Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@ebrumelek

Albaydan izin alıp karargahın ağır kapılarından dışarı adım attığımda, içimde tarifsiz bir heyecan vardı. Bu akşam Kuzey’le sonunda baş başa yemek yiyecektik. Sonunda işin, görevlerin arasında kaybolmadan birlikte vakit geçirebileceğimiz bir akşamdı. Erken gitmek evde biraz sakinleşmek ve belki ona özel bir hazırlık yapmak istemiştim. Bu yüzden tüm gün sabırsızca beklediğim bu izni kaptığım gibi karargahın koridorlarında hızlı adımlarla yürümeye başladım.

Tam koridorun sonunda Kuzey’i gördüm; düzgün duruşu, bakışlarındaki o tanıdık parlaklık her zamanki gibi yerli yerindeydi. Bir an için durdu, yüzünde yavaşça belirginleşen bir gülümsemeyle bana bakmaya başladı. O gülümseyiş, her zaman içimi ısıtan, kalbimin atışını hızlandıran bir gülümseyişti. Kuzey’in bana, sadece bana ait olan bu ifadesi her şeyi unutturur, etrafımdaki dünyayı silip süpürüyordu. Gözlerinin içine bakarken zaman durmuş gibi geliyordu bana.

Yanına kadar yürüdüm, o anda hiç konuşmadan sadece birbirimizin gözlerine bakarak anlaşabiliyorduk. İkimiz de gülümsüyorduk. Kuzey hafifçe başını eğdi ve sıcak gülümsemesini koruyarak, “Saat tam yedide alacağım seni” dedi. Bu cümleyi söylerken yüzünde o kıpırtılı neşesi eksik değildi. O esnada zamanın nasıl aktığını, etrafımızdaki askerlerin hızlı adımlarını, duvarlardaki sert rüzgarın sesiyle sallanan bayrakları unutmuştum.

Ben de aynı sıcaklıkla ona gülümsedim “Bekliyor olacağım,” dedim. Bunu söylerken gözlerim onun gözlerindeki kıvılcıma karşılık verdi. Sonrasında yavaşça yanından ayrıldım ve çıkışa doğru yürümeye başladım. Fakat tam koridorun ortasındayken içimde onun bana bakmaya devam ettiğini hissettim. Dayanamayarak başımı hafifçe geri çevirdim; Kuzey, aynı yerde, hareketsiz bir şekilde duruyordu ve gidişimi izliyordu.

Son bir defa daha ona gülümsedim ve çıkış kapısına doğru adımlarımı hızlandırdım. Bugün onunla geçireceğim akşamı düşünmekten başka bir şey yapamazdım artık.

***

"Anne, ben geldim" diye seslendim anahtarımı kapının deliğinden çıkartarak.

"Gel gel mutfağa, sürprizim var" diye bağırdı annem mutfaktan. Ben o sürprizi iyi biliyordum. Tabii ki de Tuba gelmişti. Tayini çıktığı haberini alır almaz erken geleceğini biliyordum.

Mutfağa adımladığımda Tuba ile annemin masada Türk kahvesi içtiğini gördüm.

"Oooo keyifler keyifler" diye mırıldanıp Tuba'nın üzerine atladım. Sıkıca sarıldıktan sonra yanlarına oturdum.

"Erkencisin kız hayırdır?" Diyen anneme gülümsedim.

"Bu akşam Kuzey ile yemek yiyeceğiz. İzin aldım rahat hazırlanmak için" dediğimde Tuba, "Oooo, birileri abayı fena yakmış Özgü anne" dedi. Annemin de keyfi pek yerindeydi, Kuzey'i epey beğeniyordu.

"Elini yüzünü yıka da gel kıyafet seçelim kızım. Ayy, ilk randevun için çok heyecanlıyım. Bu günleri sonunda görebildim" dedi annem. Ona tekrar gülümseyip ayağa kalktım ve banyoya yöneldim. Ben de çok heyecanlıydım.

Banyodan çıkıp odama gittiğimde annemin dolabımın önünde Tuba'nın da yatağımda oturduğunu gördüm.

"Valizini yerleştirdin mi?" Diye sordum Tuba'ya. Boş bir misafir odamız vardı. O oda artık Tuba'nın olacaktı.

"Özgü annem sağ olsun yerleştirdik birlikte. Sen ne giyeceksin?" Diye sordu Tuba.

"Bilmiyorum ki, hem fazla abartmayayım diyorum. Çok basitte olsun istemiyorum" dedim. Annem çoktan birkaç elbiseyi çıkartıp yatağın üstüne koymuştu bile. Çıkardıklarının hepsi çok şık duruyordu. Daha sade ama basit olmayan bir şey istiyordum.

Neredeyse yarım saatlik bir kararsızlığın ardından uzun, dar, siyah hafif yırtmaçlı bir elbisede karar kılmıştım. Elbiseyi denediğimde üstümde gayet güzel durmuştu. Daha önce giymediğim bir elbiseydi. Dolabımda etiketi bile üstündeydi. Annem ve Tuba'nın da yardımıyla çanta ve ayakkabıyı da ayarladım. Saat şu an akşam altıydı. 1 saate Kuzey gelecekti. Kalbim tekliyordu resmen. Islak saçlarımı hızlıca kuruttum ve makyaj yapmaya başladım. Makyajımı çok hafif tutmadım çokta abartmadım. Elbiseyi de üzerime giyinince tamamdım. Saçlarıma hiçbir işlem yapmadan salık bırakmıştım. Karargahta genelde topladığım için salık bırakmak değişiklik olacaktı. Zaten dümdüzdü.

Saat yediye yaklaşırken heyecandan yerimde duramıyordum. Sürekli camdan bakarak kapıyı gözetliyordum. Annem ve Tuba benimle tatlı bir şekilde dalga geçiyorlardı. Saat 18.45 olduğunda, Kuzey'in arabası yaklaştı ve evin önüne park etti. Perdenin arkasından bakıyordum. Kuzey aşağıya inmeden bir süre arabada bekledi. Arabanın ışığı bir yanıp bir sönüyordu. Işık yandığında arabanın içindeki aynadan kendine baktığını görüp gülümsememe engel olamadım. En sonunda arabadan aşağıya indi ve bir yukarı bir aşağıya yürümeye başladı. Sanırım heyecanlı gibiydi. Ben de heyecandan ölecektim neredeyse.

Aynadan son kez kendime baktım ve çantamı da alarak kapıya ilerledim. Annem ve Tuba kapıya gelmiş beni yolcu ediyorlardı. Kuzey hâlâ kapı zilini çalmamıştı. Sanırım saatin tam yedi olmasını bekliyordu. Onu beklemeden kapıyı açıp annemlere el salladım ve apartmanın merdivenlerinden indim. Aşağıya inince apartman kapısının önünde durdum ve camın arkasındaki Kuzey'in karaltısını gördüm. Sağa sola hareket ediyordu. Hemen demir kapıyı açtım, Kuzey arkasını dönüktü ama kapının sesiyle bana döndü ve göz göze geldik. An itibariyle kalp atışlarım durmuş, ardından hızla pompalamaya devam etmişti. Çok şık olmuştu. Siyah bir pantolon ve siyah gömlek giyinmişti. İkimizde çok uyumlu duruyorduk.

"Hoş geldin," dedim, yüzümdeki gülümsemeyi saklayamayarak.

Kuzey bana bakarken gözlerinin içine derin bir sıcaklık yayılmıştı, sesi her zamanki gibi kendine özgü, ama bu sefer bir parça daha yumuşaktı. "Çok hoş buldum, Gökçen," dedi, gözlerini gözlerimden ayırmadan. O an aramızdaki sessiz iletişim, kelimelere gerek bırakmayacak kadar güçlüydü; bakışları, sözleri yerine geçiyor, kalbimde derin yankılar bırakıyordu.

Bir adım attım, kapının dışına çıktım ve arkamdan kapıyı kapattım. Dışarıda, Kuzey’in bu gece farklı bir heyecan taşıdığını hemen fark ettim. Bakışlarında her zamanki kendinden emin duruşu vardı ama bu gece sanki içinde taşıdığı duygular yüzeye çıkmak için sabırsızlanıyordu. Aramızdaki o görünmez bağın, bu sessiz heyecanın, içimizde nasıl yankılandığını ikimiz de hissediyorduk.

Aynı anda birbirimize bir adım atıp yaklaştık, yüzlerimize yerleşen gülümsemeyle göz göze geldik. Sanki dünyada ikimizden başka kimse yoktu; etrafımızdaki her şey silinmiş, zaman durmuştu. Ve o an, birbirimize sarıldık. Gözlerimi kapatıp Kuzey’in o tanıdık, içimi ısıtan kokusunu derin bir nefesle içime çekerken, kalbim de bedenimle birlikte ona sarılmıştı. Ne kadar süre öyle kaldık, bilmiyordum. Ama her saniye birbirimize olan bağlılığımızı daha da pekiştiriyordu.

Sonunda yavaşça ayrıldık, Kuzey bir elini belime koydu ve şefkat dolu bir hareketle beni arabaya yönlendirdi. Bu basit hareket bile bana olan duygularının derinliğini hissettiriyordu.

Arabaya binerken göz göze geldiğimizde bu akşamın özel bir gece olacağını, her anını kalbime kazıyacağımı ikimiz de biliyorduk.

Arabaya biner binmez gözlerim ön koltukta duran zarif bukete takıldı. Yeşil krizantemlerin arasında, parlak sarı papatyalar bana göz kırpıyordu adeta. Onların güzelliğine dalmışken Kuzey’in sesiyle irkildim. Gözleri benimkilerdeyken dudaklarında sıcacık gülümsemeyle bana baktı ve alçak bir sesle, “Gözlerinin rengi kadar eşsiz değiller... ama en çok benzeyenler onlardı” dedi.

Sözleri içimde sıcak bir mutluluk dalgası yarattı. Kuzey’in beni böyle ince ayrıntılarla düşündüğünü bilmek, onun bana olan sevgisini gösterme şekliydi. Elimi bukete uzatıp, çiçeklerin kokusunu içime çektim, gözlerimi kapatarak bu anın tadını çıkardım.

"Heyecandan yanıma almayı unuttum, arabada kaldı" dedi Kuzey ensesini tedirginlikle kaşırken. Şu an o kadar tatlı duruyordu ki gülümsemekten başka hiçbir şey yapamıyordum.

"Çok güzeller, teşekkür ederim," dedim yumuşak bir sesle ve gülümsemeyle ona bakarak. Kuzey, gözlerimdeki mutluluğu gördüğünden emin bir ifadeyle hafifçe başını sallayıp arabayı çalıştırdı. Radyoda kısık sesle çalan slow bir müzik sessizliğimizi huzurla dolduruyordu. Eylem Aktaş'ın "Yüreğimden Tut" şarkısıydı. Sözler yavaşça içime işlerken kalbimin ritmi müziğe uyum sağlıyordu. Kucağımdaki yeşil çiçek buketinin yaydığı kokuyla birleşince gözlerimi kapatma isteği hissettim. Şarkının her notası sessizliğimizdeki derin heyecanı daha da içime işliyordu. Kendi iç dünyama dalmışken, Kuzey’e bir an göz ucuyla baktım. Yoldaki bakışları sürekli bana kayıyordu.

Bir süre sonra araba yavaşladı ve bir restoranın önünde durdu. Kemerimi çözdüğüm anda Kuzey hızlıca kendi kemerini çıkardı ve arabadan inip benim tarafıma dolandı. Kapımı açarak yüzünde her zamanki o sıcak gülümsemesiyle bana elini uzattı. Elimi tutarken diğer elimde çiçeklerimi sıkıca kavramıştım.

Cam kenarındaki boş masaya oturduk. Karşımızda Mardin’in mistik manzarası, tarihi taş yapılar ve uzaklarda şehrin ışıkları vardı. Taş binaların sıcak rengi akşamın loşluğuna karışıyordu. Kuzey’in yanımda oluşu içime garip bir huzur verdi. Sanki burada onunla olmak çok doğal, hatta olması gereken bir şeydi.

Garson yanımıza geldiğinde Kuzey’le kısa bir bakıştık ve ikimiz de balık siparişi verdik. Garson uzaklaştığında, Kuzey bana dönerek, “Burada balık güzel yapılır,” dedi hafif bir gülümsemeyle.

“Öyle mi? Pek balık yemem aslında,” dedim.

“Güven bana, hoşuna gidecek.”

Gözlerimi kaçırarak şehrin taş sokaklarına doğru baktım; onun hâlâ bana baktığını bilmek yüzümü kızartıp duruyordu. Heyecandan dudaklarımı kemirmemek için zor dururken tekrar sesini duydum.

"Çok güzelsin," diye fısıldadı Kuzey, sesi yumuşak ve içtendi. Eskiden olsa utanır, yüzüm kızarırdı, ama artık yanındayken daha rahattım. Zamanla bu hislere alışmıştım, varlığının içimde yarattığı o sıcaklığı kabullenmiştim.

Gözlerimin içine bakarken, gülümseyerek, “Sen de öyle,” dedim. Ama yine de bakışlarımı kısa bir an kaçırmaktan kendimi alamadım. O tanıdık heyecan, içimde kıpır kıpır dolaşıyordu.

Bir an sonra, elimin üstünde Kuzey’in elini hissettim. Yeniden ona döndüm, gözlerimizin buluştuğu o an ikimizin de yüzünde hafif, huzurlu bir gülümseme vardı. Söze dökmeden anlaşılan şeyler belki de en derin bağları yaratıyordu. Elini elime aldığında, içimde bir kıvılcım çakmış gibi hissettim. O an, parmak uçlarımdan kalbime doğru yayılan sıcak bir his doldu içime. Sanki avucumda sadece Kuzey'in eli değil, onun güvenini, içtenliğini, bütün duygularını da tutuyordum. Ellerimiz birbirine kenetlendiğinde, bir süre dünyada yalnızca biz varmışız gibi geldi. Yanında sanki her şey olması gerektiği gibiydi. Kalbim, onun sessizce sunduğu bu huzurla bir ritim tutturmuş gibiydi.

O esnada garson siparişlerimizi getirdi, önümüze özenle hazırlanmış tabakları yerleştirdi. Garson geldiği anda, Kuzey elini nazikçe çekmişti. O dokunuşun sıcaklığı elimde hâlâ duruyordu; parmaklarım sanki onun avucunu arar gibiydi. Bir anlık boşluk hissettim ama yüzüme yansıtmamaya çalışarak sessizce gülümsedim.

Yemeğimizin tadını çıkarırken, laf okul yıllarına geldi. Eski günlerin tatlı anılarını hatırlayıp birlikte güldük. Kuzey, dikkatli davranıyordu, özellikle babamla ilgili konulardan kaçınmaya özen gösteriyordu. Beni üzmek istemediğini biliyordum; her cümlesinde bunu hissettirdi. Ama gözlerinden anladım ki, içinde söylemek isteyip de bir türlü dile getiremediği bir şey vardı.

Bir an göz göze geldik, bakışlarındaki derinliği fark ettim. İçindeki düşünceleri tartmaya çalışıyor, doğru kelimeleri bulmak için tereddüt ediyordu. Bir süre daha bekledim, ama sonunda dayanamayıp usulca sordum:

“Kuzey, aklında bir şey var gibi… Bana anlatmak ister misin?”

Gözlerini kaçırdı, derin bir nefes aldı, sanki doğru kelimeleri bulmaya çalışıyordu.

"Özgü Hanım’ın eski eşi için, Poyraz tutuklama emri çıkarttırdı haberin var değil mi?" dedi Kuzey, gözlerini benden kaçırmadan.

Bu bilgi beni şaşkına çevirmişti; hiçbir şey bilmiyordum. O adam asla tutuklanmıyordu. Öyle bir dolandırıcı ve su üstüne çıkan biriydi ki ne yaparsa yanına kâr bırakacak bir kapı bırakıyordu kendine. Tutuklansa bile delil yetersizliğinden serbest kalıyordu. Kaşlarımı çatarak Kuzey'e dikkatle baktım, bakışlarımda şaşkınlık ve merak vardı. “Hayır, bunu bilmiyordum. Peki, tutuklandı mı?”

Kuzey bir an sessiz kaldı, gözlerindeki tereddütü fark ettim. Ardından yavaşça başını salladı. "Henüz tutuklanmadı… Ama Poyraz işin peşini bırakmayacak gibi görünüyor." dedi, sesi sakin ama kararlı çıkmıştı. O adamı yıllardır görmüyordum. En son araştırdığımda yurt dışında olduğunu duymuştum.

"Tamam, haber verdiğin için teşekkür ederim," dedim. Ardından tatlı siparişi verdik. Timimle ilgili bir anıyı anlatırken tekrar sessizleşti.

Kuzey bakışlarını masadaki boş tabağa çevirdi, düşüncelere dalmış gibiydi. Sessizdi, ama sanki içinde bir şeyleri toparlayıp anlatmak için mücadele ediyordu. Sabırla bekledim, onun zihnindeki karmaşayı hissetmek mümkündü. En sonunda derin bir nefes aldı ve bana bakarak konuşmaya başladı.

"Gökçen," dedi, sesi alışılmadık bir ciddiyet taşıyordu. "Ben seninle ilgili her şeyi bilmek istiyorum. Seni tanıdıkça öğreniyorum da ama bu bana yetmiyor. Sana açık konuşacağım… Seni daha fazla yanımda istiyorum. Hatta yanımdayken bile sana karşı özlem duyuyorum." Sözleri o kadar içtendi ki kalbimin daha hızlı atmaya başladığını hissettim.

"Benim niyetim ciddi," diye devam etti, gözleri gözlerime kenetliydi. "Hayatımda hiçbir konuda bu kadar emin olmamıştım. Duygularım öylesine değil. Hissettiklerim sana karşı çok yoğun ve her bir saniye artarak devam ediyor."

Söyledikleri karşısında yanaklarımın yanmaya başladığını fark ettim, utancımı saklayacak halde değildim. Hafif bir gülümsemeyle yüzüm kızardı. Kuzey gülümseyerek elini uzattı ve baş parmağıyla yanağımı nazikçe okşadı. O dokunuş hem sakinleştirici hem de heyecan vericiydi. Elimi tuttu ve devam etti:

"Gökçen, ne olursa olsun yanımda olmanı istiyorum. Hayatımın bir parçası olmanı… Sana baktıkça anlıyorum ki seninle geleceği paylaşmak istiyorum."

Kuzey’in gözlerindeki kararlılığı ve içtenliği gördüğümde nefesim kesildi. Sözleri kalbimde yankılanıyor, ruhuma dokunuyordu.

"Aramızdaki bu şeyin adı her neyse daha fazlasını istiyorum," dedi, sesi derin ve tutkuluydu. "Sevgili, flört, ilgi… bu kelimeler benim için anlamsız. Sen ve ben değil, biz olmak istiyorum. Seni ilk gördüğümde kalbime girdin. Zamanla orada büyüdün ve artık tüm kalbim seninle dolu."

Sözleri içime işlerken onun duygularının derinliğini daha önce fark edememiş olduğuma şaşırdım. "Ben vatanıma aşık bir adamım," diye devam etti, bu sefer sesi titredi. "Artık iki aşkım var. Senin de duyguların olduğunu bildiğim için bunu rahatça söylüyorum. Sana, ‘Benimle sevgili olur musun?’ diye sormuyorum." Derin bir nefes aldı ve gözlerime bakarak o cümleyi dile getirdi:

"Sana, ‘Benimle bir hayatı paylaşır mısın?’ diye soruyorum."

Kelimeleri içimde bir sıcaklık dalgası gibi yayılırken, Kuzey’in elini daha sıkı tuttum. Bu, bana teklif ettiği yalnızca bir aşk değildi; bu, birlikte bir gelecek, birlikte bir yaşam teklifiydi. Yanaklarıma yayılan gülümseme ve gözlerimdeki mutlulukla ona baktım, kalbim tüm hissettiklerimi dışa vuruyordu. Kuzey'in benimle ilişkimiz hakkında konuşacağını zaten tahmin ediyordum. Ama böyle bir konuşma beklemiyordum. Heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.

“Benim de sana karşı duygularım var. Ama... benim güven problemim var Kuzey,” dedim derin bir nefes alarak. “Seninle ilgisi yok bunun. Ben bu yaşıma kadar kimseyle bir ilişki yaşamadım. Hep annem gibi olmaktan korktum ve kendimi bir ilişkiden uzak tuttum. Sana karşı hissettiğim duygular bana çok yabancı olduğu için kontrol edemiyorum. Hâlâ da öyle. Ben daha duygularımı kontrol edemezken, ciddi bir ilişki çok fazla olur.”

Sözcükler dökülürken kendimi anlatmak istedim; belki de anlamasını umarak. Onunla aramızda bir adım atmaya hazırdım ama Kuzey, tamam dediğim an nikah salonuna gidecek gibi duruyordu.

“Sana tüm korkularını unutturacağım, güzelim,” dedi Kuzey, gözlerime kararlılıkla bakarak. “Çok acele ettiğimi düşünüyorsun ama ben duygularımdan da kendimden de eminim. Birkaç ay içerisinde parmağına yüzüğümü takmak istiyorum.”

Bu kadar net, bu kadar iddialı sözleri duyunca içimdeki karmaşa iyice büyüdü. Kuzey’in gözlerindeki kararlılık, onun benim sandığımdan çok daha ciddi olduğunu gösteriyordu.

“Ben bilemiyorum Kuzey,” dedim, düşüncelerimi toparlamaya çalışarak. “Evet, sana karşı hislerim var ve bu çok güzel hissettiriyor. Ama birbirimizi önce daha yakından tanımamız, ona göre bir yola girmemiz daha doğru olmaz mı? Belki vazgeçeceksin benden, beni tanıyınca. Yüzük takıp, olmadığını anlayıp o yüzüğü atmak daha kötü olmaz mı?”

Sözlerim dökülürken gözlerimi kaçırdım; kalbimin derinlerinde hissettiğim korkular, yavaşça gün yüzüne çıkıyordu. Kuzey’in beni hemen kaybetmek istemeyen o kararlı bakışıyla karşılaşmak söylediklerimi daha da zorlaştırıyordu.

Kuzey derin bir nefes aldı, yüzünde yumuşak bir gülümsemeyle bana baktı.

“Peki, çoban kızı,” dedi sevgi dolu bir sesle. “Seni sıkmak ya da korkutmak istemem. Dediğin gibi, beni tanı; sana her konuda tüm benliğimle açık olacağım. Ama şunu bil ki senden artık vazgeçmem söz konusu bile değil.”

Sözlerini söylerken yüzük parmağımı nazikçe okşadı. Onun bu kararlılığı, kalbime tatlı bir sıcaklık yayıyordu ama aynı zamanda içinde bulunduğum çelişkiyi daha da büyütüyordu.

“Tamam mı, sevgilim?” dedi Kuzey, gözlerindeki sıcak bakışlarla.

O anda ikimiz de genişçe gülümsedik. "Sevgilim" kelimesi bana yabancıydı; kalbimde tarifsiz bir çarpıntıya sebep oluyordu, ama onun ağzından duyduğumda o kadar doğru hissettirmişti ki...

“Tamam,” dedim hafifçe gülümseyerek, kalbimde filizlenen bu yeni duyguların sıcaklığına teslim olarak.

"“Duymak istiyorum,” dedi Kuzey, gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmadan.

Dudağımı ısırmaya başladım, içimde yine o tanıdık utanma hissi yükseliyordu. Kuzey’in bakışları gözlerimden kaydı, kısa bir an dudaklarıma indi. Dudaklarının kenarını hafifçe ısırdı, sonra tekrar gözlerime odaklandı. Bekliyordu…

“Tamam, sevgilim,” dedim, sesim neredeyse fısıltı kadar hafif çıkarken. Aynı anda bakışlarımı kaçırdım.

Kuzey, elimi nazikçe sıktı, tutup dudaklarına yaklaştırdı ve elimin üstüne yumuşak bir öpücük kondurdu. Kalbim, ona hissettiklerimin verdiği heyecanla yine çarpıyordu. Bugün durmazsa bir daha hiç durmazdı.

“Bu, hayatım boyunca duyduğum en güzel sesten çıkan en güzel kelime,” dedi Kuzey, gözlerinde o tanıdık sevgi dolu ifadeyle.

Tam o anda garson yanımıza gelip boş servisleri toplamaya başladı, başka bir isteğimiz olup olmadığını sordu. Kuzey, gözleriyle bana sorduğunda, olumsuz anlamda başımı salladım. O da garsona hayır dedi ve hesabı istedi. Garson yanımızdan uzaklaşınca, Kuzey hızla hesabı halletti. Ben de çantamı alarak kalkmaya hazırlandım.

Kuzey işini bitirince ayağa kalktı ve elini belime koyarak beni kendine yakın tutarak birlikte arabaya doğru yürüdük. Aramızdaki o tanımsız yakınlık, her adımda daha da belirgin hale geliyordu.

Eve giden yolculuğumuz sessizce geçti. Arada birbirimize bakıp gülümsemek dışında neredeyse hiç konuşmadık. Evimin önüne geldiğimizde, Kuzey arabayı durdurdu ve bana döndü. Elini uzatıp saçımın önüne dokundu, parmaklarıyla saçlarımı hafifçe oynattı.

“Bu akşam için çok teşekkür ederim, Gökçen,” dedi, gözleri derin ve yumuşak bir ifadeyle doluydu.

“Ben de teşekkür ederim,” diye karşılık verdim, kelimeler tükendiğinde bakışlarımızda buluştuk. Kuzey elini saçlarımdan çekip nazikçe elimi tuttu, beni kendine doğru çekerek avucuma bir öpücük kondurdu.

“İyi geceler,” dedim gülümseyerek, ayrılmanın getirdiği tatlı buruklukla.

“İyi geceler, sevgilim,” diye karşılık verdi, sesi yumuşak ve samimi bir sıcaklıkla doluydu.

Arabanın kapısını açarak aşağıya indim. Çiçekler hâlâ elimdeydi. Kuzey'de aşağıya inerek benimle birlikte apartmana kadar yürüdü. Bu tavrı çok hoşuma gitmişti. Anahtarla demir kapıyı açtım ve tekrar 'iyi geceler' dedim. Ellerini pantolonunun cebine koymuş, gülümseyerek bana bakıyordu. Ben apartmandan içeriye girince, Kuzey arkamdan kapıyı kapattı.

Merdivenlerden neredeyse zıplayarak eve doğru çıktım. Kapıyı açıp içeri girince, annemin ve Tuba'nın film izleyip patlamış mısır yediğini gördüm. Beni görünce hemen filmi durdurup ayağa kalktılar. Onlara selam vererek hızlıca pencereye gittim ve perdeyi çekerek aşağıya bakmaya başladım. Kuzey arabanın yanında durmuş bizim evin camına bakıyordu. Göz göze geldiğimizde ona el salladım. O da gülümseyerek el salladı ve arabasına bindi. Kuzey gidene kadar arabasına baktım.

"Kız anlat bakalım neler oldu. Ayyy çiçekler da çok güzelmiş, su getireyim de koyalım. Bekle anlatma hemen bir vazo getiriyorum" diyen annem koştura koştura odaya gitti. Çantamı kenara bırakarak kendimi koltuğa attım ve başımı Tuba'nın omzuna koydum.

Annem elinde su dolu boş bir vazoyla gelince, çiçekleri vazoya dikkatle yerleştirdim ve anlatmaya başladım.

"Nasıl yani adam sana direkt yüzük takalım mı dedi?" Diye sordu annem. Ona kafa sallayınca, devam etti.

"İstemeye ne zaman geliyorlar? Kız daha bir sürü hazırlık var" demeye başladı annem. Tuba gülmeye başlamıştı.

"Anne birbirimizi tanıyalım dedim yani sevgili gibi olduk" dememle annem kafama bir tane patlattı.

"Kız ben sana kaçırma bu adamı demedim mi? Aferin valla helal olsun demek ki niyeti ciddi. Kızım ben tanıma demiyorum ki tanı elbette ama yüzük taktıktan sonra da tanırsın" diyen anneme göz devirdim. Ne meraklı beni evlendirmeye. Bulmuş Kuzey gibi damat tabi.

"Anne öyle hemen tamam mı diyecektim!"

"Özgü anne karışma işte yaşasınlar, zaten evlenir bunlar yakında ben sana söyleyeyim. Üstüne gitme kızın" dedi Tuba.

"Kızlar ben yatıyorum, Tuba sen yarın gelecekmisin karargaha?" Dedim.

"Evet canım 4 gün sonra işbaşı yapacağım ama yarın bir uğrayıp Hüseyin babamı göreceğim. Evrakları teslim ederim hem."

"Tamam birlikte gideriz sabah, hadi iyi geceler" dedim ve odama gittim. Heyecandan ve mutluluktan sürekli gülümsüyordum. Aşk böyle bir şey miydi yani?

***

Sabah Tuba'nın sesiyle gözümü açtım. Çoktan uyanmış, sporunu yapmış, duş bile almıştı. Yuh be kızım. Ben gece hayallere dalmaktan geç uyumuştum. Kuzey gece 'İyi uykular sevgilim' yazmıştı. Defalarca mesajı okumuştum iç geçire geçire.

"Günaydın canım" diye seslendim Tuba'ya. Yataktan kalkıp yatağımı toparladım ve hızlıca banyoya ilerleyip ihtiyaçlarımı giderdim.

Tuba'yla bir şeyler atıştırıp hızlıca evden çıktık. Tuba buraya arabasıyla gelmişti. Onun arabasına yönelip bindik ve karargaha yola çıktık.

27 Saat Sonra:

Bilinmeyen Kişi:

"Merhaba Gökçen, sonunda kavuştuk." dedi adam.

Karşısında gözleri dolu dolu ve şokla bakan kadına keyif dolu bir gülümseme sundu.

"Se-sen neden? Neden yaptın bunu?" Diye bağıran Gökçen'in gözünden bir damla yaş aktı. Adam ise bu duruma şaşırdı, yine de çok keyif aldı. Çünkü daha önce Gökçen'in gözyaşını hiç görmemişti. Onu gerçekten dumura uğratmış olmalıydı.

"Nedenini kısa süre içinde öğreneceksin" diyerek kıza yaklaştı ve boynuna eğilip derince kokladı. Gökçen hep güzel kokardı.

"ÇEKİL!" Diye tüm gücüyle bağırdı kız. Adam ise alayla sırıttı ve işaret parmağını yanağında gezdirdi. Bu sefer önlemini alarak ellerini zincirle tavana bağlamıştı. Ayakları da zincirle yerdeki metale sabitlemişti.

"Sen bana bunu nasıl yaptın? Vatanına bunu nasıl yaptın? Bu gerçek olamaz, hayır!" diyerek başını sağa sola oynatan kıza alayla baktı adam. Sonunda tüm gerçekliğiyle onun karşısındaydı. Aralarında hiçbir engel yoktu. Ona istediği gibi dokunabilir, istediği gibi öldürebilirdi. Aklındaki planda; Gökçen'i boğup nefesini kesip, ölüme ramak kalana kadar gözlerine bakmak, sonra elini çekip hava almasını sağlamak ve bu döngüyü sürekli tekrarlamak vardı. Ona işkence edecekti. Artık rol yapmak yoktu. Nefesinin kendi ellerinde olduğunu ona öğretmek istiyordu. Onu elleriyle boğmak istiyordu...

Şimdiki Zaman: Gökçen

Tuba arabayı karargahta boş bir yere park edince aşağıya indik. Bahçede bizim timi gördük. Tuba onlara selam verdi ve sohbete başladı.

"Ben bir albayın yanına uğrayacağım geliyorum" diyerek yanlarından ayrılarak albayın odasına ilerledim.

Albayın odasında müsait olduğunu öğrenince, içeriye girip tekmil verdim ve hızlıca konuştum.

"Komutanım rahat olma emri istiyorum"

Albay Hüseyin bu çıkışıma şaşırıp merakla bana bakmaya başladı.

"Rahat kızım söyle. Bir sorun mu var?"

"Hüseyin baba bir maruzatım var. Kimseye söyleyemediğim bir bilgi!"

"Nedir Gökçen dinliyorum?" Hüseyin baba oldukça merak etmişti ve dikkatle bana bakıyordu. O sırada odanın kapısı tıklatıldı. Hüseyin babam bana sandalyeyi işaret ederek 'otur' dedi gözleriyle ve kapıya doğru seslendi.

"İÇERİYE GELME!" Dedi kapıdakine ve devam etti "Evet Gökçen anlat kızım?"

"Baba o fabrikada Gül'ün nişanlısı Alihan'ın, terörist olduğunun ortaya çıktığını biliyorsunuz"

"Evet" dedi kaşlarını çatarak.

"Niko kod adlı terörist, Alihan'ı öldürdükten sonra söylediği bir cümle kafamı günlerdir kurcalıyor. Demişti ki 'O aileden bilgi veren tek sen değilsin!' yani başka bir muhbir daha olabilir içimizde."

Hüseyin baba dişlerini sıkarak bana bakmaya başladı.

"Şerefsizler" dedi masaya elini vurarak ve devam etti "Senin şüphelendiğin biri var mı?"

"Baba tüm tanıdıklarımı bir sıraya koyup tek tek inceledim. Bana en uzak olan her defasında Sare hanım çıktı. Ama onunda oğlunu tehlikeye atıp böyle bir şey yapacağına ihtimal vermiyorum. Kimsenin günahını alamam. O yüzden kimse yok."

"Peki ya oğlunun kaçırılması elinde olmayan sebeplerden olduysa?"

"Olabilir, bilemiyorum. Ama inşallah o değildir. Ayrıca biliyorsunuz Tuba'nın tayini artık burada. Bu mesele çözülene kadar Kuzgun ismi gizli kalsın baba."

"Tamam şu an zaten Kuzgun'un Tuba olduğunu ikimizden başka kimse bilmiyor, o kolay. Kimliği açık edilemez de. Üstlerden kesin Emir var." Dedi durdu. Düşünceli bir şekilde devam etti. "Peki Sare hanım için de gizli bir takip başlatacağız. Bu konudan Poyraz'ı uzak tutmamız gerek. Başka kim olabilir?" Dedi Hüseyin baba.

"Komutanım Niko, aile ile ilgili bilgi diye vurguladı. Poyraz'ın ve Kuzey'in timiyle, aile meseleleri hakkında hiç konuşmadım. Ama bir şekilde olayların detaylarını öğrenebilirler. Kimden şüpheleneceğimi bilemiyorum. Karargahtan mı? Onu bile bilmiyorum. Herkese kuşkuyla yaklaşıyorum, kafayı yemek üzereyim. Yüzüme gülen biri mi? Belli ediyor mu? Herkesi göz hapsine almış durumdayım. Aysu tutuklandıktan sonra bu kişi karargahtan olamaz. Olsa o zaman bağlantısı muhakkak çıkardı. Bu kişinin sivil olduğunu düşünüyorum, bilemiyorum." Albayın odasının telefonu çalınca devam edemeden sustum.

"Ben ilgileneceğim, sen çık" dedi. Hızla ayağa kalktım ve dışarıya çıktım.

***

Bahçeye inerken, Tuba'nın da yukarı çıkmasıyla yolda karşılaştık.

"Albay bir telefon görüşmesinde, biraz bekle istersen" dedim Tuba'ya.

"Senin bir sıkıntın var? Dökül!" Dedi Tuba tespitini söyleyerek.

"Evet bir durum var. Anlatacağım sana önce albayla konuşmak istedim" dedim ve bir adım yaklaştım.

"Kimlik izni gelse bile, Kuzgun olduğunu burada kimseye söylemeyeceğiz" diye fısıldadım. Tuba itiraz etmeden beni onayladı ama merak ediyordu.

"Tamam ama neden? Ayrıca kimliğime mühür konuldu. Açık olmayacağım hiçbir zaman" dedi.

"Tamam bu iyi. Anlatınca sen de hak vereceksin. Sen git hadi albayın yanına. Bu konuyu evde konuşuruz" diyerek bahçeye yöneldim. Timlerin hepsi içtima yapmaya başlamıştı. Bizim time de komutan yardımcısı olduğu için Görkem abi içtima yaptırıyordu. Bahçeye inen merdivenlerden aşağıya indiğimde, Kuzey beni fark etti ve anında "Mola" diye bağırdı. Tüm timi kendini yere atmıştı. Kuzey'de onlarla birlikte içtimadaydı ancak kıyafeti su içinde olmasına rağmen yorulmuş gibi gözükmüyordu. Poyraz ve Görkem abi de mola diyerek timleri serbest bıraktı. Kuzey hemen bana doğru gelmeye başlamıştı bile.

Yanıma gelince benden üç adım uzakta durdu ve gülümsedi.

"Nasılsın" dedim ben de gülümseyerek.

"Çok kötüyüm" dedi Kuzey üzgün bir suratla. Kaşlarımı birbirine yaklaştırıp ona bakmaya devam ettim.

"Hayırdır, sorun ne?" Diye sordum.

"Sevgilim sabah günaydın mesajıma cevap vermedi de" dedi tekrar sırıtarak. Gamzelerine parmağımla dokunmak istemem normal miydi? Ben de gülümsedim ve şaşırarak telefonumu çıkartıp baktım. Bildirim sesini duymamıştım.

"Ben duymamışım, telefona da bakamadım Tuba ile birlikte geldik" dedim.

Kuzey gülümseyerek bir adım daha geri gitti ve aramıza daha fazla mesafe koydu. Bu tuhaf hissettirmişti. Bir mesaja cevap vermedim diye mi benden böyle uzakta duruyordu?

"Seni görünce hasretim bir nebze de olsa dindi" dedi.

"O zaman neden böyle uzak duruyorsun?" Dedim aramızdaki mesafeyi işaret ederek. Kuzey sesli bir kahkaha attı.

"Hmm demek uzak olmak hoşuna gitmedi. Çalıştığım için çok terliyim güzelim, ondan uzak duruyorum" dedi eliyle ıslak tişörtünden tutup terini göstererek. Umursamadan iki adım atıp ona yaklaştım. Aynı anda Kuzey'de iki adım geri gitti gülerek. Şuna bak şuna!

"Kuzey!" Diyerek bir adım daha attım ama Kuzey tüm mesafeyi kapatıp bana gelerek elimi tuttu. Artık mesafemiz yok denecek kadar azdı. Etrafına kısaca göz atıp tekrar gözlerime baktı.

"Böyle üstüme yürürsen kendimi daha fazla tutamayıp seni herkesin içinde öpeceğim sevgilim" dedi. Sesli şekilde yutkundum. Bu adam ne edepsizdi böyle.

Tepkilerime Kuzey gülümsedi ve beni daha fazla utandırmamak adına olduğunu düşündüğüm cümleleri kurdu.

"Eğitime devam edeyim ben. Eğitimden sonra görüşürüz" dedi ve timinin yanına ilerledi. Yürürken arkasını dönüp iki kez bana baktı. Ben de yan taraftaki boş banka geçip oturdum ve eğitimin bitmesini bekledim.

Bankta oturup eğitimin bitmesini beklerken, Tuba'da albayın yanında işini bitirmiş ve bahçeye yanıma gelmişti. Birlikte oturup timleri izliyorduk. Tuba arada yapılan doğru ve yanlış hareketler için yorum yapıyordu. Benim ise düşüncelerim çok daha başkaydı. Yapılan spor hareketlerinden çok, karakterleri kafamda analiz ediyordum.

Kafamda elediğim kişiler elbette vardı. Kuzey ve Poyraz dışında kendi timimi direkt elemiştim. Poyraz'ın timinden de neredeyse çoğunu uzun zamandır tanıyordum. Bazılarının ailelerine kadar. Tam anlamıyla tanımadığım tek tim, Kuzey'in timiydi.

3 timde eğitimleri aynı anda bitirdi ve dağıldılar. Çoğu asker sanırım duş için binanın içine doğru ilerledi. Gözlerim Kuzey'in üstündeydi. Bana dönüp yanıma gelmek için yürümeye başladığı sıra, Burcu üsteğmen yolunu kesti ve ona bir şeyler söylemeye başladı. Tuba'da benimle aynı yere bakıyordu.

"Komutanım benim ördek yürüyüşü hareketinde sıkıntım var, rica etsem bana gösterir misiniz?" Tuba şu an Kuzey ve Burcu'nun dudağını okuyup bana tercüme ediyordu. Dudak okumayı ben de biliyordum ama Tuba kadar iyi değildim.

"Bunun için kendi komutanından yardım almalısın" dedi seninki Gökçen.

Tuba'nın söylediğiyle hafif tebessüm ettim ve onları uzaktan izlemeye devam ettim.

Burcu bu cevaptan sonra kafasını çevirip çok kısa bir an bizim olduğumuz tarafa baktı ve tekrar önüne dönerek, Kuzey'e kafa sallayarak uzaklaştı. Aynı anda Tuba konuşmaya başladı.

"Kanka bu kız seninkine yanık farkındasın değil mi?" Dedi. Tuba'ya cevap vermeden Kuzey'e bakmaya devam ettim çünkü şu an bize doğru yürüyordu. Burcu ise binaya doğru ilerliyordu.

Kuzey yanımıza gelince bana gülümsedi ve Tuba'ya kafa selamı verdi.

"Merhaba" dedi samimi bir yüzle Tuba'ya ve hemen bana bakarak devam etti.

"Güzelim burada mısın daha? Üstümü değiştirip geleceğim" dedi.

"Odama gideceğim birazdan, evrak işlerim var" dedim gülümseyerek.

"Tamam telefonun açık olsun" dedi Kuzey. Göz kırparak bize sırtını döndü ve binaya doğru ilerlemeye başladı. Tuba'da ben de o giderken arkasından bakıyorduk.

"Kanka yalnız bu adam çok fena he, kalçalarına bak maşallah" diyen Tuba'nın kafasına bir tane patlattım. O değil ben de farkında olmadan oraya bakıyordum ve Tuba söyleyince fark etmiştim. Off ya.

"Gözünü çek kötü olur lan" dedim ama Tuba sırıtmaya devam ediyordu.

"Benimkilerden bile daha sıkı, sorsana kaç squat çekiyormuş günde?" Dediğinde ayağa kalkıp Tuba'nın üstüne yürüdüm. Tabii Tuba çoktan fırlayıp kaçmaya başlamıştı çakal.

"Bana kızacağına gözün o üsteğmende olsun." Diye bağıra bağıra koşup kaçmaya başladı. İşaret parmağımı kaldırıp ona 'sen görürsün' anlamında salladığımda, o da bana el sallayıp arabasına yöneldi ve karargahtan hızla çıktı.

***

Neredeyse akşam olmak üzereydi. Odamda evrak işlerini hallederken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım bile. Kuzey birkaç kere mesaj atmıştı. Yeni gelen erler arasında bir sorun çıkmış, o da onunla ilgilendiğini söylemişti.

Mesaimin bitmesine 1 saat kala odamın kapısı tıklatılıp içeriye albay postası Akif girdi. Tekmil verdi ve kapının önünde beklemeye başladı.

"Rahat Akif söyle?" Dedim.

"Gökçen komutanım albayım sizi acil karargah odasına çağırıyor" deyince kaşlarımı çatıp, incelediğim dosyaları hızla kilitli dolabıma koydum ve harekat merkezine ilerledim. Şifremle içeriye girince, odada albaydan başka kimse olmadığını gördüm.

"Yüzbaşı Gökçen Toprak, emredin komutanım"

"Geç otur yüzbaşım" diyen albayla sandalyeye ilerledim ve albayın sağ tarafına oturdum. Elindeki dosyaları masaya bıraktı ve önüme ilerletti. Dosyaları alıp okumaya başladım, her bir satırda kaşlarımı çatarak.

"Böyle bir şey saçma komutanım. Kim ki bu Gri?" diyerek bir defa daha okudum raporu. Bir istihbaratçı tarafından yazılan bu rapor benimle ilgiliydi. Yeni bir terör ekibi yapılaşmasında, o grubun lideri tarafından, yakinen incelendiğim raporda açık bir şekilde yazıyordu.

"Yüzbaşım anladığım kadarıyla bu örgütün lideri Gri kod adlı teröristin seninle şahsi bir meselesi var. İstihbarat'tan aldığımız bilgiye göre; bu adam, kampının adını 'Deli kamp' koymuş. Ayrıca kamptaki bütün kadınlara Gökçen diye sesleniyormuş. Bu Gri denilen terörist, Topal'ın ölümünden sonra yerine geçen kişi. Görünen o ki seninle şahsi davası, Topal ile ilgili. Geçen sene Topal'ın sağ kolunu yakaladığında, hain teğmen Aysu ve terör örgütü liderlerinden biri olan Suna, sağ kolu öldürerek susturmuştu. Üstüne sen Aysu'yu yakalatıp, Sercan Açık ve Suna'yı öldürdün. En son Niko'da öldü. Bu Gri denilen adam hepsiyle bağlantılı. Bence tüm bu olanlar için tek suçlu seni görüp, sana bu yüzden bilenmiş olabilir. Ayrıca Niko'nun bahsettiği muhbirin de Gri'ye çalıştığını düşünmek bana mantıklı geliyor."

"Komutanım kamp belli, adam belli, yer belli. Operasyona ne zaman başlayacağız. Bu adamı bir an önce yakalayıp konuşturmak istiyorum" dedim.

"Operasyon için onay bekliyorum kızım hâlâ. Bugünkü konuşmamızın üzerine bu rapor gelince, seni ayrıca çağırıp bilgi vermek istedim. Her an onay gelebilir hazırlıklı ol"

"Emredersiniz komutanım, bu arada bir şey rica edeceğim?" Dedim albaya sert bakarak. Bana 'söyle' der gibi bakınca, derin nefes alıp konuştum.

"Eğer bir muhbir varsa ve karargahtan biriyse, operasyon bilgisini Gri'ye geçecektir. Sizden isteğim; bu operasyona tek çıkmak?" Dedim merakla cevabını bekleyerek.

"Bu hayatta olmaz Gökçen oraya sızamazsın. Gri senin neredeyse yediğin yemeğe kadar haber alıyor olabilir. Seni tanıyor. Tek gitmene asla müsaade etmem. Başka bir çözüm düşüneceğim, sen çık şimdi kimseye de operasyondan bahsetme."

"Emredersiniz komutanım" dedim tekrar ve hızla odama ilerledim.

***

"Anne işlerim var eve geç kalacağım. Tuba'ya da söyle siz yemeğe beni beklemeyin" karargahta her an görev emri gelebilir düşüncesiyle eve gitmekten vazgeçmiştim.

"Ne işiymiş bu akşam akşam? Tuba'nın da haberi yok. Kuzey'le mi görüşeceksiniz yoksa?" Diye sordu annem. Yalan söylemek istemiyordum ama görev bekliyorum da diyemezdim.

"Evrak işleri anne, halletmeden çıkamıyorum karargahtan. Merak etmeyin öptüm sizi" diyerek annemin suratına kapattım. Yoksa susmazdı.

Odamın kapısı tıklatılınca "Gel" diyerek telefonu masanın üstüne koydum. Kapı açılınca benim Tim gözüktü.

"Komutanım bir şey yoksa biz çıkıyoruz" dediler.

"Tamam siz çıkın, işlerim bitince ben de çıkacağım birazdan" dedim.

"Gökçen bir problem mi var? Bugün eğitim de yaptırmadın abicim." Diyen Görkem abiye baktım. Diğerleri de merakla bana bakıyordu.

"Hayır hayır bir problem yok. Aklım Göktuğ'da ondan böyleyim. Yarın görüşürüz, siz gidin dinlenin" diyerek onlara gülümsedim ve bakışlarımı boş boş baktığım dosyalara çevirdim. Bizimkiler odanın dışına çıkıp kapıyı kapattılar. Arkalarından sesli bir nefes verdim ve öylesine bakarak vakit geçirdiğim dosyaları kapatıp, pencereye yürüdüm. Bahçe sakindi. Telefonuma arama gelince masaya uzanıp elime aldım. Kuzey arıyordu.

"Alo Kuzey" diye açtım telefonu.

"Neredesin güzelim seni bekledim bahçede ama inmedin?" Dediğinde tekrar pencereden bakıp ileride bekleyen Kuzey'i görüp gülümsedim.

"Ben geç çıkacağım Kuzey, bekleme sen"

"Nöbetçi sen değilsin. Ben burada bekliyorum. İstersen odana gelip sana yardım edeyim ve birlikte çıkalım?" Diyen Kuzey'le tekrar gülümsedim.

"Kuzey sen çık lütfen" diye ısrar etmemesini umarak konuştum. Kuzey sesli bir nefes verdi ve "Tamam o zaman yarın görüşürüz" dedi.

"Görüşürüz sevgilim" dedim ve telefonu yüzüne kapattım. Pencereden Kuzey'i izlemeye devam ettim. Yürüyordu ve sevgilim dememle durmuştu. Telefonunu gülümseyerek cebine koydu ve arabasına bindi.

***

4 saat daha odamda vakit öldürmüş, arada kantine gidip bir şeyler atıştırıp tekrar odama dönmüştüm. Kantine giderken yolum albayın odasında olmamasına rağmen oraya sapmış ve içeride albayın çok meşgul olduğunu öğrenmiştim. Geri odama dönüp biraz uyumaya karar vermiştim.

Odamın kapısının tıklatılmasıyla gözlerimi açtım. Telefonu kontrol ederek saate baktım ve Kuzey'den 5 mesaj geldiğini gördüm. Saat 00.15'i gösteriyordu.

"Gel!"

İçeriye bir asker girerek tekmil verdi.

"Komutanım albayım sizi acil harekat odasında bekliyor."

"Tamam teşekkürler sen çıkabilirsin" diyerek askeri gönderdim. Hemen ayağa kalkıp üniformamı ve saçlarımı ellerimle düzelttim ve başıma bordo beremi takarak odadan dışarıya çıktım. Sonunda beklediğim haber...

Harekat odasının kapısını açıp içeriye girince, albayın yanında üç asker olduğunu gördüm. Bu askerler bizim karargahtan değildi. Hiçbirini daha önce görmemiştim. Benim girmemle hepsi ayağa kalktı.

"Yüzbaşı Gökçen Toprak/ Mardin, emredin komutanım."

"Gel yüzbaşım görev emri geldi" diyerek sandalyeye işaret etti. Sert adımlarla ilerledim. Sandalyeye oturmadan tek tek askerlere baktım.

"Yüzbaşım bu askerler, binbaşı Tuba Ateş'in yeni timi. Bu görev için erken çağırdım onları." Diyerek askerleri sırayla tanıtmaya başladı.

"Kıdemli üsteğmen Alparslan Türk, üsteğmen Onur Demir, teğmen Efe Bolat, diğer ekip üyesi Kurtuluş Yılmaz ise erken verilen bu göreve katılamadı. 3 gün sonra işbaşı yapacaklardı. Kendisi ülke dışında şu an." dedi ve bana bakarak askerlere konuştu.

"Yüzbaşı Gökçen Toprak, bu gizli görevde birlikte olacaksınız."

İsmi Alparslan olan üsteğmen sözü aldı. Soyadı dikkatimi çekmişti. Poyraz'ın soyadı da Türk'tü. Bu adam acaba onların bir akrabası mıydı? Adamı incelediğimde sarışın, ela gözü ve uzun boyuyla bana ve Poyraz'a çok benziyordu. Belki de soy isim benzerliğidir diye düşündüm ancak adam resmen bizim kopyamızdı.

"Komutanım neden bu göreve tim komutanımızla çıkmıyoruz?" Diye sordu Alparslan. Bildiğim kadarıyla Tuba'nın timi yeni oluşturulacak bir timdi. O yüzden bu timdeki herkes yeni tanışıyordu.

"Görev böyle asker!" Diyen albayla, Alparslan, "Emredersiniz komutanım" diye gür bir sesle bağırdı.

"Yüzbaşım, bu askerlerin dosyaları." Diyerek Tuba'nın timinin dosyalarını bana uzattı albay.

"Kısaca incele operasyondan önce. Kimin hangi konuda yetenekli olduğunu anlayıp operasyonda ona göre ilerlersin. Şimdi gelelim bu geceki operasyona" diyen albay, bu gece yapacağımız büyük operasyonun detaylarını anlatmaya başladı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%