Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@ebrumelek

Kahvaltı oldukça sessizdi çünkü pek kimse yoktu. Dougal, albay, Alanna, birkaç asker ve biz vardık sadece. Neredeyse dolu olan yemek salonunda sandalyeler boştu. Baskında ölen 20 savaşçı, hala yaralı olan Ewan dahil 16 savaşçı vardı. Geri kalanlar da, ya ailesinin yanında ya da yaralılarla ilgileniyordu. Buradaki halkın birbirine bu kadar düşkün olması beni şaşırmıştı açıkçası.

"Hadi amca odama geçelim" diyerek ayağa kalkan Dougal ile ona bakmadan yemeğime devam ettim.

"Tuğra, siz de gelin" diyen albayla, kaşığımı bırakıp bakışlarımı albaya çevirdim.

"Klanı korumakla ne kadar iyi olduklarını gördün oğlum. Hem sana onlarla ilgili açıklamak istediğim bir konu var" dediğinde şu evlat konusunu açacağını anladım. Dougal ise sanki bizim hakkımızda bir bilgiye sahip olacağını öğrenmenin mutluluğunu yaşar gibi tebessüm etmişti. Amma da taktı kafayı bize ya!

"Peki, gidelim o halde" diyerek kibirli kibirli önden yürümeye başladı. Arkasından taklidini yapmamak için kendimi zor tuttum ama Emir tutamamış gibi ağız hareketinin taklidini yapınca elimle ağzımı kapattım gülmemek için. Neyse ki başka kimse fark etmemişti. Hep birlikte çalışma odasına doğru yürümeye başladık.

İçeriye girdiğimizde, Dougal hemen kendi sandalyesine rahatça kurularak oturmuştu. Albay, ben, Melek ve Emir'de oturduğunda, Dougal bakışlarını sırayla bizde gezdirdi.

"Saldırı konusundan önce söylemek istediğim bir şey var" diye söze girdi albay.

"Neymiş o?"

Albay derin bir nefes alarak bana döndü.

"Tuğra'nın meşru çocuğum olduğuna dair belgeyi hazırladım" haberini daha yeni vermişti ancak belgeyi çoktan hazırlamıştı bile. Önceden düşünüp planlanmıştı bunu demek ki.

Dougal, şaşkın bakışlarla bir bana bir albaya bakıyordu.

"Quany sen ne dediğinin farkında mısın?" Sertçe konuşmasından albay hiç etkilenmiş gibi değildi. Ayrıca ona amca yerine ilk defa adıyla seslenmişti.

"Gayet farkındayım oğlum. Tuğra, öz kızım olarak kayıtlara geçecek" ağzımızı bile açmadan dinliyorduk. Emir, Dougal'ın tepkisine dayanamayıp alaycı bir gülüş göndermişti. Melek ve ben ifadesizdik.

"Peki bu doğru mu? Kylie'nin bundan haberi var mı?"

"Kylie kim?" Diye araya girdi Emir. Dougal, direkt Emir'e dönmüştü.

"Daha evleneceğin kadını tanımıyorlar bile. Söylesene amca bu gerçekten doğru mu? Tuğra senin kızın mı?"

"Hayır doğru değil" diyen albaya şaşkınlıkla baktım. Ne yani Dougal'a da yalan söylemeyecek miydi?

"Bu sayede güvende olabilecekler" diye devam etti albay. Dougal ise sinirle ayağa kalktı ve ileri geri yürümeye başladı. Adam gerçekten çok yakışıklı da olsa şu giydikleri kiltler hâlâ bana tuhaf geliyordu ve sinirle yürüdüğünde aslında sevimli ve komik duruyordu. Bu adam mı bütün Britanya'ya korku salıyordu yani? Huysuzun tekiydi.

"Neden bu insanları koruyorsun amca. Kim onlar, hangi ülkeden geldiler? Türk olduklarını söylüyorlar ancak Osmanlı'dan değiller. İlk geldiklerinde üçünün de kıyafetinde kırmızı beyaz renkte ay yıldızlı sembolleri vardı. Böyle bir ülke sembolü görmedim. Onlar bir şey söylemiyor sen söyle. Her şeyi anlatın artık yoksa beni karşınızda bulacaksınız" gerçeği neden bu kadar merak ediyordu anlamıyorum. Bu kadar kontrol manyağı olmasına gerek yoktu.

"Zamanı gelince her şeyi anlatacağım. Şimdi sadece bana güven oğlum"

"Hayır amca, hemen şimdi her şeyi, saklamadan bana anlatacaksınız. Kimlere yardım ettiğimi, evimde misafir ettiğimi bilmeye hakkım var!"

"Biz masumlara zarar vermeyiz. Bizden korkacağın bir durum yok" Ah Emir adam zaten sinirli böyle mi söze girilir. Emir'in bu cümlesiyle albay uyarır gibi Emir'e baktı ama artık çok geçti. Çünkü Dougal tüm öfkesiyle Emir'e dönmüştü.

"Sizden korkmuyorum. Ben hiçbir şeyden korkmam. Evimde kimi barındırdığımı bilmek istiyorum sadece" O kadar öfkesine rağmen gayet mantıklı cevap vermişti Dougal. Ayrıca hiçbir şeyden korkmam diyordu ama bilinmezlikten korktuğunu söylemişti bana.

"Şu Connor işini halledelim bu konuyu konuşacağız" diyen albaya baktım. Gerçekten her şeyi anlatacak mıydı yoksa oyalamak için mi böyle söylüyordu?

"O iş halloldu bile" diyen Dougal'a şaşkınca baktım. Ne demek halloldu? Albay da benim gibi ağzı açık Dougal'a bakıyordu ki benim içimden verdiğim tepkiyi verdi.

"Halloldu da ne demek?"

"Kuzey'de ki dostlarımız bana en yetenekli 10 savaşçısını gönderdi. Kendi 15 savaşçımla birleştirip Connor'un su kaynağını yok etmek için yolladım gece. Biliyorsun kalesi su konusunda sıkıntı yaşıyor ve tek bir kaynağa bağımlılar. Uzun süre askerleri su problemi çekecek. Bu planlarımın ilkiydi" Dougal'ın sözlerinden sonra onu kafamda bir daha tarttım. Onum yerinde başkası olsa, Connor'un yaptığı gibi kaleye baskın yaparak intikamını alırdı ama bu yol çok kanlı olurdu. Kendi adamlarından da kaybedebilirdi üstelik. Ama Dougal, zekice adım atıyordu. Bu da sadece güç ile büyük bir lider olamayacağını herkese kanıtlıyordu zaten. Adam, zekasını gücüyle birleştirip bu konuma gelmiş olmalıydı. Acaba Connor denilen adamla kişisel meseleleri neydi?

"Demek o yüzden böyle rahatsın sen, anlamalıydım" diyen albay, tedirgince bakışlarını bize cevirdi ve sırayla hepimize baktı. Ben de bakışları biraz fazla oyalandı ve tekrar Dougal'a baktı. Hadi artık ne olacaksa olsun! Bakışmaktan sıkıldım

"Evet, o işi düşünmene gerek yok amca. Şimdi gelelim asıl meselemize. Her şeyi anlatın" her şeyi anlatın kısmını bastıra bastıra söylemişti.

"Önce onlarla konuşmalıyım izninle" dedi albay. Dougal'ın yüzünde mimik dahi oynamamıştı ama sinirden çenesindeki damarın hareket ettiğini yakalamıştım.

"Ona söylemek zorundayız" albay bize bakarak Türkçe konuştu. Dougal sinirden gülmeye başladı.

"Komutanım bizi yakarlar cadı diye. Böyle bir şeyi söyleyemeyiz" Emir bu ara her şeye muhalefetti çünkü burada kapana kısılmış hissediyordu. Onu çok iyi anlıyordum.

"Emir komutanım başka çaremiz yok adamı duydun" Ben sadece onları dinliyor, arada Dougal'la göz göze geliyordum. Nedense biz kendi aramızda konuşurken Dougal sadece bana bakıyordu ama ben sohbete bile katılmıyordum ki. Adam bana taktı derken haklıydım işte!

"Böyle sinirli olduğuna bakmayın çok mantıklı bir adamdır Dougal. Bizi yarı yolda bırakmaz. Hem babası benim yakın dostumdu ve sırrımı biliyordu."

"Komutanım mantıklı bir adamsa bu mantık dışı olaya nasıl inanabilir?" Emir'in bu sözü mantıklıydı.

"Bence söyleyelim komutanım" dedi Melek.

"Bence asla söylemeyelim ve kendimizi bir sene izole edip yaşayalım. Zamanı gelince mağaraya gelip kendi zamanımıza döneriz" Emir bu sözü söyleyip benim fikrimi sorar gibi bana bakınca, albay ve Melek'te bana döndü.

"Hiç bana bakmayın ne yaparsanız yapın ben Alanna'ya anlattım bile" diyerek Dougal'a baktım. Söylediklerim içinde Alanna kelimesini seçtiğinde yüzünde meraklı bir ifade belirdi.

"Özel küçük toplantınız bittiyse anlatın artık" diyerek söze girdi. Babasından gizli bir şey yapmış da yakalamış küçük çocuklar gibi öylece ona bakıyorduk. Her şeyi geçtim albay bile resmen bize uymuştu ve kalede herkesin korktuğu adam, ezik büzük duruyordu. Dougal'ın ise artık sabrı kalmamıştı.

"Tamam anlatacağız" diyerek söze başladı albay. Artık zurnanın zırt dediği yerdeydik.

"Bu söylediklerimiz sana deli saçması gelebilir ama sözümü kesmeden dinleyeceksin. İnanıp inanmamak sana kalmış" diye devam ettiğinde, gözümü kırpmadan Dougal'ın tepkilerini inceliyordum. Emir, ayağının birini diğerinin üstüne atarak kolunu omuzuma attı ve beni kendine çekti. Sanki bu olanlar umurunda değilmiş gibiydi. Dougal, anlık bakışlarını albaydan çekip Emir'in omzumdaki koluna ve aramızdaki yakınlığa baktı ama hemen bakışlarını albaya çevirdi.

"İnanmayacağım ne olabilir ki? Bu hayatta güvendiğim 3 insandan biri sensin amca" dedi Dougal.

Albay, derin bir nefes aldı. Çalışma odası tamamen sessizdi.

"Biz gelecekten geliyoruz oğlum!"

Sessizlik devam ediyordu...

Dougal, hiçbir tepki vermeden devam etmesini bekler gibi bakmaya başladı.

"Ben, 1971 yılında İstanbul adı verilen bir şehirde dünyaya geldim. Soyum Türk. Meslek olarak askerliği seçtim ve albay rütbesine kadar geldim. Bir gün bir operasyon sırasında bir mağaraya girdim ve mağaradan çıktığımda kendimi burada, bu zamanda buldum. Baban, sırrımı biliyordu ve geri dönüş için benimle birlikte araştırmalar yaptı" dediğinde, Dougal ilk tepkisini vermişti ve değişik bir ifadeyle gülmüştü. Hadi lan oradan der gibi.

"Siz de mi gelecekten geldiniz?" Diyerek bana döndü. Gözlerinde alay vardı.

"2026 yılından geldik" dedim net bir sesle. Emir kolunu omzundan çekerek arkasına yaslanmıştı.

"Siz kafayı mı yediniz. Hadi bunlar deli, normal hareketleri yok ama amca sana ne oluyor?" Diye en sonunda beklediğim tepkiyi verdi Dougal.

"İnanması güç oğlum ama gerçek bu" dedi albay. Dougal'ın yerinde ben olsam ben de inanmazdım böyle bir saçmalığa elbette.

"İspat edebiliriz. Bir sürü kanıtımız var" dediğim an Dougal yine bana baktı.

"O ışıklı metal gibi mi kanıtlar Tuğra?" El fenerinden bahsediyordu.

"Evet el feneri gibi, hatta ondan da iyi kanıtlarım var"

"Gösterin o halde?" Dedi sandalyesinde arkaya yaslanarak.

Ayağa kalkarak albaya baktım izin istercesine. Gözlerini kapatıp açtığında, odadan çıkıp kendi odama yürüdüm ve çantamı alarak geri çıktım. Tekrar çalışma odasına döndüğümde, Dougal elimdeki çantaya bakışlarını sabitlemişti. Yanına kadar giderek masanın üzerine çantamı bıraktım ve fermuarını açmaya başladım. Dougal, hayretle fermuara bakıyordu. Fermuarı açınca, silahları es geçerek alttaki kağıtlardan önce timimle olan resmimizi çıkardım ve masanın üzerine bıraktım.

Dougal, önce bana sonra masadaki resme bakarak elini uzattı ve resmi eline aldı. Bir adım geri çekilip sindirmesi için ona zaman tanıdım. Odada herkes sessizdi.

"Bu ne böyle?" Diyerek ilk tepkiyi verdi.

"Böyle detaylı ve kusursuz resmi kim çizebildi. Ayrıca neden çıplaksın?" diye devam etti. Emir sinirlenmişti ve Melek anında elini Emir'in elinin üzerine koyarak onu durdurdu.

"Onun ismi fotoğraf. Bizim zamanımızda ânı ölümsüzleştirmek için kullanılan bir araç. Resim gibi düşünebilirsin ama çizilerek yapılmıyor" dedi albay.

"Bu kıyafetler, bu yer!" Diyerek düşüncelerini dile getiren Dougal ile çantamdaki sinema biletini çıkartıp masaya koydum ve tarihi işaret ettim. Ardından mataramı çıkarttım ve üzerindeki 'Tuğra Duman, Pençe, 2025' yazan yazıyı gösterdim.

"Pençe, bizim timimizin adı." Diye eklediğimde, Dougal resmi bırakıp gösterdiklerime sırayla bakıyordu. Künyemi boynumdan çıkartıp onu da masaya bıraktım.

"Tuğra Duman, A Rh +, 15.05.2002" yazıyordu.

Uzun süre odada sessizlik olmuştu. Biz Dougal'a, Dougal ise eşyalara bakıyordu. En sonunda rahatsız edici sessizliği bozdu.

"Bana biraz zaman verin" albay bunu bekliyormuş gibi anında ayağa kalkıp elini omzuma koydu ve hafif sıktı.

"Biz çıkalım çocuklar" dediğinde, silahları göstermeden masaya koyduğum eşyaları çantaya geri koymaya başladım. Künyemi de alıp boynuma astığımda Dougal'ın bakışları boynuma düştü.

Emir ve Melek direkt kapıya yönelmişti bile. En son ben de kapıya ilerledim ve Dougal'a son bir bakış attım. Şaşkınca boş masaya bakıyordu. Kapıyı arkamdan kapatıp çıktım.

Odaya döndüğümüzde Emir'in sinirli sesini duydum. Albay Ewan'ın yanına gitmişti.

"Size söylemiştim bunu yapmayacaktık. O adama hiç güvenmiyorum"

"Albay onu tanıyor. Bunu bunca yıldır saklayıp şimdi söylediğine göre vardır bir bildiği Emir. Bence akışına bırakmalıyız."

Emir ve Melek kendi aralarında tartışırlarken, yatağıma oturmuştum bile.

"Göktürk komutan, Yusuf ve Kadir abi kesin kafayı yemiştir. Lanet olsun burada adamı inandırmaya çalışıyoruz."

"Tamam artık olan oldu yapacak bir şey yok. Melek'in de söylediği gibi albayın vardır bir bildiği, sonuçta 10 sene burada yaşayan o" diyerek konuşmaya nokta koydum.

"Ben bir Ewan'ı kontrol edeceğim, görüşürüz" diyen Melek'in arkasından baktım. Üzerindeki kahve tonlarındaki elbiseyle sanki buralı gibi duruyordu. Uyum sağlaması Emir'den daha iyiydi.

"Ne düşünüyorsun?" Diyen Emir'e döndüm.

"Çay var mutfakta inip yapalım mı?" Dediğimde Emir, bana kafayı sonunda kırmışım gibi bakıyordu.

"Ne? Yapacak başka bir planın var mı? İstersen bowlinge, sinemaya falan gidelim. Emir, kabul etmek istemesen de bir süre burada yaşayacağız ve eve dönene kadar bunu değiştiremeyiz. En azından biraz daha sakin olsan?"

"Çabaladığımı inkar edemezsin!" Emir'e alayla bakıp devam ettim.

"Hadi geliyor musun mutfağa? Malzemeleri bulursam belki sana tiramisu da yaparım?" Emir'in işte şimdi keyfi yerine gelmişti. Sevinçle ayağa kalkıp yanıma geldi ve elini omuzuma attı.

"Buyurun leydim" dediğinde kahkahama engel olamamıştım. Kapıya doğru yürüdüğümüzde, kapı biz açmadan açıldı.

Kapıdan giren Dougal'a şaşkınlıkla baktım. O da aynı şaşkınlıkla Emir ve bana bakıyordu. Sanki kabahat işlemişiz gibi hissedip Emir'den ayrıldım.

"Lordum?"

"Yalnızsındır sanıyordum. Biraz konuşabilir miyiz diyecektim" dedi. Bizi gördüğü an bakışlarını bizden çekerek odayı incelemişti.

"Ee tabi konuşabiliriz elbette" diyerek Emir'e baktım. Mesajı almış gibi kapıya yürüdü.

"Beni nerede bulacağını biliyorsun" diyerek Dougal'ın yanından geçti ve odadan çıktı.

Dougal, yavaş adımlarla odaya girdi ve aramıza mesafe koymayı da ihmal etmedi.

"İznin var mı?" Diye sorduğunda neden bahsettiğini anlamadan bakmaya başladım.

"Odaya girmeme iznin var mı?" Adam kapının girişinde bekliyordu hâlâ.

"Elbette buyur" diyerek pencerenin kenarındaki sandalyeyi işaret ettim. Benim odam bu kadar küçük müydü ya? Ya da Dougal'ın heybetli görüntüsü yüzünden mi bana küçük gelmişti şimdi?

Dougal sandalyeye oturduğunda, az önce Emir'in oturduğu sandalyeyi tuttum ve tam karşına çekerek ben de oturdum. Dougal pencereden dışarıya bakarak kendi topraklarını inceliyordu.

"Sizin zamanınızda nasıl bilmiyorum ama burada sevgilin dahi olsa aynı odada bulunmanız hoş karşılanmaz."

"Alanna söylemişti ama bizim zamanımızda durum farklı olduğu için çoğu şeye alışmamız zaman alacak" dedim.

"Alanna'ya anlatmıştın değil mi?" Dougal, sandalyeye oturduğundan beri bana bir kere bile bakmamıştı. Sanki ilk defa gördüğü bir bahçeye bakıyor gibiydi. Halbuki kendi bahçesine bakıyordu alt tarafı ne olabilirdi ki? Onun gibi ben de bakışlarımı pencereden dışarıya çevirdim. Karşıda inek sürüsü geçiyordu. Demek inekler benden daha çok ilgisini çekiyor.

"Evet Alanna biliyor" dedim onun gibi ineklere bakmaya devam ederek. Heh harika, bir inek tuvaletini yapıyor.

"O mağaraya geri dönmek için gitmiştin değil mi?" Dediğinde kafamı salladım ama adam bana bakmadığı için anlamadı ve sesli olarak 'evet' dedim.

"Geri dönüş yolu senede bir kez açılıyormuş albayın söylediğine göre. O geri dönmek istemediği için 10 senedir burada. Bizi misafir etmeni bu yüzden istemişti" Dougal bir süre sessiz kaldı ve kafasını bana çevirip saçlarımda oyalandı.

"O fotoğrafta saç renginde böyle sarı tutamlar yoktu. Bir tür boya mı bu?"

"Evet" diyebildim çünkü Dougal hâlâ saçlarımı inceliyordu. Rahatsızca bakışlarımı tekrar pencereden dışarıya çevirdim. Üzerimde oyalanan gözleri sonunda benim gibi pencereye dönünce, çaktırmadan ona baktım. Düşünceli görünüyordu.

"Evinize dönene kadar misafirimsiniz. Sağ salim dönmeniz için elimden geleni yapacağım. Bana yapılan iyiliği de kötülüğü de unutmam ben. Albayınızın dediği gibi meşru çocuğu olmanda desteğim sizinle olacak. Benim kabul etmemle, seni, bütün klan liderleri ve kral kabul etmek zorunda kalırlar. Gidene kadar dedikodulara karşı güvende olursunuz." Cevap vermeden yine kafamı salladım ama bu sefer sesli dile getirmek istemedim.

Bir süre daha sessizlik odaya hakim oldu. Dougal'ın ne düşündüğünü merak ediyordum ama hiç açık vermiyordu. En sonunda aramızdaki sessizlik bozuldu.

"326 yıl sonrası... Her şey oldukça değişmiştir" dedi ve ben yine kafamı salladım.

"Oldukça fazla değişik" dedim. Ona yanlış bir bilgi vermemeliydim. Dünya tarihine olan özel ilgim sayesinde, diğerlerinden daha fazla şey biliyordum ve yanlış bir bilginin, ülkem için dezavantaj bir durum oluşturmasını istemiyordum. Kelebek etkisi oluşmasına izin vermezdim.

"Kadınların asker olması, özellikle senin gibi komutan olarak erkeklere üstün gelmesi zaten en büyük değişiklik olmalı. Kraliçe bile burada yönetimde erkekler tarafından maşa olarak kullanılır" tarihte hep tartışmaları yapılan konuya değinmişti. Maalesef kadınların söz hakkı bu zamanda yoktu. Kraliçe bile olsan...

"Kadınların hakları çok daha fazla."

"Buraya, gidiş tarihinize kadar güvenle misafirim olabilirsiniz demek için gelmiştim. Vakit ayırdığın için teşekkürler Tuğra" diyerek ayağa kalktığında, ben de sandalyemden kalktım. Kapıya yürüyen Dougal bir ara kıyafetlerimi inceledi. Sanki aklında bir şey varmış ama soramıyormuş gibi bakıyordu. Zaten başka hiçbir şey söylemeden de odadan çıktı.


Loading...
0%