şekilde başımı daha da dikleştirdim. Kuzey ile göz göze gelince, benim bu tavırlarıma karşı üst üste şoklar yaşadığı belli oluyordu. Kaşlarını çatıyor, kaşlarını kaldırıyor, gözleri büyüyor, hafif sırıtıyor. Yakalayabildiğim tepkileri bunlardı. Eee adama 7 ay boyunca rol yapmıştım. Beni ürkek bir kız olarak kafasında oturtmuştu. Şimdi benim gerçek yüzümü görünce şoka girmesi normaldi. Yahu ben bu adamla aynı yatakta yatmak zorunda bile kalmıştım. Bana dokunmaya kalkarsa diye aylarca uykusuz kalmıştım. Hatta bir ara bu kayıtsızlığından ötürü onun erkeklerden hoşlanıyor olabileceğini bile düşünmeye başlamıştım. Tuhaf bir varsayımdı belki ama bir teröristin bu kadar onurlu davranması, beni bu denli rahat bırakması hiç mantıklı gelmemişti "Davetiniz için biz de çok teşekkür ederiz Erdal bey, Vildan hanım." Diyerek bakışlarımı ikisi arasında gezdirdim ve devam ettim. "Bizi ailenizden biri olarak gördüğünüz için onur duyarım elbette. Benim kimseyle bir problemim olmadı, yok da. Ancak benimle problemi olanlar bunu açıkça belli ettiler ve bana karşı sınırlarını çizdiler. Ben de bu sınırlara saygı gösterip o çizgilerin gerisinde durdum. Fakat bir şey var ki, ben tükürdüğümü yalamam. Bazıları benden bunu yapmamı istediler, ama bu benim tabiatıma aykırı. Tatsızlık diye tabir ettiğiniz olaylar da işte bu yüzden yaşandı." Sözlerim üzerine odaya geldiğinden beri bana sert bir şekilde bakan Kemal Bey’in yüzü bir anda keyifli bir sırıtışla aydınlandı. Bu başkaldıran halim hoşuna gitmişti anlaşılan. İhtiyara bak sen, bir elinde çekirdek eksikti. Abdullah Bey ve ailesinin yüzü düşmüş, sessizlikleri ortama sinmişti. Poyraz ise kafasını önüne eğmiş, yanakları kıpkırmızı kesilmişti. Tam o sırada elimde bir dokunuş hissettim, hızla kafamı çevirdiğimde Göktuğ’un elimi tuttuğunu gördüm. Gözleri dolmuştu, bana çaresizce bakıyordu. Boşta olan elimle elini nazikçe ittim ve derin bir nefes alarak ayağa kalktım. Herkesin gözleri üzerimdeydi; ama benim gözlerim bir tek hedefe odaklanmıştı: duruşumu bozmadan, yoluma devam etmek. "İzninizle lavaboya gitmeliyim," diyerek salonun dışına çıktım. Yardımcı bir hanım bana lavabonun yerini tarif etti. Aynanın karşısına geçip ellerimi ve yüzümü yıkadım. Suyun serinliği beni biraz rahatlatmıştı. Saçlarım sırtıma yapışmış, beni bunaltıyordu. Su ile hafifçe ıslatıp tepeden topladım. Sırtımın biraz hava almasına ihtiyacım vardı, aksi halde bu gerilimden kurtulamayacaktım. Kafamı toparlamaya çalışırken derin bir nefes aldım, lavabonun soğuk seramiğine ellerimle yaslandım. Zihnimdeki karmaşa yerini kısa bir sakinliğe bırakmaya başlamıştı ki kapı aniden pat diye açıldı. İçeri Kuzey girdi. Sessizlik, birkaç saniyeliğine bile olsa, yerini garip bir gerilime bıraktı. Göz göze geldik, ikimiz de şaşkındık. O ne yapacağını bilemez bir halde duruyordu, gözlerindeki belirsizliği okumak kolaydı. Kafasında bir yığın soru işaretiyle bana bakıyordu, ama hiçbiri dile dökülmüyordu. İçimdeki öfke, bu sessizliğin içinde kendine yol buldu. Onun bakışlarının sırtıma takılı kaldığını hissettiğim an, adeta bir volkan gibi patladım. Ellerim saçlarımı hızla aşağı salarken Kuzey'in omzuna ani bir hareketle sertçe ittirdim. Saniyeler içinde tüm bedenim öfkeyle kasıldı. Gözlerimle onu delip geçerken sesim soğuk ama yüksekti. "Ne yaptığını sanıyorsun lan sen? Dingonun ahırı mı burası?" Kuzey, sert çıkışımla afallamıştı. O an ne yapacağını bilemez bir hali vardı, yüzünde anlık bir şaşkınlık belirdi. Ancak kısa süre sonra hafif bir gülümseme yüzüne yayıldı. Bedenini geri çekerken bile gözlerini üzerimden ayırmadı. Daha da sırıtmaya başladığında öfkeden köpürüyordum. Gözlerinde alaycı bir parıltı belirmişti. Buu anı eğlenceli bulduğu belliydi. Sanki basit bir oyun oynuyorduk Öfkemi bastırmaya çalışarak ona doğru bir adım attım. Kuzey, gözlerindeki o alaycı bakışı hiç bozmadı. "Ne o karıcım, yoksa benden utanıyor musun?" dedi, sanki her şey gayet normalmiş gibi. Sözleri öyle rahattı ki onun umursamaz tavrı içimdeki öfkeyi körüklemeye devam etti. Derin bir nefes aldım ama bu sefer nefes almak bile beni yatıştırmaya yetmedi. Ona doğru bir adım attım, mesafemizi daha da daraltarak. "Ne saçmalıyorsun sen be? Biri duyacak, yanlış anlayacak," dedim, sesimi fısıldayarak. Her ne kadar sesimi alçaltmış olsam da içimdeki gerilim gittikçe artıyordu. Gözlerimi gözlerine dikerek, dişlerimin arasından ekledim: "Sesini kısarak konuş benimle." "Yoksa ne yaparsın?" diye alaycı bir tonla sordu Kuzey, bir adım daha yaklaşarak. Gözlerindeki meydan okuma apaçıktı. "Görüyorsun ya, kader bizi tekrar karşılaştırdı. Açıkçası Poyraz'ların öz kardeşi olduğunu öğrendiğimde hayatımın en büyük ikinci şokunu yaşadım. Birincisini zaten tahmin ediyorsundur. Hayatımdaki en büyük şaşırmaların başrolü oldun, çoban kızı." Sözlerinin her biri sinirlerimi daha da geriyordu. Ama yerimden kıpırdamadım, içimdeki öfkeyi bastırarak ona soğukkanlı bir şekilde bakmaya devam ettim. Kuzey, sanki bir sırrı paylaşacakmış gibi ses tonunu iyice alçalttı, yüzüne o alaycı gülümsemeyi takınarak. "Biliyor musun," dedi yavaşça, "merak ettiğim çok önemli bir şey var?" Son cümleyi söylerken neredeyse tamamen yanıma gelmişti. Nefesi neredeyse tenime dokunacak kadar yakındı. Fakat ne kadar yakın olursa olsun geri çekilmedim. Gözlerimi ondan bir an bile ayırmadan, sanki ona meydan okuyormuş gibi durmaya devam ettim. İçimdeki gerilim artıyor ama bedenim taş kesilmiş gibi sabit duruyordu. Onun bu oyunu sürdürmesine izin vermeyecektim. Sessizliğin içinde gerilim gittikçe yoğunlaşıyor, adeta odadaki hava ağırlaşıyordu. Kuzey'in ne söyleyeceğini bilmek istemiyordum, ama o an kaçmak ya da geri adım atmak, ona istediği zaferi vermek anlamına gelirdi. "Öyle mi Başkan Bey? Neymiş merak ettiğin şey?" dedim, sesim soğuk ve mesafeli. Onun bu alaycı tavrı içimdeki öfkeyi daha da büyütüyordu. Kamptaki adamdan geriye hiçbir şey kalmamış gibiydi. Orada bana karşı merhametliydi, şefkatliydi. Fakat aynı zamanda şerefsizlere karşı mükemmel bir strateji geliştirmişti. Herkesi başkan olduğuna inandırmış, etrafında güçlü bir güven halesi oluşturmuştu. Ama şu anki Kuzey… Kibirli, alaycı ve sanki her şeyin kontrolü kendisindeymiş gibi davranıyordu. Hangisi gerçekti? Kampın lideri olan adam mı, yoksa şu an karşımda duran bu kibirli yabancı mı? Beni rahatsız eden bu ikiliğe çözüm bulmaya çalışırken gözlerimi ondan ayırmadım, bir adım daha yaklaşsa onu itecek kadar hazırdım. "Merak ettiğim şu, çoban kızı," dedi Kuzey, alaycı bir tavırla. "Sercan Açık için bulunduğu yerde öldürün emri var askeriyede. Sen benim kim olduğumu öğrendiğin an kafama sıkman gerekiyordu. Ama sen kafama sıkmayı geç, hayatımı kurtardın. Bu da başka soruları doğuruyor: Neden beni öldürmedin? Önce bilgi alıp öyle mi öldürecektin? Gerçekten de tüm o aylar boyunca Sercan Açık'tan bilgi aldığını mı sanıyordun?" dedi son cümlede alaycılığı net belliydi. Akıllı adam. Doğru soruları soruyordu… Her adımında beni çözmeye çalışıyordu, zihninde o dağdaki kızı anlamlandırmaya çalışıyordu. O kız nasıl böylesine rol yapabilir diye sorguluyordu. Çünkü hiç açık vermemiştim, en az onun kadar iyi bir oyuncuydum. Kuzey, hangi hâlimin gerçek olduğunu bir türlü çözemiyordu. Gözlerinin arkasında dönen o düşünceleri hissedebiliyordum. "Başka bir soruyu atlıyorsun taze binbaşı," dedim, alaycı bir gülümsemeyle. Kuzey’in yüzündeki ifadeyi izlerken bakışlarımı ondan ayırmadım. "Ya Sercan Açık’ın öldüğünü çoktan biliyorsam?" Sözlerim havada asılı kalmış gibi bir an sessizlik oldu. Kuzey’in kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı, bu yeni bilgiyi sindirmeye çalışır gibi bana bakıyordu. Ama sonra o da rahatlığını kaybetmeden burnundan bir nefes verip güldü. Sanki söylediğim şeyden pek de etkilenmemiş gibi bir hali vardı, ama gözlerinde o eski meydan okuyuş hala parlıyordu. "Demek öyle ha?" dedi hafif bir alayla. Onun bu umursamaz tavrı içimde bir kıvılcım daha çakmıştı. Ardından duruşunu ciddileştirip sertçe bana baktığında alaycılığı artık komple silinmişti. "Bunu bilemezsin," dedi Kuzey, sesindeki ciddiyetin keskinliği ortamı adeta buz gibi yaptı. "Bunu bilmeye kıdemin yetmez. Çoğu rütbeliler bile bu bilgiden haberdar değil. Bu bilgi hem yeni, hem de sadece en üst rütbeler tarafından biliniyor." Gözlerindeki ciddiyetin yüzündeki rahat tavırla tezat oluşturması onun ne kadar soğukkanlı olduğunu bir kez daha gösterdi. Derin bir nefes aldı ve devam etti. "Ben bu görevi aldığımda Sercan'ın nasıl ve nerede öldüğüne bile tam hâkim değildim," diye ekledi, sesindeki soğukkanlılık beni irkiltmişti. "Tek bildiğim, 'ne şekilde' öldürüldüğü. Ve bu bilgi hiç kimseyle paylaşılmadı. Hiçbir istihbaratçı bunu bilemez." Son cümlede tek kaşını kaldırmıştı. Bir süre sessiz kaldım. Kuzey’in gözleri, benim üzerimde geziniyordu; bu sözlere ne diyeceğimi merak eder gibiydi ancak bu defa ben yüz ifademi alaycı hale getirdim. Dudaklarım iki yana kıvrılmak için can atıyordu. Bakışları gülmek üzere olduğum dudaklarıma kaydığında sinirden gözlerinin karardığına şahit oldum. Dayanamayarak küçük bir kahkaha attım, ona doğru bir adım yaklaştım. Sesimi alçaltarak, neredeyse fısıldarcasına konuşmaya başladım. Nefesim dudaklarına çarpıyordu; aramızdaki mesafe nefes almanın bile gerilimi artırdığı bir noktaya ulaşmıştı. "Evet, haklısın," dedim, alay dolu bir tonda, "hiçbir istihbaratçı onun boğularak öldürüldüğünü bilemez." Sözlerim havada asılı kalırken bir adım geri çekilip yüz ifadesini izlemeye koyuldum. Kaşları derin bir şekilde çatılmıştı, gözleri neredeyse her santimimi hızla tarıyordu. Yüzümdeki her detayı okumaya, gerçeği çözmeye çalışıyordu. "Sen... sen nasıl... bunu nasıl bilebilirsin?" diye sordu Kuzey, şaşkınlık ve öfke arasında gidip gelen bir ses tonuyla. Gözlerindeki karışıklığı fark ettiğim an sırıtmaya devam ettim. İki elimi yavaşça havaya kaldırdım, avuçlarım ona bakacak şekilde. "Ben bilmiyorum binbaşım," dedim alayla, "onlar söyledi." Ellerimi işaret ettim ama aslında ima ettiğim şeyi çoktan anlamıştı. O an, Kuzey’in bakışları keskinleşti. Sercan’ın ölümünün ardındaki gerçek yüzüne tokat gibi çarpmıştı. Deli komutan diye anılan, yani benim, Sercan’ı öldürdüğümü fark etmişti. Bu bilgi, gizli ve sınırlıydı, ama Kuzey’in durumu artık farklıydı. Görev başarıyla tamamlanmıştı ve o bu görevde yer almıştı. Artık, bu bilginin ona ulaşmasında bir sakınca görmemiştim. Kuzey’in ifadesindeki dönüşüm, durumu tam anlamıyla kavradığını gösteriyordu. Şimdi, bu aramızdaki oyun farklı bir hal almıştı. "Bu arada 'binbaşı' diyorum ama, şimdiden terfinizi kutlamak için alışın diye öyle diyorum," dedim, alaycı bir tonla. Kuzey’in yüzündeki şaşkınlık daha da derinleşti. Gözleri bir anlığına boşluğa daldı, sanki kafasında bir şeyleri çözmeye çalışıyordu. Sanırım Albay, ona bu terfi haberini vermeyi unutmuştu. Ya da belki de benim bunu nasıl bildiğimi anlamaya çalışıyordu. Her iki durumda da,i onun tepkisindeki şaşkınlık beni fazlasıyla eğlendiriyordu. İçimde bir zafer duygusu kabardı; ona oyunun kurallarını artık ben belirliyormuşum gibi hissettiriyordum. Keyfim oldukça yerindeydi ve Kuzey’in bu yeni bilgilere verdiği her tepkiyi izlemek, bu keyfi daha da artırıyordu. Lavabonun kapısı tıklatıldı, o an kulak kesildim. Ardından, Poyraz’ın sesini duydum. Alışık olmadığım bir tondaydı; genellikle sert ve otoriter bir sesle konuşan Poyraz, bu kez neredeyse yumuşak bir şekilde sesleniyordu. "Gökçen, iyi misin? Orada mısın? Bak, kızma ama giriyorum içeriye," dedi Poyraz, sesinde hafif bir endişe vardı. Tam kapıyı açmaya yeltendiği anda ben hızlıca açtım. Poyraz’ın yüz ifadesi o an gözümün önünde değişti; önce şaşkınlık, sonra hızla artan bir öfke. Burada, beni Kuzey ile görmeyi beklemiyordu. Gözlerindeki şaşkınlık kısa sürdü ve yerini sert, keskin bir ifadeye bıraktı. "Siz burada birlikte ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Az önceki yumuşak ton gitmiş, yerine Komutan Poyraz'ın otoriter ve sorgulayan sesi gelmişti. Ona cevap vermek istemedim. Tek kelime etmeden yanından hızlıca geçip salona yöneldim. Arkamda kalan bakışları hissedebiliyordum, ama şimdi bununla başa çıkmak istemiyordum.
|
0% |