@ebrumelek
|
KUZEY Albay'dan görev emri gelince hazırlanıp timimle helikoptere binmiştik. Ali, Mustafa, Kaan, Samet ve Aslı. Timimle birlikte tayinimiz çıkıp Mardin'e gelmiştik. Timim genel itibariyle çok ciddi karakterlere sahipti. Gereksiz asla konuşmazlar ve çoğu şeye de gülmezlerdi. Yine yüzlerinde aynı ciddiyetle helikopterde ilerliyorduk. Niko denen terör yardakçısının son görüldüğü yere yaklaştığımızda inişe geçtik. İniş yapıldıktan sonra çevreyi güvenliğe alıp ilerlemeye başladık. Burada hiçbir şey yoktu. Bomboştu. İlerleme emri verdim, bir tepeydi burası. Aşağıda ise koca bir hiçlik vardı. Bu sessizlik can sıkıcıydı. Biz burada bir kamp beklerken boş arazi görmek neye işaretti bilmiyordum. Keskin nişancı Aslı'ya görüş var mı diye sordum. Olumsuz yanıtını alınca hep beraber aşağıya indik. Aşağıda dikkatle ilerlerken Kaan'ın mayına basmasıyla durmak zorunda kaldık. "Kahretsin mayın. Mustafa mayınla ilgilen. Aslı, Ali, Samet gözünüzü dört açın herkes dikkatli olsun" dedim ve bende Mustafa'yla birlikte, Kaan'ı mayından kurtarmaya çalıştık. Tam işimizi bitirmiştik ki etrafta bizimkileri göremeyince kulaklıktan onlara seslendim. Cevap vermediklerinde ise bir aksilik olduğunu anlayıp, Mustafa ve Kaan ile birlikte etrafı incelemeye başladık. Tuzak olduğunu o an anlamıştım ama artık çok geçti. Zaten kısa süre sonra da etrafımız 30 kadar adam ile sarıldı. Etraf düzlük olduğu için de çatışmaya giremedik. Bizi yer altında bir kampa götürmüşlerdi. Kampın girişini görünce nasıl olur da burayı fark edemedik diye kendime çok kızdım. Koridor boyunca ilerledik ve hücre gibi bir odaya getirdiler. Timimin geri kalanı da burada zincirlerle bağlamışlardı. Mustafa, Kaan ve beni de timimin yanına bağlayıp, tekme tokat bize girişti 5 şerefsiz. Uzun bir süre sonra yorulmuş olacaklar ki bizi o hâlde bırakıp gittiler. Hemen hasar kontrolü için bizimkilere baktım. Ancak suratlarında büyük bir mahcubiyet vardı. Aslında asıl mahçup olan bendim. Ben bu timin komutanı olarak o kamp girişini fark etmem gerekiyordu. Birkaç saat sonra başka bir şerefsiz grubu geldi. Yine dayağa başladılar. "Deli kim konuşun?" Diye sordu bir tanesi. Deli dedikleri askerin kim olduğunu tahmin ediyordum ama bilsem de ağzımı açmazdım zaten. Sercan Açık dosyasında onu deli lakaplı istihbaratçının öldürdüğünü biliyordum. Gökçen'de bana onu kendisinin öldürdüğünü ima etmişti. Şerefsizler sürekli "Deli kim?" Diye sorarak uzun bir süre daha vurdular bize. Komutan ben olduğum için en çok hasarı ben alıyordum. Şerefsizlerden biri benden sonra da Aslı'ya daha çok yükleniyordu. Kadın diye onu daha zayıf gördüler büyük ihtimal ama bilmedikleri, içimizde en dayanıklımız Aslı'ydı. Teröristlerden biri Aslı'yı taciz etmeye kalktığında tüm timim ve ben aynı anda hırlayıp zincirleri çekiştirdik. Zincirlere bağlı olmamıza rağmen adam korkmuş ve geri adım atmıştı ancak korkusunu belli etmemek için bana yaklaşıp "uslu olun kopekler" diye bağırdığı an ona öyle bir kafa attım ki, yere düşüp anında bayıldı. İnşallah gebermiştir diye düşünerek sırıtarak ağzımdaki kanı üzerine tükürdüm. Diğer teröristlerin ise gözlerinde anlık korkuyu görmek keyfimi yerine getirmişti. Adamlar Aslı'yı rahat bırakıp hepsi aynı anda bana vurmaya başladı. Onu taciz etmelerindense beni öldürene kadar vurmalarına razıydım. Bir süre daha vurduktan sonra kapı sert bir şekilde açılıp içeriye terör kampındaki Suna girdi. Onunla göz göze gelince şaşkınlıktan kaşlarını kaldırdı. Diğerleri Suna'yı görünce vurmayı kesmişti. Suna şerefsizi yavaş yavaş yanıma yaklaştı ve çenemden tutup kafamı kaldırdı. Yüzüm gözüm kan içindeydi ama ben sırıtıyordum. "Vay vay vay Sercan Açık, tekrar karşılaştık. Hangi tarafın hainisin acaba?" Diye sordu. Sertçe yüzümü kenara çekerek çenemdeki elini düşürdüm. "Anlaşıldı nerenin haini olduğun. Ama istersen bizim tarafımıza geçerek paraya para demezsin. Bizimle savaşma aşkım" dediğinde timimden alaylı gülme sesleri geldi. Bu kadın bana aşkım mı demişti? Bu gerçekten mide bulandırıcıydı, kafayı yemiş olmalıydı! "Senden sonra yanındaki karım dediğin küçük kız çocuğunu aradık ama bulamadık. Korkudan kesin bir deliğe saklanmıştır. Ama biliyor musun çok yazık oldu. Kamp ben ayrılır ayrılmaz patladı ve karım dediğin o korkak kız da havaya uçtu aşkım. Biliyor musun seninle ikimiz çok güzel şeyler yapabiliriz." Son cümleyi söylediğinde elini omuzlarımda gezdirmeye başladı. Şu an gerçekten midem bulanıyordu. "Seni öldüreceğim biliyorsun değil mi?" Diye sordum sertçe bakarak. Suna iğrenç bir kahkaha attı ve elini omzumdan çekti. Yanındaki şerefsizlere bakarak, "Bu kadar dayak yeter bugün" dedi. Bana tekrar dönerek iğrenç bir şekilde gülümsedi ve kapıyı açıp çıktı. Diğerleri de yerdeki baygın olanı çekiştirerek dışarıya çıkarıp bizi yalnız bıraktılar. "Merak etmeyin aslanlarım dayanın kurtulacağız buradan. Albay bizle iletişime geçemeyince yardım gönderir yakında. Siz sadece onlar gelene kadar dayanın" dedim timime. "Dayanırız komutanım merak etmeyin." "Kusura bakmayın komutanım çok kalabalıklardı. Etrafımızı sardıklarında karşılık verememek zorunda kaldık." "Olsun koçum biz de aynı şekilde yakalandık. Buradan çıkacağız Allah'ın izniyle" dedim Ali'ye. Buraya geldik geleli 15 saat geçmişti. Evet sayıyordum. Şerefsizler arada gelip dayak atıp Aslı'ya pis imalar yapıyorlardı. Ancak Aslı'nın ellerini çözmeye de korkuyorlardı. Öyle bir bakıyordu ki aslan kardeşim, onunla bir kere daha gurur duymuştum. Bir süre sonra kapı tekrar açıldı. Artık çocukların dayak yemeye hâlleri kalmamıştı. Bir an önce bizimkilerin gelmesi gerekiyordu. 3 piç ile Suna şerefsizi gelmişti. Suna bana iğrenç bir şekilde tekrar gülümsedi ve yanındakilere işaret verdi. Suna'nın işaretiyle hepsi bu sefer benim üstüme çullandı. Timim deli gibi bağırıyordu. Bir süre tekme tokat atarak beni daha da güçsüz bıraktılar. Yavaş yavaş bilincimin kapandığını hissediyordum ama kendimi kaybetmemeye çalışıyordum. Adamlar tekrar bana giriştiklerinde daha fazla dayanamadım. Artık gerisi karanlıktı. Gözlerimi açtığımda timim yanımda yoktu. Beni başka bir odaya getirmişlerdi. Ellerimi ve ayaklarımı yine zincirlemişlerdi ancak bu defa havada asılı değildim, sandalyeye bağlamışlardı. Bir süre sonra kapı açılıp içeriye Suna girdi. "Bak aşkım anlaşalım." Dedi bana doğru yavaşça yürüyerek. "Deli komutan kim? Bana onun ismini ver ben de sana dünyaları vereyim, seni mutlu edeyim he ne dersin?" Diye sordu. Bu mahluk salakmıydı acaba? Gökçen'i düşünürken gözlerimi kapatarak onun yeşil gözlerini hayal ettim. Ateş gibi bakıyordu bana. Onu gördüğüm yerde tebrik edecektim. Bu şerefsizleri lakabıyla bile nasıl da korkutmuştu. "Bu bilgiyi vereceğimi sana düşündüren ne? Ayrıca Deli'nin kim olduğunu bildiğimi sana düşündüren ne?" Diye sordum gülerek. Suna bana biraz daha yaklaştı ve iğrenç nefesini suratıma çarparak konuşmaya başladı. O konuşurken yüzümü buruşturmak zorunda kalmıştım. "Bence Deli komutan sensin, hadi itiraf et" dedi. Hakikaten nefesi iğrenç kokuyordu. Yüzümü daha da buruşturduğumu gören Suna bu hareketimle bana tokat attı. "Bana cevap ver, kim olduğunu biliyorum. Sercan Açık'ın yerine geçen asker sendin. Deli komutan Sercan'ı öldürdü. Onun öldürüldüğü askeriyede bile saklanıyordu. Aysu benim kardeşimdi onu da sen yakalattın. Her şey senin yüzünden. Sercan'ın öldürüldüğünü bir tek onu öldüren biliyordu. O sensin!" Diye bağırmaya ve ağzından tükürükler saçmaya başladı. O konuşurken benim Gökçen'i düşünmem peki? Her geçen gün, her öğrendiğim bilgiyle ben bu kızı daha çok tanımak için aşırı istek doğuyordu içimde. İstemsiz yine gülmeye başladım. Gökçen ismi bile artık beni gülümsetir olmuştu. Şu an kaç tane kemiğim kırık bilmiyordum ama umurumda değildi. Onun düşüncesiyle bile acılarımı hissetmiyordum şu an. Benim sırıttığımı gören Suna daha da sinirlenmiş olacak ki yanağıma tekrar bir tokat patlattı. Umurumda değildi şu an. Ancak elini göğsüme koyup beni okşayarak yavaşça aşağıya kaydırdığı an tüm düşüncelerim buhar olup yok oldu. Anında irkilip kendimi çekmeye çalıştım fakat Suna elini bacak arama kadar getirdi ve hafif sıkmaya başladı. Bu kadını gerçekten öldürecektim. Ne kadar kendimi çekmeye çalışırsam o kadar sağlam tutuyordu beni. Şu an kusmak üzereydim. Midem ağzıma gelirken sinirden gözlerim dolmuştu. "Çok yakışıklısın Sercan, benim ol bana bildiklerini söyle. Ben de seni memnun edeyim. Bak hâlâ çok geç değil. Kampta lider olursun, senin gibi bir erkeğe burada ihtiyaç var." Anında suratına tükürdüm Suna'nın. O da aynı anda elindeki aletimi tüm gücüyle sıktı. Bağırmaya başladım ki o anda silah sesleri gelmeye başladı. Tam zamanında... İkimizin de bakışları kapıya döndüğü an Suna elindeki bıçağı çıkartıp hızlıca kasığıma soktu. Bıçak üst bacağımın bitimine isabet etmişti ancak bıçağı çektiği an akan kan kamuflajımı lekeledi. Silah sesleri olduğumuz koridordan gelmeye başladı. Bizimkiler demekki çoktandır sızmışlardı içeriye. İnşallah timim iyidir diye düşünüyordum ki Suna bir silah çıkartıp kafama tuttu ve kapıdan girecek kişiyi beklemeye başladı. Kapı büyük bir gürültüyle açıldı, metalin metale çarpması odada yankılandı. Önce silahı gördüm; ardından kan ter içinde kalmış yorgun bir yüzle Gökçen’i gördüm. Ateşin rengi yeşil olur muydu? Gökçen'in gözleri ateş gibiydi... Öyle bir yanıyordu ki, bu ateş beni çoktan yakmaya başlamıştı. Bana doğru yaklaşıp durumumu anlamaya çalışırken hızla üzerimdeki yaraları gözden geçirdi. Vücudum zonkluyordu, bilincim her an kapanabilirmiş gibi bulanık bir boşlukta salınıyordu. Ben de Gökçen’e doğru bakarak onu inceledim. Bacağından ve sol kolundan yaralıydı; pantolonuna bulaşmış kanı görebiliyordum. "İnşallah başka bir yarası yoktur," diye geçirdim içimden, arada bir kaybolan bilincime tutunmaya çalışarak. Suna ile arasında bazı konuşmalar geçti. Odağımı konuşmaya verememiştim. Sanki kelimeleri duyuyor, fakat anlamlarını kavrayamıyordum. Sesleri, karanlık bir tünelin içinden geliyormuş gibi uzak, bulanıktı. Ancak gözlerim ne olursa olsun Gökçen’i takip etmeyi sürdürüyor; onun bakışlarına tutunarak kendimi kaybetmemeye çalışıyordum. Göğsümdeki baskı dayanılmaz hale gelmişti. Derin bir öksürükle boğazımdan sıcak bir kan tadı yükseldi. Ağzımdan kan süzülürken gözlerim bulanıklaşmaya başladı. Ancak Gökçen'in bana çevrilen bakışlarını fark edebildim. Göz göze geldik fakat o an acımasızca kesildi. Bir silah sesi yankılandı; Gökçen'in karın kısmında kırmızı leke hızla büyümeye başladı. Kan kıyafetinş kaplarken o güçlü bedeni sendeledi. Şok içinde donakalmıştım. Gözlerimden istemsizce yaşlar süzüldü. "Hayır" diye bağırdım ama sesim çıktı mı emin değildim. Hayır, onu kaybedemezdim. İçimde kalan son gücümü toplayarak ayağa kalkmaya çalıştım. Zincirlerimi çekiştirdim ancak ayaklarım beni taşıyamaz haldeydi. Tam o esnada bir silah sesi daha duyuldu. Gözlerim korkuyla büyürken yanımdaki hareketliliği seçebildim. Suna'nın cansız bedeninin yere yığıldığını görünce derin bir nefes verdim. O an, dünya durmuş gibiydi. Her şey ağır çekimdeydi sanki. Gözlerim hâlâ Gökçen’in gözlerindeydi; o parlak yeşillerindeki ateş, yavaş yavaş sönüyordu. O hayat dolu bakışları giderek donuklaşıyor, içimdeki umut kırıntılarını da beraberinde götürüyordu. Çaresizlikle bağırıyordum ama kendi sesimi bile duymuyordum, sadece sessiz bir çığlık gibiydi. Sanki boğazımdan çıkan her söz, boşluğa karışıp kayboluyordu. Dizlerimin bağı çözülmüş, ellerim titreyerek onu tutmak için uzanmıştı ama hiçbir şey değiştiremiyordum. Bir an kapıda bir hareketlenme oldu; siluetler hızla içeri girdiğinde, askerlerin sesi yankılandı. Ancak o an Gökçen, son bir kez bana bakarak gözlerini yavaşça kapattı. İçimde büyük bir boşluk açıldı, zaman gerçekten durmuş gibiydi, dünya sessizce çökerken ben yalnızca onun gözlerine tutunmaya çalışıyordum. MEHMET Gökçen komutanımın emri ile bulduğumuz timi kamptan çıkartmıştık. Çok şükür ağır yaraları yoktu. Birkaç kırık kemikle kurtulmuşlardı. Anıl dışarıda yaralılara pansuman yaparken silah sesleri duyup Gökçen komutanımla iletişim kurmaya çalıştık. Sonunda sesini duyduk ve bize "geri çekilin" emri verdi. Ancak hayatımda ilk defa emre karşı gelerek kampa geri daldım. Selman'da arkamdan geliyordu. Hızlıca seslere ilerledik ama bir süre sonra tüm sesler durunca korku tüm iliklerime işledi. Artık hayatımda değer verdiğim birini daha kaybetmeyi kaldıramazdım. Koridora girdiğimizde yerde yatan leşleri görüp korkarak Gökçen komutanımı aradım. Onu göremeyince derin bir nefes verdim ve Selman'la sessizce ilerlemeye devam ettik. Koridorun sonundaki odada ardı ardına 2 tane silah sesi gelince hızlıca odaya koştuk. Karşımda gördüğüm manzarayla adeta yıkıldım. Gökçen komutanım vurulmuştu. Sesimizi duyduğu an kendini yere bırakıp dizleri üzerine çöktü. Selman'da yerde yatan terörist kadına yönelmişti. Komutanımın karnına baskı uygulayarak kan çıkışını birazda olsa kesmeye çalıştım. Ancak onu inceleyince bacağında da kollarında da kurşun yaraları vardı. Nereden tutacağımı bilemeden panikledim. Selman'da Kuzey komutanımı çözmeye çalışıyordu, o da baygındı. Selman bir yandan telaşlı gözlerle de Gökçen komutanı kontrol ediyordu. "Suskundan tüm time, Gökçen komutan ağır yaralı. Helikoptere acil iniş emri verin. Kuzey komutanı da bulduk. Onun da bilinci kapalı ve yaralı." Diye kulaklıktan bizimkilere seslendim. Gökçen'i kollarıma alarak ayağa kalktım. Selman'da Kuzey komutanı sırtına almıştı. Koridorda hızlıca ilerlemeye başladık. Çıkışa geldiğimizde bizimkiler de telaşla yanımıza gelip dışarı çıkmamızda yardımcı oldular. Helikopter sesini duydum. Anıl hemen ilk müdahaleyi yapmaya başladı ama suratı çok telaşlıydı. "Anıl durumu ne komutanın?" Diye sordu Görkem abi. Anıl sıkıntılı bir nefes verdi. "Komutanım çok kritik. Acil ameliyata girmesi lazım. 4 yerinde kurşun yarası var. En kötüsü karnındaki. " Diyerek yaralara bastırmaya devam etti. "Abi çok yarası var elim yetmiyor. Bacağına ve sağ koluna biri bastırsın öyle taşıyalım" diye ağlayarak konuştu Anıl. Ece'de aynı anda hıçkırarak ağlamaya başladı. Kuzey'in timindeki sıhhiyeci de Kuzey'e yönelmişti. "Binbaşı ne durumda?" Diye sordum. "Hayati tehlikesi yok komutanım" diyen asker Anıl'a yaklaşarak ona yardım etmeye başladı. O sırada da helikopter inince sedye getirdiler ve Gökçen'i helikoptere taşıdık. Yaralıları öncelik olarak bindirip yola çıktık. Geride kalanlar için tekrar helikopter istemiştik. Helikopter hızlıca hastaneye gidiyordu. Anıl sürekli Gökçen'in nabzını kontrol ediyor ve ağlıyordu. "Komutanım dayanamayacak hastaneye kadar" diyerek daha da ağlamaya başladı. Anıl Gökçen'e aşırı düşkün ve çok duygusaldır. Timimizin de çaylağıdır. Sinirden benim de gözlerim dolmuştu. O terör yuvasını zaten temizledik diye düşünüp bizi geride bırakmıştı ancak orada ne olduysa hayati bir bölgesinden vurulmuştu. Hayır dayanacaktı, bizi bırakamazdı. Dayanmak zorundaydı... Helikopter sonunda hastane çatısına inmişti. Önceden haber verdiğimiz için doktorlar ve sedye ile bir ekip bekliyordu. Hemen Gökçen'i sedye ile götürmeye başladılar. Doktorlardan orta yaşlarının sonunda bir kadın Gökçen'i görünce "Gökçen" diye bağırıp korkuyla gözlerini açtı. Anında ona koşarak müdahale etti. Bu duruma şaşırmıştım çünkü kadını tanımıyordum. Kadın daha sonra helikopterden çıkan binbaşıyı görünce suratındaki endişe kocaman olup şiddetle ağlamaya başlayınca daha da şaşırdım. Doktorun eli ayağı titremeye başlamıştı. Ancak kadının sesini duyup, "Oğlum Kuzey'im" diye bağırınca annesi olduğunu anladım. Anlamadığım ise Gökçen'i nereden tanıdığıydı. Gökçen’i ameliyathaneye aldıklarında, ben ve Anıl doktorlarla birlikte hızla peşlerinden ilerledik. Kapılar kapandı ve elimizden bir şey gelmeyeceğini fark ettiğimizde, tüm ağırlık üzerime çöktü. Dizlerimin üzerine çökerek başımı ellerimin arasına aldım, nefesim düzensizleşmişti. Omzumda Anıl'ın elini hissettim. Başımı kaldırıp ona baktığımda yüzündeki endişe apaçık ortadaydı, ancak dudaklarından kararlılıkla dökülen cümleler kulağımı doldurdu. "Abi biliyorsun o çok güçlüdür. Allah'ımın da izniyle hayata tutunacak Gökçen komutan ya o, biliyorsun delidir. Bizi asla bırakmaz." Anıl’ın sesi titriyordu, sanki bu sözleri bana değil de kendine söyleyerek umuda tutunmaya çalışıyordu. Ama ben gerçeği biliyordum. Gökçen'in yaraları çok ağırdı, vücudu neredeyse tamamen hareketsizdi. Soğuk tenini hatırladıkça içimde bir boşluk daha büyüyordu. Gökçen’i kollarımda tutarken geçmişin acısı bir kez daha içimi kavurdu; zihnim beni yıllar öncesine, Sevde’ye götürdü. Onu da böyle kollarımda taşımıştım… kalleşçe vurulduğunda, o anda olduğu gibi, çaresizlik içinde. Sevde, canım karım, yedi aylık hamileydi; bir oğlumuz olacaktı. Onu hastaneye yetiştirdiğimde doktorlar yüzüme bakmaya bile cesaret edememişti. Hayatımın en ağır cümlesini o gün duymuştum: “Eşinizi kaybettik ama oğlunuz yaşıyor. Şimdilik.” Bir umut kırıntısıyla oğlumun yoğun bakımdaki minik bedenine tutunmaya çalışmıştım. Fakat meleğim, annesiz yapamadı… o da annesinin yanına, cennetin kollarına gitti. O gün dilim lal olmuştu, ne bir feryat kopabilmişti içimden ne de bir damla yaş dökebilmiştim. Ve şimdi, Anıl’ın umut dolu sözlerine karşı bir kez daha dilsiz kaldım. Ona cevap veremedim, dilimden tek kelime çıkmadı. İçimde eski yaralar kanarken Gökçen’in de ellerimden kayıp gitmesine seyirci kalmak zorunda kalmak… tarifsiz bir acıydı. Sadece sessizce başımı eğdim, içimden kendimle hesaplaşırken Allah'a dualar ediyordum. Beni o günlerden Gökçen toparlamıştı. Onun desteğiyle tekrar time dönebilmiştim. Ona da bir şey olursa ben bu sefer kaldıramazdım. Ben artık bu kadar güçlü değildim. Gökçen benim öz kardeşim gibiydi. Ailem yoktu, Yetimhanede büyümüştüm. Önce Sevde, sonra timim bana aile olmuştu. O 5 aslan, benim her şeyimdi...
|
0% |