Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm

@ebrumelek

Gözlerimi açtığımda odamın loş ışığına gözlerim alışmaya çalışırken odayı dolduran tanıdık sesleri fark ettim. Daha önce burada olan grup hâlâ yerli yerinde, kendi aralarında sessiz bir sohbet içindeydiler. Gözlerimi açmak için enerjim yoktu, bu yüzden onları dinlemeye devam ettim. Birkaç cümlede bir biriyle hafifçe takılan kısık sesli konuşmaları odayı sıcak bir hava ile dolduruyordu.

Selman’ın sesi hafif alaycı bir tınıyla kulağımı doldurdu. "Anıl, senin hoşlandığın kız ne oldu?" dedi. Anıl cevabını neredeyse fısıltıyla verdi.

"Sanane oğlum," diye tersledi Selman'ı. "Ne yapacaksın sen? İşine baksana."

Bir an için bile gözlerimi açmadan yüzümde hafif bir gülümseme belirdi. Anıl’ın bu cevabı normal zamandan daha farklıydı. Yoksa bizim Anıl gerçekten de aşık mı olmuştu? Diğer zamanlarda ne zaman bir kızla görüşse sohbetlerinde anlatırdı. Kimi zaman uzun uzun övgüler sıralar, kimi zaman da gülerek ayrıntılar verirdi. Ama bu sefer farklıydı konuyu kapatmak istemişti. Demek ki sonunda özel birini bulmuştu.

Görkem abinin gülüşü sanki hepimizin aklından geçenleri doğrular gibiydi. Anıl’ın bu mahcup hali herkesi şaşırtmıştı. İçimden onun adına mutluluk hissettim. Gerçekten de Anıl sonunda biriyle ciddileşmişti belli ki. Bu düşünce beni gülümsetti.

Selman, hafifçe sırıtarak ona doğru eğildi. "Oğlum bize söylesene, ne var yani, anlat işte," dedi merakla. Anıl ise "Düş yakamdan Atik," dedi.

Annemlerin sohbetine kulak kabarttım. Fısıldar gibi konuşan sesleri duyabiliyordum. Anneannemle annem, brokoli pişirme yöntemleri üzerine hararetli bir tartışmaya girmişlerdi.

“Kız Özgü, anam ben hiç öyle yapmadım,” dedi anneannem. “Önce haşlıyorum, sonra suyunu döküp yemeğe katıyorum ya kız. Öyle alıştık biz, her şeyi haşlayıp koyarız.”

Annem, “Akkız abla, öyle yaparsan tüm vitaminini dökersin brokolinin. O yüzden önce tek tek ayıracaksın, sonra sirkeli suda güzelce bekleteceksin. O zaten tertemiz olur. Yemeğe haşlamadan kat, bak gör nasıl lezzetinden parmaklarını yersin” dedi.

Anneannem göz ucuyla Gül’e bakarak söylenmeye başladı. "Kız Gül, senin anan olacak kadın yüzünden evde kalırsın ha. Alihan evlenmekten vazgeçer, bak. Sen şu Özgü kızımdan bir şeyler öğren evlenmeden demedi deme!"

Gül bu tür konuşmalara alışmıştı belli ki. Pek umursamadan ama onu kırmamaya çalışarak sessizce, "Tamam anneanne," dedi.

Bu sırada dedem derin bir nefes aldı. "Rahat bırak kızı, hanım" dedi sakince, sesine yumuşak bir güven ekleyerek. "Benim torunum her şeyi becerir, sen merak etme."

Anneannem, dedeme göz ucuyla bakıp sert bir ifadeyle, “Hayatım, sen benim işime karışma bakayım,” diye cevabı yapıştırdı. Dedem bu çıkış karşısında hemen geri adım attı. "Tamam hanım, bir şey demedim valla," dedi usulca, sesinde tatlı bir çaresizlik vardı. Tam o sırada, timin olduğu köşeden bir kahkaha patladı. Tek gözümü aralayıp baktığımda Anıl’ın karnını tutarak dedemlere güldüğünü gördüm. Diğerleri hafifçe gülümsemekle yetinirken salak Anıl resmen kendini kaybetmiş haldeydi.

Dedem, Anıl’a dönüp kaşlarını çatarak sert bir ses tonuyla, “Hayırdır evlat, komik bir şey mi var ortada? İstersen ben sana daha komik şeyler göstereyim de öyle gül, he?” diye çıkıştı. Dedemin bu sert sözleri Anıl’ı adeta yerine mıhladı. Kahkahası aniden kesildi ve boğazını temizleyip öksürmeye başladı. Telaşla toparlanmaya çalışıyordu.

“Albayım yani, Kemal Bey… şey, gülmek güzeldir diye… ondan şey ettim ben,” diye kekeleye kekeleye bir şeyler geveledi.

Ne saçmalıyordu bu gevşek şimdi?

"Yani gül..."

Görkem abi, Anıl’ın saçmalamaya devam ettiğini görünce dayanamayıp alçak bir sesle, “Lan kapat çeneni, ne saçmalıyorsun? Kafayı mı yedin? Ben bizim albaydan bile bu adam kadar korkmuyorum, şu salağın rahatlığına bak,” diye söylendi. Fısıltıyla konuşmuştu ama onu duyacak kadar yakındaydım ve bu sözleri gülmemek için zor tuttuğum bir tebessüme dönüştü.

Tam o anda Görkem abi lafını bitirir bitirmez Anıl’ın kafasına hızlı bir şaplak indirdi. Anıl başını tutarak, şaşkın ve biraz da sitemkâr bir ifadeyle “Abi, ama ne yaptım ya?” diye sızlanmaya başladı. Görkem abi ona sert bir bakış attı ama gözlerinde hafif bir gülümseme de saklıydı.

***

Sanırım uyumuştum yine. Gözlerimi açtığımda hava iyice kararmıştı. Aynı kadro burada odamda hâlâ yanımdaydı. Ama hepsinin yüzü gözü çökmüş duruyorlardı.

Gozlerimi açarak konuşmaya başladım.

"Herkes artık evlerine gitsin. Kaç gündür buradasınız zaten. Gördüğünüz gibi iyiyim çok şükür. Haydi evlere dağılın" dedim dayanamayarak.

"Aaa komutanım uyandınız mı şükür. Maşallah baya iyi uyudunuz he?" Dedi Anıl. Lan ben bu çocuğu çok mu dövmüştüm acaba?

"Komutanım buradan ayrılmıyoruz" diyen Görkem abiye göz devirerek bakmaya başladım.

"Benim için endişelendiğinizi biliyorum ama lütfen gidin. Yarın yine gelirsiniz olur mu?"

"Hayır komutanım buradayız biz" diyen Ece'ye yine göz devirdim. Laftan anlamıyorlardı. Annemler ve dedemler de gülerek bizi izliyorlardı. Onlara baktım ve devam ettim.

"Hiç öyle gülmeyin neredeyse hava kararmış. Hepiniz berbat görünüyorsunuz. Eve gidip dinlenin yine gelirsiniz. Bu odadaki herkes evine haydi" dediğimde yüzlerindeki gülümseme soldu. Zaten kaç gündür benim için burada perişan olmuşlardı.

"Kızım ısrar etme ben hiçbir yere gitmem." Diyen Abdullah beye baktım. Gerçekten benim için mi endişeleniyordu?

"Abdullah bey lütfen annemi de siz eve götürebilir misiniz rica etsem? Timden bir kişi yanımda kalsın yeter. Dede özellikle sen gidiyorsun" diyerek yine ısrar etmiştim. En sonunda istemeye istemeye de olsa ayaklandılar.

"Tamam kızım ben anneni evinize götürüyorum. Gül'e söylerim annenin yanında sizin evde kalır. Seninde aklın kalmaz. Yarın sabah yine geleceğim. İstediğin bir şey var mı?"

Abdullah bey böyle konuştukça gözlerimin dolmaması için kendimi zor tutuyordum. Yüreğimde hiç bilmediğim ince yerler sızlıyordu. Bu adam benim öz babamdı ama değildi de işte. Onları asla affedemezdim. Kafamı sallayarak cevap verdim.

"Hayır Abdullah bey, yarın gelmenize de gerek yok. Bu kadar gündür burada olmanız yeterli. Her şey için teşekkür ederim."

Abdullah beyin gözlerinde an be an yıkılışı gördüm. Dedem ise söylediğimi destekler biçimde bana göz kırptı. Dedem ardından ayaklanıp yanıma geldi ve eğilip saçıma öpücük kondurup Abdullah beye baktı. Aralarındaki bu bakışma neydi bilmiyorum ama sanırım dedemde onlara bu yüzden kızgındı.

"O zaman yanında kim kalacak kızım?" Diye sordu annem. Timime baktım. Hiçbiri ayaklanmamıştı. Time bakarak "Fark etmez anne. Sen git de biz ayarlarız" dedim.

Annem, Gül, dedemler ve Abdullah bey çıkınca, bizimkilerde bir ses kargaşası yükseldi.

"Ben kalacağım abi, senin karın bekler" dedi Anıl.

"Oğlum Sevgi zaten kal dedi ben kalacağım" dedi Görkem abi.

Ece ve Selman'da onlara itiraz edip "Ben kalacağım" diyordu. Mehmet abi ben uyandığım andan beri fark etmişti. Her zamanki gibi sessizce otururken bir anda gür bir sesle bağırınca herkesi susturdu.

"Herkes gitsin ben kalacağım" dediğinde kimse itiraz edemezdi. Açıkçası benim için fark etmezdi. Hepsini eşit seviyordum. Ancak Ece kalsa daha bir rahat ederdim diye düşünüyordum. Ama Mehmet abi konuşunca ona kimse itiraz edemedi ve benimle vedalaşıp çıktılar.

***

Odada Mehmet Abi’yle yan yana oturduk; kelimeler yerine sessizlik vardı aramızda. En çok onun etkilendiğini biliyordum, çünkü Sevde’nin ölümünden sonra onu yeniden toparlayabilmemiz hiç de kolay olmamıştı. O zor günlerde Mehmet Abi'yi psikolojik destek alması için ikna etmek bile bizi oldukça yıpratmıştı. Onu her ziyaret ettiğimizde tanıdığımız adamın giderek daha da uzaklaştığını hissediyorduk. Sevde’nin ve karnındaki bebeğinin kaybı sadece ondan sevdiklerini değil, Mehmet Abi’nin ruhundan da birçok güzelliği alıp götürmüştü.

Tedavi süreci sona erip sonunda Mehmet Abi yeniden bizimle birlikte olabilmişti ama içimizde hep eksik kalan bir şey vardı. Artık o eski güler yüzlü Mehmet Abi değildi yanımızdaki adam. Şimdi, timde birinin ufacık bir yaralanması bile onu derinden yaralıyor, günlerce kendine gelemiyordu. Eski neşesi kaybolmuştu; artık hiç gülmüyordu. Sevde’nin ardından, sadece Mehmet Abi’nin değil, bizim de dünyamızda onulmaz yaralar açılmıştı.

"Abi iyi misin?" Diye sordum.

"Abicim bunu benim sormam gerekmiyor mu?" dedi, bakışlarında hüzünle karışık bir sıcaklık vardı.

"Abi, bak biliyorum beni sevdiğin için endişelendiğini. Ancak biliyorsun bizim mesleğimiz bu. Hergün ölümle yüz yüzeyiz. Her yaralanmamızda lütfen kendini böyle harap etme. Zaten bu meslekte olmasak bile ölümlü dünya be abi. En iyi biz biliyoruz bunu."

Mehmet Abi'nin yüzü iyice düşmüştü, bakışlarından Sevde ve oğlunun hatıralarının yeniden aklına üşüştüğünü anladım. Aslında o acı hatıraların zihninden hiç çıkmadığını biliyordum; günleri, geceleri, belki her nefes alışında o kaybın ağırlığını hissediyordu. Ama bir şekilde bu gerçekle yüzleşmesi gerekiyordu, yoksa her seferinde içine biraz daha çekilecekti.

Eski Mehmet’i düşündüm o an… Şen şakrak, hepimize moral veren, yüzünden tebessüm eksik olmayan biriydi. Deli dolu, hayatı seven, neşesi etrafındakilere bulaşan bir adamdı. Ama o lanet gün, o korkunç kayıplar onu bambaşka biri yapmıştı. Şimdi ise aynı adamın gölgesini taşıyan, ama içindeki ışığı yitirmiş birine dönüşmüştü. Onu böyle görmek hepimizi yaralıyordu.

"Abi bak, biliyorum Sevde'yi..."

"Abicim, tamam açma konuyu lütfen," dedi yumuşakça, gözlerini kaçırmadan derin bir iç çekerek devam etti.

"Elimde değil Gökçen. Birinize bir şey olacağında, sizi kaybedeceğim diye ödüm kopuyor be kızım. Artık kaldıramam ben! Sizden başka kimsem yok benim, kalmadı. Ne yaparsan yap, ne söylersen söyle, yapamam. Hadi boş ver bu konuları kapatalım," dedi, sesi titriyordu. Sonra bir an duraksayıp yüzünde küçük bir tebessümle ekledi: "Açayım mı senin şarkını abicim?"

Mehmet Abi’ye gülümsedim ve kafa sallayarak onayladım. O şarkı… Ne zaman hüzünlensem, o şarkıya sığınırdım. Ankara'da görev yapan en yakın arkadaşımın şehit haberini aldığımız o zor akşamı hatırladım. Melih, Dombim... Üniversitede Tuba, Melih ben üçüz gibiydik. Fırtınam Melih'im esir düşmüş ve şehit olmuştu. Günlerce onu aramıştık. Tuba ile delirmiştik. En sonunda Tuba da yurt dışına göreve gitmişti. O gece karargâhın arkasına geçip, o tarifsiz acıyla bir sigara yakmıştım. Şarkımı dinlerken sessizce gözyaşlarımı akıtıyordum; o sırada Mehmet Abi yanıma oturmuştu. O gelene kadar ağladığımı bile fark etmemiştim. O zamanlar Sevde hayattaydı… Orada bana sessizce destek olmuş, acımı paylaşmıştı. İşte o şarkımı da o zaman öğrenmişti, bir daha ne zaman kendimi kaybetsem hep o şarkıyı açardı bana. Çünkü o şarkı kardeşim Melih'imin en sevdiği şarkıydı.

Mehmet Abi telefonundan şarkıyı açtı. O tanıdık melodi çalmaya başlar başlamaz elimi tuttu, tıpkı o gün olduğu gibi. Gözlerim istemsizce doldu. Bu hayatta çok şey kaybetmiştim, her biri içimde derin yaralar bırakmıştı. Ama kaybettiklerimin yanında, zamanla kazandığım şeyler de vardı. Her biri bana umut veriyor, ayakta durmamı sağlıyordu.

Her koşulda yanımda olan Mehmet abi gibi, omuz omuza mücadele verdiğim koca yürekli timimdeki herkes gibi, hayatımın kökü annem gibi, Gül gibi, Dedem ve anneannem gibi, ve Kuzey...

"Abi Kuzey komutanın durumu nasıl?" Diye sordum dayanamayarak. Mehmet abi hafif bir şekilde gülümsedi.

"Kırıkları var ama ona rağmen bir dakika bile kapının önünden ayrılmadı abicim."

"Ee o zaman neden gelmedi odaya hiç? Yani gitti sanırım?" Dedim merakla.

O sırada şarkı nakarata gelmişti, içimdeki duyguları daha da yükselten o tanıdık melodi… Mehmet Abi elini nazikçe elim üzerinde gezdirerek bana baktı, gözlerinde şefkat dolu bir ifade vardı.

"Gittiğini sanmıyorum Gökçen. Sabahtan beri kapının önündeydi. Sadece bu odaya girmek için kendisiyle savaş veriyor eminim ki."

"Nasıl yani abi ne savaşı?" Dediğimde kapı tıklatıldı ve ardından açıldı. Mehmet abi de ben de kapıya dönmüştük.

Şarkının son kısmı çalarken, kapıda Kuzey’i gördüm. Sessizce duruyordu, bakışları önce gözlerimde durakladı, ardından Mehmet Abi’ye, sonra da elimizin üstüne ve şarkının çaldığı telefona kaydı. Yüzü ifadesizdi, ama gözlerinde duygularını saklamaya çalıştığını hissettim.

Kuzey’in varlığı odayı bir anda başka bir havaya bürüdü. Kalbim hafifçe hızlandı; onun sessiz ama derin bakışlarının altında bir şeylerin söylenmeden havada asılı kaldığını hissediyordum.

"Pardon, geçmiş olsun" diyerek kapıyı geri kapatırken Mehmet abi seslendi.

"Komutanım bekleyin" dediğinde Kuzey, bize arkasını dönük kapının eşiğinde kaldı.

"Evet?" Dedi Kuzey sertçe.

"Komutanım benim kantine gitmem lâzım. Siz durur musunuz Gökçen'le biraz?" dediğinde kaşlarımı kaldırıp Mehmet abiye baktım. Yalnız da kalabilirdim!

"Peki madem" diyen Kuzey bana bakmadan içeriye girdi. Mehmet abi de ayağa kalkıp şarkıyı kapattı ve telefonunu cebine koydu. Direkt dışarıya çıktı.

Mehmet abi kapıyı kapattığında Kuzey'le yalnız kaldık. Yavaşça yürüyüp az önce Mehmet abinin kalktığı yere oturdu. Sol kolu alçılıydı.

"Yüzbaşı Gökçen, geçmiş olsun," dedi, sesi derin ve sakin ama içinde bir yük taşıyordu. Gözlerini kaçırmadan bana bakarken, "Benim yüzümden ölümden döndün," diye ekledi, kelimeleri sanki düşünceleri kadar ağırdı. "Sana ikinci defa hayatımı borçluyum."

Kuzey öncekilere nazaran çok resmî konuşuyordu benimle. Gözlerime bakmıyordu bile. Boş boş odaya bakınıyordu. Ne olmuştu şimdi?

"Görevim komutanım. Size özel bir durum değil. Vatanım için her şeye razıyım ben. Size de geçmiş olsun" diye bende resmî bir şekilde cevap verdim.

Bir süre sessiz kaldık. Kuzey boğazını temizleyip sessizliği bozdu.

"Senin için herkes çok endişelendi. İyi olmana sevindim. Senin gibi güçlü bir askerin daha çok operasyondan zaferle dönmesi gerekiyor. İyi bir komutansın. İyi olman beni de komutanın olarak mutlu etti. Tamamen iyileşene kadar iznin var. İzin süren belirsiz olacak. Doktor raporundan sonra vazifene dönebilirsin. Tekrar geçmiş olsun." diyerek yavaşça kapıya yöneldi.

Kuzey gözlerini kaçırarak konuşuyordu, bu hali beni şaşırtmıştı. Neden doğrudan bana bakmıyordu ki?

"Teşekkür ederim, komutanım. İnşallah iyi olacağım," dedim sakin bir sesle ama yüzündeki ifade değişmeden devam etti.

"Eee... şey... benim acil gitmem gerekiyor da," dedi, biraz duraksayarak. "Erkek arkadaşın gelene kadar yalnız kalabilir misin?"

Bir an ne dediğini anlamaya çalıştım. Erkek arkadaş mı? Ne diyor şimdi bu?

"Pardon komutanım, anlayamadım? Kimden bahsediyorsunuz?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak, şaşkınlıkla. Kuzey'in ifadesinde bir anlık sıkıntı belirdi; sanki yanlış bir şey söylediğini fark etmiş gibiydi.

İlaçlar mı beynimi uyuşturmuştu acaba algılamada mı güçlük çekiyordum ben? Bu adam ne saçmalıyordu? Mehmet abiyi diyor olamaz çünkü onunla abi kardeş gibi olduğumuzu tüm karargah bilirdi.

"Teğmen Mehmet," dedi soğukkanlı bir şekilde. "Az önce de romantik bir anınızı böldüm, kusura bakma."

Bu sözler üzerine kısa bir an durdum, ne diyeceğimi bilemedim. O ciddi miydi? Mehmet Abi'yle aramızdaki bağı bu şekilde yorumlamış olması hem sinir bozucu hem de komikti. Bakışlarımı Kuzey’e dikerek gülümsememi bastırmaya çalıştım ama bastıramadım elbette.

"Neden gülüyorsun, Yüzbaşı? Dikişlerin patlayacak, kendine gel," diye bana kızdı Kuzey, ama bu sefer odaya girdiğinden beri ilk defa gözlerime bakmıştı. Bu da gülme isteğimi iyice arttırdı. “Romantik an” mı demişti gerçekten? Kendimi zor tutarak gülüşümü dizginlemeye çalıştım ama Kuzey’in yüzündeki ciddi ifade komik görünüyordu.

Nihayet kendimi toparlayıp gülmemi zor da olsa durdurduğumda Kuzey’in yüzünde hala sinirli bir ifade vardı. Gerçekten Mehmet Abi’yle sevgili olduğumuzu mu düşünmüştü? Bu yüzden miydi bu tuhaf, gergin hali? Yoksa sadece komutanım olarak ilgileniyordu da ben mi fazla anlam yüklüyordum?

"Bu kadar komik olan ne, Yüzbaşı? Sanırım ilaçlar sende kafa yapmış," dedi, tonu yavaş yavaş resmiyetten çıkıyordu. Ama kızgındı.

"Komutanım, siz Mehmet Abi için 'erkek arkadaşın' deyince kendimi tutamadım, kusura bakmayın," dedim hâlâ gülümseyerek. "Ayrıca, romantik bir an değildi. O dinlediğimiz şarkı benim için özel. Eski kayıplarım aklıma geldiğinde ya da üzgün olduğumda açar dinlerim. Mehmet Abi de bana eşlik ediyordu sadece. Onun da çok büyük kayıpları var… Aslında hüzünlü bir anı bozmuş oldunuz."

Bu sözleri duyunca Kuzey aniden pencereye doğru yürüdü. Camdan dışarıya bakmaya başladı. Yüzünü göremiyordum. Bugün neden böyle tuhaf davranıyordu anlamıyorum. Şimdiye kadar on tane alaycı laf etmesi gerekmez miydi? Bir kere bile çoban kızı dememişti.

"Komutanım sizin işiniz yok muydu? Mehmet abimi beklemenize gerek yok lütfen işinizden olmayın." Dedim ilgisini çekmek için ancak Kuzey yine camdan bakmaya devam ederek bana cevap vermedi. Onun omuzları hafif sallanıyor mu? Gülüyor olamazdı değil mi?

Kaşlarımı çatarak onu izlemeye devam ettim. Kuzey sonunda bana döndü, gözleri daha önce görmediğim bir parıltıyla bakıyordu. Yüzündeki ifade yumuşamıştı, o sert tavrından eser kalmamış gibiydi. Yavaşça yanıma gelip oturdu. Ona bakmaya devam ettim, anlam veremediğim bu değişik tavırlarına odaklanmıştım. Kuzey, diliyle dudaklarını hafifçe ıslattı, ardından tebessüm etti. Gamzeleri ortaya çıkmıştı, o ciddi yüzünün ardında saklı bir sıcaklık varmış gibi görünüyordu.

Gerçekten de Mehmet Abi’yi sevgilim sandığı için mi bana o kadar mesafeli davranmıştı? Bu düşünce içimde küçük bir kıvılcım yaktı. Az önceki hali bana olan ilgisinin belki de o kadar uzak olmadığını hissettirdi. Yüzümde farkında olmadan beliren gülümsemeyi bastırmaya çalışarak bakışlarımı kaçırdım.

"Çoban kızı?" Diye seslendi Kuzey. Özüne dönmüştü işte.

"Deli komutan?" Diye devam etti sırıtarak. Sercan Açık'ı öldürdükten sonra hain Aysu bir şekilde öğrenip bu bilgiyi Suna'ya vermişti sanırım çünkü deli komutanın ben olduğum ifşa olmuştu. Teröristler artık Sercan Açık'ın öldüğünü biliyorlardı. İstihbarat'tan gelen son bilgi bu şekildeydi.

"Demek namımı da sonunda öğrendiniz komutanım?" Dedim tebessüm ederek. Kuzey'de tebessüm ediyordu.

"Senin hakkında çok şey öğreneceğimi söylemiştim. Bir yerden başlamak lâzımdı değil mi?" hâlâ gülümsüyordu.

"Neden?" Diye sordum dayanamayarak.

Kuzey bakışlarını ellerine indirdi, gülümsemesi yavaşça soldu. Bir süre sessiz kaldı. Hâlâ cevap bekliyordum.

"Bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum çoban kızı. Ama seninle ilgili her şeyi öğrenmek istiyorum. Kendimi engelleyemiyorum. Bunun için bir engelim varsa şimdi söyle?" Diye sordu.

"Kuzey anlayamıyorum. Ne demek is

tiyorsun açık açık söyle?" Sesimi hafif yükselterek sormuştum. Ona ilk defa adıyla sesleniyordum. O da bunu fark edip gözlerime baktı. Bakar bakmaz cümlesi ağzından çıktı.

"Gökçen, hayatında biri var mı?" Hızlı bir şekilde sormuştu. Düşünmemişti bile.

Kalbim şu an deli gibi çarpıyordu. Ne diyeceğimi bilemedim. Öylece birbirimize bakmaya devam ettik.

Kuyruğu dik tut kızım sakın koy verme.

"Hayır yok." Lan ben az önce sana ne dedim Gökçen!

Kuzey çok güzel bir şekilde gülümsedi. O sırada kapı tıklatılıp içeriye Mehmet abi girdi. Of tam zamanında. Mehmet abinin girmesiyle, Kuzey ayaklandı. Hâlâ gülümsüyordu.

"Ben gideyim artık. Uyu dinlen sende Gökçen" dedi sırıtarak.

"Pekii uyuyayım madem." Biri şu serumla beni boğabilir mi? Niye 'peki' diyorsun kızım salak mısın sen?

"Hoşça kal Kuzey" biri beni sustursun.

Kuzey kapıyı açtı, bir adım attı, tekrar bana döndü ve gülümseyerek,

"Hoş geldin Gökçen" dedi ve çıktı.

❤️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%