@ebrumelek
|
İki haftadır bu pislik çukurunda yaşıyordum. Zaman geçtikçe, bu karanlık dünyanın içindeki pislikler ve entrikalar daha da belirginleşiyordu. Her şeyin merkezinde ise Sercan vardı. Onun tüm sırlarını çözmem gerekiyordu; başka bir çıkış yolu yoktu. Geceleri gözümü bile kırpamıyordum. Yatağa her uzandığımda zihnimde planlar dönüp duruyordu. Burada kimsenin dikkatini çekmemeliydim, yoksa ne topladığım bilgiler bir işe yarardı ne de buradan sağ salim çıkabilirdim. Sercan sayesinde bir tür koruma altında gibiydim ama bu güvenliğin ne kadar süreceği belirsizdi. Bu yüzden kendime bir rol biçmiştim: Masum ve biraz saf kız. O şerefsizlerin dikkatini üzerime çekmeden, birer birer her bilgiyi toplayacaktım. Her korku dolu bakışımla, her küçük sohbette, aslında her biri bir planın parçasıydı. Göze batmamak, şüphe uyandırmamak en büyük silahımdı. “Rojda, buraya gel çabuk!” diye sert bir ses çınladı çadırın içinden. Sercan’ın sesini duyunca derin bir nefes alıp ürkek adımlarla çadırın içine girdim. Korkmuş gibi görünmek işime yarıyordu, bu yüzden rolümü oynamaya devam ettim. Başımı eğip, alçak bir sesle, “Buyrun,” dedim. Sercan, koltuğunda geriye yaslanmış, bakışlarıyla beni tartıyordu. “Rojda, biliyorum korkuyorsun,” dedi, sesi bir parça yumuşamıştı, ama içinde hep o tehditkar ton gizliydi. “Ama sana zarar vermeyeceğimi artık anlamış olman lazım.” Gözlerim yerden kalkmadı, kalbim hızla atmaya devam ediyordu. O ise devam etti, “Geçen kulağıma kamptan bir laf geldi. Buradaki kadınlar bizim birlikte yatmadığımızı anlamışlar.” Sözlerinin ağırlığını hissettim, vücudum donmuş gibi oldu. “Buradaki hevaller buna inanırsa sen tehlikeye girersin.” Bir an sustu, ardından soğuk bir gülümsemeyle ekledi, “O yüzden bundan sonra yatağımda yatacaksın. Korkmayasın benden.” İçimdeki ürpertiyi bastırmaya çalıştım, ama yüzümdeki ürkeklik rolü devam etti. Bu yeni gelişme planımın beklenmedik bir köşeye sapmasına neden oluyordu. “Hay ben senin...” diye geçirdim içimden. Sinir damarlarımda dolaşırken, yüzümdeki masum maskeyi bir an bile düşürmemeye kararlıydım. Karşımda oturan bu adam, şerefsizliğin en derin kuyularında yaşıyordu ama tuhaf bir şekilde merhametli görünüyordu. Kafamı karıştıran da buydu. Normalde bu pisliğin içindeki insanların, en küçük bir merhamet kırıntısına bile sahip olmadıklarını bilirdim. Ama bu... Bu başka bir şeydi. Neyse, nasılsa birkaç aya mezarda olacaktı. Benim için önemli olan tek şey, ondan alacağım bilgilerdi. Gerisi umurumda değildi. “Başka yolu yok mudur?” dedim, sesi titrek çıkararak. “Be-ben yine tek yatsam... Nerden bilecekler ki?” Sercan’ın gözleri üzerime dikildi, dudaklarında sinsi bir tebessüm belirdi. “Bilemezsin Rojda. Burada herkes birbirinin arkasından iş çevirir. Tek yol, şüpheye yer bırakmamak,” dedi it. “Bak, anlamıyorsun,” dedi Sercan, sesi bu kez daha ciddi ve tehditkar bir tona bürünmüştü. “Bu bir oyun değil. Bunu öğrenirlerse ne yapacaklarını sanıyorsun? Başkan sıkılmış kızdan, sıra bizde derler. Sana zarar gelmeyeceğine dair söz verdim.” Sözleri sertti, ama altındaki yumuşak tonda kendini haklı çıkarmaya çalışan bir adam vardı. “Bana güven,” diye devam etti. “Sana dokunmayacağım. Zaten zorla sahip olacak değilim. Hem tipim de değilsin, korkma.” İçimdeki öfkeyi bastırmaya çalışırken, yüzümde bir kararsızlık ifadesi oluşturdum. Onun bu tavrı, kendini iyi biri gibi gösterme çabası, midemi bulandırıyordu. Ama buradaki oyunda hayatta kalmam gerekiyordu. Bu adamın güvenini kazanmak, onu ne kadar tanıdığımı belli etmeden kontrol altına almak zorundaydım. Kafamı hafifçe salladım, çaresiz görünmem gerekiyordu. İçimdeki fırtınayı bastırmaya çalışırken tek düşündüğüm şey bu adamın sırlarını nasıl çözeceğimdi. Vakit daralıyordu. Ayrıca bu itoğlu ne saçmalıyordu şimdi ya! Dikkat et de ben sana dokunmayayım it soyu. Neyse ben bunları düşünürken dışarıdan ağlamaya başladım tabii ki. “Ta-tamam, dediğin gibi olsun. Senin yatağında yatarım,” dedim titreyen bir sesle, gözlerim dolu dolu olmuş gibi yaparak. Mecburdum. Onun istediğini kabul etmekten başka çarem yoktu, en azından şimdilik. İçimdeki her şey isyan ediyordu, ama bunu dışa vurmamalıydım. Bir an önce Sercan’ın sakladığı belgeleri bulmam gerekiyordu. Eğer bu işi zamanında halledemezsem sonumun kötü olacağını biliyordum. Ağlamamı rolüme ekledim, gözyaşlarımdan da faydalanarak güvenini kazanmayı hızlandırmam gerekiyordu. Bir yandan zavallı, çaresiz kızı oynarken diğer yandan düşüncelerim sürekli o belgelerdeydi. Belgeleri bulur bulmaz burayı yok etmenin bir yolunu bulacaktım. *** İki ay geçmişti. Zaman, bu karanlık çukurda yavaşça akıp gidiyordu, her geçen gün daha da dayanılmaz hale geliyordu. Lanet olası herif, belgeleri nereye saklıyorsa bulamıyordum. Tüm kampta gözüm üzerindeydi, ama Sercan beni neredeyse hiç yalnız bırakmıyordu. Sadece önemli görüşmeleri olduğunda, beni çadırda bırakıyor ve başıma güvendiği bir adamını dikiyordu. Tüm üyeleri de iyice incelemiştim. Hepsi insan olmayan koşullarda yaşamak hoşlarına gidiyormuş gibi davranıyorlardı.
Gece olduğunda ise Sercan tek bir kelime bile etmeden çadıra gelip yanıma yatıyordu. Yatağın ortasına koyduğum yastık, onun pis teninin bana değmesini engelliyordu. O bariyer olmasa, sabrım tükenir, elindeki silahı alıp kendi başıma dayayıp bu işkenceye son verirdim. Fakat planımı tamamlamadan burada pes etmek yoktu. Zaten tam anlamıyla uyuyamıyordum. Geceleri çoğunlukla gözüm açık yatıyor, arada bir boş boş oturuyordum yatakta. Uykusuz geçen gecelerin ardından, gündüzleri bir iki saat kestirmek yetiyordu. Uyumadığım her an, Sercan’ı izliyor ve yapacaklarımı kafamda planlıyordum. Onun düzenini, hareketlerini, davranışlarını anlamaya çalışıyordum. Her şeyin sonu yaklaşıyordu, sabırlı olmalıydım. Bir gün, o belgeleri bulduğumda, bu iş bitecek evime dönecektim. Sabahın erken saatleriydi, Sercan birkaç adamını toplayıp gitmişti. Yine başıma güvendiği o iti bırakmıştı, tam da beklediğim gibi. Bıraktığı herif Sercan’ın gözüne girmek için kendini çatıdan bile atacak tipteydi; o kadar sadık, o kadar zavallıydı. Ama belki ağzından bir şey kaçırır diye ona Sercan ve diğerlerinin nereye gittiklerini sordum. Adam sırıtarak, “Bir tim varmış da onlara günlerini göstermeye gitti başkanımız,” dedi. Alaycı tavrını görmezden geldim ama içimdeki öfkeyi zor bastırıyordum. Önemli olan benim hâlâ burada olup bir şey bilmememdi. Kendimi yetersiz ve suçlu hissederek sinirle çadıra geri döndüm, adımlarımı kontrol edemeyerek volta atmaya başladım. Ne yapmalıydım? Albayla iletişime geçsem bile hiçbir somut bilgiye sahip değildim. Bu işin sonu kötüye gidiyordu ve çaresizce bir çıkış yolu aramaktan başka elimden bir şey gelmiyordu. Kafamın içinde planlar dönüp duruyordu ama en ufak bir yanlış adım her şeyi mahvedebilirdi. Saatler süren sıkıntılı bir bekleyişin ardından Sercan ve adamları nihayet kampa döndü. Kafamda dönen binlerce soruya rağmen dışarıdaki karmaşa dikkatimi dağıtıyordu. Hemen çadırdan çıkıp arabalara doğru yürüdüm, kalbim küt küt atıyordu. İçimde yükselen gerginliği bastırmak zorundaydım. Gözlerim arabaların çevresini tararken içten içe, “Allah’ım, inşallah askerler iyidir,” diye dua etmekten başka çarem kalmamıştı. Sercan’ın ve adamlarının yüzlerine baktım ama ne yaşandığını anlamak imkânsızdı. Bir ipucu, bir işaret arıyordum. Bütün bu karmaşanın ortasında tek yapabildiğim sakin görünmeye çalışarak onların dönüşünden ne çıkarabileceğimi düşünmekti. Eğer askerlerle ilgili bir şey öğrenebilirsem, belki de durumu lehime çevirecek bir hamle yapabilirdim. Sercan, sıkıntıyla arabadan indi ve sert bir hareketle kapıyı çarptı. Arkasında dizilmiş adamlar hemen sıraya girdi. Ellerini bağlayıp başlarını yere eğmişlerdi, hepsi itaatkâr bir sessizlik içindeydi. O sırada, kamptaki diğer iki kadın yanıma yaklaştı. Onlarla birlikte kenarda durup beklemeye başladık. Kadınlardan biri Sercan’a fazlasıyla düşkün görünüyordu. Bana karşı hep bir düşmanlık besliyordu, sanki bir tehditmişim gibi. Sürekli çadırda Sercan’la yalnız kalmanın yollarını arıyordu, özellikle de Sercan önemli bir şey konuşacaksa o kadını çağırıyordu yanına. Bu durum her seferinde canımı sıkıyordu çünkü ne konuştuklarını öğrenmem gerekiyordu. Ne yapıp ne edip o toplantılar yapılırken benim de orada olmam gerekiyordu. Orada olursam, hem bilgiye daha yakın olabilir hem de bu kadının Sercan’ın kulağına fısıldayacaklarını öğrenebilirdim. Aksi takdirde elim kolum bağlı kalacaktı ve planlarımın önü kesilecekti. Sercan, öfkeyle adamlarının önünde volta atmaya başladı, ardından birdenbire sert bir ses tonuyla bağırdı. “Kim lan bu hain?!” diye kükredi, gözleri delirmiş gibiydi. “Hemen söylemezseniz hepiniz geberirsiniz!” Adamlar sessizce başlarını eğmiş, yere bakıyorlardı. Korku, onların üzerinde ağır bir bulut gibi dolaşıyordu. Sercan, sinirden titreyen sesiyle devam etti, “Konuşun lan! Askerler bizim geleceğimizi nasıl haber aldı, ha? Kim sattı bizi?” “Ohhh be, askerler iyiydi, çok şükür,” diye içimden geçirdim. Bir yandan rahatladım ama diğer yandan Sercan’ın hain arayışı aklımı karıştırıyordu. Bu kampta benim dışımda bir hain yoktu. Operasyon bilgilerinde yeni kurulan bir kamptı ve üyelere dair en başında tek peşinde olduğum kişi, başkan değildi. Buraya gelmemin asıl sebebi, askeriyede bir bilgi akışı olduğunu saptamamızdı. Albayın bana verdiği bu gizli görevin ayrıntılarını timim dahi bilmiyordu. Aradığım bilgiler Suna kod adlı teröristteydi. Şerefsizin isminde Türk ismi kullanması ilk seferinde sinirimi bozmuştu. Suna denen kadın ise, Sercan’a düşkün olan kadındı. Benim asıl görevim oydu. Sercan Açık ismi bana da sürpriz olmuştu. Gözlerim Sercan’ın etrafında dönerken, içimdeki ironi de büyüyordu. ‘E valla ben değilim hain şerefsiz Sercan ama olmayı çok isterdim’ diye geçirdim içimden. “10 saniye içinde konuşmazsanız hepinizin olmayan beynini dağıtırım,” diye böğürdü şerefsiz Sercan, sesi öfkeyle yankılanıyordu. O an içimde bir tatmin hissi belirdi. Heh, şimdi keyfim yerine gelmişti işte. Sercan’ın bu hali bir yandan onu nasıl bir çöküşün beklediğini gösteriyordu, diğer yandan ise kendi kendilerini yiyip bitirmelerine tanık olmak hoşuma gidiyordu. Adamların korku dolu bakışları Sercan’a odaklanmıştı. Her biri, hayatta kalma içgüdüsüyle, tehlikeyi hissetmişti. “Söyleyin lan!” diye tekrar bağırdı, sesinde çaresiz bir tehdit vardı. Onun öfkesinin bu durumu daha da karmaşık hale getirdiğini biliyordum. Burada, gerilimin nasıl yükseldiğini izlemek, bir nevi benim için bir zevk haline gelmişti. Kimseden ses çıkmadı. Sercan, bir anda en yakınındaki adamlardan birinin elindeki kalaşniki aldı ve hiç tereddüt etmeden, sırayla altı adamın kafasına nişan alıp ateş etti. Her biri, önce şaşkınlıkla birbirlerine bakarken yere yığıldı. O an içimdeki sevinç duygusu tavan yapmıştı. Hatta göbek atacak kadar mutluydum. Ama hemen yüzümü üzgün ve korkmuş bir hale sokmayı başardım. Çünkü Sercan, adamları vurduğu an gözleriyle beni aramıştı. Oh, sevinçli bir şekilde yakalanmamıştık. Ancak bu durum beni düşündürmeden edemedi. Sercan, o korkunç sahnede bile nasıl olur da ilk aklına beni getirebilmişti? Bir parça merak, bir parça tedirginlik, içimi kemiriyordu. Suna’ya dikkat kesildim. Kızgın bir yüz ifadesiyle yere düşen cesetlere sıradan bir durummuş gibi bakıyordu. Adamlar kanlar içinde yerde yatarken, ben korkudan titriyormuş gibi yaparak bekledim. İçimdeki gerginliği dışa vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Sercan, hızlıca yanıma geldi ve kolumdan tutarak beni çadıra çekiştirdi. Diğer şerefsizler, yerdeki leşleri temizlemek için telaşla hareket etmeye başladılar, korkudan yüzleri bembeyazdı. Çadıra girdiğimizde, ağlamamı daha da şiddetlendirdim. O sırada Sercan’ın beklemediğim bir şekilde nazik davrandığını fark ettim. Beni yatağa oturtup yanımda sarıldı. “Korkma,” dedi, sesi yumuşak ama içindeki otorite hâlâ hissediliyordu. Hoppala, dedim içimden. Sanırım eve gidince çamaşır suyuyla yıkayacaktım derimi. Adam ne kadar yakışıklı da olsa, vatanımın düşmanıydı. Bütün bu karmaşanın ortasında, onun yakınlığı bana tedirginlik veriyordu. Ancak bu durumu avantaja çevirmek için elimden geleni yapmalıydım. Sercan’ın gözlerinde bir nebze merhamet olduğunu görmek, aynı zamanda bir tehlike de taşıyordu. Duygularımı ustaca kullanmalı ve bu anı değerlendirmeliydim. Sercan, eliyle saçlarımı okşayıp beni sakinleştirmeye çalıştı. “Acaba ağlama işini çok mu abartmıştım?” diye düşündüm içimden. “Korkma çoban kızı,” dedi, sesi bir nebze yumuşayarak. “Sana zarar vermem biliyorsun, korkma.” Sözleri bir teselliydi. Bu durumu bir fırsat olarak değerlendirmeye kararlıydım. “Yallah bismillah” dedim içimden ve konuşmaya başladım. “O adamları vurdun. Hain dedin,” dedim, sesimde bir parça korku olduğunu belli ederek. “Lütfen beni hiç yalnız bırakma. Hain dediğin başkaları da varsa? Ya bana bir şey yaparlarsa? Bir adama bırakıp gidiyorsun beni. Diğer çadırda oturuyorsun, ben o zamanda korkuyorum. Başıma diktiğin adamdan da korkuyorum. Ne olur yanımda ol hep.” Yüzüne umutla baktım, “İnşallah yerdi bu mal” diye düşündüm. “Tamam çoban kızı,” dedi, gülümseyerek. Uzun sakalları ve bıyıkları arasından düzgün, uzun beyaz dişleri gözüktü. “Hiç yanımdan ayırmayacağım seni. Sakinleşince kalkalım mı, toplantım var sen de gel.” Sahi mi, oh be! Yuttu valla, dedim içimden. Dur hemen ağlama modundan çıkamam, diye düşündüm. Bir süre daha öylece bekleyip kendimi toparlıyormuş gibi yaptım. Sercan, benim daha iyi olduğumu anlayınca elimden tutup beni çadırdan çıkardı. Elimden tuttuğunda istemeden yüzümü buruşturmuştum ama o bunu fark etmedi. İçimde bir umut doğmuştu. Bu fırsatı değerlendirmek zorundaydım. Sonunda o toplantılara katılabilecektim. Diğer çadıra girince dört şerefsiz ve Sercan’a düşkün olan kadın, Suna, orada bekliyordu. Çadırın havası bir anda gerildi. Biz çadıra girince Suna yüzünü buruşturup konuştu. “Başkanım, önemli bir görüşme yapacağız. Bu kadını niye getirdin?” dedi, sesi sertti. Sercan, kendinden emin bir tavırla yanıtladı, “Sana hesap mı vereceğim Suna? Benim girdiğim her yere o da girebilir, sonuçta karımdır.” Bu sözler üzerine içimde bir gülümseme belirdi. Suna’ya alaylı bir şekilde baktım. “Karım” demesi onu nasıl rahatsız ettiğini açıkça gösteriyordu. Yüzündeki düşmanca ifade onun Sercan’a olan düşkünlüğünün ne kadar derin olduğunu açığa çıkarıyordu. Toplantı başlamıştı ve ben kenarda durmuş, sessizce onları dinliyordum. Oh oh, güzel bilgiler veriyorlardı ama benim belgelere de ulaşmam gerekiyordu. Her kelimeleri kafamda planlarımı şekillendiriyordu. Daha vaktimiz vardı; bu fırsatı iyi değerlendirmeliydim. Eğer böyle her toplantıya girebilirsem, 5-6 ayda bu işi çözerdim. Bu şerefsizleri temizleyip evime dönebilmek, artık tek hedefim haline gelmişti. Zihnimdeki planlar, onların konuşmalarından aldığım bilgilerle daha da netleşiyordu. Yedi ay geçmişti. Koskoca yedi aydır bu kokuşmuş yerde durmaktan sinirim tepemde geziyordu. Her gün, her saat, bu lanet olası kamptan çıkmama çok az kalmıştı, çok şükür. Artık kampta Sercan kadar her şeye hâkimdim; onun gölgelerinde gezinmeyi öğrenmiştim. Geçen ay, Sercan bir görev için Suna’yı, Maho dedikleri bir adamın yanına göndermişti. Bu aralar Sercan çok yoğundu. Sürekli bir yerlere gidiyor, önemli görüşmeler yapıyordu. Ben de bu durumu fırsata çevirmeye çalışıyordum. Onun meşguliyetinden faydalanarak arka planda sürekli belge aramış ancak aylarca eli boş kalmıştım. Belgeleri ele geçirmem yedi gün önce olmuştu. Flash bellekler bile bulmuştum. Bunların yerini bulmam çok zor olmuştu. Çünkü bu kampta, aylardır hiç belge yoktu. Ben bu ihtimali düşünmediğim için tek tek her deliğe gizlice bakmıştım. Kampta belge olmadığını ise Sercan geçen hafta kaldığımız çadıra belgelerle girince anlamıştım. “Onlar nedir?” Diye sormuştum. “Konuştuğumuz gizli bilgilerin belgeleridir. Artık kampta kalacak bunlar yatağın altına saklayacağım. Senin anlayacağın şeyler değil çoban kızı, dokunma bunlara sakın!” dediğinde aylardır boşa aradığımı anlamıştım. Belgeleri bu çukurdan giderken alacaktım. Ayrıca giderken Sercan’ı da esir olarak götürmeye karar vermiştim. Suna burada olsaydı onu da esir almam gerekiyordu çünkü asıl hedefim oydu ancak Sercan planda yoktu. Yine de onu öldürmemem gerektiğini hissediyordum. Onu öldürmeyecektim. Normalde emir gelmedikçe, arkamda sağ kimseyi bırakmazdım. Ben nam-ı diğer Deliydim. Sercan ve on adamı, bir görüşme için iki günlüğüne gitmişlerdi. Bu süre zarfında ben de albayla gizlice görüşüp dönüş hazırlıklarına başlamıştım. Tüm hazırlıkları yapmıştım. Tek gereken, Sercan’ın geri dönmesini beklemekti. Gözlerim sürekli kamptan gelen yolda, Sercan’ın dönüşünü izliyordu. İçimde bir kıpırtı vardı; bu, zaferin yaklaşmakta olduğuna dair bir his. Daha önce her fırsatı değerlendirip, kampın görünmeyen yerlerine onların kendi uzaktan kumandalı bombalarını yerleştirmiştim. Onları kendi silahlarıyla yok edecektim. Sercan’ın yokluğunda silah sayımı yapmayacak kadar aptallardı. Geceyi sessiz bir bekleyişle geçirdim. Düşüncelerim sürekli bu kampın karanlık sırları etrafında dönerken, hazırlıklarımı tamamlayıp onları bekledim. Her şey hazırdı. Gözlerim yolda Sercan’ın gelişiyle birlikte her şeyin değişeceği anı iple çekiyordu. Bu sabah kampa üç araba yaklaştı. Sercan’ın döndüğünü düşündüm, heyecanım artarak kalbimde yankılandı. Hızla Sercan’ın gizli yerinden belge ve flaşları alıp şalvarımın iç cebine sakladım. Şalvarımın iç cebinde elime gelen şeye baktım ve bir tebessüm belirdi yüzümde. Çünkü elimde lens kutusu tutuyordum. Buraya gelirken getirdiğim tek eşya buydu. Gözlerimin rengi yeşil olduğu için sızma görevlerinde kahverengi lens takarak pek çok kez kılık değiştirmiştim. Ne olur ne olmaz diye bunları da yanıma almıştım ancak hiç kullanamamıştım. Yeşil göz, bu meslekte büyük sıkıntıydı; insanların dikkatini çekerdi. Ama bu sefer bu lensleri kullanmama gerek bile kalmamıştı. Her şey düşündüğümden daha kolay ancak uzun olmuştu. Lensleri geri cebime koyarak çadırdan çıktım. Fakat dışarıda tuhaf sesler ve bağırışlar vardı. Gelenlerin Sercan’lar olmadığını düşünerek panikle hemen çadıra geri girip gizlice izlemeye başladım. Önde gri saçlı ve göbekli bir adam, buradaki adamlara emirler yağdırıyordu. Suna da yanındaydı, ona baktığında gözlerindeki memnuniyetsizliği ve öfkeyi fark ettim. Kaşlarımı çatarak izlemeye devam ettim. Arabanın birinden Sercan’ı indirdiler. Elleri arkadan bağlanmış, iki adam onu zorla ittirerek yürütüyordu. Göbekli adamın sesi duyuldu: “Şu haini götürün ve konuşturun. Ölmesin, bana şimdilik sağ lazım. Haydi acele acele!” Bu sözler beni dehşete düşürdü. Sercan bunlara ne yapmış olabilir? Diye düşündüm. Kesin bir mesele yüzünden anlaşamamışlardır şerefsizler. Ben burada Sercan’ın karısı olarak bilindiğimden birazdan benim için de gelirlerdi. Kaçış planım şu an resmen başlamıştı anlaşılan. Beni de hedef alacaklardı. Hemen yavaşça çadırdan çıktım ve ağaçlık alana doğru sessiz adımlarla gitmeye başladım. Şanslıydım ki mevsim yazdı; saklanmak için ağaçların yaprakları boldu. Hâlâ kampın işinde yerleşimden uzak bir yerde büyük bir ağacın tepesine tırmandım ve gizlendiğimden emin oldum. Sercan’ın eşyaları arasından aşırdığım dürbünle kamp alanını izlemeye başladım. Kalbim hızlı hızlı atarken, dikkatimi toplayıp olan biteni izledim. Normalde benim tüm işim bitmişti. Görev tamamdı. Alacağımı almış, öğreneceğimi öğrenmiştim. Suna’yı sağ yakalamama gerek bile kalmamıştı; çünkü belgelerle karargahtan kiminle irtibat kurduğunu yakalamıştım. Hepsi göğsüme sıkıştırdığım belgelerde yazılıydı. Cebimdeki düğmeye basarak tüm şerefsizleri havaya uçurup, evime dönebilirdim artık. Ancak içimden bir ses, “Sercan’ı yanına al” diyordu. Bir kere ismi bile onu almak istememe yeterdi. Yıllardır kırmızı kodla aranan Sercan Açık, ellerimle boğarak öldürdüğüm Sercan Açık, bu adam Sercan Açık olduğunu iddia ediyordu. Onu sağ yakalamam ve albaya götürmem gerekiyordu. Şu an onu oradan almak bütün planlarımı bozardı. Görevi tehlikeye atabilirdi. Albaya söylesem, “Patlat ve gel, esir yok. Sercan Açık çoktan öldü o bir düzenbaz” derdi.
"Ahh deli Gökçen. Akıllanmaz mısın be kızım, gebert işte hepsini. Bas gitsene evine." diye kendi kendime söylenirken, kampta bir hareketlilik dikkatimi çekti. Şerefsizler, benim kaldığım çadıra doğru koşup içeri daldılar. Hemen irkilip dikkatimi toparladım.
“Burada yok, kaçmış!” diye bağırdılar. Sesleri kulağıma çarparken, içimde bir heyecan dalgası yükseldi.
“Hainin fahişesini çabuk bulun bana!” diye haykırdı göbekli adam. "Belgeler onda olmalı." Sözleriyle herkes koşturup beni aramaya başladı. Hemen lensleri gözüme taktım; yeşil gözlerimden kurtulmak zorundaydım. Puşimi yüzüme sararken derin bir nefes aldım. Tim arkadaşım Anıl'ın totemi de böylece iptal olmuştu. Lensleri kullanmadan bir operasyon yapamayacaktım anlaşılan.
Artık planıma dönüş zamanıydı. Havanın kararmasını bekleyecektim. Gece, gölgelerin altında hareket etmek için en uygun zamandı.
❤️
|
0% |