@ebrumelek
|
İki gündür hastanede sıkıntıdan patlayacak hale gelmiştim. Artık kim denk gelirse ona takılıyordum; doktorlar, hemşireler hatta odayı temizlemeye gelen abla bile bundan nasibini almıştı. Abla sağ olsun, dertliymiş bayağı; kaynanasından çektiklerini anlatmaya başladı mı, susturabilene aşk olsun. Yok, evlenirken bir kuruş harcamamışlar da diğer geline neler neler yapmışlar... Dinlerken içimden "Kadın haklı" demekten kendimi alamadım. Abla, en sonunda anlatacağı her şeyi döküp stresini attıktan sonra hafiflemiş bir şekilde çıktı odadan. Benim suskunluğum, galiba ona çok çekici gelmemişti. Derken kapı yeniden tıklayıp aralandı; içeri annem, Gül, dedem ve anneannem birlikte girdiler. Ellerinde mis kokulu çiçekler, yüzlerinde hafif bir tebessüm vardı. "Çok güzel teşekkür ederim," diyerek onları karşıladım. Anneannem, daha kapıdan adımını atar atmaz gözyaşlarına boğuldu. Dedem dayanamadı, hafif sitemle seslendi: "Hanım, başladın yine ağlamaya. Hani kızın yanında kendini tutacaktın?" Anneannem, gözyaşlarını silerken dedeme dönüp, “Ne yapayım hayatım, baksana her yeri sargılı yatıyor benim yavrum,” diye fısıldadı. Ona kocaman bir gülümseme gönderdim. "Anneanne, gel sana sarılayım. Bak sen de annem gibisin; bu gözyaşlarının kaynağını neredeyse kurutacağım ha sonunda," dedim, yarı şaka yarı ciddi. Anneannem, hafif bir kıkırdamayla güldü; yüzü hemen aydınlanmıştı. Cilveli bir tavırla dedeme döndü, göz kırpar gibi yaptı. "Hayatım, bak aynı senin gibi torunun da," dedi anneannem dedeme göz kırparak, "İki dakikada beni güldürmeyi başardı." Odadaki herkes kahkahalara boğuldu. Dedem de anneanneme sıcacık bir bakış attı. İnsanın içini ısıtan, yılların verdiği sevgiyi taşıyan bir bakıştı bu. İçimden "Kız anam, kadın benden daha cilveli, maşallah" diye geçirdim. Herkes odadaki koltuklara yerleşip sohbete dalarken annem ve anneannem konuşmaya başladılar. Gül, telefonuna dalmıştı, bir şeyler yazıyordu. Dedem ise sessizce oturuyordu; yüzünde biraz dalgın, biraz düşünceli bir ifade vardı. "Kız Özgü sen o diziye baktın mı? Anam bu da yeni başladı bu ne böyle? Hangisini takip edeceğimi şaşırdım valla" dedi anneannem. "Fragmanını gördüm Akkız abla. Hep birikti bunlar. Eve gidelim de hayırlısıyla, devam edeceğim." "Kız Özgü, ben hiç beğenmiyorum bu dizileri, dönüp dolaştırıp aynı şey. Ama can sıkıntısı işte evde bakınıyorum." Dedem anneanneme göz devirdi. Anneannem anında yakaladı ve "Kemal!" Diye seslendi. "Efendim gözümün nuru" diye cevap veren dedeme şokla baktım. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Gül'de benimle aynı durumdaydı. "Yok bir şey Kemal neyse" diyerek bu defa da anneannem göz devirince ağzımdan kıkırtı kaçtı. "Ee torunum ağrın sızın yok değil mi?" Diye soran dedemin konuyu değiştirmeye çalıştığı belliydi. "Daha iyiyim dede. Ani harekette, öksürürünce falan ağrı giriyor. Onun dışında iyiyim çok şükür" dedim. "Oh oh maşallah torunum. Daha da iyi olacaksın" diyen dedeme gülümsedim. Odanın kapısı tıklatıldı. Tüm tatlılığıyla Vildan hanım içeriye girdi. "Herkese merhaba. Hastamızı kontrol etmem gerekiyor izninizle. Bir 5 dakika bizi yalnız bırakır mısınız?" "Kız Vildan bizden ne olacak yabancı mıyız?" Diyen anneannemle gülümsedim. Bu kadın çirkeflikte annemle yarışırdı. Zaten annemde onunla aynı fikirdeymiş gibi bakıyordu Vildan hanıma. "Haydi hanım haydi. Gidelim de size bir çay ısmarlayayım. Vildan kızım da rahat rahat yapsın işini." Diyerek ayağa kalktı dedem. Anneannem ve annem de istemeye istemeye ayağa kalkmıştı. Gül kararsız kalmış gibi bir bana bir dedeme bakıyordu. "Gül istersen sen kalabilirsin" diyerek fikrimi belirttim. Gül soru dolu bakışlarıyla Vildan hanıma baktı. "Fıstığım bence çıksan daha iyi olur. Dikişlerini kontrol edeceğim. Sen kendi küçük yarana bile bakamıyorsun." Dediğinde pekte şaşırmamıştım. Gül gerçekten çok nahif bir kızdı. Gül bana tebessüm ederek odadan çıktı. O odadan çıktıktan sonra, Vildan hanım pansuman yapmak ve sargı bezimi yenilemek için malzemeleri bana yaklaştırırdı. "Nasıl hissediyorsun canım?" Diye sordu Vildan hanım, pansuman işlemine başlayarak. "Sayenizde daha iyiyim Vildan hanım." "Hepimizi çok korkuttun Gökçen. Gerçekten çok sevenin var. Abdullah'lar da, kardeşlerin de çok perişanlardı." Vildan hanım o aileyle aramın iyi olmasını istiyordu. "Vildan hanım bakın.." "Hanım değil abla demen için anlaşmıştık. Ayrıca Gökçen biliyorum, sana yaptıkları şey çok çocukçaydı. Ben bu konuda kesinlikle seni haklı buluyorum. Ama o insanları da yıllardır çok yakından tanıyorum. Bence sana kendilerini yanlış tanıttılar. Daha doğrusu tanıtamadılar. Aile düzenleri bozulur diye korktular. Şanslarını da kaçırdılar ve bunun farkındalar. Telafi etmek için uğraşıyorlar. Senden sadece bunu görmeni istiyorum. Affedip affetmemek sana kalmış tabii ki." Verecek bir cevabım yoktu. "Bu arada sen ameliyattayken Kuzey kırık kemiklerle bile kapından bir saniye ayrılmadı. Oğlumu ilk defa böyle görüyorum. Sana gerçekten çok değer veriyor canım. Değer verilmeyecek bir kadın da değilsin." Diyen Vildan hanım pansumanı bitirmiş, elindeki eldiveni çıkartıyordu. "Şey Vildan hanım yani abla, Kuzey benim komutanım olduğu için öyle endişelenmesi çok normal. Bir de gözleri önünde vurulduğum için korkmuş olabilir yani" diyerek bakışlarımı kaçırdım. Lan Gökçen Kuzey adı geçince niye mala bağlıyorsun be kızım. Adamın annesiyle oturmuş adam hakkında konuşuyorsun. "Kuzey bana bir şey mi hissediyor acaba?" Diye sor bir de istersen! Vildan abla muzip bir şekilde tebessüm etti. Ay çok utanıyorum şu an. Yorganı yavaşça kafama çekip gitmesini mi beklesem? Kapının tıklanmasıyla içimde derin bir rahatlama hissettim. Tam derin bir nefes alacaktım ki, kapı açıldı ve içeriye yüzünde sırıtmalarla Kuzey girdi. "Hoppala," diye mırıldandım kendi kendime. Kuzey önce kapının eşiğinde bir adım attı, sonra hiç acele etmeden geçip koltuğa yerleşti. Sol kolu sargıdaydı, ama diğer elini çenesine yaslayıp beni izlemeye başladı. Gözleri, yüzündeki o vazgeçilmez gülümsemeyle üstümdeydi. Tam o sırada arka planda Vildan ablanın kahkahası yankılandı, içimden “Offff” dedim. Vildan abla, başını iki yana sallayıp hafifçe gülümseyerek bana döndü. "Benim işlerim var, siz rahat rahat konuşun canım," deyip odadan çıkarken muzip bakışları ikimizin üzerinde bir an daha takılı kaldı. Kapı kapanınca Kuzey'e sinirle baktım. Resmen annesine bizi rezil rüsva etmişti. Kadının yanında mal mal bana sırıtıp bakıyordu. İnsan annesinden utanır be! Şimdi ben ona haddini bildirecektim. "Annenin yanında niye öyle gülüp oturuyorsun komutanım?" Diye sordum sinirle. Kuzey çenesinden elini çekti, hafif bir tebessümle ayağa kalktı ve yanıma doğru yürüdü. Yanımdaki sandalyeye oturduğunda hafif bir parfüm kokusu burnuma çalındı; çok güzel kokuyordu. Tam bu düşünceyle kokuya dalmışken bir anda elini benim elimde hissettim. Ne? Kafamı kaldırıp ona baktım, gözlerinde parıltı vardı. Bir saniye… ben ona kızgındım, değil mi? Adamın kokusuna dalmışken eli kaptırdık. "Yalnızken mi gülmemi istersin güzelim?" dedi Kuzey, gözleri hala benden ayrılmadan. "Hı?" diye karşılık verdim istemsizce. Şaşkınlığımı toparlayamamıştım. Aklımdan, "Odun Gökçen, tam bir odunsun" diye geçirdim. Kuzey kahkaha atmaya başladı. Ona tamamen alık bir ifadeyle bakıyordum; hiçbir şey diyemiyordum. Kendimi, onun kahkahalarının ritmine kaptırmış gibi hissediyordum. "Biliyor musun," dedi Kuzey, kahkahası hafifleyip gözlerindeki o parıltı daha da belirginleşirken, "Bu şaşkın hâlin de çok hoşuma gitti. Ama dik bakışların da bir başka..." Allah demiş yürü ya kulum, Kuzey koşmaya mı başladı? "Bir an afallayıp toparlanmam gerektiğini hissettim. "Şey ben," diyerek boğazımı temizledim. Kuzey, kaşlarını hafif kaldırarak gülümsemeye devam ediyordu; beni sabırla, eğlenir gibi dinliyordu. "Şey… dedemler buradaydı da… hani şimdi gelirler belki…" dedim, ne saçmaladığımı kendim bile anlamadan. İçimden "Allah’ım, inşallah şu an bayılırım da rezil olmam!" diye dua ediyordum. Kuzey tekrar bir kahkaha patlattı, keyfi yerindeydi belli ki. Ben de ona bakıp ister istemez tebessüm ettim. "Tamam güzelim," dedi, göz kırparak, "sen dinlen, ben buralardayım." "Sen de yaralısın, odanda dinlensene," dedim. Cümlemi bitirdiğim anda öyle bir baktı ki, şu an olduğum yerde eriyebilirdim. "Ben seni görünce daha iyi oluyorum, Yüzbaşım," diye karşılık verdi, yüzünde o kendine özgü gülümsemesiyle. Gözlerindeki sıcaklık içime işledi, ne diyeceğimi şaşırdım. Son bir bakış atıp kapıya yöneldi ve sessizce odadan çıktı. Ben az önce ne yaşamıştım? İçim kıpır kıpırdı, daha önce hiç hissetmediğim bir yoğunlukta duygular vardı içimde. Kalbim hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. "Sonumuz hayır ola…" dedim kendi kendime, bu yeni hislerin içinde kaybolurken. 1 Hafta Sonra Sonunda bugün taburcu oluyordum. Annem, dedemler, Gül, Anıl ve Abdullah Bey yanımdaydı. Koca bir hafta hastanede geçip gitmişti. Timim dün topluca ziyarete gelmişti, bugün ise gelmemelerini rica etmiştim; zaten hastaneyi neredeyse işgal etmiştik. Ama Anıl dayanamamış, yine de gelmişti. Poyraz da hemen her gün hastaneye uğruyordu; içeri girip oturmasa da kapıdan başını uzatıp beni kontrol ediyordu. Göktuğ ise Abdullah Bey’le birlikte birkaç kez ziyaretime gelmişti. İlk geldiğinde her zamanki samimiyetiyle bana sarılmaya kalkmıştı. Ama o acıyla bile bir şekilde onu durdurmayı başarmıştım. "Ben çok üzgünüm," diyerek gözlerinden yaşlar süzülmüştü. Anladığım kadarıyla Göktuğ hislerini içinde tutmak yerine açıkça ortaya koyan biriydi. Poyraz ise tamamen farklıydı; o duygularını hep içinde yaşar, sert bir kabukla gizlerdi. Dışarıdan baktığınızda soğukkanlı ve mesafeli görünürdü, tıpkı benim gibi. Ama Göktuğ… duygularını dışa vurmaktan çekinmeyen biriydi. Odada herkes yerini almış, bana sıradan bir günmüş gibi davranmaya çalışıyordu ama içimdeki sabırsızlık yüzüme yansımış olmalıydı. Anıl, yatağımın kenarına kurulmuş, ellerini başının arkasında kavuşturmuş, rahat tavırlarıyla sanki her şey kontrolündeymiş gibi oturuyordu. Gül ise yatağın diğer ucundaki sandalyeye oturmuş, endişeyle bana bakıyordu. Karşıdaki koltuklarda annem ve anneannem kendi aralarında koyu bir muhabbete dalmıştı. Abdullah Bey dedeme bir şeyler anlatıyor, dedem de sessizce onu dinliyordu. Gül yüzünü bana çevirip yumuşak bir sesle sordu: "Gökçen, daha iyisin değil mi?" Gözlerimi ona çevirip hafifçe gülümsedim. "Çok daha iyiyim canım, ama artık buradan çıkmak istiyorum sadece," dedim, sıkıntımı belli eden bir iç çekişle. Odanın kapısı açılıp Poyraz ve Göktuğ göründü. Bunlar niye gelmişti ki şimdi? Zaten bugün buradan taburcu olacaktım. Göktuğ hızlı adımlarla yanıma geldi, bir an Anıl’a sert bir bakış fırlatıp onun yanına oturdu. Anıl'ım da ondan aşağıya kalır mı demek isterdim ancak bizim Anıl hiç oralı olmadı. Kaaleye bile almadı Göktuğ'u. Boşuna gevşek Anıl demiyordum ben. "Göktuğ bugün zaten çıkıyorum hastaneden. Neden geldiniz? " Diye sordum dayanamayarak. Bakışlarım Poyraz ve Göktuğ arasında gidip geliyordu. Poyraz dedemin yanına oturmuş, zaten bozuk olan suratı daha da bozulmuştu. Onu ilk gördüğüm hâlinden eser yoktu. "Burada olmak istedik buradayız." Diye sert bir sesle konuşan Poyraz'a alaylı bir bakış gönderdim. "Ama ben burada olmanızı istemiyorum!" "Nereye gidip geleceğimi sana sormayacağım Gökçen." Dedi Poyraz "Benim olduğum yere gelirken bana soracaksın!" Diye sesimi bir tık daha yükselterek karşılık verdim. Dedem bize oldukça keyif alıyormuş gibi bakıyordu. Yok artık, emindim bu adam kaos seviyordu. Utanmasa skor tutacaktı. Poyraz kaşlarını havaya kaldırdı ve alayla sırıtıp devam etti. "Bak şu an senin olduğun yerdeyim ve her zaman nerede olursan orada olacağım. Ayrıca hatırlatırım sana sormadım." Dediğinde sinirim tavan yapmıştı. "Pardon da senin yaşın kaç acaba? Sana diyorum ki istenmiyorsun. Bunu anlamamak bu kadar zor mu? İstemiyorum sizi, bu kadar." kırılıp kırılmamaları umurumda değildi. Göktuğ sesli bir nefes verdi. Ona döndüğümde yanakları kızarmış ve gözleri dolmuştu. Hayır yani siz benimle görüşmek istememiştiniz şimdi ne oluyordu? "Bakın abiler, sizin bir kardeşe benim de abiye ihtiyacım yok. Bunu zaten siz bana net bir şekilde gösterdiniz. Sizin sandığınız gibi aile düzeninizi de bozmadım. Gelip Gül'ün ve sizin huzurunuzu da kaçırmadım. Ayrıca para veya başka bir şey de istemedim. Yanlış mıyım? Siz böyle düşünüp benden uzak durduysanız da bu sizin tercihiniz. Ama yanıldınız. Şimdi vicdanınızı rahatlatmak için benimle lütfen görüşmeye çalışmayın. Annenizin yaptığını yapın ve görmezden gelin." Dedeme bakarak devam ettim. "Dede ne zaman çıkacağız. Artık evime gitmek istiyorum." Dedem boğazını temizleyerek konuşmaya başladı. "Kızım aslında ben de sizinle o konuyu konuşacaktım. İsterseniz annenle birlikte bize gelin. Sen iyileşene kadar yani bizde kalın. Ne dersiniz?" Aslında ben direkt evime gidip rahat rahat yayılmak istiyordum. Kimsenin evinde onlara yük olmak veya rahatsızlık vermek istemezdim. Bu dedem de olsa anneannemle olsa fark etmezdi. "Dede bu düşünceniz için çok teşekkür ederiz ama biz annemle evimize gitsek daha iyi olur benim için." Dedem ret edilmeye pek alışık değildi. Genelde o bir şey ister, uygulanırdı. Anneannem ısrar edecek gibi oldu ama bizim Anıl konuşmaya daldı. "Gökçen komutanım yalnızlığı sever. Birilerinin ona ilgi göstermesine pek alışık olmadığı için yadırgıyor." Hızlıca kafamı Anıl malına çevirdim. Lan Anıl hatırlatta seni bir güzel döveyim. Tüm karizmamı çizdin. Ama dayanamayıp kafasına bir tane patlattım tabii. "Ahh komutanım yanlış bir şey mi söyledim? Yalan mı ilgiyi sevmiyorsun işte." kafasını ovalayarak konuşmuştu. Bir süre odada sessizlik hakim olmuştu. "Ben işlemleri hallettim. İstediğiniz zaman çıkabiliriz." Diyerek sessizliği böldü Poyraz. "Ay kız kalk haydi çıkalım bir an önce eve gidelim. Bir ton iş var evde" diyen anneme bakakaldım. Bu kadın uyurken bile "Gökçen kız yerleri yeni sildim basma" diye sayıklayan kadındı gerçi. Herkes yavaş yavaş kalkarken, aklımda Kuzey vardı. Kuzey bugün hiç gözükmemişti. Acaba gitti mi? Hastanede olsa buraya gelirdi değil mi? Annem ve Gül'ün yardımıyla ayağa kalktım. Kendimi her kastığımda karnım sızlıyordu. Anıl bir koluma, Gül diğerine girdi ve birlikte yürümeye başladık. Poyraz kaybolmuştu ortalıktan. Odanın kapısını açıp dışarıya adım attığımızda karşımda tekerlekli sandalyeyle bize doğru gelen Poyraz'ı gördüm. Gözlerimi devirip yürümeye devam ettim. Diğer herkes arkamızdan geliyordu. Poyraz sandalyeyi tam önümde durdurup bakışlarıyla oturmamı işaret etti. Ben de yanından geçip gitmek için adım attım. "Haydi Gökçen sandalyeye otur da ağrın olmasın canım." Diyen Gül'e bakmadım bile. Asla oturmayacaktım. Dediğim gibi de o şekilde yürüyerek asansöre ilerlemeye başladım. Tabii benim çekiştirmemle Anıl ve Gül kolumda benimle geliyordu. Lan onlar mı beni yürütüyor ben mi onları? Yürürken sol tarafımda bir hareketlilik oldu. Kafamı çevirip Anıl'a tam kızacakken, kolumdan Anıl'ı çekiştirip kendisi girmeye çalışan Kuzey'i gördüm. Kuzey koluma girip bana tebessüm etti. Bu adamın boyu bu kadar uzun muydu ya? Anıl itiraz bile edemeden kolumdan çıktı. Vefalı dost başkaydı tabii. Kuzey’in bana öyle bir gülüşü vardı ki sanki içimde daha önce hiç açılmamış bir kapıyı aralıyordu. Hissetmediğim, bilmediğim şeyler doluyordu içime ve bu beni hem ürkütüyor hem de büyülüyordu. "Bir an önce bu şekilde gülümsemeyi bıraksa iyi olur," diye düşündüm ama yine de gözlerimi ondan alamadım. Bana karşı gerçekten ne hissediyordu acaba? İçimdeki bir ses, kalbimin derinliklerinden yükselip "Sana karşı boş değil," diyordu. Ama beynim hızla devreye girdi: "Saçmalama, tabii ki değil. İki kez hayatını kurtardın, sana minnet duyuyor, o kadar!" Belki de en iyisi fazla kaptırmadan her şeyi zamana bırakmaktı. Böylece, kafamda yankılanan o çelişkili hislerin sessizce yerli yerine oturmasını ummaktı.
|
0% |