Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@ebrumelek

Sabah gözlerimi açtığımda, dünün aksine kale ve bahçe çok sessizdi. Akşamki eğlenceden sonra insanlar hâlâ uykuda olmalıydı. Bir saat süren sporumu odada yaparak saçma elbiselerden birini giydim ve mutfağa indim. Kahvaltı saatini kaçırmıştım çünkü terimin soğumasını istememiştim.


Mutfakta çalışan kızlar ve başlarında onlara emirler yağdıran orta yaşların sonunda bir kadın vardı. Benim içeriye girmemle sessizlik oluştu. Hiçbiri İngilizce bilmediği için sadece gülümseyerek yiyeceklerin olduğu bölüme gidip bir somon ekmeği aldım. İçine tuhaf görünümlü peyniri koyarak tabureye oturup yemeğe başladım. Kızlar şaşkınlığını atmış olacaklar ki içlerinden adının Lili olduğunu duyduğum pembe elbiseli diye aklımda kalan kız, bakır bir bardağa çay doldurarak bana uzattı. Oldum olası bitki çaylarını hiç sevmezdim. Burada da siyah çay tüketmiyorlardı. Resmen çaysızlık krizim tutmuştu. Türk kahvesi de doğal olarak yoktur diye düşünüp mecbur bitki çayını aldım ve içmeye başladım. Yüzümü buruşturarak içmeye devam edince, yaşı büyük olan kadın bana çay getiren kıza kızmaya başladı. Şimdi ben derdimi nasıl anlatabilirdim diye düşünürken Ewan'ın mutfağın kapısında sesini duydum. Hemen yerimden kalkıp mutfaktan çıktım ve Ewan'ın kolundan tutarak mutfağa çekiştirdim. Şaşkınca mutfağa gören Ewan ile kadınlar oldukça gerilmişti.


"Şimdi söylediklerimi çevir. Siyah çay veya kahve çekirdeği var mıymış?" Ewan şaşkınca bakmaya son vererek bir tepki gösterdi ve kahkaha atmaya başladı. Mutfaktaki diken üstünde olan kızlar, onun kahkahasıyla biraz gevşemişlerdi.


"Gerçekten bir leydi değilsin değil mi?" Diye sorduğunda ben de gülümsedim. Sonunda anlamıştı.


"Türk'üm ben. Başka bir şey değil" dedim.


"Seni tanıdıkça diğer Türk'leri oldukça merak ediyorum."


"Hadi çevirsene" dedim sabırsızca.


"Tamam çeviririm ama bana bir iyilik borçlu olursun" dediğinde kafa salladım.


"Eğer istediklerim varsa o zaman iyilik borçlu olurum" Şu an bir bardak çay için her şeyi yapardım. Ewan dediklerimi çevirdiğinde, kızlar telaşla kileri karıştırmaya başladı. Uzun uğraşlar sonucu bir kavanoz siyah çayı eline aldığında, resmen zıplayarak kıza yaklaşıp elinden kavanozu çektim. Kapağını açıp kokladığımda gülümseyerek kıza baktım ve tencerelerin olduğu kısıma ilerledim. Bu zamanda cam veya porselen kullanılmıyordu. Belki başka ülkelerde kullanılıyordu ama bu kalede, bakır bardaklar ve tabaklar vardı. Tencereleri karıştırıp çaydanlığa en benzeyen iki tane kabı aldım ve birine su doldurup yanan ocağın üzerine koydum. Diğerine çaydan ekleyip mutlulukla tabureye oturdum.


"Söyle rahatsız olmasınlar işlerine devam etsinler. Sen de gidebilirsin" Ewan söylediklerimle gitmek yerine yan tabureye oturup benim gibi beklemeye başladı.


"O kadar heyecanla yaptığın şeyi içmeden gideceğimi düşünmedin herhalde" diyerek kollarını bağlayıp oturmaya devam etti. Onun varlığında mutfaktaki tüm kızların sakarlığı tutmuştu. Su kaynayınca gidip çayı demledim ve tabureye geri dönüp oturmaya devam ettim.


"Ee daha ne kadar bekleyeceğiz?" Kolumdaki saatime bakıp cevap verdim.


"15 dakika yeterli" Ewan'da saatime bakıyordu.


"O kolundaki bir saat mi?" Şaşkınca sorduğu soruyla göz devirdim. Alışkanlık gereği sürekli saate bakıyordum.


"Evet son teknoloji dünyada sadece bir tane var" dediğimde Ewan'ın az önceki tatlı gülümsemesi sönmüştü. Cevap vermesini beklemeden ayağa kalkıp bardakları hazırladım. Bir bardakta albaya götürecektim. Çay demlenince bardaklara koyarken Ewan'a seslendim.


"Sorsana siyah çayları var neden hiç yapmıyorlar?" Ewan mutfaktaki yaşı büyük kadına cümlemi çevirip cevabını aldı.


"Bir tüccardan almışlar ama onlar senin gibi pişirmemiş. Beyimiz beğenmediği için bir daha yapmamışlar" bardağın birini Ewan'a uzatıp kendi bardağımı da alarak içmeye başladım. Yanii biraz acıydı ama gideri vardı. Birazcık şeker atarak içmeye devam ettim sonuçta bir Karadeniz çayı değildi. Resmen mest olmuştum içerken. Ewan'da benim gibi şeker atarak içmeye başladı. Beğendiği surat ifadesinden belliydi.


"Tadı acı ama garip bir şekilde kendini içiriyor" diyen Ewan'ı mutfakta bırakıp albaya da çay doldurup odasına yürüdüm. Arkamdan Ewan'ın kahkahasını duymuştum yine. Merdivenleri çıkarak odasının önüne geldim ve kapısını tıklattım. Ses gelmeyince, koridordan geçen bir nöbetçiye albayın yerini sordum. Dougal uyuzunun çalışma odasında olduğunu söylediğinde huzursuzca adımlarımı oraya çevirdim.


Çalışma odasının kapısına geldiğimde içeriden sesler geliyordu. Kalabalık olduğunu anlayarak girmesem mi diye tereddüte düştüm. O esnada açılan kapı ile içeridekilerle göz göze geldim. Mor kilti olan ve dünkü müsabakalarda gördüğüm bir savaşçı odadan çıkıyordu. Bana gülümseyerek kafasını eğen adam 'merhaba leydim' dedi. Kazananlardan biri olduğunu hatırlayıp ben de ona selam verip kafamı çevirdim ve Dougal gıcığıyla göz göze geldik.


"Tuğra kızım" diye seslenen albaya bakarak gülümsedim ve odaya girerek elimdeki bardağı ona uzattım. Onur albay bardaktakinin çay olduğunu anlayıp kocaman gülümsedi. Odadaki herkes albayın gülümsemesiyle oldukça şaşkın duruyordu.


"Bunu nereden buldun?"


"Üzümünü ye bağını sorma" diyerek gülümsedim. Dougal'ın bir baş hareketiyle odadaki herkes dışarıya çıkmıştı.


"Oğlum bundan sen de denemelisin çok güzeldir" diyerek çayını içmeye başladı. İçmek istiyorsa kendi gidip mutfaktan alabilirdi.


"Görüşürüz kom, Quany" diyerek kapıya yürüdüğümde Dougal'ın sert sesini duydum. Emir vermeye o kadar alışmıştı ki adam resmen cümle kuramıyordu.


"Dur!" Arkamı dönüp sinirli bir şekilde ona baktım. Masasının çekmecesini açarak, yanımda getirdiğim bir paket çikolatamı çıkartıp masanın üzerine sertçe bıraktı. Sahi benim bir çikolatam vardı.


"Bunu bana açıklayın!" Sesinde adeta öfke vardı. Kısa bir an albayla göz göze geldik.


"Eşyalarımı sorgulama ve karıştırma hakkın yok!" Diyerek birkaç adımla masaya yöneldim ve uzun paketli çikolatayı almaya yeltendim. Ancak Dougal, hızla çikolatayı eline alarak üzerini incelemeye başladı.


"İngilizce, Osmanlı'ca ve Latin alfabesiyle başka bir dil daha yazıyor. İçinde gıda maddeleri var. Bu bir tür yiyecek mi?" Osmanlıca sandığı şey aslında Arapça, Latin alfabesiyle olan dil ise Türkçeydi. Bildiğin milka çikolataya adam uzaylı muamelesi yapıyordu.


"Evet bir yiyecek o, alabilir miyim?" Diyerek elimi uzattım. Dougal, kararmış bakışlarıyla bana bakmaya başladı.


"Bu nasıl bir yiyecek merak ettim doğrusu. Ayrıca o üzerindeki sayılar ne?" Son kullanma tarihinden bahsediyordu. Kıvırmak için yapacağım tek şeyi yaparak hızla uzanıp elindeki paketi çektim ve paketini açtım. İçinden çıkan çikolataya uydurabileceğim tek kılıfı uydurmaya başladım paketi açarken.


"Birçok ülke gezdim. Onlardan birinden almıştım, buyur. El fenerimi de geri istiyorum" diyerek bir dilim çikolatayı uyuz Dougal'a uzattım el mecbur. Bir dilimde komutana uzatıp bir dilimi elime aldım. Gözlerimi kapatıp minik minik çikolatayı yemeye başladım. Paketini de elime aldım, yakacaktım.


"O uzun metal şeyden bahsediyorsan o ben de kalacak. Ayrıca bu bir çikolata türü mü? İçinde fındık var" diyerek tek lokmada midesine indirdiği çikolatanın arkasından konuşuyordu. Öyle löp diye yenir mi son çikolatam! Albay da çay, çikolata oh sayemde keyfi yerindeydi valla. Dougal'ın jelatininde olan geri kalan çikolataya baktığını görüp elimle kendime iyice yaklaştırdım. Ona daha yoktu. Alanna için de ayırıp gerisini mideme gönderecektim.


"Evet" dedim kısaca ve minik minik yemeye devam ettim. Ağzımdan tadı hiç gitmesin istiyordum. El feneri konusunda daha sonra konuşurdum.


"Behlül kaçar komutanım" dedim Türkçe, Dougal'ı umursamadan.


"Tuğra" diyerek albay beni durdurdu. Tekrar arkamı dönerek onlara baktım. Şu odadan bir çıkamamıştım.


"Dün akşamki olayda çok dikkat çektin. Bütün savaşçılar seni tanımak istedi ve yanımdakine seni sordu. Dikkat çekmek istemiyorsan kimseyle dövüşme!" Türkçe konuşan albayla gülümseyip Dougal'a baktım. Ne konuştuğumuzu anlamıyordu ya uyuz oluyordu.


"Emredersiniz komutanım" diyerek odadan çıktım. Arkamdan Dougal albayı istediği kadar sıkıştırıp ne konuştuğumuzu sorabilirdi. Uyuz olması çok hoşuma gidiyordu. Kendini beğenmiş kibirli lord bozuntusu!!


🌿


Müsabakaların başlamasıyla herkes yerlerini almıştı. Bugünkü düellolar, düne göre daha sert geçiyordu. Düellolar hızla bittiğinde, bugün çalışma odasına girerken denk geldiğim mor kiltli savaşçı ile kızıl saçlı bir savaşçı kalmıştı. Yarın ikisi final maçına çıkacaktı. Evan ise maç sırasında mağlup olmamış ama kolunu incittiği için 2. Maçına çıkamamıştı. Cora denilen kız ise maç boyu Dougal'ın yanından yine hiç ayrılmamış, Alanna'yı resmen delirtmişti. Herkes dağılırken ben albayın yanında kaleye yürüyordum. Onun klanından biri telaşla yanımıza gelip kendi dillerinde bir şeyler söyledi. Albayında yüzünde telaş oluşmuştu.


"Komutanım sorun ne?"


"Kızım acil klanıma dönmem gerekli"


"Ama daha müsabakalar bitmedi!"


Tuğra" diyerek durdu albay ve Türkçe konuşmaya başladı.


"Ben uzun yıllardır buradayım biliyorsun. Türkiye'de bekar bir adamdım. Burada geçen yıllarda, Kylie adında bir kadınla tanıştım. Yakında klanımın hanımı olacak yani biz evleneceğiz." Oldukça şaşırmıştım. Aslında şaşırmam doğru değildi çünkü 10 yıldır burada yaşıyordu.


"Anladım komutanım. Gitmeniz o sebeple mi?"


"Buraya gelirken Kylie'i de getirecektim ancak rahatsızdı. Durumu kötüleşmiş diye haber aldım hemen dönmeliyim. Yine görüşeceğiz Tuğra o zamana kadar kendine dikkat et." Diyerek yanımdan hızlı adımlarla ayrıldı.


Loading...
0%