@ebrumelek
|
Bilinmeyen Kişiden : "Nasıl öldüremediniz! Başlarım Niko'nun eğlencesine. Siz ne salak adamlarsınız. Bir işi doğru düzgün beceremediniz. Size ellerimle Deli komutanı verdim. Hem de yanında promosyonuyla birlikte" diyen siyahlar içindeki adam, karşısında korkudan titreyen adamın alnının tam ortasına silahın mermisini sıktı. Karşısında gözleri açık bir şekilde yere düşüp geberen adamdan sinirini alamayarak, cesedini defalarca tekmeledi. Eğilip yüzünde burnu ve ağzı yer değiştirecek şekilde dağıttı. Siyahlar giyinmiş kişinin, üstü başı kan olmuştu ama bunu umursamadan vurmaya ve sinirini çıkartmaya devam etti. En sonunda yorulduğunu hissetti. Doğrularak ayağa kalktı ve kafasını yukarıya kaldırarak gökyüzüne baktı. Gökyüzünde dolunay tam karşısındaydı. "Bu seferde gebermedin Gökçen. Yakında, çok yakında seni ellerimle öldüreceğim. Bunu yaparken gözlerine bakıp şu gökyüzündeki yıldızların ışıklarını söndürerek ölmesi gibi, yok olmanı izleyeceğim. Sana söz veriyorum" dedi ve yerdeki cesede son bir kez tekme atıp yavaş adımlarla oradan uzaklaştı.... 🍁 "Eee anlat bakalım güzelim, bu aile meselesi ve şu adı Kuzey olan binbaşı hikayesini?" Diye sordu Kuzgun. Sonunda yalnız kalabilmiştik. Eski fabrikadan çıkıp hastaneye gitmiş, Göktuğ'un durumunu öğrenip eve gelmiştik. Annemi iyi olduğum konusunda zor sakinleştirmiştik. En sonunda da ağlamaktan yorgun düşmüş olmalı ki uyuyakalmıştı. Önce güzel bir duş ve yemek yiyip, Kuzgun'la odama geçmiş ve yatakta uzanarak sohbete başlamıştık. Yorgunluktan gözlerim kapanıyordu ama yine de Kuzgun'la konuşmak istiyordum. Yatakta hafif ona doğru döndüm ve özlediğim yüzüne bakmaya başladım. Mavi gözleri meraklı bir ifade ile bakıyordu. "Doğumda hastanede karışmışım. Hastanede gördüğümüz Gül ile. O aslında annemin, ben ise onun ailesinin öz kızıyım anlayacağın. Göktuğ kardeşim ve Poyraz'da biyolojik abim. Kuzey meselesine gelirsek de, bir operasyonda karşılaştık. Ikimiz de birbirimizin kimliği hakkında bir şey bilmiyorduk. Birbirimizin hayatını kurtardık. Görev bittikten sonra tekrar karşılaştık" dedim. Kuzgun ise şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Ve, sizin karargaha atandı, siz de böyle tekrar karşılaştınız?" Diye sordu. "Aslında evet bizim karargaha atanmıştı ama ondan da önce karşılaştık. Kuzey'in ailesi, biyolojik ailemin yakın aile dostları olduğu için bir yemekte karşılaştık. Sonra tekrar karargahta" diye devam ettim. "Vay be, aşk tesadüfleri sever yani öyle mi? Hayatım boyunca seni ilk defa bir erkeğin yanında bu kadar mutlu gördüm. Kuzey'i de gözüm tuttu açıkçası. Peki aile meselesi ne? Hastanede soğuktun onlara karşı. Özellikle anneleri ile baya mesafeliydiniz. Gül ve Özgü annenin arasındaki ilişkiyi görünce sizinki baya tuhaftı." "Aslında belli bir şey yok aramızda Tuba. Fark ettiğin üzere Gül ile aramız iyi. O aileyle birbirimizi öğrendikten sonra onlar beni tanımak istemedi. Hâliyle ben de aynı karşılığı verdim, yakınlaşamadık yani bağ kuramadık. Şimdi onlar bir adım atmak istiyorlar ancak artık içimden gelmiyor. Tabii Göktuğ'la bu geceden sonra her şey değişti. Abdullah beye karşı da olumsuz değilim artık." Kuzgun'la yani Tuba'yla, akademide tanışmıştık. İlk başta büyük bir kavga etmiş, ardından çok sıkı dost olmuştuk. O, Melih ve ben üçüz gibiydik. Dombim Melih'imin şehit haberinden sonra ikimiz de delirmiştik çünkü esir düştüğü yerde onu bulamamış, günlerce aramıştık. O kötü günden sonra iyice bağlanmıştık. Birbirimizin her şeyini bilirdik, birlikte birçok zorluğa göğüs germiştik. Tuba'da ben de istihbaratçıydık. Farklı görevler de alsak yıllarca birbirimizi göremesek bile; dünyanın neresinde olursak olalım birbirimize ihtiyaç duyduğumuz her an birbirimizi bulurduk, hep bulmuştuk. Korur kollardık. Bizimkisi kardeşlikten öte bir bağdı. En son onu 2 yıl önce görmüştüm ve büyük bir görev için Paris'e gideceğini öğrenmiştim. Sonra ondan haber alamamıştım. Taa ki bu geceye dek... "Ee sen anlat Kuzgun, Paris nasıldı?" "Uzaktan bakıştık Paris'le. Görev yüzünden tadını çıkartamadım. Bir gün izin alıp birlikte gidelim" diyen Tuba'ya gülümsedim. Artık gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Tuba benden daha iyi durumdaydı ama onun da ses tonu mayışmış gibiydi. "Hı hı olur" dedim ve gözlerimi kapattım. *** "Kızlar artık uyanın akşam oldu neredeyse" diyen annemin sesini duyuyordum ama gözümü açmak istemeyerek yorganı kafama çekip uyumaya devam ettim. Yanımda Kuzgun'un da ofladığını duydum. "Gökçen, Gül geldi. Seni görmek istiyor kızım. Uyanıp bir şeyler yiyin, sonra yine uyursunuz" diye seslenince annem yorganı kafamdan çekip anneme gülümsedim. Kaçış yoktu. "Günaydın sultanım" diyerek Kuzgun'a baktım. Yüz üstü yatmış kımıldamadan uyuyordu. "Tuba'yı da kaldır da gelin bir şeyler atıştırın kızım. Kız yurt dışında kim bilir neler yedi. Gelsin de adam akıllı bir kahvaltı yapsın" diyen annem cevap beklemeden odadan çıktı. "Kalk hadi uyandığını biliyorum" deyip ayaklarımı yataktan sarkıttım ve ayağa kalktım. Direkt banyoya yönelip ihtiyaçlarımı giderdim. Banyodan çıkıp salona geçtiğimde Kuzgun'un çoktan kalkıp sofraya bile oturduğunu görüp gülümsedim. Tam karşısına Gül oturmuştu ve endişeli gözlerle Kuzgun'a bakıyordu. Kuzgun ise oldukça rahat bir şekilde kahvaltısını yapıyordu. "Herkese günaydın" diyerek annemin yanına gittim ve yanağına öpücük kondurdum. Aynı şekilde Gül'ün de yanağını öpüp, Kuzgun'un yanına oturdum. Kuzgun elindeki çatalı sertçe tabağına bırakıp bana baktı ve tek kaşını kaldırdı. Eğilip onun da yanağından öptüm ve kahvaltıya başladım. "Günaydın Gökçen, iyi olmanıza çok sevindim. Dün seni o şekilde görünce çok korktum. Göktuğ'u koruduğun için de çok teşekkür ederim" dedi Gül. Dün hastaneye gittigimizde suratım ve tüm kıyafetim kurumuş kan içindeydi ve yanımda da maskeli bir adam vardı, yani Kuzgun. Herkes onu erkek sanmıştı ve Kuzgun diye seslenmiştik. Şu an yüzü açık olduğu için kimlik gizliliği nedeniyle ona Kuzgun diye seslenmemem gerekiyordu. "Bunun için bana teşekkür etme Gül. Ben bir askerim ve bir sivilin hayatını kurtarmak benim için olması gereken bir şey" dedim ve durdum. Birkaç saniye bekleyip devam ettim. "Hele ki bu sivil kardeşimse, elimden ne gerekiyorsa yapmam gerekiyordu." Gül ve annem bu söylediğime çok mutlu olmuştu. Yüzlerindeki ifadeden de bu anlaşılıyordu. "Göktuğ'u artık benimsemene çok sevindim Gökçen. Emin ol Göktuğ bunu hak ediyor. Sürekli seni düşünüyor ve seninle en başında neden yakın olmadığı için kendine çok kızıyor. Kendini bu yüzden suçluyordu. Ayrıca dün yanında maskeli bir adam daha vardı. Sizi kurtarmak için yardıma gelen arkadaşın Kuzgun'muş galiba ismi. Dün ona söyleyemedim ama ona da teşekkür ettiğimi iletirsen çok sevinirim. Kardeşlerimin hayatını ona da borçluyum" dedi Gül. Kuzgun ise yanımda oturup sanki hiç ondan bahsedilmiyormuş gibi umursamadan kahvaltısını yapmaya devam ediyordu. "Tamam Gül söylerim konuşabilirsem" dedim sadece ve kahvaltıya devam ettim. Annem ses çıkarmadan bizi dinlemişti. Kuzgun meselesini annem de bilmiyordu elbette. Gül yanımda oturan kızın kim olduğunu merak ediyor ama utangaçlığından soramıyordu. Bunu meraklı bakışlarından anlayabiliyorum. Kaçamak bakışlarını yakalıyordum. Gül aslında tanıdık olmayan insanlara karşı çok çekimser bir kızdı, çok nahif. "Gül bu arada tanıştırmayı unuttum. Tuba, benim akademiden yakın arkadaşım. Olayı duyunca sabah ziyarete geldi beni" dedim ve Tuba'ya döndüm. "Tuba, annemin biyolojik kızı Gül" dedim Gül'ü işaret ederek. Tuba bakışlarını iki saniye kadar kaldırıp Gül'e bakmış ve kafasını bir kere sallayıp kahvaltısına geri dönmüştü. Gül iyice gerilip ses bile çıkaramadı. Tuba bir ortamdayken hiç konuşmadan bile insanları endişelendiren havaya sahipti. "Memnun oldum" diye kısık sesle mırıldandı Gül. Tuba cevap veremeden telefonu çaldı ve eline alıp ekrana baktı. Hemen masadan kalkıp kimseye açıklama yapmadan odama gitti. Tuba'nın her hareketini izledi Gül. Tuba konuşmasını bitirip geri geldiğinde de Gül yine aynı merakla onu izliyordu. Tuba yavaş adımlarla masaya geldi ve yerine tekrar oturdu. "Bir sorun yok değil mi Tuba?" Diye sordum. "Komutanımla görüştüm. Yarın Ankara'da olmamı istedi." Bu kadar çabuk gidecek olmasına üzüldüm. Surat ifademden anlamış olacak ki kolunu uzatıp omzuma attı. "Bu kadar çabuk mu kızım? Biraz daha kalsaydın keşke" dedi annem. Annem Tuba'yı çok severdi. Benden hiç ayırmazdı. "Komutandan emir geldi Özgü anne, merak etme ilk fırsatta tekrar gelirim inşallah" diye karşılık verdi ve kolunu benden çekerek kahvaltısına devam etti. Gül konuşmadan bizi dinliyordu. Alihan meselesini Göktuğ söyleyememişti sanırım. Nasıl söyleyecektik bilemiyordum. Gül'ü gördüğümden beri kafamın içinde aynı düşünce vardı. Nasıl tepki vereceğini de bilemiyordum. Sanırım bu konu için Poyraz'dan yardım alsam iyi olacaktı. Kapı zili sesi duyulduğunda, annem ayaklandı ve kapıya yürüdü. Timim gelmiştir diye düşünerek kahvaltıma devam ettim. Ancak Kuzey'in sesini duyunca çatalımı bırakıp hızlıca üstümü başımı kontrol ederek saçımın önünü düzelttim. Tuba bu hâlime kaşlarını kaldırdı ve muzipçe sırıttı. Salona Kuzey ve Poyraz birlikte girdiler. Poyraz önden gelip bana bakarak kafa selamı verdi ve Gül'e yaklaşarak kafasına öpücük kondurdu. Sonra tereddütlü bir şekilde bana adım attı ve hızla benim kafama da öpücük kondurdu. Ona sertçe baktığımda yüzünde sıcak bir gülümseme vardı. Bir şey demeden Kuzey'e baktım ve ayağa kalktım. Kuzey gelip bana sarıldı. Annemin salona girmesiyle birbirimizden ayrıldık. Annem elinde iki servisle masaya gelmişti. "Çocuklar gelin oturun yeni başlamıştık atıştırın sizde" diyerek servisleri masaya açtı. Kuzey diğer yanıma, Poyraz'da masanın başına oturmuştu. "Hoş geldiniz. Arkadaşım Tuba, sabah Ankara'dan geldi ziyarete" diye Kuzgun'u tanıttım. Kuzey şüpheli gözlerle bakıyordu. Zeki adamdı Kuzey inşallah anlamazdı. Ancak Poyraz kaşlarını çatıp kısaca bakmış ve geri kahvaltısına dönmüştü. Kuzey sessizliği bozarak "Kuzey ben, hoş geldiniz." dedi. Tuba ona kısaca kafasını aşağı yukarı hareket ettirerek cevap vermişti. Ardından bakışları Poyraz'a döndü. Poyraz selam vermeyince Tuba tek kaşını kaldırıp Poyraz'a baktı ve ondan cevap alamayınca alayla sırıttı. "Hoş bulduk Kuzey. Şu arkadaşın dili yok galiba?" Diyerek gözüyle Poyraz'ı işaret etti. Poyraz çatalındaki peyniri ağzına atmadan Tuba'ya baktı ve sertçe peyniri çiğnedi. Tuba bu hareketle çatalını peynire batırdı ve tek kaşını kaldırıp Poyraz'a bakarak o da onu taklit ederek peyniri ağzına götürüp yemeye başladı. Şu an Kuzey yanımda olduğu için onları çokta umursamadan kaçamak bakışlarla Kuzey'e bakmaya başladım. Ne zaman ona baksam göz göze geliyorduk. Annem ve Gül kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Kuzey masanın altından elini uzatıp elimi tutunca hızla ona döndüm. O zaten bana bakıp gülümsüyordu. Yanaklarım yanmaya başlayınca gülümsemesini büyütüp beni daha fazla utandırmamak için elini çekti Kuzey. "Tuba sen de askersin anladığım kadarıyla" diye sordu Kuzey şüpheli bakışlarla. "Asker olduğunu nasıl anladın kardeşim, alnında mı yazıyor?" Diye hızlıca konuştu Poyraz. "Ooo arkadaşın dili varmış, evet askerim Kuzey" diyerek sırıttı Tuba. "Bence sen askerliği bırakıp komedyen falan ol" diyen Poyraz'la, Tuba alay edercesine gülmüştü. Tuba'nın gülmesiyle Poyraz sinir olmuştu. "Nerede görev yapıyorsun?" Diye sordu Kuzey daha insancıl olarak. Ah canım benim ya! Tuba bakışlarını Poyraz'dan çekip ciddi bir ifadeye büründü. "Ankara'da görev yapıyorum. Özel kuvvetler. Binbaşı Tuba Ateş" diye kendini tanıttı. Kuzey kaşlarını havaya kaldırmıştı. O sırada yine kapı zili çalınca annem tekrar sofradan kalktı ve kapıya gitti. Bağıra bağıra benim timim içeriye girdi. Bunlar hiç ses ayarı falan bilmiyorlardı. "Komutanığğm" diye bağırarak salona koştu Anıl ve bana sarıldı. Anıl bana sarılırken yan tarafımda bir hareketlilik ile Kuzey'in Anıl'ı zorla benden ayırdığını görüp tebessüm ettim. "Size de merhaba binbaşım" diye Kuzey'i selamladı Anıl. Sonra kafasını çevirip Tuba'yı görünce bağırarak bu seferde Tuba'ya sarıldı Anıl. Ah bilse Kuzgun'un Tuba olduğunu. "Lann kankaam gelmiiiş" diye Tuba'ya sıkıca sarıldı. Benim timim Tuba'yı tanıyordu tabii ki. Ece, Selman ve Görkem abiyle de sarıldıktan sonra Mehmet abiye baktı Tuba. Mehmet abi Tuba'nın yanına yaklaşıp ona sarılınca timim dışındakiler oldukça şaşırdı. "Hoş geldin kardeşim seni özledik." diye mırıldandı Mehmet abim. "Hoş buldum abi, nasılsınız görüşmeyeli? Diye karşılık verdi Tuba. "Sen geldin ya daha iyiyiz kızım özlemişiz seni. Öyle bir günde denk geldin ki olayları duymuşsundur" diyerek lafa girdi Ece. "Evet ben de sabah geldiğimde duydum ve şok oldum. Çok şükür Gökçen sağ salim kurtulmuş." Sadece Tuba'nın anlayacağı bir bakışla ona bakmıştım. "Çocuklar, ayakta durmayın da sofraya oturun" diyen annemle, bizimkiler itiraz etti. Hayırdır inşallah. "Biz yedik Özgü anne size afiyet olsun. Komutanımı bir görelim dedik" diyen Anıl bir sandalyeye oturdu. Diğerleri de boş sandalye getirerek sofraya oturdular. "Gökçen abicim bu nasıl oldu? Bahçeden dışarı niye çıkmıştınız Göktuğ'la?" Diye sordu Görkem abi. "Göktuğ'la konuşurken dışarıdan tuhaf bir ses duydum. Bizden az önce Sare hanım dışarıya çıktığı için merak edip peşinden çıktım. Göktuğ'da benim peşimden çıkmış. Gafil yakalandım abi arkadan saldırdılar" dedim. "Peki Kuzgun seni nasıl buluyor?" Diye sordu Selman merakla. Birbirimizin konumunu her defasında nasıl bulabildiğimizi herkes çok merak ediyordu. Künye olayını kimse bilmiyordu. Neden bilmiyorum ama Tuba da ben de bu konuda çok ketumduk. Bunun altında ikimizin de aklında Melih'imin şehit olma olayı yatıyordu eminim ki. Tuba'da onun şarkısını gizli gizli dinlerdi, biliyorum. "Buldu bir şekilde abi," dedim. Anıl'a dönerek "ona iyi ki haber verdiniz Anıl, teşekkür ederim" dedim ve kaçamak bakışla Tuba'ya baktım. "Yine mi şu meşhur Kuzgun kurtardı seni?" Diyen Tuba'ya göz devirdim. Yine değil, ikinciydi bu! "Evet öyle ama benim de ona yardım ettiğim zamanlar oluyor tabii" dedim. Tuba pis pis gülümsedi. "Vay be baya iyi bir asker anlaşılan şu Kuzgun. Eee biz ne zaman tanışacağız kendisiyle" diye sordu Tuba. İçimden gülmek geliyordu ama kendimi tutarak cevap verdim. "O ne zaman isterse o zaman tanışırsınız." "Koskoca Kuzgun, ünlü istihbaratçı işi gücü yok gelip seninle mi tanışacaktı komedyen" diyen Poyraz'a döndüm ve gülümsememi tutamadım. Kiminle uğraştığını bilse ağzını açamazdı. Tuba tek kaşını kaldırıp Poyraz'a dik dik baktı. "Sen nereden tanıyorsun da ünlü falan diyorsun? Hakkında ne biliyorsun ki sanki?" Dedi Tuba. "Şahsen tanımıyorum ama Adana'da görev yaparken namını çok duymuştum. Bizim karargahta herkes hakkında hikayeler anlatırdı." Dedi Poyraz. Bu cümleden sonra Tuba cevap vermemişti. Kahvaltımızı da hızlıca bitirmiş ve balkona geçerek çay içmeye başlamıştık. Annem ve Gül mutfaktayken balkonda bizimkilere o eski fabrikada yaşadıklarımı en ince ayrıntısına kadar anlatmıştım. Alihan konusunu da Gül'ü kontrol ederek sessizce söylemiştim. Poyraz, Göktuğ'dan öğrenmiş olacak ki büyük bir tepki vermedi. Diğerleri büyük tepki vermişti. "O konuyu ben halledeceğim merak etme" dedi Poyraz. Gül'ü üzmeden böyle bir şeyi ona söylemek çok zor olacaktı ki, konusunun üstüne Gül elinde çayla balkona geldi ve neşeyle oturdu. "Abi buradan çıkışta hastaneye gideceğim. Alihan'a ulaşamıyorum" dedi Gül. Poyraz boğazını temizleyerek bana baktı. Göz göze geldikten sonra tekrar Gül'e dönerek ağzının içinden "tamam" diye mırıldandı. Gül'ün sözünün üstüne balkonda sessizlik oluşmuştu. Poyraz ile tekrar göz göze geldik ve "Anlatalım" der gibi bakmaya başladım. Kaşımla gözümle işaret yapıyordum. Ne kadar erken öğrenirse o kadar iyi olacaktı onun için. "Gül, canım biz seninle bir şey konuşacaktık, Gökçen'le" diye söze girdi Poyraz. "Gökçen ve sen? Benimle bir şey mi konuşacaksınız?" Diye emin olmak ister gibi tekrarladı Gül. Poyraz'ın bu işi beceremeyeceğini düşünüp sesimi oldukça yumuşatarak söze başladım. Poyraz konuştuğu kelimeleri seçebilen biri değildi. "Canım sana söyleyeceğimiz şey Alihan'la ilgili" diye girdim lafa ama ben de böyle bir şeyi nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum. Off ben niye girdim ki söze şimdi. Gül kaşlarını çatmış, bir bana bir abisine bakıyordu. "Ee söyleyin artık ne olmuş Alihan'a" diye sordu. Şu an tüm neşesi gitmişti. "Güzelim bunu sana nasıl söyleyeceğimizi bilemiyorum" dedi Poyraz. Ona göz devirdim ve en iyisi pat diye her şeyi söylemek olduğunu düşündüm. "Gül biz kaçırıldığımızda, bizi kaçıran teröristlerin içinde Alihan'da vardı" dedim. Gül önce kaşlarını olabilecek en son raddeye kadar çattı. Ardından gözleri doldu ve inanamayan bakışlarla bize bakmaya başladı. Poyraz ayağa kalkıp Gül'ün sandalyesinin önünde eğildi ve ellerini Gül'ün bacaklarına koydu. "Güzelim o adam seni, bizi kullanan bir şerefsizdi. Onun için sakın gözyaşı dökme" diyerek ellerini yanaklarına çıkarıp orada tuttu. "Bu, bu nasıl olabilir? Böyle bir şey nasıl olur? Emin misiniz? Gerçekten de o muydu?" Diyen Gül'le ben de ayağa kalktım. O esnada Anıl balkonun mermerine bir yumruk atarak sinirle ayağa kalktı ve balkondan çıktı. Ardından Kuzgun ve timden geri kalanlar da çıkmıştı. Kuzey, Poyraz, Gül ve ben kalmıştık. Herkes çıkınca Gül, gözyaşlarına hakim olamadan ağlamaya başladı. Hızlıca yanına giderek ona sarıldım. "Ağla canım dök içini ama o şerefsiz için bu son ağlaman olsun." "Tu-tutuklandı mı?" Diye sordu Gül ondan ayrıldığımda. Ellerini tutarak bakışlarımı kaçırdım ve Kuzey'le göz göze geldik. Gül öldüğünü anlamış olacak ki daha şiddetle ağlamaya başladı. "Sana, Göktuğ'a bir şey yaptı mı?" Diye başka bir soru sordu Gül hıçkırıklarının arasından. "Hayır yapmadı ama yapacaktı" diye kısaca açıkladım. "O-onu sen mi öldürdün?" Diye sordu Gül. Onu anlıyordum, şu an olanlara inanamıyordu. "Hayır ben öldürmedim. Kendi aralarında anlaşmazlık çıktı ve öldürdüler onu" dedim bakışlarımı kaçırmadan. "O sizi kurtarmak istediği için mi anlaşmazlık oldu aralarında?" Diyen Gül ile gözlerimi sıkıca yumdum. Derin bir nefes aldım. "Gül sana yalan söylemek istemiyorum. Alihan, Göktuğ'u direkt öldürmek istediği için anlaşmazlık çıktı ve onu öldürdüler. Amaçları Göktuğ'u kullanıp bana zarar vermekti. Alihan planlarını bozup Göktuğ'u hemen öldürmek istedi" dedim. Her şeyi bilmesi onun açısından daha iyi olacaktı. Bir yalana inanıp yas tutmamalıydı. Evet belki artık insanlara olan güveni bitecekti ama zaten insanlara hemen güvenilmezdi ki... Sözlerimden sonra Gül anında ağlamayı kesti ve gözyaşlarını sildi. Üçümüz de merakla Gül'e bakıyorduk. Gül, bize tek tek baktı ve hiç konuşmadan ayağa kalktı. "Ben biraz uyumak istiyorum. Gökçen senin odanda uyuyabilir miyim?" Diye sordu. "Tabi uyuyabilirsin ama yalnız kalmasan, istersen ben de seninle gelip birlikte uyuyalım olur mu?" Dedim. "Hayır hayır lütfen, biraz yalnız kalıp bunu içimde sindirmeliyim" "Gül bak canım bu olanlar senin suçun değil, bilemezdin. Biz de o adamın amacını anlayamadık. Sadece seni değil hepimizi kandırdı. Lütfen sadece kendini suçlama. Bak Gökçen'de, Göktuğ'da iyiler çok şükür. Kimseye bir zarar veremedi. Lütfen kendini suçlama" dedi Kuzey. "Tamam abi, ben gidiyorum odaya" dedi Gül ve ayağa kalkıp içeri gitti. 2 Gün Sonra Bilinmeyen Kişi : "Evet abi, Kuzgun lakaplı askerin yardımıyla kurtuldular" diyen siyahlı adam, karşısındaki saçları kırlaşmış, abisi olarak gördüğü adama baktı. "Sen bu Kuzgun'un oraya geleceğini biliyor muydun?" Diye sordu kır saçlı adam. "Kuzgun'a haber verilmişti ama bizden önce oraya geleceğini bilemiyordum" dediği an karnına yumruğu yedi. "Bileceksin, senin işin bu! Kuzgun denilen adam daha önce de işimize balta koymuştu. Yine aynı şey oldu ve sen bunu tahmin edemedin." Dediğinde yumruk yiyen siyahlı adam, sesini bile çıkartamadan karşısındaki abisine başını eğdi. "Lan bu Kuzgun her seferinde bu kadının yerini nasıl öğreniyor. Bunu da hâlâ öğrenemedin değil mi?" Siyahlı adam bu bilgiyi de öğrenemediği için mahcubiyetle kafasını önünde bekletmeye devam etti. "Bana bunları öğreneceksin! Sevgilisi Kuzgun'un da kellesini istiyorum. Gökçen'i bana canlı getireceksin. Benim onunla hesabım çok başka. Nico salağı da Alihan'ı öldürmüş, şimdi Gül yeniden yakın takibe alınmak zorunda kalacak. Bir çuval inciri berbat ettiniz. Yıllardır ördüğüm planlarımı sonunda yerine getirme fırsatım vardı aptallar!" dedi abisi. "Abi" diye seslendi siyahlı adam. Başı hâlâ önünde eğikti ve Gökçen'i elinden kaçırdığı için kendisine çok öfkeliydi. "Gökçen'in Kuzey binbaşı ile arasında bir şeyler var. Sevgili olmak üzereler. Kuzgun'la bağı başka bence" dedi çekinerek. "Kız ikisini de idare ediyor işte anlamadın mı? Bir çıkarı yoksa Kuzgun denilen adam neden her defasında bu kız için hayatını tehlikeye atsın. Gökçen veriyordur ona da pastadan bir dilim." dedikten sonra çenesindeki grimsi renkteki sakalını kaşıdı. "Hadi git, ortadan kayboldun dikkat çekme daha fazla. Dediklerimi de en kısa sürede öğren" dedi abisi. "Emredersin abi" dedi ve kafasını hafif kaldırıp abisine baktı. Sonra arkasını dönüp depodan dışarıya çıktı. Abisi Gökçen'i canlı istiyordu ama bunun için çok geç kalmıştı. Gökçen'i küçükken canlı alması gerekiyordu. Her şey kendi istediği gibi olacaktı yani Gökçen ölecekti. Abisiyle bunun için sonra uğraştırdı. "Çok az kaldı Gökçen" diye kendi kendine mırıldanarak, yoluna gitti... GÖKÇEN Gözlerimi açtığımda saate baktım. 06.00'ı gösteriyordu. Hızlıca kalkıp duşa girdim. Duştan çıkınca üzerimi giyinmeye başladım. O sırada telefonuma bir mesaj geldi ama üstümü giyinmekle meşgul olduğum için bakamadım. Tekrar telefonumun sesi duyuldu, arama vardı. Hızlıca yatağımın üzerindeki telefona uzandım ve Tuba'nın aradığını gördüm. Komutanı çağırdığı için dün sabah Ankara'ya dönmüştü. "Efendim canım" diye açtım telefonu. "Günaydın güzellik, napıyorsun?" Diyen Tuba'nın sesini duydum. "Hazırlanıyorum bugün işbaşı yapacağım. Sonra da Göktuğ'u ziyarete gideceğim. Sen niye aradın yoksa görev emri mi geldi?" Diye sordum. Tuba'nın gülümsemesini duydum, kesin görev emri vardı. "Yok görev emri değil, tayin emri aldım" diyen Tuba ile ben de gülmeye başladım. Tuba'nın görev süresi dolmuştu ve Mardin'e tayin istemişti. Ancak Paris görevi çıkınca tayin işi askıya alınmıştı. Albay bunun için çok uğraşmıştı ve sonunda başarmıştı anlaşılan. Kuzgun'un bizimle olmasını albay çok istiyordu. Elbette kimliğini albay biliyordu. "Ciddi misin?" Diye resmen çığlık attım. "Sonunda yine kavuşuyoruz" diye sevincimi belli ederek güldüm. Hayalimiz gerçek oluyordu. Bir kişi eksiktik ama yaralarımızı birlikte sarmaya devam edecektik yine. "Akşam yola çıkıyorum. Bir time bağlı olmadığım için yeni bir tim atanacak bana. 1 hafta içinde tüm işlemler hallolup göreve başlayacağım" dedi Tuba. Buna gerçekten çok sevinmiştim. Aldığım en güzel haberdi bu. "Bizde kalıyorsun baştan söyleyeyim yoksa anneme sen hesap verirsin ona göre" dedim. "Gökçen, ben ev ayarlarım. Size rahatsızlık vermeyeyim" diyen Tuba'ya görmese bile kaşlarımı çattım. "İtiraz kabul etmiyorum Tuba, hayalimiz hep buydu biliyorsun, birlikte yaşamak" diye sesimi üzgün tonda çıkarınca, Tuba'nın dayanamayacağını biliyordum. "Tamam tamam güzellik sizde kalacağım. Özgü annemi öp yarın görüşürüz" diyerek telefonu suratıma kapattı. Bu kız hep aynısını yapıyordu. Telefona göz devirip az önce gelen mesaja baktım. Kuzey yazmıştı. "Geceler döner mı sabaha? Ağaçlar açar mı çiçek? Nehirler akar mı toprağa? Umurumda mı, Senin gülümsemeni göremedikten sonra" Mesaja gülmeye başladım. Kuzey acemi şairler gibiydi. Hemen kameramı açarak ekrana gülümsedim ve resmimi çekip Kuzey'e yolladım. Anında görüldü oldu. Bende artık az değildim hani. Dudağımı ısırıp cevap beklemeye başladım. Yazıyor... işareti vardı ekranda ve bir görünüp bir kayboluyordu. Ama bir türlü cevap gelmiyordu. En sonunda cevap gelince hemen okudum. "Artık geceler de sabaha döndü, ağaçlar da çiçek açtı, nehirler de toprağa karıştı. Sen bana gülümsedikten sonra, dünyama hayat doldu" yazmıştı. "Hazırlanıyorum karargahta görüşürüz:)" yazarak yolladım yüzümde hiç silinmeyen tebessümümle. "Tamam orman gözlüm, görüşürüz. Yarın ertelenen yemeğimiz için seni akşam 7'de evinden alacağım" diye cevap verdi. Bir de o vardı değil mi? "Şey yarın dedemlere gidecektim. O zaman bu akşam oraya giderim yarın 7'de görüşürüz" diye saçma bir cevap yazarak ofladım. Niye böyle açıklama yapmıştım ki şimdi? Valla bu adam ayarlarımı bozuyordu. Ya bir de yarın Tuba gelecekti. "Sen ne zaman müsaitsen olur güzelim" diye düşünceli bir şekilde cevaplayan Kuzey'e göremese bile gülümsemeye devam ederek tuş kilidini kapattım ve evden çıktım. Akşam olmuştu ve karargahta mesaim bitince direkt çıkışa doğru yürüdüm. Kuzey'i bugün uzaktan görmüştüm ve hiç konuşamamıştık. Yanında Poyraz'ın timinden Burcu üsteğmen vardı ve bahçede Kuzey'e bir şeyler anlatıyordu. Bu kız bizim aramızda bir şeyler olduğunu biliyordu. Kuzey'e güvenerek bu durumu çok dert etmeyip işime geri dönmüştüm ama bütün gün aklım onda kalmıştı. Arabama yaklaşınca Poyraz'ın hızla bana doğru geldiğini gördüm. "Gül söyledi bize geliyormuşsun. Gel birlikte gidelim" dedi Poyraz. "Arabam yarın lazım, burada bırakamam" diyerek arabamın kapısını açtım. Poyraz olumlu anlamda kafasını sallayınca hızla sürücü koltuğuna yerleştim ve arabayı çalıştırdım. Poyraz da kendi arabasına bindi ve arkamdan o da yola çıktı. Yolda art arda ilerliyorduk. Ani bir manevra yaparak gaza bastım ve arayı açtım. Aynadan bakınca Poyraz'da gaza basmış, hızla bana yetişmeye çalışıyordu. Onun arabası son model olduğu için beni kolaylıkla geçebilirdi ama buna rağmen beni geçmeye çalışmıyor, arkamda takipte kalıyordu. Arayı çok açmama da izin vermiyordu. Hızlı bir şekilde Poyraz'ların evinin önüne gelince arabayı park ettim. Arkamdaki boş park yerine de Poyraz gelmiş ve park etmişti. Göktuğ hastaneden dün çıkıp eve geldiği için evlerine gelmiştim. Arabadan inince Poyraz'la yüz yüze geldim. Çoktan inmiş benim kapımın yanında beni bekliyordu. Onunla konuşmadan evlerine yürüdüm. Bir adım arkamdan geliyordu. Evin önüne gelince zile bastım ve aynı anda Poyraz anahtarını çıkarttı. Ben bu evde misafir olduğum için anahtarla açılan kapıdan girmeyecektim. Evin hanımı gelip beni buyur etmesi daha uygun olurdu. Sare hanım kapıya gelip açtı ve kötü gözlerle bana bakmaya başladı. Gözleri şiş ve kızarmıştı. "Hoş geldin oğlum" dedi ve bana bakarak devam etti. "Sen de hoş geldin." "Göktuğ'u görmeye gelmiştim" dedim. Sare hanımın yüz ifadesi 'niye geldin?' der gibi bakıyordu. Ancak ağzından tam tersi kelimeler çıkıyordu. Ailesinden çekiniyordu sanırım. İçeriye girince dedemin sesini duyup gülümsedim. O gece bulunduktan sonra dedemleri de perişan bir hâlde görüp iyi olduğuma dair zor ikna etmiştim. Zaten dün bize uğramışlardı. Ben de bu akşam onları da ziyaret etmek istiyordum. Bugün burada olmaları iyi olmuştu. Salona adımımı attığımda anneannem ve dedem hemen ayağa kalktılar. Sanki dün geceyi birlikte geçirmemişiz gibi kollarını açıp bana doğru yürüdüler. İçten bir sıcaklıkla sırayla bana sarıldılar. Gözüme koltukta uzanmış halde Göktuğ ilişti. Yanındaki koltukta ise Abdullah Bey oturuyordu. Gözleri bana çevrilmişti ama Abdullah Bey’le aramızdaki o soğuk mesafe yerli yerindeydi. Ayağa kalkmıştı; fakat beklediğim gibi yanıma gelmedi. Öylece duruyordu. Salonda göz gezdirdim; Gül ortalıkta yoktu. Göktuğ'un yanına yürüdüm ve uzandığı koltuğun kenarına, onu rahatsız etmeyecek şekilde oturdum. Elini hafifçe tuttum. Göktuğ, bakışlarını bana çevirip hafifçe gülümsedi. ""İyisin değil mi? Ağrın çok mu?" diye sordum, sesimdeki endişeyi saklayamadan. Herkesin bakışları üzerimizdeydi, ama o an sadece Göktuğ’a odaklanmıştım. Göktuğ, yüzünde minnet dolu bir gülümsemeyle "İyiyim abla, senin sayende. Sen iyi misin?" dedi. Ona karşılık gülümseyip, "İyiyim, ablacım," dedim. Başımı kaldırdığımda gözlerim istemsizce Abdullah Bey’le buluştu. Bana sıcacık bir ifadeyle bakıyordu; gözleri hafifçe dolmuştu, sanki içindeki duyguları saklamakta zorlanıyordu. Bir süre sessizlik içinde bakıştık. Ardından, gözlerimi kaçırıp salondaki eksikliği belirtircesine "Gül nerede?" diye sordum, sesimde biraz merak biraz endişe vardı. Abdullah Bey, ağır bir nefes aldıktan sonra, "Olanları duyduk kızım. Gül odasında dinleniyor, morali bozuktu bayağı. Üstüne gitmek istemedik," dedi, sesi yumuşak ama kaygılıydı. Başımı sallayıp ona anlayışla baktım. Göktuğ’a dönüp tekrar gülümsedim. Göktuğ’un sağlıklı olduğunu bilmek her şeye rağmen içimi rahatlatıyordu. Orada ona bir şey olacak diye gerçekten çok korkmuştum. Benim yüzümden bunları yaşamıştı. Hiç peşimden gelmemeliydi ama olan olmuştu artık. Evde biraz daha oturduk; Sare Hanım hariç herkesle tatlı bir sohbet içindeydik. Abdullah Bey ve Poyraz’a karşı eskiye nazaran daha ılımlı yaklaştığımı fark ettim. Onları eskisi gibi terslemiyordum, içimdeki o sert duvar yavaş yavaş eriyor gibiydi. Tek kelime etmediğim tek kişi Sare Hanım’dı; onun varlığı bile içimde bir mesafe hissettiriyordu. Dedem ve anneannem ise başından beri bana karşı hep sevgi doluydular. Onlarla geçirdiğim bu zaman içimi huzurla dolduruyordu. Sohbetin koyuluğunda zamanın nasıl geçtiğini bile fark etmedim; her bir an, sanki aradaki eski boşlukları biraz daha siliyor bizi birbirimize yaklaştırıyordu. Evde bir sessizlik anında aklıma, Niko serefsizinin söylediği söz geldi. "Başka haber kaynaklarım da var demişti." Kimse bu şerefsiz yakın bir zamanda mutlaka onu bulacaktım. Aileme ve sevdiklerime daha fazla zarar gelmemesi için elimden geleni yapmalıydım. Benim yüzümden birine zarar gelirse kendimi asla affetmezdim...
|
0% |