Yeni Üyelik
35.
Bölüm

35. Bölüm

@ebrumelek

KUZEY ( 5 Saat Önce)

Saat gece 3'ü gösteriyordu. Gelen acil çağrı ile gözümü kırpmadan yola koyulmuştum. Karargaha nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum; tek düşündüğüm, operasyona çıkan Gökçen’in sağ salim dönmesiydi.

Karargahın önüne vardığımda kapının açılmasını beklemeye başladım. İçimde sabırsızlığın ateşi harlanırken kapıdaki askerler yan yana dizilip tekmil verdiler, ardından hızla telefonla görüşmeye başladılar. Her saniye daha da geriliyordum; beklemem gerekiyordu ama içim içime sığmıyordu. Aklımda tek bir şey vardı, Gökçen’i görmek. Zaman öylesine ağır ilerliyordu ki, sabrımın sınırları zorlanıyordu.

Nihayet kapı açıldı. Direksiyona sımsıkı yapışmış ellerimi bırakarak aracı hızla içeri sürdüm ve en yakın yere park ettim. Arabadan iner inmez bana doğru yaklaşan dört askeri fark ettim. Adımlarını hızlandırmış, kaşları çatık bir halde bana doğru geliyorlardı. Ben de gözlerimi onlardan ayırmadan yürümeye başladım, her adımımda onların da daha sert ve kararlı adımlarla bana yaklaştığını hissediyordum. Aramızdaki mesafe azaldıkça, onlara olan öfkem ve sabırsızlığım da artıyordu.

"Askerlerden biri, ‘Efendim, Albay’ın emriyle tutuklusunuz,’ dedi.

Bir an ne dediğini anlamadım; öfkemin yerini, kısa bir şaşkınlık aldı. Kaşlarımı iyice çatarak bunun nasıl bir şaka olduğunu düşünmeye başladım.

‘Ne saçmalıyorsun sen, asker?’ diye çıkıştım. Sözlerim sertti, ama sesimdeki öfke durumu değiştirmedi. Diğer asker, hiçbir tepki vermeden elindeki kelepçeleri uzattı ve gözlerimin içine bakarak beklemeye başladı. Gözlerim, onun ciddiyetini kavradığında içimdeki gerilim daha da büyüdü. Şimdi sorular, öfkeden daha ağır basıyordu. Bu neyin nesiydi? Gökçen için endişelenirken kendimi tutuklanır halde bulmam, kabullenebileceğim bir şey değildi."

Asker, “Zorluk çıkartmayın. Albayın emri,” diyerek yeniden konuşunca, sabrımın son damlası da tükenmişti. Öfke ve şaşkınlık içinde bakışlarımı onların arkasından yaklaşan Albaya çevirdim. Hızlı adımlarla bana doğru geliyordu, yüzünde ciddi bir ifade vardı. Tam o sırada karargaha Poyraz’ın arabası girdi; o da hızla park edip yanımıza gelmek için aracından indi.

Sıkıntılı bir sesle, “Komutanım, bu askerler ne saçmalıyor? Ne demek bu?” diye sordum. Poyraz’ın da yanımıza gelmesiyle Albay derin bir nefes aldı ve durumu açıklamaya başladı.

"Albay, yüzündeki o sert ifadeyle bana dönerek, “Binbaşı Kuzey Atasoy, vatana ihanet suçuyla sorgulanacaksın. Ellerini uzat,” dedi.

Sözleri soğuk bir bıçak gibi içime saplandı. O anda kanım dondu, kalbimse inanılmaz bir hızla çarpmaya başladı. Söylediği şeyin ağırlığını idrak etmeye çalışırken Poyraz hızla araya girdi.

“Bir yanlışlık var, komutanım! Kuzey asla vatanına ihanet etmez, ben ona kefilim!” dedi, sesi hem öfkeyle hem de kararlılıkla doluydu. Fakat Albay, sert bakışlarını ona yöneltti, gözlerinde tek bir tereddüt kırıntısı dahi yoktu.

Albay, Poyraz’a daha da sert bir tonda karşılık verdi: “Bu konunun kefaleti olmaz, Yüzbaşı. Emri yerine getirin. Sen de yargılanmak istemiyorsan daha fazla konuşma asker. Binbaşı için deliller var. Aklanana kadar göz altında kalacak. Uzat elini!" Dediğinde Sessizce ellerimi uzattım ve askerler kelepçeleri bileklerime taktılar. Soğuk metalin derime değdiği o an, sanki tüm dünyam başıma yıkıldı. Bu, hayatımın en berbat ânıydı; haksız yere suçlanmanın ve Gökçen’i görememenin yükü omuzlarıma çökmüştü.

Derin bir nefes aldım, etrafıma bakarak onu aradım, o her zaman güvendiğim, sakinliğini koruyan gözleri görmek istedim. Ama Gökçen hiçbir yerde yoktu. İçimde giderek büyüyen korku ve endişe, ona ulaşamamanın verdiği çaresizlikle katlanarak artıyordu.

Askerlerin eşliğinde binaya doğru ilerlerken, ardımdan gelen Poyraz’ın telaşla telefonda birilerini aradığını duyuyordum. Yanımda ise adımlarını sert bir kararlılıkla atan Albay vardı. Onun ifadesindeki soğukluk, içimdeki öfkeyi bile bastıracak kadar güçlüydü. Kendimi sorgu odasının önünde buldum.

Odaya girdiğimde, masanın ortasında boş bir sandalye vardı. Sessizce o sandalyeye oturdum ve ellerimdeki kelepçelerin masaya bağlanışını izledim. Bağlandığımda artık geri dönüş olmadığını, yalnızca beklemem gerektiğini anladım.

Aradan geçen yaklaşık bir buçuk saatte yanıma kimse gelmedi, kapı açılmadı. Yalnızlığın ve belirsizliğin içinde zaman yavaşça akıyordu. Beklerken zihnim sürekli Gökçen’e gidip geliyordu; neredeydi, nasıldı, güvende miydi? Hem ona ulaşamamanın çaresizliği hem de üzerime atılan suçlamanın ağırlığı, zihnimde fırtınalar koparıyordu.

ECE ( 8 Saat Önce)

Televizyonda Battlestar Galactica dizisinin final bölümünü izliyordum. Dizinin sonuna yaklaşırken heyecandan gözümü kırpmadan ekrana kilitlenmiş durumdaydım. Her sahne, her diyalog o kadar güçlüydü ki, ikinci kez izlememe rağmen yine aynı tutkuyu hissettiriyordu. Özellikle finali… Sanki ilk defa izliyormuşum gibi etkileyiciydi.

Kendi evimde, pijamalarımı giymiş ve rahat bir akşam geçirme modundaydım. Televizyonun sesini istediğim gibi açmıştım; sadece ben ve köpeğim StarBuck vardık. Evet, dizideki başrol pilotun ismini köpeğime vermiştim. Evdeki sessizliğin içinde, dizinin heyecan dolu sahneleri tüm dikkatimle beni sararken bu anın tadını çıkarıyordum.

Dizideki heyecanlı bir sahnenin tam ortasında StarBuck deli gibi havlamaya başladı. StarBuck’ın bir anda delice havlamaya başlamasıyla diziye olan ilgim yerini alarma bıraktı. Diziyi durdurdum ve hemen StarBuck’ı kontrol ettim. Normalde oldukça sakin olan köpeğim, bu sefer sanki gerçek bir tehdit algılamış gibi korku dolu bir şekilde havlıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, içimde beliren tedirginliği kontrol altına almak için hemen masanın üzerindeki silahımı elime aldım.

Yavaşça pencereye yaklaştım ve dışarıyı dikkatle gözlemledim. Burası sıradan bir apartmandı, herhangi bir lojmandan farklı olarak dikkat çeken hiçbir özelliği yoktu. 1. katta yaşıyordum, bu yüzden sokaktaki hareketler açıkça görülebiliyordu. Ancak dışarı baktığımda garip bir şey yok gibi görünüyordu. Karargaha yakın olduğu için bu daireyi tutmuştum, lojmanda kalmamayı tercih etmiştim ama şu an yalnız başıma olmanın huzursuzluğunu hissetmeye başlamıştım.

Sokak sessizdi, gece yarısını çoktan geçmişti ve etrafta kimseler yok gibiydi. Pencereden bakarken gözüm hiçbir şeyin ters gitmediğini, her şeyin sıradan olduğunu düşündü. İçimdeki endişeyi biraz da olsa bastırmış, Star’ı sakinleştirmeye hazırlanıyordum ki birden boynumda keskin bir acı hissettim. Soğuk bir iğnenin tenime saplandığını ve bir şey enjekte edildiğini fark ettim.

Elim refleksle boynuma gitti, ama çoktan geç kalmıştım. Gözlerim bulanıklaşmaya, dizlerim titremeye başladı. Düşmeye başladığım an, çevremdeki sesler giderek daha boğuk bir uğultuya dönüştü ve en sonunda bilincimi tamamen kaybettim. O an evimin güvenli olmadığını ve karanlık bir tehditle karşı karşıya olduğumu anlamıştım ama artık yapabileceğim hiçbir şey kalmamıştı.

Gözlerimi araladığımda kaç saat geçtiğini bilmiyordum. Belli ki yeniden bir iğne yapmışlardı, çünkü boynumun iki yanı da yanıyordu. Etrafıma göz gezdirirken yanımda Görkem abiyi gördüm; uyanmış, bana korku dolu gözlerle bakıyordu. Bizim etrafımızda ise yedi silahlı adam dikiliyordu, silahlarının namlularını doğrudan üzerimize çevirmişlerdi. Yüzlerinde maske vardı.

“Abi, iyi misin? Siz kimsiniz? Burası neresi?” diye sordum, sesim titriyordu. Görkem abi de benim gibi sorular sormaya başladı ama adamların yüzünde en ufak bir tepki yoktu; hiçbiri tek kelime etmiyordu. Çevremizde sıkı bir çember oluşturmuşlardı ve bulunduğumuz yer, bir evin teras katıydı. Ellerim arkadan bağlanmış olmasaydı belki bir şeyler yapabilirdim, ama arkamdaki adamlar yüzünden kıpırdayamıyordum bile. Tek yapabileceğim şey, onların gitmesini beklemekti.

“Konuşun lan!” Görkem abinin öfkeli sesi terasta yankılandı. Gözlerimi maskeli adamlara çevirdim; ama hepsi birer robot gibi donuk, ifadesiz duruyorlardı. Sanki nefes bile almıyorlardı. Aradan saatler geçti, zamanın akışını hissetmiyorduk bile. Tam umudumuzu yitirmek üzereyken, adamlardan birinin telefonu çaldı. Derin bir sessizlikle o telefonu açarken, biz de nefesimizi tutmuş onu dinlemeye başladık.

"Kimsin!" Dedi adam önce. Ardından karşı tarafı dinledi. "Binbaşı Kuzey siz miydiniz, evet askerler elimizdeler sıkıntı yok. Tamam abi, Gökçen komutan ne zaman gelecek? Olur abi, tamam merak etme" diyerek telefonu kapattı. Şokla gözlerimi açtım ve Görkem abiye baktım. O da benim gibi gözlerini büyütmüş adamlara bakıyordu.

"Ne saçmalıyorsunuz siz Kuzey binbaşı ne demek?" Diye bağırdım ama adamlar yine cevap vermedi. Olduğum yerde kımıldanmaya başlayınca birisi kolumu bıçakla sıyırdı ve arkadan tekrar boynuma iğne saplanmasıyla gözlerimi istemsiz tekrar kapattım.

"Ece, Ece" diyen ses ile gözlerimi açmak istedim ama hiç hâlim yoktu. Biri gözlerime ışık tutuyordu. En sonunda gözlerimi açtığımda sarışın bir adam görüş açıma girdi. Gözleri endişeliydi ve bağlarımı çözmeye çalışıyordu. Neler oluyor diye düşünürken adamın bir asker olduğunu ve Poyraz komutan olduğunu sandım. Ancak ışığı gözümden çektiği an onun Poyraz komutana çok benzeyen başka bir asker olduğunu anladım. Hemen görüş açıma Gökçen komutanım girdi. Bana da Görkem abiye de endişeyle bakıyordu. Başımı yana çevirip Görkem komutanımı kontrol ettim, çok şükür iyi durumdaydı. Ardından hep beraber oradan çıktık ve ilerlemeye başladık. Bizi sınır dışına kaçırmışlardı. İyi de neden? Yolda giderken Gökçen'e, Kuzey ile ilgili duyduğumuzu söyledik. Tabii ki hemen delirdi ve o delirince gözü hiçbir şeyi görmezdi. Aslında meşhur Deli komutanın Gökçen olduğunu da yeni öğrenmiştik ve ben öğrendiğimde hiç şaşırmamıştım. İsminin hakkını veren bir karaktere sahipti. Hem çok nahif, kırılgan, utangaç, hem çok sinirli, güçlü ve ne yapacağı kestirilemezdi. O utangaç ve nahif yapısını çok sevdiği insanlara gösterirdi bir tek. Şu an karşımda gördüğüm kadından aşırı korkuyordum. Gözleri öyle bir bakıyordu ki, Kuzey binbaşının hain olma ihtimali bile onu delirtmişti. Hiç konuşmadan karargaha kadar geldik. Helikopterin yanında Kuzgun denilen askerin beklediğini görünce işin çok ciddi olduğunu da anladım. Gökçen'in yanında bizimle gelen tanımadığım 3 asker vardı ve bir tanesi bizimle ilgilendi. İlk görüp Poyraz komutan sandığım askerin adı Alparslan'dı. Helikopter karargaha gelince Gökçen komutanım Kuzgun'la birlikte hızla gitti. Alparslan'da Görkem abiyle beni hastaneye götürdü.

Hastanede kan tahlili yaptılar ve sıkıntılı bir durum olmadığı ortaya çıktı. Tüm bu süreçte Alparslan denilen asker yanımızdan hiç ayrılmamıştı. İlk geldiğimde tanıdık hemşirelerden birinden telefon rica ederek Selman abiyi arayıp hastaneye çağırmıştım. Selman gelince Alparslan beni, Görkem abiyide Selman evine bırakmıştı.

SELMAN ( 4 Saat Önce)

Acil çağrıyı alır almaz karargaha gelmiştim. İçeri girdiğimde Mehmet abi ve Anıl’ı orada gördüm, ama timden başka kimse yoktu. Mehmet abi yüzünde ciddi bir ifadeyle bana döndü ve durumu özetlemeye başladı: Gökçen, bir operasyona gitmiş ve orada Ece ile Görkem abiyi bulmuş. Üstelik Kuzey Binbaşı, vatan hainliği suçuyla yargılanıyormuş. Bir gecede bunca şey nasıl olmuştu, anlamıyordum. Kafamda onlarca soru dolanırken Mehmet abinin söyledikleri beni daha da derin bir bilinmeze sürüklüyordu.

Telefonum çaldı, ekranda tanımadığım bir numara görünüyordu. Kalbim hafifçe hızlanarak açtım. Karşıdan Ece’nin sesini duyduğum an içimdeki endişe kabardı.

"Ece, iyi misin? Neredesiniz abicim?" diye sordum, sesimdeki telaşı gizleyemeyerek.

Ece'nin sesi beni biraz olsun rahatlatmıştı ama yine de içinde olduğumuz durumun ağırlığı yakamı bırakmıyordu.

'İyiyiz Atik. Mardin Işık Hastanesi'ndeyiz, Görkem abiyle birlikte geldik. Gelir misin?' dedi Ece.

‘Hemen geliyorum,’ diye cevap verdim ve Mehmet abiye döndüm. Göz göze gelmeden, sessizce izin istiyormuş gibi baktım ona. Tam o sırada koridorda sinirli adımlarla ilerleyen Gökçen Komutanım ve yanındaki Kuzgun isimli adam gözüme çarptı.

Mehmet abi bakışlarını benden ayırmadan konuştu, 'Yanlarına git, güvenliklerinden emin ol. Burası karışık, Gökçen'in yanında olacağım ben. Anıl, sen de burada kal,' dedi.

Mehmet abinin kararlılığı bana da güven verdi. Hızla Ece’nin yanına gitmek için yola koyuldum, içimde belirsiz bir endişe ile...

Bir taksi çağırıp hızla hastaneye doğru yola çıktım. Yol boyunca aklımda türlü senaryolar dönüp durdu; Ece’nin sesi iyi olduklarını söylese de, içimdeki huzursuzluk bir türlü dinmiyordu. Hastaneye vardığımda gözlerimle etrafı tarayarak Ece ve Görkem abiyi bulmaya çalıştım. Nihayet, bekleme alanında onları gördüm. Yanlarında, kamuflaj giymiş, sarışın bir asker daha vardı. İlk anda Poyraz Komutan sanmıştım, o kadar çok benziyordu ki... Ancak yanlarına yaklaştıkça bu askerin başka biri olduğunu fark ettim.

Ece, beni görür görmez hızla koşup sarıldı. Ona sımsıkı sarıldım, nefes aldığını hissetmek bile içimi rahatlatmaya yetmişti.

"İyi misin kardeşim?" diye sordum, Ece’nin yüzünü incelerken, ardından Görkem abiye döndüm. "Abi, neler oldu?" dedim, endişeyle gözlerine bakarak.

Görkem abi, olayları kısaca anlattı ama anlattıkları bir türlü kafama yatmadı. Her şey fazlasıyla tuhaf görünüyordu. Onlara doğrudan zarar vermemişlerdi, fakat ortada bir terslik vardı. Ece ve Görkem, sanki bir tuzağın parçasıymış gibi buraya çekilmişlerdi, adeta yem olarak kullanılıyorlardı. Yanlarındaki kamuflajlı sarışın asker, Alparslan isimli adam, sessizce düşüncelere dalmış gibiydi. Sanki bir şeyler çözmeye çalışıyormuş gibi.

"“Bu arada, teşekkür ederim kardeşlerimi buraya getirdiğin için. Ben Akıncı timinden Teğmen Selman Çırak,” dedim ve kendimi tanıttım.

Alparslan, sakin bir ifadeyle elini uzatarak, “Görevim. Ben de yeni oluşturulan Hayalet timinden Alparslan Türk,” dedi. Adını duyduğum anda, aklımdan bin bir soru geçti. Tuba komutanın yeni timi neden burada, bu kadar erken harekete geçmişlerdi? Normalde görevlerine başlamalarına daha üç gün vardı.

Kaşlarımı çatarak sordum, “Sizin göreviniz erken mi başladı? Tuba komutanımdan üç gün sonra işbaşı yapacağınızı duymuştum.”

Alparslan, kısa bir an tereddüt ettikten sonra hafifçe başını salladı. "Beklenmedik gelişmeler oldu," dedi, gözlerindeki gizemli ifade hala çözülmemiş sırların ipucunu veriyordu.

"Acil görev emri ile geldik. Gökçen komutan ile operasyon yaptık ve tim arkadaşlarını bulduk. Her detayı ilginç bir operasyondu. Ama komutanınız işinde çok iyi. Ona hayran kaldık" dedi Alparslan.

Neden bu göreve Gökçen'le biz çıkmadık. Üstüne Kuzey binbaşının tutuklanması... Her şey çok garipti.

Hastanedeki işlerimizi bitirince Alparslan, Ece’yi; ben de Görkem abiyi evlerine bırakmaya karar verdik. İkisi de farklı yönlerde oturdukları için, bir an önce dinlenebilmeleri adına iki taksi çağırdık. Alparslan ve Ece’nin üstünde para olmadığı için Ece’nin eline biraz nakit sıkıştırdım, ardından hastaneden çıktık. Görkem abi bitkin görünüyordu; daha fazla soru sormanın onu yormaktan başka bir işe yaramayacağını düşündüm, bu yüzden sessizce yolculuğa devam ettik.

Yol boyunca arabada düşüncelere dalmıştım ki bir ara çok hafif bir titreşim sesi duydum. Araba yolda sallandığı için başta emin olamadım, ama titreşimi fark etmiştim. Görkem abinin cebinden geliyordu bu ses. Neden telefonu yanında olduğu halde, kaçırıldıkları sırada kullanmamışlardı? Her şey çok garipti. Daha da ilginci, Görkem abi titreşimi umursamıyor gibi davrandı, telefonu çıkartıp bakmadı bile. Bozuntuya vermeden dışarıya bakmaya devam ettim onu rahatsız etmemek adına.

"Abi, Sevgi ablaya haber verdin mi? Seni merak etmiştir," dedim. Görkem abinin eşi Sevgi abla biraz mesafeli bir kadındı, ama onunla hiçbir problemim yoktu. Neden olsun ki? Görkem abiyi ne kadar sevdiğini de biliyordum.

Görkem abi, hafifçe gülümseyerek, "Karargahtayım sanıyordur, sıkıntı yok Atik," dedi. Sonra bir anda konuyu değiştirip gözlerini bana çevirdi. "Gökçen komutanı gördün mü? Nasıldı?" diye sordu, sesi biraz meraklı çıkıyordu.

Bir an, Gökçen Komutan'ın koridorda Albay’ın odasına doğru hızlı adımlarla ilerlediği sahneyi gözümde canlandırdım. "Gördüm abi. Kuzgun denen adamla birlikte Albay'ın yanına gidiyorlardı," dedim. Görkem abi bu bilgiyi alırken yüzünde kısa bir dalgınlık belirdi. Sözlerime devam ettim. Taksici bizimle hiç ilgilenmeden yola odaklanmıştı.

"Gökçen'le konuşamadık uzaktan gördüm, ateş topu gibiydi abi. Kuzey binbaşıyı vatan hainliğinden tutukladılar. Abi neler oluyor?"

Görkem abinin gözlerinde daha önce görmediğim bir ifade gördüm ama suratı yorgun ve üzgün gibiydi. Bu gece neler yaşadılarsa dengesi bozulmuştu adamın.

"Öyle mi, peki hain miymiş? Kesin bilgi mi?" Diye sorunca bilmiyorum anlamında dudağımı büktüm.

"İnşallah doğru değildir abi, Kuzey binbaşıdan beklemiyorum böyle bir şey" dediğimde Görkem abi bana cevap vermeden kafasını salladı ve sokağı incelemeye başladı. Evinin olduğu sokağa girmiştik.

Evin önüne yanaşınca taksi durdu.

"Atik sağ ol kardeşim, sen hiç inme taksiden de karargaha geç" dedi. Ona kafa salladım.

"Tamam abi, dikkat et yarın görüşürüz. Ben karargahta olacağım tüm gece" dedim ve arabadan inmesini bekledim. Apartmanın kapısına gelip zile bastı ve arkasını dönüp taksiye yani bana el salladı. Taksici kornaya bastı ve geri geri çıkmaya başladı.

Taksi hareket ettiği an telefonumu çıkartıp kontrol ettim. Hiç bildirim yoktu. Az önceki titreşim benden değildi. Hemen Anıl'ı aradım ve açmasını bekledim. Anıl telefonu açınca daha sokağı yeni dönmüştük. Hemen taksiyi durdurup aşağıya indim ve hafif taksiden uzaklaşıp konuşmaya başladım. Sonuçta taksicinin konuşulanları duymasını istemezdim. Zaten ortalık karışıktı. Görkem abinin evinden henüz bir sokak uzaklaşmıştım.

"Anıl kardeşim ne durumda orası?" Diye sordum telefon açılınca.

"Atik burası berbat. Gökçen komutanım durdu durdu en sonunda sinir krizi geçirdi. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim çok korktuk. Sakinleştirici vurdular, Mehmet abi şu an onu evine götürüyor. Kendine geldiğinde yanında olmak istemem. Poyraz komutanın ağzını burnunu dağıtmış. Kuzey binbaşının ise suçu kesinleşti. İtiraf yok ama deliller çok sağlam abi. Neler oluyor anlamıyorum. Kuzey bunu nasıl yapar?" Diyen Anıl'a cevap veremedim. Kuzey'den böyle bir şey hiç beklemiyorduk.

"Birazdan oradayım kardeşim. Görkem abiyi hastaneden alıp eve bıraktım şimdi. Ece'yi de Tuba komutanın timinden bir asker götürdü. Operasyona Tuba komutanın timiyle çıkmış Gökçen. Neden bize haber vermedi albay?"

"Mehmet abinin söylediğine göre bir muhbir olduğunu biliyorlarmış. O yüzden operasyonu kimseye haber vermeden yeni gelen timlerle yapmışlar. Biz de şüpheli listesindeymişiz yani" diyen Anıl'la, kafamdaki bazı şeyler daha da netleşmiş oldu. O esnada yoldan peş peşe geçen siyah iki araba dikkatimi çekti. Araba Görkem abilerin sokağına gitti. İçimdeki duyguya engel olamadan, hızlıca taksiye yürüdüm ve binip adama "geri dön hızlı" dedim. Görkem abi yine tehlikede miydi? İçime şüphe tohumları hızla girmişti.

Taksici bir afallasa da dediğimi yapıp hızla arabayı sürdü ve telefonun hâlâ açık olduğunu fark ettim.

"Ne oldu Atik!" diye bağıran Anıl'ı duydum.

"Ben seni arayacağım kapat" dedim ve yüzüne kapatıp Görkem abinin sokağına geri girdim. İki siyah araba Görkem abinin evinin oralarda durmuştu. Sokağın başındayken taksiyi kenara çektirip ışıkları kapattırdım. Park etmiş gibi duruyorduk.

"Abi ne oluyor? Başın belada mı? Polisi arayalım mı?" Diye konuşan taksiciye bakmadan "Sorun yok askerim ben, sen beklemeye devam et" dedim.

2 araba da art arda park etmişti ve kimse inmemişti. İşkillenerek ve korkuyla Görkem abiyi aradım. Telefon bir süre çaldı ve o sıra Görkem abilerin apartmanının kapısı açılıp Görkem abi dışarıya çıktı. Kaşlarımı çatarak ve merakla bakmaya devam ettim. Görkem abi, apartmanın kapısının önünde önce durdu sonra cebindeki telefonu çıkartıp aramamı cevapladı.

"Bir sorun mu var abicim?" Dedi telefondan.

"Yok abi karargaha gidiyorum hâlâ taksideyim de merak ettim iyisin değil mi?" Diye sordum. Ellerim terlemeye başlamıştı. Nereye gidiyordu?

"İyiyim abicim yattım ben de uyuyacağım birazdan. Bir sıkıntı olursa haber et anında gelirim, hadi kapatıyorum" dedi.

Şokla gözlerimi büyütüp sokağın başında apartmanın önünde duran adama baktım. Uyuyacağım mı? Bana neden yalan söylüyordu ki?

"Tamamdır iyi geceler" dedim ve telefonu kapattım. Görkem abi sağa sola bakıp hızla öndeki arabaya bindi ve arabalar hareket etti.

"Abi ne yapıyoruz?" Diyen taksiciye baktım ve "Takip et ama çok uzakta kal" dedim. Taksici hafif korkmuş gibiydi ama yine de dediğimi yaparak takibe başladı.

KUZGUN (2 saat önce)

Ben eğer bu işi az çok biliyorsam Kuzey'in hain olduğuna kimse beni inandıramazdı. Tüm sorgu boyunca bütün mikro ifadelerini, beden dilini, gözlerini incelemiştim. Ya bu adam çok iyi bir yalancıydı ya da başka bir iş vardı. Gökçen de böyle bir tepki verdiğine göre o da ona inanıyor olmalıydı. Onun sezgilerine her zaman güvenmişimdir. Bir kere bile beni yanıltmadı bu kız. Biz askerdik ve vatanımızın selameti için uğraşıyorduk. Albaydan izin alarak Kuzgun olarak Kuzey'in sorgusuna girecektim. Aslında artık sorgu işi bitmişti ve deliller Kuzey'in tutuklanması için yeterliydi. Görevli jandarma, Kuzey'i götürmek için gelecekti. Onlar gelene kadar albaydan zor da olsa izin almıştım. En ufak bir bilgi bile şu an işimize yarayabilirdi. Kardeşime bunu borçluydum. Çoktan sabah olmuş, Gökçen zaten şu an karargaha geliyordu. Onu içeri sokmaya çalışacaktım. Annesinin telefonundan beni aramıştı. Dün geceden beri burada olduğum için telefonumun şarjı Gökçen'le konuştuktan hemen sonra bitmişti. Zaten karargaha geldiği an haberim olurdu.

Sorgu odasına girince görevli askerler beni gördüğünde çekinerek bakmaya başladılar. Bu bakışlara alışıktım. Kuzgun olarak da binbaşı Tuba olarak da insanlar benden hep çekinirdi. Yetiştirme yurdunda çok kötü şartlar altında büyümüştüm. Çok çalışıp asker olmuş ve sert kabuğumu her daim korumuştum. Aile ne demek bilmiyordum. Taa ki şehit kardeşim, Fırtınam Dombi'm Melih'im ve Gökçen'le tanışana dek...

"Kayıt almayacaksınız, albayın haberi var. Herkes çıksın" diyerek askerlere seslendim. Tereddütle birbirlerine baktılar. Bir tanesi bir cesaretle konuştu.

"Biz buradan çıkamayız ama albayın onayıyla kaydı kapatırız" dediğinde sinirle gözlerimi yumdum ve albayın bunu duyup Kuzey'le görüşmemi yasaklamaması için bir şey demeden Kuzey'in yanına girdim.

Arkamdan kapıyı kapattığımda Kuzey bakışlarını kaldırıp bana baktı. Çok kötü görünüyordu. Suçlandığı konu çok ağırdı. İnşallah gerçekten de suçsuzdur diye düşünerek yanına giderek karşısındaki sandalyeye oturdum.

Kuzey derin bir nefes aldı.

"Gökçen niye gelmedi hiç? O iyi değil mi? En son bir operasyona çıkmıştı" diye sordu. Şu durumda bile hâlâ Gökçen'i düşünüyordu. Ayrıca eğer gerçekten hain olsaydı o operasyonun yem olduğunu da bilirdi değil mi? Gökçen'i bilerek o göndermiş de oluyordu o zaman?

"Gökçen uzaklaştırma aldı. Senin durumunu öğrenince bir çeşit sinir krizi geçirdi ve albay onu yolladı. Senin suçlu olduğuna inanmadı" dediğimde Kuzey'in gözlerinin dolduğunu gördüm. Yüzünde mutluluk ve hüzün vardı.

"Kuzey, beni tanımıyorsun ve belki de güvenmiyorsun ama Gökçen benim kardeşim. Bana güvenebilirsin. O yüzden bana her şeyi anlatmanı istiyorum" diye söze başladım.

"Ben bilmiyorum bu nasıl oldu hiçbir fikrim yok. Ben masumum; vatanıma, aileme, arkadaşlarıma asla böyle bir ihanet yapmam. Benim bu hayatta önceliğim her zaman vatanım ve mesleğim olmuştur. Beni istediğin kişiye sorabilirsin."

Merak ettiğim soruyu sordum.

"Dün telefonunu hiç yanından ayırdın mı?"

Bir süre düşündü. Şu ana kadar mimiklerinde yalan yoktu.

"Dün tüm timler birlikte bahçede içtima yaparken 2 saat boyunca telefonum odamda şarjdaydı."

Evet tüm timler dün içtima yaparken Gökçen'le bankta onları izlemiştik. İçtima bittiğinde herkes binaya girmişti. Kuzey ise önce Burcu ile konuşmuş hatta dudağını okuyup Gökçen'e yumurtlamıştım konuştuklarını. Sonra da Kuzey yanımıza gelip selam vermişti. Herkes çıktıktan yaklaşık 10 dakika sonra Kuzey'de binaya girmişti. Eğer biri telefonunu gizli kullandıysa o 10 dakikada olmuştu. Buradan çıktığımda ilk işim kamera kayıtlarına bakmak olacaktı. Mangal partisinde de yine tüm timler vardı ve o gün ev çok karışıktı. Telefonu o gün de kullanılmış olabilirdi.

"Peki, teğmen Aysu Çelik hakkında ne biliyorsun?" Diye sordum. Aysu Çelik'in dosyasını da incelemiştim. Yaklaşık 1 yıl kadar önce ele başı Suna ile bağlantısı ortaya çıkmış ve hain olarak yargılanıp tutuklanmıştı. İtiraf etmese de Gökçen'in yaptığı ve aynı zamanda Kuzey ile tanıştığı gizli görevde ele geçirdiği belgelerde Aysu Çelik adına yazışmalar mevcuttu.

"Ben şahsen tanımıyorum. Ancak hain olduğunu Sercan Açık görevim sırasında elebaşı Suna'dan öğrenmiştim. Belgelerini de Gökçen ele geçirip albaya teslim etmişti. O kamptan belgeleri aldıktan sonra beni de çıkartmıştı Gökçen. Bilmeden bir askerin hayatını kurtardığı için terfi de aldı. Ardından benim tayinim buraya çıktığında, Aysu denilen asker vatan hainliği ile çoktan tutuklanmıştı. Onunla hiç tanışmadım."

Kapıya tıklatılması ile ayağa kalktım ve Kuzey'e son bir bakış attım.

"Eğer gerçekten suçsuzsan, ben Kuzgun olarak bu işin şahsen peşinde olacağıma emin olabilirsin. Seni götürmek için jandarma gelmiş olmalı. Sevkin yapılacak, kendini bırakma Gökçen için" diyerek kapıya yürüdüm ve açtım. Karşımda albay ve 2 kolluk kuvveti ile Poyraz'ın timinden birkaç asker vardı. Kuzey hainlikle suçlandığı andan itibaren tüm timi de sorgulanmıştı ve onlar serbest kalmıştı.

Görevli askerler gelip Kuzey'in masadaki kelepçelerini açıp bileklerine taktılar ve onu dışarıya doğru yürüttüler. Kuzey giderken son bir kez arkasını dönüp bana baktı.

"Kuzgun, ben hain değilim! Ama eğer gerçek bir suçlu varsa şu an dışarıda. Gökçen'e dikkat et lütfen" diyerek uzaklaştılar.

GÖKÇEN (Şimdiki Zaman)

Bu olanlara hâlâ inanamıyordum.

Görkem abi ya Görkem abi!

Bunu nasıl yapar?

Onunla yıllardır birlikte sırt sırta savaşıyorduk. Benim için gerçek bir abiden farkı yoktu. Eşi Sevgi abla, ablam gibiydi. Vatanına, bana, bize, Sevgi ablaya bunu nasıl yapardı! Neden!

En son konuşmamızın üzerine yanımdan ayrılmıştı ve başka da kimse yanıma gelmemişti. Odadaki küçük pencerede hâlâ gün ışığı gözüküyordu. Beni buraya getirmelerinin üzerinden 1 buçuk saate yakın geçmişti.

Kuzey olayıyla çok pervasız davranmış ve askerlik hayatım boyunca yapmadığım hataları üst üste yapmıştım. İlk hatam sorgu odasına izinsiz girmek istemem ve olay çıkartmamdı. İkinci hatam ise silahımı yanıma almadan evden fırlamam. Bu iki hatanın bedeli de çok ağır olacaktı. Belki de canımla ödeyecektim ama Kuzey'i aklayamayacaktım. Bu şerefsiz şu an gelip kafama sıksa, ölümden çok Kuzey'in vatan haini olarak ömür boyu hapiste kalacak olması gözümü açık bırakacaktı.

Demir kapının sert sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Görkem şerefsizi gülerek içeriye girmişti. Artık kendime gelmiştim. Sinirlerim ve psikolojim çok daha iyi durumdaydı. İşin kötüsü, Görkem beni iyi tanıyordu. Buradan kurtulmam kolay olmayacaktı. Tek umudum Tuba'ydı...

"Selamlar komutanım" diyerek alaycı bir şekilde geldi ve dibime kadar girdi. Niye bu kadar yakına giriyordu ki!

"Siktir git" diye bağırdım. Alayla gülmeye başladı.

"Çok ayıp, insan komutan yardımcısına hiç küfür eder mi?" Dedi dilini damağına vurup ses çıkartarak.

"Neden?" Diye sordum bağırarak.

Parmağını alayla çenesine koydu ve düşünüyormuş gibi yapmaya başladı. Yüzünde daha önce şahit olmadığım bir ifadeyle. İnanamıyorum bu hallerini resmen ilk defa görüyordum. Bu adam Görkem abi olamazdı! Ona hâlâ sertçe bakmaya devam ettim. Yüzündeki alaylı ifade bir anda sert ifadeyle yer değiştirdi ve bir adım daha atarak bana yaklaştı. O kadar yakındı ki burnu burnuma değiyordu.

"Bana hainmişim gibi bakma Gökçen, ben hain değilim. Hain olmam için önce sizin tarafınızda olmam lazımdı ama değil mi?"

"Ne demek istiyorsun!" dedim

Görkem, bir adım geri çekildi ve arkasını döndü. Elini kısa saçlarında gezdirdi ve tekrar bana döndü.

"Ben hep davama sadık kaldım. Benim görevim, sizin içinize sızmaktı. Yıllardır artık kendi tarafıma geçeceğim günü bekliyorum. Benim tarafım dağda mücadele verirken, benim yanlış tarafta olmam her zaman suçlu hissetmemi sağladı. Ama bitti artık Gökçen. Seni gebertip, komutanımın ölümünü kaldıramadım diye rapor alarak istifa edip asıl ait olduğum yere döneceğim. Yolun sonu artık."

"Sen şerefsizin önde gidenisin. Bunu nasıl yapabildin ha? Sevgi ablaya ne diyeceksin, yüzüne nasıl bakacaksın? Ya Mehmet abi, Selman, Anıl, Ece? O gün planın için Ece'yi de kaçırdın. Sen insan bile değilsin" diyerek yüzüne tükürdüm. Aynı anda Görkem şerefsizi boynumu tuttu ve sıkmaya başladı. Aynı zamanda da ağzından tükürükler saçarak bağırmaya...

"Sevgi ablan zaten davamızdaki abim dediğim adamın kız kardeşi. Her şeyi o da biliyor. Seni daha erken öldürmek istemişti hep. Bazı planlar için ölümün ertelendi, bu güne kadar. Akıllıyım diye geçiniyorsunuz ama hepiniz aptalsınız. Aysu'yu hain diye önüne attım ama anlamadın bile. Suna ile yaptığım tüm kayıtları Aysu adına aldım. Aslında Suna, Aysu'yla değil benimle irtibattaydı.Her şey planlıydı. Aynı Kuzey'e yaptığım gibi." Dedi kısa bir an durup güldü ve devam etti. "Zavallı kız time gelir gelmez vatan hainliğinden hapse girdi. Çok akıllı komutanı Gökçen, onu kendi elleriyle teslim etti. Kız aylardır hapiste çürüyor. Sen nasıl bir komutansın ha Gökçen?"

Konuşmasının sonlarında artık nefes alamıyordum. Boğazımı sıktığı parmakları hiç gevşememişti. Duyduklarımı bile hazmedemiyordum. Gözlerim kararmaya başlamıştı bile ama tüm gücümle direniyordum. Artık yolun sonuna geldim dediğim bir süre sonunda, Görkem boğazımı bıraktı ve derin bir nefes alarak öksürmeye başladım. Birkaç dakika boyunca öksürdüm ve boğazımın acısının geçmesini beklerken Görkem tekrar boğazımı sıkmaya başladı.

Yine nefesimi kesiyordu. Beni ölümün kıyısına kadar getiriyor aşağıya itmiyordu. İşkence çektiriyordu. Gözlerimden istemsiz yaşlar akıyordu. Görüşüm bulanıklaşmıştı.

Görkem beni defalarca kez boğdu. Artık nefes aldığımda öksürmekten ciğerlerim acıyordu. Ben hâlâ deli gibi öksürüp nefes almaya çalışırken Görkem tekrar yaklaştı ve bu sefer boğazımdan tutup dudaklarımdan öpmeye başladı. Nefes alamıyordum ve onu itemiyordum. Yukarıdan zincirli kollarımı ve ayaklarımı oynatamıyordum bile.

"Biliyor musun Gökçen, seni direkt öldürecektim. Ancak az önce fikrimi değiştirdim. Sana burada şu an sahip olacağım ve seni öyle öldüreceğim..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%