@ebrumelek
|
İşbaşı günü gelmişti ve askeriyeye doğru arabamı sürdüm. Yolda düşüncelerim biyolojik aileme dair belirsizliklerle doluydu. Hiçbirimiz birbirimizi aramamıştık. İsimim dışında, birbirimizle ilgili neredeyse hiçbir şey bilmiyorduk. Numaramı aldıktan sonra neden aramamışlardı diye düşündüm. Belki de hastanede yarattıkları izlenimden sonra beni tanımak istemiyorlardı. Bu gerçeği kabullenmeli ve onlara saygı göstermeliydim.
Askeriyenin girişine vardığımda, kapıdaki nöbetçi askerler beni tanıdıkları için kapıyı kolayca açtılar. İçeri adım attığımda, askeriye atmosferi beni sarmaladı ve biraz rahatladım. Arabamı park ettikten sonra, bahçede karşılaştığım astlarıma kafa salladım. Onlar da beni tanıdıkları için gülümseyerek selam verdiler.
Albayın odasına doğru yürürken, zihnimi görevlerimle ilgili düşüncelere verdim. İçeri girdiğimde, albaya olan saygımla selam verdim. Albay masasında oturuyordu, önünde birkaç dosya ile meşguldü. İçeri girdiğimde kafasını kaldırdı ve gülümseyerek bana doğru döndü.
Albay Hüseyin'in odasına girer girmez, alışılmış şekilde tekmil verdim. Ancak, albayın sert ifadesi karşısında içimdeki huzursuzluk arttı. Albay Hüseyin, masasının arkasında oturuyordu ve beni sert bir bakışla süzerek, "Otur kızım, bu bir emirdir," dedi.
Emri yerine getirerek doğrudan karşısına oturdum. Odanın havası gerilmişti ve sessizlik içimi doldurdu. Gözlerim albayın yüzüne sabitlenmişti, sessizliği bir anlık bile olsa bozmadan bekledim. Odanın soluk beyaz duvarları arasında, masanın karşısında oturuyordum. Hafif bir nem kokusu, havayı doldurmuştu sanki. Saçlarım dağınık bir şekilde yüzümü çevreliyordu. Albay karşımda sessizce duruyordu, yüzünde anlayış dolu bir ifadeyle. Gözleri benim içime bakıyordu, sanki tüm karmaşayı okuyabiliyordu. Sonunda albay konuştu, derin bir nefes alarak. "Gökçen, Görkem'den bir şeyler duydum. Bir de sen anlat bakalım neler oldu?" dedi, sesindeki merak ve endişe belirgin bir şekilde duyuluyordu.
"Komutanımın yüz ifadesi giderek kararırken, sözlerimi dikkatle dinliyordu. Kalbim hızlıca atıyordu, duygusal bir yük taşıyarak konuşmaya devam ettim. "Orhan Toprak annemle iletişime geçmiş. Abdullah Türk diye bir adam benimle DNA testi yaptırmak istediğini söylemiş ona. Dediklerine göre kızlarıyla aynı hastanede doğmuşuz ve hastanede bir şekilde karıştığımızı düşünmüşler. Testi yaptırdık," duraksayarak devam ettim. "Ve sonuç olarak kan bağımız saptandı. Yani aslında ben onların kızlarıymışım."
Albayın yüz ifadesi daha da kararırken, bana inanamayan gözlerle bakarken derin bir nefes aldı. "Bu oldukça tuhaf!" dedi, sesindeki şaşkınlık ve anlamaya çalışan bir tonla.
Ben de sessizce bekliyordum, albayın sözlerimi sindirmesi için zaman tanımak istedim. Albay Hüseyin benim için çok farklıydı. Baba figürüm olmuştu. Çocukluğumdan beri onu tanırdım. Odayı bir sessizlik kaplamıştı, sanki zaman donmuş gibiydi. Sonunda albay başını kaldırdı ve bana doğru bakarak konuştu "Gökçen, bu konuyu daha detaylı konuşmamız ve araştırmamız gerekiyor. İhtiyacın olduğunda yanında olup bu süreçte sana destek olacağım. Bu senin için kolay olmayacak." Sesindeki samimiyet ve anlayış, içimi biraz olsun rahatlattı. Ben de başımı sallayarak teşekkür ettim.
"Kızım ben bu aileyi bir araştırayım. Dilersen 1 hafta daha izin vereyim sana. Annenle vakit geçirirsiniz hem de kafanı toplarsın."
Albay teklifini yaparken, benim içimde karışıklık vardı. Ancak kararlılıkla başımı salladım ve karşı çıktım "Hayır komutanım lütfen, izin kullanmak istemiyorum. Zaten neredeyse 1 aydır evdeyim. Hem burada olmak ve görevimi yerine getirmek beni zaten çok mutlu ediyor."
Albayın yüzünde bir anlık şaşkınlık belirdi, ardından anlayışla başını salladı. "Anladım, Gökçen. Eğer böyle hissediyorsan seni zorlamak istemem. Ancak unutma, her zaman yanındayım ve desteğe ihtiyacın olduğunda buradayım," dedi, sesindeki samimiyet hislerimi bir nebze yatıştırdı.
"Bu arada sen görevdeyken, Adana'dan yeni bir yüzbaşı geldi. Aslen buralıymış ve oradaki görevi de bitince, tayinini buraya aldırmış. Seninle tanıştırıcaktım fakat bir türlü fırsat olmadı. Şimdi de timiyle bir göreve çıktılar. Allah'ın izniyle akşam dönerler. Yarın da tanışırsınız."
"Olur komutanım, izninizle timimi göreyim," dedim, albayın iznini alarak adımlarımı attım.
"Git bakalım."
"Emredersiniz komutanım," dedim ve odadan çıkarak, timimin yanına doğru ilerledim. Dinlenme odasına adım attığımda, içeride yayılmış şekilde oturan ekibimi gördüm. Odanın loş ışıkları altında, her biri kendi düşüncelerine dalmış gibi görünüyordu. İçeri girdiğimde, sessizlik aniden bozuldu ve hepsi birden ayağa kalkarak hazır pozisyonuna geçti. Yüzlerinde kararlılık ve işbirliği ruhu vardı. Gözlerim, her birinin üzerinde bir an dolaştı, güven ve bağlılıkla doluydular. Bu aralar onları fazla salmış olabilirim, ama şimdi tekrar bir araya gelme ve iş başına dönme zamanı gelmişti.
"Rahat asker, 5 dakika içinde içtima alanına haydi," dedim ve hızla dışarı çıkmalarını izledim. Timim hemen dağılıp harekete geçti. Her biri hızla yerlerine koşarken, birlik ve disiplinleri beni gururlandırdı.
Aysu, diğerlerinin arkasında sessizce ilerliyordu. Onun kararlı adımlarını izlerken, içimde bir gurur ve güven hissi belirdi. Her bir üyemiz, kendi özellikleriyle ekibimize değer katıyordu ve Aysu da bu ekibin en yeni ve önemli bir parçasıydı. Birlikte çalışma ve dayanışma ruhu, bizi daha da güçlü kılıyordu..
İçtima alanına vardığımızda, yaklaşık 2 saat sürecek bir çalışma programı hazırladım. İlk olarak, yaklaşık bir saat boyunca koşu antrenmanı yapmalarını sağladım. Her biri azimle ve kararlılıkla koşarken, birbirlerine destek oluyorlardı.
Koşu antrenmanının ardından, 100'er şınav ve mekik çekmelerini istedim. Ekip, yorulmuş olmasına rağmen hala azimle çalışıyordu. Her biri, sınırlarını zorlarken birlikte mücadele ediyordu.
Ben de onlara eşlik ederek, antrenmanın bir parçası oldum. Şınav ve mekiklerde onlara öncülük ettim, onlarla birlikte ter döktüm. Sonunda, yorucu antrenmanın ardından birlikte içtimayı tamamladık. Bu zorlu antrenmanlar, birlikte daha da güçlenmemize ve bağlarımızın daha da sağlamlaşmasına yardımcı oluyordu. Bu yüzden ben de onlara katılıyordum.
İçtimadan sonra biriken dosyalarıma göz atmıştım. Çoğunu yokluğumda Görkem abi halletmişti, ona minnettarlık duydum. Akşam olduğunda, timle hep beraber bahçede oturup çay içmeye başladık. Bahçede otururken, ekibimin neşeli sohbetleri ve gülüşmeleri arasında sessizce kendimdeydim. Onların enerjisi ve samimiyeti etrafıma bir huzur yayıyordu. Ben sadece onlara tebessüm ediyor, aralarındaki sohbete katılmadan dinliyordum. Aysu da benim gibi sessizce bekliyordu. Onun da hâlâ alışma sürecinde olduğunu ve belki de benden çekindiğini hissediyordum. O an, ekibimin arasında yeni bir üyenin adapte olma sürecinin önemini bir kez daha anladım.
Ece'nin endişeli ses tonu, benim durgunluğumu fark etmesiyle kesildi. "Komutanım, bir problem mi var? Durgun gibisiniz," diye sordu, yüzünde bir endişe ifadesiyle. Anıl da sessizce onayladı, "Hakikaten, komutanım, bugün bir değişiklik var sizde. Bir sorun yoktur umarım," dedi, gözlerindeki endişe belli belirsiz bir şekilde parlıyordu. O esnada her şeyi bilen Görkem abiyle göz göze geldik.
"Evet, ailevi birkaç mesele var. Ayrıca şu an serbestiz, komutanım niye diyorsunuz?" dedim, kızgın bir tonla. Ardından, yaşadığım ailevi sorunları kısaca özetledim. Anlatmamı bitirdiğimde, Ece, Anıl ve diğerleri şok olmuş bir şekilde bana bakıyordu. Elbette Görkem abi hariç. Odaklanmış bakışlarıyla, yaşadığım zorlukları anlamaya çalışıyorlardı. Gözlerindeki şaşkınlık ve endişe, ortamı doldurmuştu..
"Nasıl yani Gökçen. Şimdi anladığım kadarıyla sen doğumda mı karışmışsın? Ayrıca annen ve baban başkası ve abinle kardeşin de var öyle mi?"
Selman'ın sözleriyle başımı hafifçe salladım, yüzümdeki karışıklık belirginleşti. Bahçedeki masanın etrafında oturuyorduk, gölgeli ağaçlar altında hafif bir esinti vardı. Yüzlerimizdeki ifadelerde şaşkınlık ve anlayış bir araya gelmişti. "Evet, doğru anladınız," dedim, sesimdeki sakinlikle. "Doğumda karışmışız ve yeni fark edildi. Annem ve babam başka kişiler, ayrıca abim ve kardeşim de var."
"Asker olduğunu biliyorlar mı?" Diye soran Görkem abiye baktım ve kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Nasıl yani mesleğini sormadılar mı?" Ece'nin sözleri karşısında dönüp ona bakarken, kafamı olumsuz anlamda salladım. Gözlerimdeki endişe belirginleşti ve sessizliği daha da yoğun hale getirdi. Bahçenin huzur veren atmosferinde, masanın etrafındaki sessizlik adeta dokunulabilir bir hal almıştı.
"Hayır, sormadılar. Mesleğimi öğrenmek veya tanımak istemediler," diye açıkladım, sesimdeki endişe hafifçe duyuluyordu. "Sanırım kızlarını çok seviyorlar, ama annem dün akşam, karıştığım kız olan Gül'ü arayıp biraz sohbet ettiğini ve onu tanımak istediğini söyledi. Gül de kabul etmiş. Bu akşam bize gelecek. Bu yüzden ben de çok geçmeden eve gitmeliyim. Annem muhtemelen bir sürü şey hazırlamıştır, en azından az da olsa yardım edeyim. Haydi, görüşürüz."
Kelimelerim sona ererken, ayağa kalkarak ekibimin yanından ayrıldım. Yolda, içimdeki karışık duygularla baş başa kaldım ve önümüzdeki buluşma için heyecanlandığımı hissettim.
"Görüşürüz komutanım," diye seslendi ekibimin hepsi. Çardaktan henüz iki adım atmıştım ki Mehmet abinin tanıdık sesini duydum. Mehmet abi, aramızdaki en sessiz olanıydı. Aslında bir yaş kadar büyük olmamıza rağmen, ona hep "abi" derdim, bir nevi saygı ifadesi olarak. Az konuşurdu, ama her sözü etkileyiciydi.
Eşi, kalleş bir saldırıda hayatını kaybetmişti ve Mehmet abi o günden beri içine kapanmıştı. Onu ancak bu kadar toparlayabilmiştik. Uzun süre psikolojik tedavi görmüştü. Eskiden çok neşeli ve esprili bir adamdı, ancak o karanlık olaydan sonra suskunluğa bürünmüştü.
Mehmet abi'nin sakin sesi, etrafıma bir huzur ve güven duygusu yayıyordu. "Sen en değerli şeysin, Gökçen," dediği anda, bahçede zamanın durduğunu hissettim. Sözlerinin içindeki derin sevgi ve inanç, içimi bir sıcaklıkla doldurdu. "Bırak seni tanımak için bir adım atmazlarsa, kendileri kaybederler," diye devam ettiğinde, her bir kelime ruhuma dokunuyordu. Onun içten ve samimi sözleri, benim için bir ışık oldu. "Senin gibi bir evlat her aileye nasip olmaz," dediğinde, bir ailedeki değerin ve sevginin önemini bir kez daha hissettim. "Bu yüzden içten içe üzüldüğünü biliyorum," dediğinde, Mehmet abi'nin ne kadar duygusal bir bağ kurduğunu anladım. "Biz her zaman senin yanında olacağız," dediğinde ise, içimde bir umut çiçeği açtı. Mehmet abi'nin desteğiyle, her zorluğun üstesinden gelebileceğimizi bilmek, beni daha da güçlü kılıyordu.
Mehmet abi konuşurken, sırtım timime dönüktü ve ben gözlerimi sıkıca kapadım. Bahçenin huzurlu atmosferi, sözlerinin etkisiyle bir an için içime işledi. Dışarıdan güçlü ve kararlı bir görüntü sergilesem de, içimdeki sarsıntıyı bastırmak için kendimi zorladım. Mehmet abi, benim duygusal durumumu çok iyi anlardı ve bu yüzden hemen kendimi toparlamaya çalıştım. Gözlerimi tekrar açtığımda, bahçedeki manzara değişmemiş gibi görünse de, içimdeki karmaşa hala sürüyordu. Gerçekten de, bu aileyi istemiyordum ve annemle birlikte mutlu bir hayat sürmeye yeterli olduğumu düşünüyordum. Ancak bu düşüncelerin ortasında, kendimi neden üzgün hissettiğimi anlamak için bir çaba sarf ettim. Neden üzülüyordum ki? Aslında, onların beni reddetmesi en doğru olanıydı ve bu gerçekle yüzleşmek beni biraz rahatlattı. Aslında onlar en doğrusunu yapıyorlardı.
Mehmet abiye buruk bir gülümsemeyle döndüm ve ardından timime el sallayarak, karargahın çıkışına doğru hızla ilerledim. Her adımda içimdeki karmaşayı biraz daha geride bırakmaya çalışıyordum. Yola çıkmadan önce arkama dönüp, bahçenin huzur dolu manzarasına bir kez daha göz gezdirdim. Ardından, kararlı adımlarla önümde uzanan yola doğru ilerlemeye devam ettim. Yüreğimdeki kararlılık, önümüzdeki zorlukların üstesinden gelmem için bana güç veriyordu. 🍁
Anahtarımla kapıyı açıp içeri adım attığımda ev, Sultanımın elinden çıkan nefis yemek kokularıyla doldu. Mutfağın içinden yayılan mis gibi koku, evin her köşesini sarmıştı; sanki bir yemek kitabından fırlamış gibiydi. Annemin maharetli elleri, her zaman olduğu gibi mutfakta büyülü işler yapıyordu.
"Annecim ben geldim," diye seslendim, sesimde eve dönmenin verdiği huzuru hissettirecek bir sıcaklık vardı.
"Güneşim, elini yüzünü yıka da gel, mutfaktayım," diye yankılandı annemin sesi evin içinde. Her zamanki neşesi ve sıcaklığı, evi dolduran yemek kokularıyla birleşince, içimi bir huzur kapladı.
Gül'ün buraya gelmeyi kabul ettiği haberini aldığında annemin yüzünde büyük bir mutluluk belirmişti. Onun bu mutluluğu, benim de içimi aydınlattı. Hemen odama çıktım ve kısa bir duş alıp üstümü değiştirdim. Taze ve dinlenmiş bir şekilde aşağıya indiğimde, annemin mutfakta sofrayı hazırladığını gördüm. Eksikleri kontrol ederken, telaşı yüzünde belirgin bir şekilde yansıyordu.
"Görünüşe göre Sultanımız yine harikalar yaratmış," dedim neşeyle, mutfaktaki leziz kokuları içime çekerken. "Sarma, mantı, börekler... Ohh mis gibi! Bana da gün doğdu sanki," diyerek gülümsedim. Annem çok güzel yemek yapardı. Eskiden yaptığı yemekleri de satardı ve şimdi bu lezzet şölenini düşünmek bile iştahımı kabartıyordu.
"Sus kız, sanki hiç yapmıyorum. Bak bakayım sofrada eksik bir şey var mı? Masa nasıl sence?"
"Valla sultanım bu masadan sonra Gül kaydını bu eve aldırır ben sana söyleyim." Diye anneme takıldım ve yanına gidip yanağına sulu bir öpücük kondurdum. Kapı zili çaldığında, annem telaşla yanağını silerken, panikle kapıya doğru yönelip üstünü başını düzeltmeye başladı. Bu telaşlı haliyle bile hâlâ o kadar dağınık ve sevimliydi ki, dudaklarımdaki gülümsemeyi zor tuttum. Kapıyı açtığımda, karşımızda tüm zarifliğiyle Gül duruyordu. Onun zarafeti ve inceliği, odanın içine bir nevi ışık saçıyordu. Gül'ün sakin duruşu, annemin telaşlı enerjisiyle çarpıcı bir kontrast oluşturuyordu. Annem, her ne kadar deli dolu bir kadın olsa da, Gül'ün duruşu ve zarifliği karşısında, bir an için sessizleşmiş gibi göründü. Bu çıt kırıldım kız, annemle aralarında büyük bir zıtlık yaratıyordu. Birinin canlı ve rengârenk enerjisi, diğerinin ise klas ve zarif duruşu... İkisi bir araya geldiğinde, ortaya nasıl bir dinamik çıkacağını düşünmek bile heyecan vericiydi.
"Merhaba Özgü Hanım, davetiniz için çok teşekkür ederim," dedi çekingen bir ifadeyle gülümseyerek. Karşımdaki kızın annemin kızı olduğuna inanmak güçtü. Bu durum, yetiştirme tarzlarının ve aile ortamlarının, insanların karakterini nasıl şekillendirdiğini bir kez daha gözler önüne seriyordu. İki kadının farklı kişilik özellikleri, bu gerçeği apaçık ortaya koyuyordu. Bu zıtlık, her iki kadının da benzersizliğini ve karakter derinliğini vurguluyordu..
"Merhaba kızım hoş geldin. Seni bekliyorduk biz de Gökçen'le, gelsene kapıda kalma."
Gül, çekingen bir ifadeyle içeri adım attı ve kaçamak bakışlarla etrafa göz attı. Ayakkabılarını çıkartıp çıkartmama konusunda tereddüt ettiği belli oluyordu. Davranışları yanlış bir şey yapmamanın endişesini taşıyordu ve bu durum beni sessizce gülümsetti. Annemin de fark ettiğini düşündüm, çünkü hemen terlikleri alıp Gül'ün önüne koydu. Gül, işaretin farkına vardı ve ayakkabılarını çıkartıp terlikleri giydi. İçeri adım attıktan sonra, masaya uzunca bir süre baktı, sanki içindeki hisleri toplamaya çalışıyordu.
Gül, çekingen bir ifadeyle içeri adım attıktan sonra başını hafifçe eğerek, "Şeyy, ben rahatsızlık vermiyorum ya? Başka misafirler de mi gelecek?" diye sordu. Ses tonunda belirgin bir endişe, gözlerindeyse hafif bir kaygı okunuyordu. Buraya gelirken bunu kendince tarttığını anladım.
Annem de bunı anlamış gibi onu rahatlatmaya çalışarak "Hayır kızım, her şeyi senin için yaptım," dedi hızlıca, endişesini gizlemeye çalışarak. "Haydi elini yüzünü yıka da sofraya geçin. Gökçen de işten yeni geldi. Gökçen, Gül'e banyoyu göster kızım," diye ekledi, neredeyse soluksuz bir şekilde konuşarak. Ardından mutfağa hızla doğru ilerledi, adeta uçarak gitmişti. Sanırım sofrada unutulan bir şey olduğunu hatırlamıştı ve aceleyle onu düzeltmek için harekete geçmişti. Annemin bu telaşına tekrar içten bir gülümsemeyle karşılık verdim ve Gül'ü banyoya yönlendirdim. Ardından masaya geçip otururken, annemin kendi kendine konuşarak telaşlı adımları ve dolu tabakları taşıması gözümden kaçmadı. Gül'ün banyodan çıkıp çekingen bir şekilde masaya yaklaşması ile bakışlarımı annemden ayırdım. Acaba benden mi çekiniyordu, yoksa annemden mi? Belki de kendi doğası gereği böyleydi. Onun çekingen yapısını biraz azaltmak için sohbet etmeye karar verdim.
"Gül, gel yanıma otur," dedim, yanıma gelmesi için ona işaret ederek. "Annem senin için döktürdü, bak." Gözlerimiz sofradaki lezzetli yemeklerde dolaşırken devam ettim, "Bu eve giren form, diyet gibi şeyleri unutacak. Ben bu formumu zor koruyorum valla bu evde. Ne kadar zor durumda olduğumu görebiliyor musun? Şu sofraya bak. Bir de tadına baksan parmaklarını yersin valla."
Annem masaya son tabağı getirirken kaşlarını çatarak bana baktı. "Kızın yanında formmuş diyetmiş diyorsun. Senin yaptığın sporu kim yapsa, böyle tığ gibi kalır. Benim ne suçum var? Gül kızım, sen buna bakma. Bu üç kişilik yemek yer de yine kilo almaz. Ben su içsem kilo alıyorum." Annemin espri yaparak söylediği bu sözler karşısında Gül de benim gibi tebessüm etti.
"Her şey çok güzel görünüyor ellerinize sağlık. Zahmet verdim size de."
"Ne zahmeti güzel kızım seversin diye aklıma ne gelirse yaptım. Ne sevdiğini bilemediğim için."
"Çok teşekkür ederim Özgü hanım" dedi gözlerinde samimi bir ifadeyle.
Annem sofraya oturunca, yemeğe hep birlikte başladık. Gül, sessizliğiyle dikkat çekiyordu, gözlerini sık sık tabaktan kaldırıp bizim yüzlerimize bakıyordu. Annem arada bir Gül'e tedirgin bakışlarla göz atıyordu, belki de onun sessizliğini anlamaya çalışıyordu.
Sessizlik içinde yemeğimizi bitirdikten sonra, hep birlikte sofrayı topladık ve koltukta çay içmeye geçtik. Gül, sofrayı toplamada yardım etmek isteğini belli etti. "Otur sen" desek de, inatla yardım etmek istediğini belirtti. Ancak, tabakları kaldırmaya çalışırkenki hali oldukça komikti. Eline aldığı tabağı, titreyen elleriyle tutup mutfaga götürmeye çalışırken, annemle birlikte hafifçe gülümsedik. Gül, içtenlikle yardım etmeye çalışırken çok tatlı ve masumdu. Bu an, onun neden ailenin gözbebeği olduğunu daha da açık bir şekilde gösteriyordu.
"Eee Gül, sen ne iş yapıyorsun kızım?" diye sordu annem, merakla gözlerini Gül'e dikerek. Gül, bu soru karşısında yine utangaç bir ifadeye büründü, yüzünde hafif bir kızarıklık belirdi. Masum bakışlarıyla annemin gözlerine baktı.
"Ben çalışmıyorum, Özgü Hanım," dedi sessizce, biraz alçakgönüllülük ve belki de hafif bir utanma sesinde hissediliyordu. Oturduğu yerden doğrularak eliyle çay fincanını kavradı ve ona dikkatle baktı.
"Yaa olsun kızım. Peki ne okudun?" Annemin meraklı soruları devam ediyordu. Onların konuşmalarının dışında sadece çay bardaklarının altlığına çarparak hafifçe tıkırdaması duyuluyordu. Söze girmemeye özen gösteriyorsun.
"Ben Medya ve İletişim okudum. Ancak hiç çalışmadım."
"Ailen mi izin vermedi kızım?" diye sordu annem, kaşlarını çatarak. Ben sessizce dinlemeye devam ederek Gül'ün cevabını merakla bekliyordum. Gerçekten de ailesi mi izin vermiyordu çalışmasına? Onların modern bir aile olduğunu düşünmüştüm, eğer öyleyse bu durum beni şaşırtırdı.
"Hayır, aslında ailem ben ne yaparsam yapayım bana destek olurlar. Ama ben okulu bitirince, torpille bir işe girmek istemedim," dedi Gül kısık sesle devam ederek "Babamın adını duyan herkes bana iş teklifinde bulunuyordu. Ancak, babamın kim olduğunu bilmeyen işverenler de beni işe almayınca, hiçbir işte çalışamadım." Gül'ün yaşadığı bu olaylar onun kararlılığını ve karakterini daha da belirgin hale getiriyordu. Bu kız aynı annem gibi gerçekten çok iyi kalpliydi. Ona sıcacık ve sevgi dolu bir gülümseme gönderip elimi, elinin üzerine koyup okşadım. Gül'ün içtenliği ve güçlü iradesi, beni etkilemişti. Ellerimiz birbirine temas ettiğinde, ona kanımın kaynadığını hissettim.
"Nişanlısın öğrendiğim kadarıyla, hayırlı olsun. Allah mutlu etsin kızım," diye devam etti annem, yüzünde içten bir gülümsemeyle. Odadaki huzurlu atmosferde annemin samimi dilekleri odanın içini ısıtıyordu. Gözlerindeki ışıltı ve yüzündeki tebessüm, Gül'e için hissettiği mutluluğu gösteriyordu. Annemin kelimeleriyle birlikte Gül'ün yüzünde hafif bir kırmızılık belirdi.
"Evet Alihan'la 3 ay önce nişanlandık. Kendisi devlet hastanesinde doktor ve Mardin'e yeni atanmış. Bir davette tanışmıştık ve arkadaşlığımız ilerlemişti. Evlilik için aramızda kan uyuşmazlığı konusunda bir sohbet açıldı. Benim kanım Rh negatif, onun ise pozitif. Söylediğine göre buna, 'kan uyuşmazlığı' deniliyormuş. Bunun için tıpta bir çözüm varmış elbette. Aramızda böyle bir sohbet açılınca, Alihan annemin ve babamın kan grubunu sordu. Annemin AB Rh pozitif, babamın ise B Rh pozitif olduğunu öğrenince, benim tekrar teste girmemi istedi. Benim kan grubum 0 negatif olduğu için, yanlış ölçülmüş olabileceğini düşündü. Kısacası ebeveynlerimin, 0 Rh negatif kan gruplu çocuğu olmasının mümkün olamayacağını, bu sebeple de Dna testi yaptırmamız gerektiğini öğrendik. Ailem buna yanaşmadı ancak benim ısrarımla bu durum ortaya çıktı.
Gül konuşurken sadece 'anladım' anlamında kafa salladım. Olayların nasıl ortaya çıktığını da öğrenmiş oldum. Hiç konuşmadım. 'Bu durum keşke ortaya çıkmasaydı' diye bile düşündüm. Neredeyse ömrümüzün çoğu bitmişti. Ben iki ömürlük şeyler yaşamıştım, yaşıyordum. Bu saatten sonra yeni başlangıçlar herkes için zor olacaktı.
"Gökçen sen ne iş yapıyorsun?" diye sordu. Gül'ün bu soruyu sormasıyla birlikte, annemin gözlerinde bir ışıltı belirdiğini görebiliyordum. Annem mesleğimle gurur duyardı.
"Ben askerim," dedim.
Gül, şaşkınlıkla bana bakıyordu. Asker olmamı beklememişti açıkçası. Bariz şok olmuştu.
"Sen ciddi misin, asker misin? Peki, rütben ne?" diye heyecanla sordu. Gözlerindeki heyecanı hissedebiliyordum.
"Özel Kuvvetler, Kıdemli Üsteğmenim," dedim.
Gül'ün yüzündeki şaşkınlık ve hayranlık hissedilebilir derecede artmıştı.
"Nasıl yani? Sen şimdi bordo bereli misin? Abim Poyraz da özel kuvvetlerde," dedi, gözlerindeki hayranlığı kaybetmeden.
Şaşırma sırası bendeydi. Şaşkınlıkla Gül'ün sözlerini dinlerken, içimde garip bir duygu karmaşası vardı. Onun bahsettiği kişi, hastanede gördüğüm sert bakışlı ve sarışın abiydi. Adını şimdiye kadar duymamıştım. Yüzümde istemsiz bir hüzün belirdi, normalde duygularımı kontrol altında tutabilirdim ama annem yanımda olduğunda daha açık davranırdım. Gül'ün anneme benzerliği, bu duyguları daha da yoğunlaştırıyordu.
"Gökçen, aslında seninle bu konuyu konuşacaktım. Ailem, temelde çok iyi ve ilgili bir ailedir. Ancak bu karmaşayı öğrendiğimiz günden beri, çok zor zamanlar yaşadık. Hepimizin psikolojisi bozuldu. Sana karşı tavır almalarını lütfen kişisel algılama ve zamanla düzeleceğine emin ol. Fakat yine de ne olursa olsun seninle iletişim kurmamaları beni bile şaşırttı. Çünkü ben hiçbir zaman onlara bu yüzden kızmamış ya da kırılmamıştım. Lütfen sen de onlara önyargılı olma. Zor durumda olan bir aile olarak düşün." Gül'ün samimi sözleriyle içimde bir değişim başladı. Karşılaştığım bu anlayış ve destek beni şaşırttı. Ailesinin tavrını daha iyi anlamlandırmak için çabalıyordum, ama Gül'ün bu açık ve anlayış dolu yaklaşımı ile anneme olan karakter benzerliği tahmin ettiğimin ötesinde gözüküyordu. Ailesine karşı bana açıklama yapıyordu ve bu açıklamanın yapılacağı en son insan oydu.
Sessizce, derin bir iç çekişle konuştum. "Bunu konuşmak istemiyorum, Gül. Sadece her şey çok anı oldu. Çok şaşkınız hepimiz. Aileni de anlamaya çalışıyorum," dedim. Gül, sözlerime hemen karşılık vermedi. O an sessizlik odada ağırlaşmıştı.
"Söylediklerine katılıyorum, Gökçen. Umuyorum ki zamanla durum değişir ve seni daha iyi anlamaya başlarlar" dedi, nahif sesiyle duygularımı anlamaya çalışarak. Ardından benim yaptığım gibi Gül'ün elimi sıkıca tuttuğunu hissettim. Annemin gözlerinden yansıyan hüzün, o an odanın atmosferine bir ağırlık katıyordu. Sanki sessizlik, içimizdeki sarsıntıyı yansıtıyordu. Tam ben de anneme teselli etmek için dudaklarımdan "ağlama" kelimesini dışarıya bırakacaktım ki, ansızın kapının çalındığını duyduk.
Gül, heyecanla saatinin üzerine göz gezdirdi, hızla ayağa kalktı ve kapıya doğru yöneldi. Annem, göz yaşlarını sildi ve aceleyle kendini toparladı. Kapının ardında bekleyen ziyaretçiyle birlikte odanın havası da değişmişti, sanki odaya yeni bir enerji gelmişti.
"Çok geç kaldım, inanamıyorum vakit ne kadar hızlı geçmiş beni merak etmişlerdir" dedi telaşla.
O panikle ilerlerken, öne geçerek kapıya doğru yürüyüp yavaşça açtığımda, karşımda sinirli ifadelerle bekleyen Göktuğ ve Poyraz'ı gördüm. Poyraz'ın kaşları çatılmış, yüzünde öfke belirtileri vardı, adeta patlamak üzere gibiydi. Göktuğ ise sessizce duruyor, endişeli bakışlarla etrafa göz gezdiriyordu. O an, odanın içindeki gergin atmosfer, hemen hissedilebilir bir gerilime dönüşmüştü. Benim de bakışlarım anında sertleşmişti.
"Kardeşimiz içeri de mi?" Diye sordu Poyraz. Ben de ona sert bir ses tonuyla "Evet!" dedim.
"Çağır gelsin, " dedi yine Poyraz. O sırada annem ve Gül de kapıya geldi.
"Çocuklar kapıda kaldınız, gelin bir bardak çay için" dedi.
Gül'ün ailesi içeri girmeye pek niyetli görünmüyordu ama annemin ısrarıyla içeri girdiler. Gül'ün yanına gidip sırayla ona sarıldılar ve kızı ortalarına alıp salona dönerek koltuğa oturdular. Gül ve Poyraz, özellikle uzun süre sarılmıştı. Göktuğ elini Gül'ün omzuna, Poyraz ise beline sarmıştı. Annemin çay ve yiyecek getirmek için mutfağa gittiği zaman, ikisi de beni sert bir şekilde süzüyordu. Ben de karşılık vermekten kaçınmadan onlara bakıyordum. Ortamda belirgin bir gerginlik hissediliyordu ve Gül bunu bozmak için konuşmaya başladı.
"Poyraz abi Gökçen de askermiş. Hem de özel kuvvetlerde," Gül'ün sözlerinin üzerine Göktuğ şaşkınca, Poyraz ise şaşkınlıkla bana bakmaya başladı. Poyraz'un yüzünde şaşkınlıkla birlikte hafif bir kuşku ifadesi belirdi. Gözleri genişledi ve kaşlarını çatıp bir süre düşündü. "Özel kuvvetler mi?" diye tekrarladı, sesindeki şaşkınlık hâlâ geçmemiş gibi. Ardından gözlerini bana çevirerek, "Yaa öyle mi demek askersin. Rütben ne?" diye sordu. Göktuğ ise sessizce bana bakıyordu, yüzünde hafif bir şüphe ve merak vardı.
"Gözlerimdeki kararlılıkla Poyraz'a bakarak, "Üsteğmenim" dedim, sesimde biraz daha vurgulu bir tonla. Göz temasımızda onun gibi gözlerim hafif kısık bakıyordum.
"Peki nerede görev yapıyorsun?" sorgulayan bakışları hâlâ üzerimdeydi. Biz konuşurken Gül bir bana bir abisine dönüyordu.
"Burada Mardin'de görev yapıyorum." deyince Göktuğ hâlâ şaşkınlıkla bakmaya devam ediyordu. Ancak bir anda Poyraz kahkahalarla gülmeye başladı. Ben dahil herkes ona anlamsızca bakmaya başladık. Öyle bir kahkaha atıyordu ki, ben bu kahkahanın, küçümseme kahkahası olduğunu çok iyi anlamıştım.
"Burada Mardin'de görev yapıyorum," dedim. Göktuğ hala şaşkın ve sessiz bir şekilde bana bakarken, bu bilgiyi verdim. Ancak Poyraz aniden sahte bir kahkaha atmaya başladı. Gözlerim hızla ona dönerken benim gibi diğerleri de ona şokla bakarak Poyraz'ın bu kahkahasının nedenini anlamaya çalışıyordu. O kahkaha içinde bir tür küçümseme ve alay taşıyordu ve ben bunu açıkça hissettim. Kanımın ani bir güçle fokur fokur kaynadığını da!...
"Vay bee demek koskoca Kıdemli Üsteğmensin. Hem de burada görev yapıyorsun he. Bak bak Göktuğ görüyor musun? 'Kan bağımız var abi.. tanısak mı abi?" diye soruyordun ya bugün, al tanı işte! Senin tanımak istediğin kız yalancının önde gideni. Sence bu kız asker olsa ben tanımaz mıyım? 3 aydır burada görev yapıyorum, neden bir kere bile görmedim? Karargahta sadece bir tane üsteğmen var o da görevde hâlâ. Ben bile henüz tanışamadım!" dedi. Yüz ifadesindeki karışık duyguları okumak zor değildi. Öfke, hayal kırıklığı, küçümseme ve alay dolu bakışlarıyla bana doğru bakıyordu. Gözlerinin derinliklerindeki öfkeyi hissedebiliyordum. Ses tonu keskin ve yürek burkucuydu ve bana bakarak konuşmaya devam etti. Ellerim iki yanımda yumruk olmuştu ve onun baktığı şekilde sessizce karşılık vermeden dinliyordum.
Göktuğ, "Abi!" diyerek araya girmeye çalıştı. Ancak Poyraz onu dinlemeden bir hışım ayağa kalktı. Elinde tepsiyle içeriye giren annem, odadaki gerginliği hemen hissederek tepsiyi masanın üzerine ikram etmeden bıraktı.
Poyraz'ın sesi öfke doluydu. "O küçük aklınla bizi kandırabileceğini mi sanıyorsun? Bir de gitmiş benim çalıştığım yeri söylemişsin yalan olarak. Sende daha neler vardır. Dalavereyi seviyorsun anlaşılan. Gül gibi saf kızı bulmuşsun, ne koparırsam bunlardan kârdır mı diyorsun?" Ses tonuyla beraber, odadaki atmosfer daha da gerilmişti. Göktuğ'un bakışları Poyraz'ın üzerinde kararsız bir şekilde dolaşıyordu, ancak söz alacak cesareti bulamıyordu.
Sinirden kıpkırmızıydım şu an. Ayağa kalkıp bu adamı öldürmemek için kendimi zor tutuyordum. Poyraz'ın sözleriyle adeta ateşe verilmiş bir kibrit gibiydim, ama bir yandan da içimdeki kontrolümü kaybetmemek için direniyordum. Gözlerim öfkeyle dolup taşarken, aklımdan geçen tek şey onu susturmaktı.
"5 saniye içinde evimi terk edin," diye bağırdığımda, sesimdeki öfke odanın her köşesine yayılmıştı. Hâlâ koltukta oturuyordum. Annem telaşla yanıma gelmişti, gözlerinde endişe dolu bir ifadeyle bana bakıyordu. Gül ve Göktuğ ise şaşkınlıkla titriyor, hareket edemiyordu. Annem, Poyraz'ın sözlerinin etkisini duymuş olmalıydı ki hızla dış kapıyı açıp evden çıkmalarını bekledi.
"Hadi, gidelim. Artık burada daha fazla kalmamızın bir anlamı yok. Gül, senin de zorunlu olmadıkça bu insanlarla vakit geçirmeni istemiyorum. Kim bilir, ne niyetleri var." diyerek evden çıkıp gittiler. Giderlerken Gül'ün bana "özür dilerim" dediğini duymuştum.
Kapının kapanma sesiyle içimdeki öfke bir kat daha yükseldi. Odada birkaç adım atarak, sinirimle başa çıkmaya ve İçimdeki öfkeyi dizginlemeye çalışıyordum fakat başaramıyordum. Annemin sıcacık sarılması bile içimi yatıştıramamıştı. Sinirle odama gittim. İçimdeki öfke fırtınası dinmek bilmiyordu. Birilerine ders verme isteğiyle yanıp tutuşuyor, kendimi zor tutuyordum. Yatağa oturup ellerimi kafama koyup düşünmeye başladım.
Bu yaşıma kadar hayatın bana getirdiği her zorluğu cesurca karşılamaya çalıştım. Annemin sıcaklığı ve sevgisiyle büyüdüm, zorluklar karşısında cesaretimi ve olgunluğumu her zaman ortaya koydum. Bu deneyimler, beni daha güçlü ve daha olgun bir insan haline getirdi. Artık hayatın getirdiği her türlü zorluğa daha hazırım ve annemle birlikte bu zorlukların üstesinden geleceğimize inanıyorum. Ancak Gül'ün ailesinin soğuk tavrı ve Poyraz'ın saldırganlığı karşısında kendimi uzun zamandır ilk defa sarsılmış hissetmiştim. Bu durumda sinirlenmek veya çatışmaya girmek yerine, içimdeki gücü keşfetmeye karar verdim.
Bundan sonra o ailede fırtına da kopsa, bende yaprak kımıldamayacaktı...
|
0% |