@ebrumelek
|
Tim ile içeri sızmak zorundaydık. Birilerinin çıkmasını beklemeye lüksümüz yoktu. Ekibe dönüp, kararlı bir sesle, "İçeri sızıyoruz, onların çıkmasını bekleyemeyiz. Tim ellerinde," dedim. Hepsi bana onaylayan gözlerle baktı. Kılık değiştirmemiz gerekiyordu. Karşımızda yere serilmiş, ölü yatan üç düşmana baktım. Üstleri kan içindeydi ama başka çaremiz yoktu, onların kıyafetlerini giymeliydik. "Selman, Mehmet abi, şu şerefsizleri soyun. Ece, sen Görkem abi ve Anıl'la burada kal. Etrafın güvenliği sizde. Kulaklıklarınız açık kalsın. Biz içeri girdiğimizde kuş uçsa haberiniz olacak. Geri kalanlar, biz içeri sızıyoruz. Allah yardımcımız olsun, herkes ne yapacağını biliyor. Yaralananı eğitimde yakarım, ona göre." Selman ve Mehmet abi, düşmanların kıyafetlerini çıkarmaya başlamışlardı. Arkalarına dönmüştüm ama mırıldanmalarından giyinirken zorlandıklarını duyabiliyordum. Düşmanların üzerindeki paçavralar iğrenç kokuyordu. Dişimi sıkıp kendi payıma düşen kıyafetleri aldım, zorlukla üzerime geçirdim ve yüzümü iyice sararak kamufle oldum. Allah’ım, bu nasıl bir kokuydu böyle! Görev bittiğinde hamama gitmek şart olmuştu. Herkes hazır olduğunda göz göze geldik. Derin bir nefes aldım, ekibe son bir bakış attım. "Tamam," dedim, "harekete geçiyoruz." Mağaradan temkinli adımlarla çıktık. Görkem ve Anıl tüm konuşmamızı kulaklıktan duymuştu. Yerlerinde hazır bekliyorlardı. Ece'de onların yanında yerini alınca, Time "Herkes hazır mı?" Diye sordum. Mağaranın gölgelerinden temkinli adımlarla çıktık. Her hareketimiz, sessizliğin içinde bir yankı gibi dolanıyordu. Görkem ve Anıl, kulaklıktan yaptığımız tüm konuşmaları dinlemiş, yerlerinde hazır bekliyorlardı. Ece de onların yanında yerini almıştı. Kulaklıktan tıslayan sesiyle ekibe sordum, “Herkes hazır mı?” Frekanslardan tek tek, “Hazırız komutanım,” yanıtları geldi. Mehmet abi ve Selman’a işaret verince, tepeye doğru sessizce ilerlemeye başladık. Sığınağın girişine vardığımızda çalıları kenara itip kapağı açtım. Gözlerim karanlıkta aşağıya inen demir bir merdiveni seçti. Derin bir nefes alıp ilk adımı attım. Merdivenden inerken aşağıdaki gürültü hafif hafif kulağıma çalınıyordu. Beş adam, loş ışıkla aydınlanmış bir masanın etrafına toplanmış, kağıt oyununa dalmışlardı. Dikkatlerini çeker çekmez kafalarını kaldırdılar, ellerindeki silahlar kısa bir an için bana doğruldu. Ancak üzerimdeki kıyafeti görünce, beni ölen adamlardan biri sanıp silahlarını tekrar indirdiler. Bir şey sormadan oyunlarına geri döndüler. Tamamen aşağıya indiğimde, odanın loş bir ışıkla aydınlatıldığını fark ettim. Şanslıydım; üstümdeki kan lekeleri bu yarı karanlıkta pek belli olmuyordu. Arkamdan Mehmet abi ve Selman da sessizce inip yanımda yer aldı, gözleri sürekli etrafı tarıyordu. Her an tetikteydik, kimse yanlış bir hareket yapmamalıydı. Adamlar bize sırtlarını dönmüş, oyuna devam ediyorlardı. İçimden "salaklar" diye geçirdim. Sessizce susturuculu silahımı çıkarttım ve saniyeler içinde beşini de indirdim. Silahımın şarjörünü yeniledikten sonra kapıya doğru ilerledim. Mehmet abi kapıyı hızlıca açıp kenara çekildi. Selman koridora çıkıp çevreyi kontrol etti, ardından "temiz" dedi. Bu uyarıyı duyunca, üçümüz aynı anda koridora çıktık. Burası tam anlamıyla bir yeraltı tüneline benziyordu; ortada geniş bir ana koridor, sağda ve solda ise daha dar geçitler uzanıyordu. Mecburen ayrılmak zorundaydık. Başımı hafifçe sallayarak işaret verdim; herkes en yakınındaki koridora yöneldi. Ana koridor bana kalmıştı. Koridorda hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Her on metrede bir kapı bulunuyordu. İlk kapıya yaklaştım, hızlıca açtım ve içeriye göz attım. Gördüğüm manzara karşısında kısa süreli bir şaşkınlık yaşadım. İçeride biri kadın, ikisi erkek, anadan üryan bir halde yatakta yatıyorlardı. Odayı saran pis bir koku burnuma çalındı. Burası tam anlamıyla iğrenç bir yerdi. Kadına doğru baktım, zorla mı tutulduğunu anlamaya çalıştım. Ancak onun yüzündeki rahat ifade ve bana attığı cilveli bakış her şeyi açıklıyordu. Durumdan hiç şikayetçi olmadığı belliydi. Adamlar bana “Ne oluyor lan, siktir git buradan!” diye bağırıyordu. İstifimi bozmadan silahımı çıkardım ve hızlıca üçünü de tek bir hareketle etkisiz hale getirdim. Ne olduğunu bile anlayamadan can vermişlerdi. Odayı sessizce terk ettim, kapıyı kapatıp koridorda ilerlemeye devam ettim. Kulaklıktan, “Suskun, Atik, nedir durum?” diye sordum. Mehmet abi ve Selman sırayla yanıt verdiler. "Komutanım, burası gerçekten iğrenç bir yer," dedi Selman. Mehmet abinin “Çok kamp gördüm ama böylesini hiç görmemiştim,” diyen sesi, içimdeki sessiz onayla yankılandı. Bu yeraltı sığınağı sadece bir kamp değil insanlık dışı bir bataklık gibiydi. Diğer kapıları açarken neyle karşılaşacağımı kestiremiyordum. Zihnimdeki görüntüler, gördüklerimi nasıl unutacağımı sorguluyordu. Sonraki iki kapıyı açtığımda, aynı rezil sahnelerle karşılaştım; bazıları daha da beterdi. Kadınların hepsi kendi rızasıyla burada gibiydi. Odayı dolduran türlü aletler, buranın nasıl bir yer olduğunu daha da açıkça gösteriyordu. Derin bir nefes alıp, “Allah’ım sen bana sabır ver,” diye içimden geçirdim ve yola devam ettim. Koridorun sonuna yaklaştığımda karşılıklı iki kapı kalmıştı. İki kapıya da kulağımı dayayıp dikkatlice dinledim. Birinden erkek kahkahaları yükseliyordu, diğerinden ise derin bir sessizlik hâkimdi. Bu şerefsizler yer altında olduklarından kendilerini tamamen güvende hissedip burayı adeta eğlence merkezine çevirmişlerdi. Hepsi o kadar rahattı ki ellerine silahları bile geciktirerek alıyorlardı. Çoğunun alkollü ya da başka bir madde kullandığı belli oluyordu. Şu ana kadar karşılaştığım tek ayık kişiler girişte oturanlardı. Tam o sırada kulaklıktan Mehmet abinin sesi geldi. “Komutanım, timi buldum ama Kuzey binbaşım burada değil. Ağır yaralı yok ama epey hırpalanmışlar,” diyordu. Hemen ardından Selman’ın sesi yankılandı: “Komutanım, ben de bir sürü uyuşturucu madde buldum. Şerefsizlerden birini sağ bıraktım konuşturmak için. Kuzey binbaşım bu kanatta da değil.” Selman’a cevap veremedim; iki kapının önünde olduğum için tamamen sessiz olmam gerekiyordu. Kahkahaların geldiği kapıyı açıp hızlıca içeri girdim ve odadaki dört adamın işini susturuculu tabancayla sessizce hallettim. Hemen ardından diğer kapıya yöneldim. Bu yeraltı karanlığında ilerlerken, görevime odaklanmam ve sabrımı korumam gerekiyordu. Şarjörümü kontrol ettiğimde son iki şarjör kaldığını gördüm. Sessizce ilerlemem gerekiyordu. Bıçağa geçecek gibi gözüküyordum. Ya Allah diyip son kapıyı da yavaşça açtım. Lanet olsun burası bir oda değildi. Gizli bir koridora açılan bir kapıydı. Kapıyı yavaşça açarak koridora süzüldüm. Sessizce adımlarımı atarken önümde devriye gezen adamı gözlemliyordum. Keleşini sımsıkı tutmuş, etrafı kolaçan ediyordu. Yaklaştığımı fark etmemesi için dikkatle arkasından süzüldüm. Son anda ses çıkarmadan elimdeki komando bıçağını kaldırarak boğazına yaklaştırdım. Adamı tek hamlede sessizce etkisiz hale getirdikten sonra gözlerimle koridorun devamını taradım. İlk başta sessiz ve boş görünüyordu, ancak burada birinin bulunması başlı başına kuşkuluydu; koridorun sonunda kesinlikle bir şey saklanıyor olmalıydı. Derin bir nefes alıp tetikte, adımlarımı olabildiğince sessiz tutarak ilerlemeye devam ettim. Sonunda koridorun sonunda ağır metal bir kapıya ulaştım. Kulak kesildim; içeriden çok hafif homurtular ve boğuk sesler geliyordu. Kulaklık üzerinden fısıldayarak timin durumunu sordum. Herkes dışarıda güvenli şekilde yerini almış ve Selman, esir aldığı adamı konuşturmaya başlamıştı. "Deliden tüm time, şimdi giriyorum. Herkes tetikte olsun," diyerek kapıyı yavaşça araladım ve içeriye süzüldüm. Koridora çıktığım an bir şerefsizin önüne çıktım. Bana keleşini doğrultarak konuştu. "Buraya girmek yasak bilmez misin? Dışarıdaki nöbetçi nerede?." Adama kafa sallayarak arkamı dönecek gibi oldum. Adam da keleşi indirmeye hazırlanırken, koluma sakladığım komando bıçağımı adamın boynuna fırlattım. Aynı saniye adama hızlıca yaklaşıp, yakalayıp yere düşmesini engelledim. Ses çıkmaması gerekiyordu. Koridorda şu an başka adam gözükmüyordu. Geberen şerefsizi yerde bıraktım ve ilk kapıya resmen daldım. İçeride 2 adam vardı. Adamlardan birine bıçak fırlatıp diğerinin suratına tekmeyi indirdim. Ama adam sağlamdı. Saldırı beklemediği için sadece bir anlık afalladı ve bana karşılık yüzüme yumruğunu savurdu. Ben de bunu beklemiyordum. Pekii. Hemen gardımı aldım ve adamın hamlesini bekledim. Adam tekrar suratıma yumruk atmaya kalkınca kolunu tutup karın boşluğuna bir yumruk indirdim. Adamın eğilip karnını tutmasını fırsat bilip dirseğimle sırtına geçirdim. Yere düşeceği zaman, saçlarından tutarak düşmesini engelledim ve yüzüne art arda dizimle vurmaya başladım. Adamın ağzından oluk oluk kan akıyordu. Boynunu tutup sertçe çevirdim ve kırılma sesini duyunca adamı yere bıraktım. Off biraz ses yapmıştık. Koridorda koşturma sesleri vardı. Bıçak fırlattığım adamdan bıçağı çıkarıp yaşayıp yaşamadığına baktım. Nabzı çok zayıfta olsa atıyordu. Hemen bıçakla şah damarını kestim ve kapının arkasına saklandım. Susturucu silahımı çıkartıp sol elime aldım ve beklemeye başladım. Kapı açılınca 3 adam içeri girdi. Kapının arkasında kaldığımdan o üç saniyelik süre bana yeterdi zaten. Silahla hepsinin kafasına art arda sıktım. Onlar fark edene kadar, benim işim bitmişti bile. Koridorda geberen şerefsizi de kollarından tutup odaya çektim ve kapıyı kapatacağım sıra koridorda başka bir kapı açılıp bana sıkmaya başladılar. Hemen kendimi az önce temizlediğim odaya atıp kapıyı ardımdan kapattım ve masanın arkasına geçip kendimi duvardan seken kurşunlardan korudum. Hesapta sessiz olacaktık ortalık ayağa kalkmıştı. Silah sesleri kesilmişti ama kapı delik deşik olmuştu. Dışarıda ses yoktu kapının önündelerdi. Mermimi boşuna harcamak istemiyordum. Bir anda kapı açılıp içeri giren şerefsizi eğildiğim yerden nişan alarak indirdim. Ardından hızla giren kişiye de sıkınca bacağına geldi kurşun. Aynı adamın kafasına da sıktım. Of bir adama 2 kurşun harcamışım. Yerde, yan tarafımda ölü yatan şerefsizin üstünü gelişigüzel aradım. Keleşleri benden uzakta yerde duruyordu. Elime gelen bıçağı alıp kapıdan girene fırlattım. Lanet kapı artık açık, girişinde de üst üste ölü leş bedenleri vardı. Bu odadan acilen çıkmam lazımdı. Mühimmatım burada hayatta dayanmazdı. Hızlıca ayaklandım ve temkinli adımlarla duvara dayanarak kapıya doğru ilerledim. Ayağımla yerdeki keleşe uzanıp havaya fırlatıp yakaladım ve ağırlığıyla dolu olmasından rahatlayıp aynı anda giren adamın birine sıktım. Karşı taraftan da silah sıkılmıştı ve kurşun yine önceki omuz yaramın yakınına isabet etmişti. Dışarıda kaç adam olduğunu bilmiyordum. Bu yüzden yerdeki leşlerden birini yerden kaldırıp koridora resmen fırlattım. Omzumu çok zorlamıştım ancak adrenalinle şu an acısını anlamıyordum. Tek yönlü soldan ateş açılmıştı. Anladığım kadarıyla koridorda 3 kişi kalmıştı. İnşallah yanılmıyorumdur diyerek leşlerden birini tekrar kaldırıp önüme siper ederek kapıdan çıktım. Çıktığım an 3 kişi olduğunu anlayıp silahımda kalan son 3 mermiyle beyinlerini dağıttım. O esnada önümdeki bedene kurşun yağmuru akmıştı. Hepsi geberdiğinde sol kolumda, sağ omzumda ve bacağımda yaralarım olduğunu fark ettim. Koridorda ilerlemeye devam ederek kapıları tek tek açtım ama boşlardı. Koridorun sonunda son bir kapı kalmıştı. O kapıya yönelecekken kulaklıktan sesler işitip odağımı seslere verdim. "Komutanım iyi misiniz ?" Diye benim tim deli gibi bağırıyordu. Kurşun seslerinden kulaklığımdaki sesleri duymamıştım. "İyiyim çatışmadaydım gelmeyin sakın bir problem yok. Son bir oda kaldı. O sağ yakaladığınız it binbaşıyı nereye götürdüklerini söyledi mi?" "Evet komutanım binbaşının da orada olduğunu, dışarıya çıkarılmadığını söyledi " dedi Selman. "Tamam" dedim ve son odanın kapısını açıp kenara çekildim. Silahı içeriye uzatıp ses beklemeye başladım. Kenardan içeriye hızlıca baktığımda Kuzey'in zincirlerle bağlanmış, başında birinin silahı kafasına dayamış şekilde beklediğini gördüm. Direkt içeri dalıp silahımı karşımda Kuzey'e silah çeken kişiye tuttum. Yüzü sarılıydı ama gözleri bana bir yerden tanıdık geliyordu. Beni görünce gözlerinde şaşkınlık oluştu. "Vay demek sen geldin Rojda" diye kadın sesi çıktı. Suna'nın sesini duyunca gözlerim istemsiz kısıldı. Mağarada kıyafetini giydiğimiz adamlar burada Suna olduğunu söylemişti zaten. Kahkaha atmaya başladı Suna. "Senin burada karşımda dkileceğini hayal etmemiştim ama...kader işte. Demek en baştam beri hepimize oyun oynadınız. İki asker karı koca rolü yaptınız ha? Demek sen kocanı kurtarmaya geldin?" Kısık bir kahkaha daha attı. " Senin numara yaptığını anlamam gerekiyordu seni yılan. Demek askersin. Sercan'ı elimden aldığın yetmedi yine karşıma çıktın he. Ama merak etmeyesen sen gelmeden bizde Sercan'la eğleniyorduk. Anlarsın ya" diyerek silahı biraz daha sert bastırdı Kuzey'e. Adama hâlâ Sercan demesi gıcığıma gitmişti. O kampı patlatmıştım oradan nasıl kaçabildi bu kadın? Dişlerimi sıkarak "Onu bırak hemen, yoksa buradan çıkamazsın," dedim. "Seni buradan parça parça çıkartmak zorunda bırakma beni." Kuzey'e göz ucuyla bakıp hızla değerlendirdim. Her yanı kan içindeydi, fakat bilinci yerindeydi. Gözleri biraz donuktu ama buradaydı, bunu hissediyordum. Suna'yı umursamadan ona döndüm. "İyisin değil mi? Nerenden yaralısın?" diye sordum endişeyle. Kuzey hafifçe öksürdü ve ağzından kan sızmaya başladı. İçimi soğuk bir endişe kapladı. Bu, hiç iyi bir işaret değildi. Yine de tüm dikkatimi Suna'ya odaklamıştım. Kendi yaralarım yüzünden başım da dönmeye başlamıştı, kollarım ve bacaklarım kan kaybediyordu. Zaman daralıyordu. Bir an önce buradan çıkmalıydık. "Bak bana!" dedi sesimi yükselterek, "Gebertirim onu diyorum. Sen hâlâ onunla konuşmaya çalışıyorsun. Beni buradan çıkaracaksınız ve arkamdan gelmeyeceksiniz. Yoksa öldürürüm Sercan'ı." Hâlâ "Sercan" diyordu ya, içimdeki öfke daha da kabardı. "Güldürme beni, Suna," dedim alayla. "Ne yaparsan yap, buradan sağ çıkamayacaksın. Kardeşin Aysu nerede şimdi, biliyor musun? Büyük ihtimalle yarın bu saatlerde, onun girdiği karanlık deliğe sen de kapatılacaksın. O kamptaki patlamadan nasıl kurtuldun bilmiyorum ama keşke o gün ölmüş olsaydın, çünkü artık pişmanlıktan başka bir şey yaşamayacaksın." Suna söylediklerimle gülümseyince hiç de şaşırmadım. Aysu'yla öz kardeş olduğunu belgelerde kanıtlamıştık. Aysu ne kadar inkar etse de tutuklu yargılanmıştı ancak Suna, öz kardeşinin ömür boyu hapse tıkılmasına bile zevkle tebessüm edebiliyordu. Bunlar nasıl insanlardı böyle! Kuzey tekrar öksürünce dayanamadım, bir an için ona döndüm. Gözlerinde derin bir acı vardı, ama kendinde gibiydi. O saniyelik dalgınlıkla, Suna'nın silahının patladığını duydum ve karnımda bir sızı hissettim. Nefesim kesildi, acı tüm vücuduma yayıldı. Gözlerim kararıyordu ama Suna'nın hala Kuzey'e doğrultulmuş silahını gördüğüm an, içimde kalan son güçle elimdeki silahı doğrulttum. Nişan aldım ve tereddütsüz, alnının tam ortasına sıktım. Kurşun hedefini buldu, Suna saniyeler içinde yere yığıldı. O an, bedenim dayanamayıp dizlerimin üstüne çöktü. Ellerimle karnımı tutuyordum, parmaklarımın arasından kan sızıyordu. Kan, durmaksızın akıyordu; acı her nefes alışımda daha da derinleşiyordu. Kuzey'in hafifçe kımıldadığını gördüm, ama gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Kuzey’in boğuk sesi, derin bir uğultu gibi kulağıma çalındı: "Gökçen, Gökçen!" diye bağırmaya çalışıyordu, ama sesi giderek uzaklaşıyor gibiydi. Karnımdaki sızının körüklediği dayanılmaz acı tüm duyularımı köreltiyor, zihnimdeki her şeyi bir sis gibi kaplıyordu. Kollarımdan ve bacağımdan süzülen kan, vücudumdaki son gücü de alıp götürüyordu; artık ayakta durmak imkansızdı. Tam o anda arkamdaki kapı hızla açıldı. Mehmet abi ve Selman’ın içeri girdiğini seslerinden tanıdım. Güçsüz bedenim daha fazla dayanamadı, kendimi soğuk zemine bıraktım. Geriye yalnızca koca bir karanlık kaldı.
|
0% |