@ebrumelek
|
"Yeniden tanışalım mı? Ben Kıdemli Üsteğmen Gökçen Toprak," dedim, kaşlarımı havaya kaldırıp onu sınar gibi bakarak. Ama Sercan, ciddiyetimin tam tersi bir tepki verdi. Bir anda kahkaha atmaya başladı, öyle büyük ve içten bir kahkaha ki, ben sadece şaşkınlıkla bakakaldım. Kahkahası sürerken, sakallarının arasından gamzeleri ortaya çıktı. O an duraksadım. Tam yedi ay geçirdim bu adamla ama gamzesi olduğunu ilk defa görüyordum. Tabii, kampta hiç gülmediği için böyle bir detayla karşılaşmamıştım. Şaşkınlığımı saklamaya çalışırken kaşlarım çatık bir şekilde ona bakıyordum Sercan hâlâ deli gibi gülüyordu, kahkahalarının yankısı odada dolanırken ben kaşlarımı çatarak onu izlemeye devam ettim. Gözlerimi ondan ayıramıyordum; sanki başka birine dönüşmüştü. O sırada sorgu odasının kapısı tıklatıldı. Derin bir nefes aldım, gözlerimi Sercan’dan ayırarak kapıya doğru ağır ağır yürüdüm. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda, karşımda Albay'ı buldum. “Albayım?” dedim, kaşlarımı kaldırarak şaşkın bir ifadeyle. “Üsteğmenim, adamı bırakıyoruz,” dedi Albay, gözlerini benden ayırmadan. Sesi sert ama kararlıydı. Bir an ne dediğini anlayamadım. “Anlamadım, ne demek adamı bırakıyoruz?” dedim, sorgulamaya devam ederek. “Duyduğun gibi,” dedi Albay, derin bir nefes alıp ciddiyetini koruyarak. “Az önce üstlerden bir mail aldım. O adam... gizli görevdeki bir askermiş.” "Ne demek askermiş? O adamla aynı anda nasıl kampta olabiliriz? Birbirimizden neden haberimiz olmadı? Ya onu öldürseydim?" “Ne demek askermiş?” dedim, sesim biraz yükselmişti. “O adamla aynı anda nasıl kampta olabiliriz? Birbirimizden neden haberimiz olmadı? Ya onu öldürseydim, ya o beni öldürseydi?” Kalbim hızla atmaya başladı. İçeride kahkahalar atan adamın meğer bir asker olduğunu öğrenmek, bunca zaman hiçbir şey fark etmemiş olmam aklımı zorladı. Kampta gerçekten de hain en başından beri oydu. Ben belgelerin peşinde rol yaparken o neler neler yapıyordu acaba? Albay’ın yüzündeki ciddiyet devam ediyordu ama sözlerimle gözlerinde bir anlık bir endişe ve telaş parladı. “Sercan Açık davası çok gizli olduğu için bizim haberimiz yoktu. O askerin görev yeri de o kamp değildi. Yeni kurulan kampa komutanının onayını almadan gelmiş, biz o yüzden bilmiyorduk.” Sözleri kafamda yankılandı. İçerideki adamın sıradan biri değil gizli bir asker olduğunu öğrenmek aklımda daha fazla soruyu peş peşe getiriyordu. Albay derin bir nefes alıp ciddiyetle konuşmaya devam etti. "Adı Kuzey Atasoy. Yüzbaşıymış, ancak bu görev sonucunda rütbesi 'Binbaşı' olarak terfi ettirilecekmiş. Artık burada, Mardin'de görev yapacak. Timine tayin haberi gitmiş bile. İki hafta sonra timiyle birlikte göreve başlayacaklar." Kelimeleri sindirmeye çalışırken içimde hafif bir rahatlama hissettim, ama Albay'ın sözleri bitmemişti. Yüzüme baktı ve bu sefer sesi daha yumuşak bir ton aldı. “Ayrıca, koskoca kampın içinde bilmeden bir Türk askerinin hayatını kurtardığın için seninle ilgili de hızlı bir yazı geldi.” Şaşkınlıkla Albay’a baktım. “Bu üstün başarın ve geniş görüşün sayesinde sen de 'Yüzbaşı'lığa terfi edeceksin. Hayırlı uğurlu olsun kızım.” O an ne düşüneceğimi bilemedim. Sercan'ın gerçekte kim olduğunu öğrenmemin şoku üzerimdeyken bir yandan da terfi haberi beni tamamen hazırlıksız yakalamıştı. Kalbim hızla çarpmaya başladı. O terörist çukurunda yedi ay boyunca ikimizde farkında olmadan birbirimizi korumuştuk. “Gerisi bende kızım. Söz verdiğin gibi artık eve gidiyorsun. Haydi, kaybol! Seni karargah sınırlarında bir daha görmeyeceğim,” dedi Albay, yüzünde hafif bir tebessümle. O an içimde bir sıcaklık hissettim. Bu adamın, bütün ciddiyetine rağmen bana böyle bir destek vermesi, gerçekten etkileyiciydi. "Emredersiniz, komutanım," dedim, daha neşeli bir tonla yanıtlayarak. Hızla karargahtan çıktım, adımlarım bir an bile duraksamadan ilerliyordu. İçimdeki karışık duygularla hem o asker hem de Albay’ın terfi haberi aklımda dönüp duruyordu. Ayrıca evimi de çok özlemiştim. *** Evimin kapısının önüne geldiğimde, heyecanla zile bastım. Yedi aydır yoktum ve annemi çok özlemiştim. Bugün ayrıca benim doğum günümdü. Gül’ün de doğum günü olduğunu hatırlayıp onu aramayı aklımın bir köşesine not ettim ve kapının açılmasını beklemeye başladım. Kapı aniden açıldığında, annem karşımda belirdi. Beni görünce gözleri doldu ve aniden ağlamaya başladı. Hızla yanıma geldi ve kollarını etrafımda sıkıca sardı. Sarılışının sıcaklığı içimde birikmiş tüm özlemi dindirdi. “Ağlama annecim, ben ağla diye mi geldim? Bak, ağlayacaksan gidiyorum,” dedim gülümseyerek, onu biraz olsun neşelendirmeye çalışarak. “Ahh kızım, çok şükür sağ salim döndün,” dedi. Gözleri hâlâ yaşlıydı ama içinde bir sevinç parıltısı vardı. Ağzını kımıldatarak dua okumaya başladı. Duası bitince yüzüme doğru “tü tü tü” yapınca, ufak çaplı bir kahkaha attım. Salonda oturup annemle hasret giderdik. Annenin mutfağa gittiğini görünce peşinden ben de girdim. Buzdolabını açtığımda, içinde iki tane pasta gördüm. Birinin üzerinde “Güzelim, her şeyim, deli kızım iyi ki hayatımdasın, iyi ki doğdun” yazıyordu. Diğerinde ise “Gül kızım iyi ki doğdun, doğum günün kutlu olsun” yazılıydı. Notları okuyup tebessüm ettim. Annemin her ayrıntıyı düşünmesi beni mutlu ediyordu. O sırada annem yanıma geldi ve belime sarıldı. “Seni çok özledim,” dedi, sevgi dolu bir sesle. “Hep doğum gününe kadar gelirsin diye ümit ettim,” dedi annem, gülümseyerek. “Pastanı da ellerimle yaptım kızım. Yemek nasip olacakmış, çok şükür ki.” Annemin bu sözleriyle birlikte içimdeki sıcaklık daha da arttı. Hızla ona sıkıca sarıldım ve yanaklarından sulu sulu öptüm. Yemeğimizi yedikten sonra balkonda çay keyfi yapıyorduk. Annem, arada bir vücuduma dikkatlice bakıyordu. “Anne, iyiyim, bir şeyim yok” dedim, onu rahatlatmaya çalışarak. Ama annem gözlerini kısıp yüzüme dikkatle bakmaya başladı. Vay be, nice ajanlardan bile yalan söylediğimi saklardım ama annemden saklayamıyordum. “Soyun,” dedi annem, oldukça ciddi bir şekilde. Kaşlarımı kaldırıp şokla anneme bakarken çayımı püskürtmemek için zor dayanmıştım. “Kız sen ne diyorsun? Niye soyunacakmışım?” “En son böyle ‘İyiyim’ dediğinde, vücudundaki yaraları hatırlatmama gerek yok herhalde,” diye yanıtladı annem. “Ben işimi sağlama alayım da. Soyun, bakacağım.” Geçen yıl gittiğim bir görevde üç gün esir düşmüştüm; timim beni kurtarmıştı ama orada sırtımı ve göbeğimi bıçakla yüzmüşlerdi. İyi bir tedaviyle sırtımdaki izlerin çoğu geçmişti, ama göbeğimdekiler çok daha derin olduğu için izleri kalmıştı. Ellerimi havaya kaldırıp pes ediyorum işareti yaptım. “Bak sultanım, sakın korkma. Çok hafif bir yaram var omzumda. Doktor muayene etti ve dikiş attı. Hissetmiyorum bile,” dedim, onu biraz olsun rahatlatmaya çalışarak. Annemin korkusunu üzerimden atmak istiyordum. “Neeee?” diye bağırdı annem, gözleri korkuyla açıldı. Ayağa kalkıp yanıma geldi ve devam etti, “Ne yarası, kızım?” “Anne, önemli bir şey değil. Kurşun sıyırdı. Çok hafif, hissetmedim bile,” dedim, durumu hafifletmeye çalışarak. Ama annem yine ağlamaya başlayınca, ona sarıldım. “Annecim, bak, beni üzüyorsun, yapma. Senin şu hâlin, bu yaradan daha fazla canımı yakıyor. Ben iyiyim. Bir hafta izinliyim, bak!” “Hemen salondaki koltuğa geç,” dedi annem, kararlı bir ses tonuyla. “Yaralısın, kalkmış burada çene çalışıyorsun. O koltuktan kalkmayacaksın.” “Tamam anne,” dedim ve koltuğa ilerledim. Koltuğa uzandığımda annem hemen yanıma gelerek yastık ve üzerime pike getirdi. Evi bir anda hastaneye çevirmişti. Neyse ki, onun bu hali beni rahatsız etmiyordu. “Suyuna gideyim de üzülmesin,” diye düşündüm içimden ve ses çıkarmadım. Yastığın yumuşaklığı ve pikelerin sıcaklığı beni biraz olsun rahatlattı. Annemin huzur bulması benim için her şeyden önemliydi. 🍁 GÜL Evin salonunda ailemle oturuyorduk. Babam elinde tabletiyle iş ile ilgili şeylere bakıyordu. Annem, gözlerini magazin dergisinden ayırmadan sayfaları çeviriyordu. Göktuğ ise muhtemelen odasındaydı ve PlayStation oynuyordu. Ben de elimdeki telefonla sosyal medyada boş boş geziniyordum. Aklım Gökçen’deydi; yedi aydır görevdeydi ve onu çok merak etmiştim. Bu akşam doğum günüm kutlanacaktı ve heyecan içindeydim. Abim Poyraz'ın ve nişanlımın gelmesini bekliyorduk. Kapı çalınca, evdeki yardımcı kız Sena kapıya ilerledi. “Abim gelmiştir!” diye düşündüm. Abim içeri girdiğinde herkese selam verdi ama suratındaki ifade beni rahatsız etti. Moralinin çok bozuk olduğunu fark ettim. Hızla odasına çıktı. İçimden bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettim. Yemek birazdan hazır olurdu ve ben de onun bu halini düşünerek endişelenmeye başladım. Abimin arkasından odasına çıktım. İçeri girince duşta olduğunu fark ettim ve yatağında oturup beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra abim duştan çıktı, beni görünce yanına geldi ve kafama bir öpücük kondurdu. “Abi neyin var, moralin bozuk gibi?” diye sordum. Abim sıkıntılı bir nefes verdi. “Bugün Gökçen geldi.” “Yaaa, çok şükür! İyi, değil mi abi? Dur, ben hemen arayım onu.” dedim sesimdeki coşkuyu saklayamadan. Telefonumu elime alıp devam ettim. “Onunla konuşabilirsin abi biliyorsun. Canını sıkma, her şey yoluna girecektir,” dedim onu rahatlatmaya çalışarak. "Beni dinlemiyor" dedi sıkıntıyla iç geçirerek. Elimdeki telefonu bırakıp abime döndüm. "Ben Gökçen'e haksızlık yaptım. Onu dinlemeden konuştum ve kalbini kırdım. Tanımak için hiçbir adım atmadım. Ama onu görünce sen ve Göktuğ benim için nasılsa, öyle duygular hissediyorum. Çok pişmanım Gül. Babam da annem de kızla asla iletişim kurmak bile istemedi. Tanımak adına adım bile atmadılar. Aksine Gökçen'in annesi, sana bir adım attı ve Gökçen'de sana adeta kucak açtı. Çok utanıyorum, suratıma bile bakmıyor Gökçen. Haklı da... " Abim konuşurken çok üzgün görünüyordu. Onu böyle görmek beni çok kötü yapsa da bu konuda haksızdı. Kıza neler neler demişti, konuşmak bile istemese haklıydı bence. Yine de abime üzülmeden de edemiyordum. "Bugün geldiğinde onunla yine konuşup özür dilemek istedim. Ama beni görmezden geldi. Onun yerinde ben olsaydım, çok daha kötüsünü yapardım. Her şeyi hak ettim. Bir de yaralıydı." Diye devam etti abim. "Neee abi yaralımıydı? Neyi vardı iyi mi? Hastanede mi?" "Hayır hayır abim korkma. Albaydan öğrendim ki kurşun omzunu sıyırmış. Evde merak etme." "Ahh çok şükür. Abi ben Gökçen'in yanına gitmek istiyorum. Bugün onunda doğum günü biliyorsun." "Biliyorum güzelim. Hadi gel yemek hazırdır. Seninkini kutlayalım da ben seni götürürüm olur mu?" "Tamam abi teşekkür ederim." Abimle sıkıca sarıldık ve birlikte salona doğru indik. Merdivenlerden inerken babamın bizi sarmaş dolaş görünce yüzünde beliren tebessümü gördüm. Ailemi çok seviyordum onların varlığı bana her zaman güven veriyordu. Ama Gökçen konusunda içimde bir kıvılcım yanıyordu; onlara karşı içten içe bir öfke de hissediyordum. Evin içinde Gökçen’in adı asla geçmiyordu. Bu konu sanki kimse tarafından duyulmamış gibi bir tabu haline gelmişti. Annemle babam, Gökçen ile yaşananları göz ardı ediyor gibiydiler. Salonda herkes yerleşince yardımcı kızlar masaya yemekleri yerleştirmeye başladı. Masadaki herkesin yüzünde benim doğum günüm olduğu işin bir mutluluk vardı. Bu mutluluğu görmek güzel olsa da Gökçen’in isminin geçmemesi beni kötü hissettiriyordu. Bazen ailemle bir arada olmanın getirdiği sıcaklığın yanı sıra anlaşılmadığım duygular da taşıdığımı fark ediyordum. Gökçen bence bu akşamki kutlamanın benimle birlikte önemli parçası olmalıydı ama kimse onu hatırlamıyordu. Abim içindeki pişmanlıkla boğuşurken, ben de kendi duygularımla baş etmeye çalışıyordum. Anneme de babama da içten içe kızıyordum. Kapı tekrar çaldığında Alihan gelmişti. Bu akşam doğum günüm olduğu için hep birlikte bir yemek yiyecektik. Salona girince, babam ayağa kalktı ve tokalaştılar. Poyraz abim ise çok korumacı ve şüpheci bir insan olduğundan, Alihan'a karşı hep mesafeliydi. Eminim ki bütün detaylarıyla Alihan'ı araştırmıştır. Ancak hakkında kötü bir şey bulsa, nişana zaten izin vermezdi. Kafa yapısı olarak anlaşamıyorlardı. Abime bu konuda ne zaman sitem etsem beni geçiştiriyordu. Alihan'la abimin arasının iyi olmasını gerçekten çok istiyordum. Herkes masaya yerleşince, yemek başlamıştı. Babam ve Alihan borsa hakkında sohbet ediyordu. Poyraz abimin ise onlara birkaç kez göz devirdiğini yakaladım. Alihan doktor olsa da, aile tarafından oldukça varlıklıydı. Babasının inşaat şirketi vardı ve Alihan'ın da başına geçmesini istiyordu. Pasta servisi gelene kadar ailem hediyelerini bana vermeye başladı. Herkesin yüzündeki mutluluk, bu anı daha da özel kılıyordu. Annem, parıldayan gözleriyle önce benim için seçtiği hediyeyi verdi; güzel bir elbise. Hemen onu elime alıp inceledim. Ardından abim Poyraz, elinde büyük bir kutu ile yanıma geldi. Kutuyu açtığımda içinden muhteşem bir saat çıktı. Gülümseyerek abime sarıldım. Göktuğ da en sevdiğim markadan parfüm almıştı. Ailem sırayla hediyelerini vermeye devam etti. Her biri çok pahalı ve özenle seçilmişti. Ama beni en çok etkileyen hediyeyi Alihan verdi. Şık bir kolye ile yanımda belirdi. Parlak taşları ve zarif tasarımıyla kolye dikkat çekiciydi. "Bu, senin ne kadar değerli olduğunu gösteriyor," dedi Alihan. Gözlerindeki sıcak bakışla. Hediyeleri incelerken artık dayanamadım ve aileme dönerek konuşmaya başladım. “Gerçekten çok teşekkür ederim, hepsi çok güzel ama bugün Gökçen'in de doğum günü. Onu arayıp hep birlikte onun doğum gününü de kutlayalım mı? Hem yedi aydır görevdeydi, bugün de dönmüş ve omzundan yaralıymış. Ona da moral olur,” dedim, heyecanla. Annem ve babam kaşlarını çatıp bana baktılar. Babam derin bir nefes alarak, “Kızım, ne görevi, ne yedi ayı, ne yaralanması?” diye sordu. Sesinde belirgin bir tedirginlik ve şaşkınlık vardı. Ahh, tabii ya! Ailem, Gökçen hakkında ismi dışında hiçbir şey bilmiyordu. Bu konu, sanki bir yasaklı kelime gibiydi; hiç açılmıyordu. Onların gözlerindeki şaşkınlık, içimde öfkeyi alevledi. “Baba, Gökçen asker, abimle aynı karargahta. Yedi aydır görevdeydi ve abimden öğrendiğim kadarıyla kurşunla omzundan yaralanmış ama iyiymiş, evdeymiş. Ben yemekten sonra izninizle yanına ziyarete gideceğim. Hem doğum gününü de kutlayacağım,” dedim, içimdeki heyecanı bastıramayarak. Bu sözlerim üzerine annemle babam arasında büyük bir şok yaşandı. Annem, gözleri genişleyerek, “Gökçen askermiş? Niye bizim haberimiz yok? Ayrıca siz görüşüyor musunuz?” diye sordu. “Tabii ki görüşüyoruz, neden görüşmeyecekmişiz? Hem de benim aram çok iyi. Annesiyle de görüşüyorum ben. Siz neden görüşmüyorsunuz? Neden tanımak istemiyorsunuz? Farkında mısınız, o sizin öz kızınız?” dedim, sesimdeki öfkeyi bastıramayarak. Annemin yüzündeki endişe daha da derinleşti. “Kızım, biz görüşsek sen gücenmez misin? Biz seni üzmeyi asla istemeyiz,” dedi babam, sesi yumuşak ama kararlıydı. “Baba, ben çocuk muyum? Bana sordunuz mu?” diye sesimi yükselttim. Bu çıkışıma hepimiz şaşırdı. Alihan'ın, “Sakin ol Gül,” dediğini duydum ama umursamadım. İçimde biriken öfke ve hayal kırıklığı, kelimelerime yansıdı. "Neden Gökçen'i tanımak istediniz diye size kırılayım ki? Gökçen'in annesi de beni tanımak istedi ve aramız da çok iyi bir ilişki var. Sık sık da konuşuyoruz biz. Gökçen, annesi benimle görüşüyor diye kırılıp gücendi mi? Aksine bu durumdan çok mutlu oldu ve o da beni kendi ailesinin içine aldı. Hayatımız eskisi gibi sanıyorsunuz ama hepiniz yanılıyorsunuz. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve siz bunu kabul edemiyorsunuz. Gerçi artık her şey için çok geç. Poyraz abim Gökçen'e çok ağır konuştu zaten, siz de hiç iletişime geçmeyerek ondan farksız bir şey yapmıyorsunuz. Artık Gökçen'i tanımak isteseniz bile, sizi tanımak istemez. Ben onun yerinde olsam sizin yüzünüze bile bakmazdım." Bu sözler, içimde biriken duyguların volkan gibi patlamasına neden olmuştu. Hayal kırıklığım ve öfkem bir yerlerde gömülüydü ama şimdi açığa çıkmıştı. Hızla masadan kalktım ve evden dışarı çıktım. Poyraz abim ve Alihan’ın da arkamdan geldiğini fark ettim ama onları umursamadım. Hızla arabama doğru ilerledim. 🍁 Yolda Gökçen’in evine giderken bir pastanede durdum. Ben meyveli pasta severdim ama Gökçen'in nasıl bir pasta sevdiğini bilmediğim için kararsız kaldım. Birkaç seçenek üzerinde düşündüm ama sonunda meyveli bir pastada karar kıldım. Pastayı alıp arabama bindim ve yola devam ettim. Özgü Hanım’ın evinin önünde durduğumda heyecanım arttı. Kapıyı çalmak için yukarıya çıkıp zile bastım. Kapı açıldığında, Özgü Hanım beni görünce çok şaşırdı ve ardından büyük bir sevinçle boynuma sarıldı. "Kızım hoş geldin! Geç, geç, çabuk kapıda kalma," diye beni içeri çekiştirdi. Gülümseyerek içeri adım attım ve elimdeki pastayı ona uzattım. Artık öğrendiğim gibi, kenardaki terliği alıp ayağıma geçirdim ve içeri girdim. İçeri girdiğimde, Gökçen salondaki koltukta uzanıyordu. Üzerinde bir örtü vardı ve uyukluyordu. Sessiz adımlarla yanına gidip oturdum. Elimi elinin üzerine koydum. Gökçen yavaşça gözlerini açtı ve bana gülümsedi. Göz rengi, Poyraz abimle aynıydı; hatta bakışları bile. Aynı anda birbirimize "Doğum günün kutlu olsun," dedik ve gülüştük. Yavaşça üzerine eğilip omzuna dikkat ederek ona sarıldım. Bu sırada Özgü Hanım salona girdi. Bizi böyle görünce hıçkırdığını duydum. Bu kadın da benim gibi sulu gözdü. Hemen yanıma gelerek bana sarıldı ve doğum günümü kutladı. "Gül, kurtar beni! Annem beni bu kanepeye bağladı resmen, imdaaat!" diye bağırdı Gökçen. Ama annesi az bile yapıyordu, sonuçta yaralıydı. "Hiç bana bakma Gökçen, yaralısın ve o koltuktan kalkılmayacak," dedim gülümseyerek. "Annemle aynı cümleyi kurdun Gül" dedi ve tebessüm etti. Özgü hanım ile gerçekten çok benziyorduk. Dış görünüşümüz zaten aynıydı ama huylarımız da aynıydı. Gökçen'in cümlesi üzerine Özgü hanım ile göz göze geldik ve bana sevgi dolu bir gülümseme gönderdi. Pastaları kesip yemiştik, uzun uzun sohbet edip bolca kahkaha atmıştık ki kapı çaldı. Gökçen, "Timim gelmiş olabilir. Gül, zaten seni bizimkilerle tanıştırırım diye düşünüyordum. Eminim onları çok seveceksin. Çok iyi insanlardır," dedi. Ben de başımı sallayarak onu onayladım. Aslında benim pek arkadaşım yoktu; bu yüzden Gökçen’in arkadaş çevresiyle tanışmak heyecan vericiydi. Özgü Hanım kapıyı açmaya giderken ben adım sesleri ile kapıya doğru baktım ve gözlerimi büyütmekten kendimi alamadım. Gelenler ailemdi!
|
0% |