@ebrumelek
|
Göktuğ’u büyük bir çabayla ayağa kaldırdım ve kolunu omzuma attım. Bedenim saatlerdir aynı pozisyonda kalmaktan uyuşmuştu; ellerim ve ayaklarım sanki bana ait değilmiş gibiydi, ama bu acıların hiçbirini önemsemiyordum. Tek düşündüğüm, Göktuğ'u buradan sağ çıkarmaktı. Onu adım adım, titrek bir şekilde kapıya doğru götürdüm. Her nefes alışında hafif bir inleme çıkıyordu ama direniyordu, ayakta kalmaya çalışıyordu. Kapının önüne vardığımızda, desteklemekten bir an için vazgeçip onu duvara yasladım. Göktuğ’u kenara çekip derin bir nefes aldım, bir çıkış yolu bulmalıydım. "Ablacım buradan çıkacağız, dayanabilir misin?" Diye sordum. Göktuğ'un tek gözü kapanmıştı. Diğeri de kısık bakıyordu. Bana sadece kafa salladı. Onu kapının kenarında bırakıp yerdeki ellerimden çözdüğüm ip yumağına yönelip elime aldım ve birbiri üzerine getirerek uzun yumağı kısalttım. Kapıya doğru yürüyüp dışarıya baktım. İleride koridorda maskeli bir adam bekliyordu. Geri çekildim ve ellerimi önümde uzatıp gerdirdim. Boynumu sağa ve sola çıtlatıp uyuşukluk hissinin biraz daha geçmesini sağladım. Ardından ara ara koridoru takip ettim. Maskeli adam bir aşağı bir yukarı volta atarak nöbet tutuyordu. Bana arkasını dönüp yürüdüğü sıra sessizce koridora adımlayıp arkasından yaklaştım. Adamın elindeki silaha ani bir atakla yandan tekme atıp yere düşürdüm ve boynuna ipi geçirdim. Adam çok güçlüydü ama olan tüm gücümü kullanarak adamı boğmaya başladım. Elleriyle önden ipi tutmuş kendini kurtarmaya çalışıyordu ama kalın ipi daha da sıkılaştırıp, ayağımla diz arkasına tekme atarak adamın yere çökmesini sağladım. Adamı hâlâ boğmaya çalışıyordum ve kıpkırmızı olmuş hırlıyordu. Daha da sert davrandım ve bir süre sonra debelenmeyi kesip yere yığıldı. Adamı koltuk altlarından tutarak olduğumuz odaya geri sürükledim. Göktuğ korku dolu bakışlarla adama bakıyordu. Adamı yere bırakıp hemen üstünü aradım ve bulduğum bıçak ve silahları belime taktım. Ayağa kalkıp tekrar Göktuğ'a yöneldim ve kolunu kaldırıp omzuma atarak kapıya doğru yürüdük. Koridoru tekrar hızlıca kontrol ettim ve boş olduğunu görünce rahat bir nefes verdim. Koridora adım atıp az önce tekmeyle düşürdüğüm silahı da elime aldım ve şarjörünü hızlıca kontrol ederek elimde tutmaya devam ettim. Ne yöne gideceğimi bilmiyordum. Sağ tarafa karar kıldım ve hızlıca ilerlemeye başladık. Göktuğ bana ayak uydurmaya çalışıyordu. Yokluğumuzu fark ettirmeden çıkmamız çok zor gözüküyordu. Merdivenleri görünce hızla oraya yöneldim. Burası en üst kattı; aşağıya inen uzun bir merdiven uzanıyordu önümde. Merdiven boşluğundan başımı uzatıp aşağı baktığımda, dört kat daha olduğunu fark ettim. Toplam beş katlıydı. Göktuğ’u güvenle aşağıya indirmem gerekiyordu, ama temkinli olmalıydım. Bir elim duvarda, bir gözüm de sürekli arkamdaydı. Adımlarımı sessizce atıyor, bir aşağıyı bir de yukarıyı kontrol ediyordum. Merdivenlerdeki ışık sürekli yanıp sönüyor, kırık bir floresanın çıkardığı cızırtı sessizliği daha da gergin bir hale sokuyordu. Bir alt kata iner inmez koridorda yankılanan ayak seslerini duyunca, hızlıca karşıdaki boş odaya yöneldim. Göktuğ'u da içeri çekip kapıyı sessizce kapattım. Nefesimi tutup kulağımı kapıya dayadım, kalp atışlarım kulaklarımda çınlıyordu. Göktuğ'un inleyerek ses çıkarmasından korkuyordum. Adımlar yavaşça yaklaşmaya başladı; iki kişinin ağır adımlarla bu yöne doğru geldiğini duyabiliyordum. Nefes almaktan bile çekinirken, ellerim terlemişti. Ayak sesleri kapının önünden geçerken tüm kaslarımı sıkarak hareketsiz bekledim. Onlar uzaklaştıktan sonra bile birkaç saniye daha yerimden kıpırdamadım. Derin bir nefes alarak arkamı döndüm ve Göktuğ’a baktım. Yorgun görünüyordu ama gözlerindeki kararlılık hâlâ sönmemişti. Birbirimize güç vermemiz gerektiğini bilerek küçük bir baş hareketiyle ona devam etmemiz gerektiğini işaret ettim. "Yürüyebiliyorsun değil mi iyisin?" Diye fısıldadım. Göktuğ kafasını olumlu anlamda salladı. "İyiyim abla yürüyebiliyorum. Ama nefes aldığımda göğüsüm çok acıyor" dedi. Sanırım kaburgalarında sıkıntı vardı. Eğer öyleyse hızlı olmamız ve buradan kurtulmamız gerekiyordu. Bizimkilerin bizi bir an önce bulmasını da bekleyemezdim. Göktuğ'u buradan çıkartabilmek için elimden gelenin fazlasını yapmam gerekiyordu. Ayak sesleri tamamen kaybolunca kapıyı açıp koridora göz attım. Bu kat üst kattan daha farklıydı. Burası eski bir fabrikaydı. Odalarda da büyük makineler gözüküyordu. Koridora çıkınca Göktuğ ile birlikte merdivenlere ilerlemeye devam ettik. Bu katı da inersek 2 kat kalıyordu geriye. Bir alt kat aşağıya dsha indiğimizde buranın adam kaynadığını fark edip sıkıntılı bir nefes verdim. Göktuğ'la duvara dayanarak ilerlemeye başladık. Üst katlar daha boştu. Beni çok hafife almış olmalarına hem sevindim hem bir yanım üzüldü. Gerçi tipime bakıldığında narin gözüküyordum. Niko şerefsizi anlaşılan Türkleri çok hafife alıyordu. Üstelik benim bordo bereli olduğumu da unutmuş olmalıydı. Göktuğ'u hızlıca ilerletip kapısı açık ve boş gözüken bir odanın önünde durdum. İçeriyi inceleyip boş olduğuna emin olunca içeri girip kapıyı arkamdan kapattım ve Göktuğ'a döndüm. "Ablacım sen bir süre burada bekle. Ben hemen geleceğim." Dedim ve öldürdüğüm adamdan aldığım bir silahı Göktuğ'a uzattım. "Bak şu an silah hazır, şu emniyet kilidi. Şu an açık. Kapıdan benim haricimde kim girerse girsin sıkıyorsun. Uzat kapıya doğru silahı" dedim. Göktuğ dediğim gibi bir eliyle göğüsünü tutup diğer eliyle silahı doğrulttu. "Şimdi açabildiğin gözünle silahın şu dürbününden bakıp hedef alacak ve hiç düşünmeden sıkacaksın anladın mı? Kimin geldiğini anlaman için bir saniyen olacak. O sürede ben değilsem sık hiç korkma, ben birazdan geleceğim" dedim ve kapıya yöneldim. "A-abla dikkatli ol, çabuk gel olur mu?" Diyen Göktuğ'a dönüp son kez baktım ve hızlıca kapıyı açıp dışarıya çıktım. Bu koridordaki ışık çok kısıktı. Koridorda duvara yaslanarak ilerlemeye başladım. Bir odanın içinde gülüşme sesleri geliyordu. Kapıya doğru yaklaşan ayak sesini duyunca, sırtımı kapının yanına yasladım ve açılmasını bekledim. Kapı açılıp bir adam gülerek çıktı ve kapıyı kapattı. Kapıyı kapattığı an adama yumruğu çaktım. Önce sendeledi ardından karşılık vermeye yeltendi ama ara vermeden yumruk ve tekme atmaya devam ettim. Adam acıyla yere çömelmişti. Hızla arkasına geçtim ve boynunu tutup hızlıca kırdım. Çıt sesiyle birlikte hemen adamı bir odaya sürükledim. Üstünü arayıp bıçak ve bulduğum silahları her yerime yerleştirdim. Odadan çıkıp ilerlemeye devam ettim ve karşıma çıkan başka bir adama bıçağı fırlattım. Bıçak adamın karnına gelmişti. Elindeki silaha sarılıp sıkmaya hazırlanan adama hızlıca koşarak bıçağın olduğu yere tekmemi geçirdim. Tekmeyle birlikte bıçak sonuna kadar adama saplandı. Elindeki silaha bir tekme atıp düşürdüm ve hızla bıçağı karnından çıkartıp, boğazına dayayıp çektim. Şah damarını kesmiştim ki bütün suratıma aynı anda kan fışkırdı. Gözüme giren kan ile bir küfür savurdum ve tişörtümle, gözümdeki kanı silip görüşümü geri getirdim. Adamı kenara çekip, Göktuğ'un kaldığı odaya ilerledim. Merdivenlerin oraya kadar olan şerefsizleri temizlemiştim. Daha fazla oyalanmadan çıkmamız gerekiyordu. Odanın önüne gelince hızlıca açtım ve içeriye girdim. Göktuğ yere oturmuş, tek elinde iğreti duran silahı bana doğrultmuştu. "Benim ablacım haydi gidiyoruz" diyerek Göktuğ'a yaklaştım. Tek gözüyle suratımdaki kanlara korkuyla bakıyordu ve sanırım yine midesi bulanıyordu. "Merak etme benim kanım değil, hadi kalk" diyerek onu kaldırdım ve kapıyı araladım. Üst katlarda koşturma sesleri vardı. Kahretsin kaçtığımızı anlamışlardı. Daha iki kat vardı. Koridordan hızlıca geçip merdivenlere yöneldik ve çok daha hızlı bir şekilde merdivenlerden inerken bir anda karşımıza bir şerefsiz çıktı. Adam silahı bana, ben adama doğrultmuştuk. "Kaçak yolcular bulundu ha" dedi sırıtarak. "Çekil yolumuzdan yoksa gebertirim seni" dedim. "Sen beni gebertirsin ama ben ikinizi de gebertirim. Şimdi düş önüme yoksa genç ölür. Patron bekliyor sizi" diyen adama dişlerimi sıkarak bakmaya başladım. Silahı çevirip Göktuğ'a doğrultunca, elimi havaya kaldırıp konuştum. "Tamam tamam sıkma indiriyorum silahımı" dedim ve silahı aşağıya indirdim. "At yere silahı" dedi ve elindeki telsizi dudağına yaklaştırdı. "Kaçakları 2. Kattaki merdivenlerde buldum. Buraya gelin" diye seslendi telsizden. Silahı yere atıp ayağımla tekme vurdum ve Göktuğ'a daha da sarıldım. Titremeye başladığını hissetmiştim. "Yürüyün yukarıya" deyince merdivenlere çıkmaya başladık. Lanet olsun, lanet olsun, lanet olsun. Merdivenlerde 3-5 basamak çıktığımızda, üst kattan aşağıya doğru koşturma sesleri geliyordu. Ya şimdi ya hiç diyerek arkamı hızla döndüm ve adamın eline tekme atıp silahı düşürdüm. Adamın bana attığı yumruğuyla sendeledim ama benden iki basamak aşağıda kaldığı için neredeyse eşit olan boyumuzu avantaja çevirip adamın yüzüne atladım. Ayaklarımı kafasına sıkıca doladım ve birlikte aşağıya düştük. Adam yere ben üstüne düşmüştüm. Arka cebimdeki bıçağı alarak yüzüne saplayacakken elimi yandan tuttu. Ona eğilip yüzüne bir kafa attım ve gücünün azalmasıyla hızla bıçağı boynuna getirip çektim. Göktuğ merdivenlerden inip bana doğru geldi. Ben de ayağa kalktım ve Göktuğ'un kolunu tutarak ilerlemeye başladık. Çok yavaştık, üst kattan gelenler çok yaklaşmıştı. Son merdivene yönelip aşağıya inmeye başlayacakken karşımıza yine maskeli biri çıktı. Silahı ona doğrulttum, tam sıkmaya hazırlanırken karşımdaki adam silahın yönünü bizden çekip arkamıza tuttu ve sıktı. Kaşlarımı kaldırıp karşımdaki maskeliye baktım ve silahımı indirmeden bekledim. "Selam bebeğim, seni çok özledim," dediğinde duyduğum bu sesle anında sevinçten gözlerim doldu. "Ku-kuzgun, sen? Ne işin var burada?" Dedim Göktuğ'la aşağıya inmeye devam ederek. Kuzgun'la birbirimizin yerini kolayca bulabiliyorduk. Büyük bir yardımda bulunduğumuz eski bir bilişimci arkadaşımız bizim için özel çip üretmişti ve asker künyelerimize monte ettirmiştik. Bunun ardında çok kötü bir hikayemiz vardı. Kuzgun yukarıdan gelen bir adamın kafasına hızlıca sıktı ve bana döndü. "Duydum ki başın beladaymış. Yaşlanmışsın anlaşılan. Buradan kurtulman niye bu kadar uzun sürdü diye merak etmiştim. Gördüm ki yanında yaralı bir sivil varmış" dedi Göktuğ'a imayla bakarak. Aynı anda yukarıdan gelen kurşun sesleriyle Göktuğ'u ve kendimi kenara atıp elimdeki silahla karşılık verdim ve hızlıca aşağıya inmeye devam ettik. Kuzgun'da üst kata sıkarak yanımızda ilerliyordu. Son kata indiğimizde yerde ölü birkaç leş gördüm. Kuzgun gelirken halletmişti sanırım. "Hâlâ leşlerini yoldan toplamıyorsun?" Dedim bir cesedin üstünden atlayarak geçerken. Aynı anda Göktuğ kuru bir şekilde öğürdü ve Kuzgun ona tuhaf bakışlar gönderdi. "Hasretimizi sonra dindiririz, hızlı olalım." Dedi ve koridordan çıkışa doğru hızla ilerlerken, çıkış kapısından yaklaşık 7-8 adam göründü. Arkadan da gelenler olduğu için ortada kalmıştık. Yan taraftaki odanın kapısını açıp hızla içeriye girdik ve kapıyı kapatmadan, kafamızı da dışarıya çıkartmadan sadece silahı uzatıp koridora gelişigüzel sıkmaya başladık. Göktuğ kendini odada yere bırakmıştı ve göğüsünü tutuyordu. Hemen hastaneye gitmemiz gerekiyordu, durumu kötü gözüküyordu. Odanın içindeki kapıdan körlemesine koridorda ben sağ tarafa, Kuzgun sol tarafa atış yapıyorduk. Karşılık da geliyordu. Kafamızı uzattığımız an kurşunu beynimize yerdik. Burada sıkışıp kalmıştık ve mermimiz de fazla dayanmazdı. "Yedeğin ne kadar var?" Diye sordum. Kuzgun cebinden çıkarttığı bir şarjörü bana uzattı ama bu 9 mm mermiydi. Elimdeki silaha uymuyordu. "Lanet olası mermim yok. Son silaha geçiyorum. Elindeki mermileri boşa harcama" diye bağırdım ve adım seslerini duymaya çalışarak o yönlerde sıkmaya başladım. 4 atıştan 1'i isabet etmişti ve ah sesi duymuştum. Görmeden sıkmak can sıkıcıydı ve adamlar da siper alıyorlardı. Bize yaklaşmalarını beklemekten başka çare yoktu. "Buraya plansız mı geldin, Kuzgun? Sıkıştık burada" diye söylenmeye başladım. "Senin kıçını ikinci kez kurtarmak için plansız daldım kusura bakmayın ekselansları" diye karşılık verdi ve sıktığı kurşunla karşıdan inleme sesi geldi. "Şunu unutma ben senin kıçını bir kez kurtardım sen de benim bir kez. Yani durum eşit. Buradan henüz ikimizde sağ çıkmadık. Eşitlik hâlâ bozulmuş değil. Ayrıca sen ülkeye ne zaman geldin? Bana niye haber vermedin geldiğini?" dediğimde gülmeye başladı. "Abla s-siz ciddi ciddi gülüyor musunuz şu an?" Diye araya girdi Göktuğ. "Abla mı, Ne ablası? Şerefsiz baban mı peydahlamış bu adamı yoksa?" Diyerek kahkaha atıp silahını sıkmaya devam eden Kuzgun'a göz devirdim. "Hayır o peydahlamamış. Uzun hikaye, sağ salim kurtulabilirsek anlatırım" dedim ama Kuzgun daha büyük kahkaha atmaya başladı. "Özgü annem yaptı deme yoksa bu kurşunu kendi kafama sıkarım." Kuzgun'a göz devirdim. "Makarayı bırakta bir planın olduğunu söyle çabuk. Çünkü en fazla 10 dakika daha dayanabiliriz. Kardeşimi buradan sağ çıkartmam lazım anlıyor musun?" "Merak etme sizinkiler yolda her an gelirler. O zamana kadar dayanırsak yeter" dedi maskenin altındaki boğuk sesiyle. Bizimkilerin yolda olduğunu duyunca içim bir rahatladı. Kendim için değil ama Göktuğ gerçekten kötü gözüküyordu. Yaklaşık 15 dakika daha dayanmaya çalıştık. Artık kurşunlarımızı boş yere sıkmıyor, gelen sesleri dinleyip öyle atış yapıyorduk. Bu bize fazladan 5 dakika daha kazandırmıştı. Ben de iki, Kuzgun'da altı mermi kalmıştı. "Bence şu an gayet vaktimiz var güzellik, anlat bakalım nereden çıktı bu kardeş?" "Hastanede doğumda karışmışım" dedim kısaca. Kuzgun tam atış yapacakken, durdu ve silahını geri çekerek kocaman büyüttüğü mavi gözleriyle bana bakmaya başladı. "Sen ciddimisin? Bu nasıl olur kızım. Seni gerçekten tebrik ederim yalnız. Şu dünyada olabilecek en antik kuntik şeylerin senin başına geldiği için" dedi ve birkaç saniye durup hızla silahı uzatıp kapıdan sağ tarafa sıktı. Aynı anda yere düşen bir adam sesi geldi. "Uzun hikaye demiştim. Annem öz annem değilmiş, ama en çok ne için seviniyorum biliyor musun? O şerefsizin öz babam olmaması, beni mutlu ediyor." "Ee peki başka kardeşin var mı?" Dedi Göktuğ'a göz ucuyla bakıp ve devam etti. "Ayrıca bu elemanın durumu kötü görünüyor" dediğinde hızla ilerleyip Göktuğ'un yanına gittim. "Göktuğ nasıl hissediyorsun? Çok az kaldı dayanabilecek misin?" "Bilmiyorum abla, nefes almakta zorlanıyorum" dedi tek nefeste. Elimle kaburgalarını yokladım ve kırılmış gibi durduğunu fark ettim. Her hareketinde batıyordu büyük ihtimal ve akciğerlerini zorluyordu. İnşallah iç kanama yoktur diye düşünüp dua ettim. "Tamam ablacım burada hiç kımıldamamaya çalış. Abinleri bekliyoruz artık daha fazla yürümeyeceğiz. Doktor da gelecek tamam mı sadece derin nefes alma ve uyuma" dedim. O an Göktuğ elimi tuttu ve tek gözüyle bana baktı. Diğer gözü hem şişmiş hem kapanmış ve morarma başlamıştı. "Abla beni affettin değil mi?" Diye sordu. Şu durumda bile bunu sorması kalbimi adeta bin parçaya böldü. "Affettim ablacım. Buradan çıkınca hep birlikte olacağız artık" dedim. "Hey, duygusal bir anınızı bölüyorum kusura bakma ama o güzel poponu kaldırıp buraya gelsen iyi olur" dedi Kuzgun. Göktuğ'a şefkatle gülümsedim ve elini okşayıp ayağa kalktım. Kapıya yaklaştığımda, koridorun iki tarafından da bize doğru yavaşça yaklaşan adım seslerini duydum. Lanet olasıcalar bitmiyordu. "Elimde sadece bıçak var, bir de yumruklarım" dedim. "Kurşuna defalarca kafa attığını biliyorum bebeğim. Senin yumruğuna karşı ellerinde büyük ihtimal taramalı var, bende de iki mermi ve sağlam tekmelerim. Artık Allah ne verdiyse. Seni tanımak bu hayatta başıma gelen en güzel şeydi. Öleceksem de senin için, seninle ölmek bana en güzel hediyedir." diyen Kuzgun'a gülümsedim ve siper aldım. Kapının önüne çıkan iki adama aynı anda tekme attık. Adam bize doğru silah sıktı ama çok şükür ıskaladı. Kuzgun adamın birinin kafasından tutup içeriye çekti. Aynı anda zıplayıp dizimi kafasına geçirip elindeki silahı kaptım. Kuzgun'da diğer adamla dövüşüyordu ve diğerleri de gelmeye devam ediyordu. Hızlıca adamdan aldığım silahla, Kuzgun'un dövüştüğü adama ve kapıdan gözüken iki adama daha sıktım. Resmen bize silah getirmişlerdi salaklar. Kuzgun bana ters bir bakış atarak konuştu. "Benim adamımı öldürdün! O benimdi. Hâlâ gözün benim rakiplerimde" diyen Kuzgun'a kahkaha attım. "Hızlı olsaydın, seni mi bekleyeceğim burada? Seninle operasyon yapmayı çok özlemişim. Ayrıca o maskeyi artık çıkartmayı düşünmüyor musun? Yüzünü de özledim," dediğimde o da gülüyordu. "Biraz daha hasret kal, buraya gelirken komutanımdan izin alsam da kimliğim konusunda onay vermedi. Onay çıkmadan yüzümü açamam çünkü Kuzgun olarak görevdeyim. Eee yılların alışkanlığı oldu artık biliyorsun" diyerek kapıdan gelen adamın alnının ortasına mernimiyi indirdi. *** Uzaktan silah sesleri gelmeye başlayınca derin bir nefes aldım. Çok şükür bizimliler gelmişlerdi. Artık Göktuğ için tehlike geçmişti. Sesler yavaş yavaş bize yaklaşıyordu. Olduğumuz kattaki koridordakilerle bizimkiler çatışmaya girmişlerdi. Zaten tek tük kişi kalmıştı. Kuzgun'la bir fabrika dolusu adam indirmiştik. Eminim olduğumuz koridor ceset yığınına dönüşmüştü. Bizimkiler sol taraftan gelmişti. Aynı anda Kuzgun'la ben de sağ taraftaki koridordakilere sıkıyorduk. Birkaç dakika sonra silah sesleri oldukça azalmaya başladı. En sonunda silah sesleri tamamen kesildiğinde hasret kaldığım o sesi duydum. "Gökçen orada mısınız?" Dedi Kuzey. "Buradayız" diye seslendim ve Göktuğ'un yanına gidip onu kaldırmaya çalıştım. Kolunu omzuma atmamla kapıda Kuzey ve Poyraz göründü. Poyraz hızlıca silahını çekip Kuzgun'a doğrultmuştu. Kuzgun'da aynı karşılığı vermiş, birbirlerinin yüzüne silah çekiyorlardı. Gözlerimiz Kuzey'le kesişince yaşlarla dolmasına engel olamadım. "Poyraz dur o bizden" dedim sadece Kuzey'in gözlerine bakarak. Aynı anda Kuzey hızlı hareket ederek gelip bana sarıldı. Öyle bir sarıldı ki bütün yorgunluğumu aldı. Poyraz'da silahını Kuzgun'dan çekip hızlıca Göktuğ'un yanına koştu ve yaralarını incelemeye başladı. Telsizden birilerine seslenip doktorun gelmesini istedi. Kuzey, kollarını gevşetmeden bana sarılmaya devam ederken gözlerimin içine bakmaya başladı. Yüzündeki sert ifadenin ardında sakladığı tüm kırılganlıkları, o an ilk kez böylesine açık bir şekilde görebiliyordum. Bir damla yaş süzüldü gözünden; onun sessiz acısını ele veren o küçük damla, ikimizin arasında kalan tüm mesafeleri eritti sanki. Yavaşça bana yaklaştı, başını eğip dudaklarını gözümün üzerine getirdi. Sol gözümün üzerinden nazikçe bir buse aldı. Kalbim çılgınca atmaya başladı; ilk kez beni öpüyordu, ama bu öpücük hiçbir şeyin alışılmış bir başlangıcı değildi. Gözümden öpmüştü... Bu, sözsüz bir bağlılık yeminiydi sanki; ikimizin de kelimelere dökemediği, derinlerde sakladığımız duyguların sessizce kabulüydü. "Çok korktum," diye fısıldadı Kuzey, sesi o kadar titrek ve kırılgandı ki kalbimde derin bir iz bıraktı. Sonra, beni sıkıca yeniden sarıp kollarına aldı. Zaman sanki durmuştu; onun kalp atışlarını, nefesini hissedebiliyordum. Güvende hissediyordum, o an sadece ikimiz vardık. Bir süre böyle kalmıştık ki, kapı birden açıldı ve timim içeri daldı. Kuzey anında beni bıraktı ve geri çekildi; gözlerimiz kısa bir an birbirine takılı kaldı. Tam o sırada Poyraz bana doğru atıldı ve beni sıkıca sarıldı. Şaşkındım ama bu kez onu itmedim; onun güven veren kollarına kendimi bırakmama izin verdim. Poyraz'ın koluna hafifçe dokunduğumda hissettiğim sıcaklık içime işledi. Kokusu çok farklıydı; tanıdık, ev gibi, huzur dolu bir koku… Poyraz’dan ayrıldım ve sırayla Anıl, Mehmet abi, Ece, Selman ve Görkem abiyle de sarıldım. Bu anların sıcaklığı ve birbirimize duyduğumuz bağlılık, yaşadıklarımızın ağırlığını bir anlığına hafifletti. Hep birlikte fabrikanın bahçesine çıktık. Etraf askerlerle ve askeri araçlarla doluydu; nereye baksam bir hareketlilik vardı. Bahçede beni gören askerler saygıyla selam veriyordu, onların selamlarına içten bir baş hareketiyle karşılık veriyordum. Hepsi sessizdi. Fabrikanın içindeki cesetleri görmüşlerdi ve içeriden sadece Kuzgun ve ben çıkmıştık. Beni zaten tanısalar da maskeli, gizemli bir asker olan Kuzgun'a karşı temkinli duruyorlardı. Göktuğ’a hızla bir askeri doktor müdahale etmeye başlamıştı bile. Onun yanındaydım, ama aynı zamanda her gelen askerin gözlerinde bir soru işareti fark ediyordum. Yanımızdan geçen her asker önce Kuzgun’a dikkatle bakıyor, maskeli haliyle kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sonra bana dönüp ya selam veriyor ya da kısaca sarılıyordu. Kuzgun’un gizemi herkesin merakını cezbetmişti. Askerler onun Kuzgun olduğunu duysa daha da çekinirlerdi eminim ki çünkü Kuzgun efsanevi bir istihbaratçıydı. Sanırım sadece bizimkiler Kuzgun olduğunu biliyordu haber verdikleri için. Anıl dayanamadı ve sordu; "Kimsin sen?" Asıl kimliğinin kim olduğunu deli gibi merak ediyordu. Öğrenmek için bana nasıl yağcılık yaptığını hatırlayıp tebessüm ettim. Kuzgun Anıl'a alaycı bir bakış attı. Sadece gozleri gözüküyordu ama ben o gözlerdeki her anlamı çok iyi bilirdim. "Kuzgun" dedi sert ve baskın bir sesle. Maskeden dolayı sesi çok boğuk ve kalın çıkıyordu. Anıl yine hüsrana uğrayarak kafasını önüne eğdi. Kuzgun bana doğru dönüp alaycı bir gülümsemeyle, "Bebeğim, benim işim bitti, yine görüşeceğiz," dedi. Sözleri duyduğumda istemsizce kaşlarımı kaldırdım ama ona karşılık vermeden önce Kuzey'in yanımda birden kasıldığını fark ettim. "Bebeğim derken, hayırdır birader?" diye sert bir sesle Kuzgun'a çıkıştı. O an yüzümdeki şaşkınlık yerini hafif bir gülümsemeye bıraktı. Kuzgun ise bu duruma aldırış etmeden kahkahayı bastı. Onun bu rahat tavrı Kuzey’i daha da sinirlendiriyor gibiydi ama ben de gülmemek için zor tutuyordum kendimi. Sessizce gülüyordum, bir yandan da Kuzgun'a 'yapma' dercesine imalı bakışlar atıyordum. "Anlaşılan konuşacağımız konular çok birikmiş he, bebeğim?" Kuzgun bebeğim kelimesini vurguladı. "Bu askerin kim olduğunu da anlatırsın buluştuğumuzda. Hadi arrivederci" dedi ve ellerini cebine sokarak gitmeye yeltendi. Hızlıca yürüyüp Kuzgun'un kolunu tuttum ve onu durdurdum. "Albaydan izin aldığını söylemiştin bugün benimle gel, bizde kalırsın seni çok özledim biliyorsun" diye fısıldadım ama arkamdan bir gümbürtü koptu. Kuzgun'u öylece gönderemezdim. Dönüp sese baktığımda Kuzey'in yerdeki bir tenekeye tekme attığını, Selman'ın da onun kolunu tuttuğunu görüp kaşlarımı çattım. Nasıl ya, bu beni Kuzgun'dan ciddi ciddi kıskanmıştı. Gülmemi zor bastırarak Kuzey'e bakmaya devam ettim. "Anlaşılan birileri seni fena kıskandı. Fikir değiştirdim bugün size geleyim hem Özgü annemi de özledim. Birlikte uyuruz yine eski günlerdeki gibi" diyen Kuzgun sınırları zorlamaya başlamıştı bile. Severdi böyle şeyleri. "Kuzgun yapma," diye sessizce uyardım. Gözlerini büyüterek bana baktı ve "Yoksa? Sen de mi?" Diye sordu. Ona kafa salladım ve Kuzey'in yanına ilerledim. Araçlar gelmişti ve hep birlikte arabalara yöneldik. Kuzey oldukça sinirli gözüküyordu. Arabaya binince Kuzgun'da arabada yan tarafıma hızlıca gelip oturmuştu. Kuzey, tam karşıma geçmiş kırmızı bir suratla gözünü Kuzgun'a dikmişti. Araba hareket edince Kuzey'in ilgisini çekmek için hafif öksürdüm. Bakışları anında bana döndü. "Göktuğ'un durumu nasılmış?" "İlk müdahale yapıldı, Kırıkları var hastaneye gidiyorlar" dedi sert, mesafeli ve soğuk bir sesle. Aynı anda Kuzgun yine alaycı bir kahkaha attı. "Komik mi bilader?" Dedi Kuzey. Şu an Kuzey çok korkunç görünüyordu. Kuzgun hâlâ gülmeye devam ederken Kuzey bir anda harekete geçip Kuzgun'un yakasını tuttu. Of ya! Korkuyla elimi uzatıp Kuzey'in elini çekmeye çalıştım. Arabada Mehmet abi ve Anıl da vardı. Tiyatro izler gibi bizi izliyorlardı. "Kuzey bırak! Kuzgun, sen de şu aptal şakaya bir son ver artık" diye bağırınca Kuzgun gülmeyi kesti ve Kuzey'e doğru hafifçe eğildi. Dudaklarını Kuzey'in kulağına yaklaştırdı. Kuzey elini yakasından çekmemişti ama o da eğildi mecbur. Sinirden burun delikleri büyüyüp küçülüyordu. "Anladık enişte beysin ama emin ol kıskanacağın en son insan benim" dedi Kuzgun. Kuzey ise kaşlarını çatmış, Kuzgun'un normalleştirdiği sesine takılı kalmıştı. Aynı anda arabadaki tim arkadaşlarım şokla Kuzgun'a bakıyordu. Anıl, aaa diye bağırdı şokla. Çünkü benim canım arkadaşım, o kadar çok kılık değiştirmek zorunda kalmıştı ki sesini erkek sesi gibi çıkartabiliyodu artık. Maskenin de sayesinde bu çok kolay oluyordu. Kuzgun'u herkes erkek sanıyordu....
|
0% |