Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@ebrumelek

Bahçede antrenman yapan savaşçıları bir köşeden izliyordum. Kafamda bir sürü şey vardı ve aynı zamanda yapacak cesaretim yoktu. Nasıl olsa buradan gideceğim düşüncesi zihnimi hep meşgul ediyordu ve beni durduruyordu. Yine de gidene kadar zamanımı en verimli şekilde değerlendirmeliydim. Kendimi bir şekilde burada bulmuştum ama mücadeleci ruhumu elbette kaybetmemiştim. Ayrıca Emir ve Melek'in sorumluluğunu da üstümde hissediyordum.

Savaşçıların birbirini döverek gülüşmelerine hayretle bakıyordum. Bu adamlar benim zamanımda olsa, sıkı bir eğitimle tam bir makineye çevirebilirdim. İleride başka bir köşede tek başına oturmuş Cora denilen kız, güneşin keyfini çıkartıyor gibi görünüyordu. Üzerindeki pembe elbiseyle ve upuzun bukleler halinde dökülen siyah saçlarıyla, prenseslere benziyordu. Savaşçılar ise sanki kendilerini ona ispat etmek ister gibi dövüşüp gülüşüyorlardı. Cora ise halinden epey memnundu.

"Ne düşünüyorsun?" Diyerek yanıma oturan adamla irkildim. Geldiğini hissetmemiştim bile. Kafamı ona çevirmeden adamları izlemeye devam ettim.

"Onların bilgileri sıfır. Şanslılar ki bu zamanda teknik bilgileri bilen kişilere karşı savaşmıyorlar. Yoksa hiç şansları yoktu" dedim. Dougal'da benim gibi adamlarına bakıyordu.

"O teknikleri öğrenmeyi gerçekten çok isterim. Peki Tuğra, dünyada ne oldu da kadınlar böyle savaşçı olmaya başladı" diye sordu elinde eksik etmediği bıçağıyla bir maketi yaparken. Elindeki küçük tahta parçasına baktığımda, anlamadığım bir şekil oyduğunu görüp bakışlarımı hemen çektim.

"Savaşlar, ölüm, hastalık, tekrar savaş ve teknoloji. Savaş dünyanın her zaman ana konusu olmaya devam etti. Benim dönemimde de bu değişmiyor. Kadınlar artık kendini korumayı ve bir erkeğe bağımlı olmamayı da öğrendi. Tabii bu herkes için geçerli değil. Dünyanın birçok yerinde milyonlarca kadın hâlâ ezilen taraf olmaya devam ediyor."

"Anlaşılan değişen pek bir şey yok" dedi maketini oymaya devam ederek.

"Teknoloji ve bilim epey ilerledi elbette. Yaşam artık çok daha konforlu. Ancak insanların kendine ayırdıkları zaman süreleri kısaldı. Teknolojiye neredeyse bağımlı hale geldik" Dougal'ın Bu konuşma epey ilgisini çekiyordu. Gözleri maketinde olsa da algısı tamamen bendeydi. Beden dili bunu çok rahat ele veriyordu.

"Teknolojiden bir örnek verir misin?" Bakışlarını elindeki işinden kaldırıp bana bakmıştı. Yeşil gözleri merakla parlıyordu. Alanna’yla bu bakış konusunda oldukça benziyorlardı.

"Mesela telefon denilen bir alet var. Onunla dünyanın başka bir ucundaki biriyle anlık konuşabiliyorsun" Dougal, gözlerini büyüttü ve aynı anda gözleri kısılıp gülmeye başladı. Onunla sanırım alay ettiğimi falan sanıyordu.

"Beni ilk bulduğunuz günü hatırlıyor musun? Sizden telefon istemiştim ama ne olduğunu anlamamıştınız?"

"O gün anlamadığım ve şu an unuttuğum başka kelimeler de kullanmıştın Tuğra. Yani sen diyorsun ki sizin zamanınızda dünyanın bir ucundaki biriyle konuşuyorsunuz. Bu bir büyü mü?" Anlamasının zor geldiğinin farkındayım ama Dougal'a bunu neden oturup anlattığımı da bilmiyordum.

"Elbette büyü diye bir şey yok. Bu bilim. Telefon denilen alet, bir elimin boyutu kadar küçük bir cihaz. Bu cihazdan benim zamanımda neredeyse tüm insanlarda var. Küçük çocuklarda bile. Her telefonun kendine ait bir numarası olur ve ben tanıdığım insanların telefonunun numarasını kendi telefonuma tanıtırım ve o kişi nereye giderse gitsin. Kendi telefonumdan istediğim zaman onu arayıp konuşabilirim" Dougal şaşkınca yüzüme bakıyordu. Ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışır gibi.

"Peki senin sesini nasıl duyuyor?"

"Dünyanın her yerinde baz istasyonları adı verilen sinyal alıcı ve verici noktalar bulunuyor. Mesela sen İngiltere'desin diyelim. Ben buradan seni aradığımda, sesim telefon cihazında enerjiye dönüşüyor ve buradaki baz istasyonuna aktarılıyor. Elektrik enerjisi olarak ki bu enerjinin keşfine yaklaşık 100 sene daha var neyse o şekilde aktarıldığı için bu işlem birkaç saniye sürüyor. Buradaki baz istasyonuna giden sesim, sana en yakın İngiltere'de ki baz istasyonuna aktarılıp oradan senin telefonuna ulaşıyor ve biz anlık konuşabiliyoruz. Aynı şekilde görüntülü olarak da yani konuşurken birbirimizi istersek görebiliyoruz da."

"Bu muhteşem olmalı. Sanki bir hayal anlatıyormuşsun gibi geliyor ama siz bunu yaşadınız"

"Bundan çok daha ilginç şeyler de var belki başka bir konuşmamızda bahsederim" Benim sorunum neydi?

Dougal kafasını sallayarak elindeki işine geri döndü. Bir süre öyle durduğumuzda, karşıda oturan Cora'nın uzun süredir yakıcı bakışları hâlâ bizden çekilmemişti. Onu görmezden geliyordum ama o kendini göstermek ister gibi yüksek sesle şuh kahkahalar atıp dikkati üzerine çekmeye çalışıyordu. Dougal'ın, bir kere bile ona baktığını hissetmemiştim.

"Amcamın en büyük savaşçısının sadakatini almışsın. Seni tebrik ederim" Dougal'ın sesi ile bakışlarımı Cora'dan çekip ona döndüm.

"Pek bir şey yapmadım aslında. Baskın sırasında verdiğimiz direnişi duyum almış"

"Rob iyi ve sadık bir askerdir. Herkesi kolay kolay benimsemez. Ona karakterini açtığın an tam sadakatini de kazanırsın"

"Tavsiyen için sağ ol" dediğimde, Dougal ifadesiz yüzünü bozmadan ayağa kalktı. Bıçağını birkaç tur çevirip ayakkabısının kenarına sıkıştırdı.

"Diğer ilginç şeyleri konuşmayı merakla bekliyor olacağım" diyerek elindeki maketi yere bırakıp uzaklaştı. Cora koşturur adımlarla onun peşine takıldığında, bakışlarım yerdeki makete döndü.

Elime aldığım şey, tahtadan kusursuz yapılmış küçük bir zambak çiçeğiydi....

🌿

"Ben çok sıkıldım. Yemek ye, dolaş, uyu... hayatım bundan ibaret. Tatillerde bile daha çok hareket ediyordum Tuğra"

Emir haklıydı. Burada yiyip yatmaktan başka bir şey yapmıyorduk. Ben ilk geldiğim zamanlar düzenli spor yapsam da artık onu da bırakmıştım.

"Dougal ile konuşurum bize uygun bir yer ayarlarsak orada her gün spor yaparız"

"İyi olur yada şu güzel ormanda koşalım bir şeyler yapalım artık. Yakında göbekli amca olarak ülkeme döneceğim"

"Göbek demişken, mutfakta kalan tiramisuyu getirsene yiyelim" dedim yatakta arkama yaslanarak. Dün Emir'le mutfağa girip işe koyulmuştuk. Tabii fırın eksikliği yüzünden istediğim gibi olmamıştı ama buradaki tatlılara göre son derece güzeldi yine de.

"Kızım göbekli amca olacağım diyorum hâlâ tatlı diyorsun" dediğinde gülümsedim. Yine haklıydı!

"Selaaam" diyerek odama giren Melek'i, yarı yolda durdurdu Emir.

"Hiç gelme mutfağa gidiyoruz. Şu kalan tiramisuyu bitirip spora başlayacağız" gülerek yataktan kalktım.

"Hani kızıyordun göbekli amca olacağım diye" diyerek dalgamı da geçtim elbette.

"Sus sus, insanın canını çektirip hâlâ konuşuyorsun. Yürüyün mutfağa..." Melek canına minnet gülerek koridora çıktı. İkisi de artık buraya alışmıştı ve artık daha neşelilerdi. Onlar önde ben arkada mutfağın yolunu tuttuk. Emir'in yaptığı esprilere, insanların kasıntı yürümelerinin taklitlerine gülerek kapıyı açıp içeriye girdik. Mutfakta çalışan Fiona çat pat İngilizce biliyordu. Etrafa bakarak gözüm onu aradı. Bir köşede yemek yapıyordu.

"Merhaba Fiona"

"Merhaba leydim, bir isteğiniz mi vardı?" O esnada bizimkiler tiramisuyu koydukları karların olduğu ve buzdolabı olarak kullanılan yere gitmişlerdi. Burada insanlar dağdan kar getirerek bir nevi buzdolabı yapıyorlar ve yiyecekleri öyle saklıyorlardı. Yerde açtıkları kuyuya dolduruyorlardı karları. Böylece hemen erimesi de engellenmiş oluyordu.

"Dün yaptığımız tatlıyı yemeye geldik" diyerek kuyunun oraya ilerledim. Emir ve Melek çoktan kapağı açarak tatlıyı arıyordu.

"Ee hiçbir yerde yok bu tatlı" diyerek aramaya devam ettiğinde, Fiona tekrar söze girdi.

"Leydim, aradığınız tatlıyı reis yedi!"

"Hepsini mi?" Diye sorduğumda, Emir sinirle kuyunun kapağını kapatmıştı. Tatlı can damarıydı. Dün tatlı yaparken iki tane yapmıştım çünkü Emir tek başına bir tane yiyordu. Neredeyse büyük bir tane tatlı vardı geride.

"Evet efendim hepsini alıp gitti. Boş tabağı odasından aldım" diyerek tezgahta dibine kadar sıyrılmış tabağı gösterdi.

"Şuna bak ya tatlımı yemiş tatlımıı!" Diye isyan etti Emir.

"Ağlama hemen yine yaparız Emir" diyen Melek'e ters bakış atmayı ihmal etmedi. Tabii bende.

"Tuğra'cım adama ekmek de verseydin keşke. Baksana dibine kadar sıyırmış tabağı. Neyse hemen bana yenisini yap!" Diyen Emir'e ters ters baktım. Dün zaten canım çıkmıştı çünkü ne çırpıcı vardı ne hazır pandispanya keki ne de fırın.

"Uğraşamam yine Emir sonra yaparız" diyerek geçiştirmeye çalıştım.

"Hadi be güzelim hadi ne olur hadi" diye yalvarmaya başlayan Emir'le, Melek'te dudağını ısırmış melül melül bana bakıyordu.

"Melek yapsın ya niye ben yapıyorum hep. Hem sen de biliyorsun yapmasını Emir."

"Komutanım ben yumurta kırmayı bile bilmem" diyen Melek'e göz devirip Emir'e döndüm.

"Senin yaptığın daha güzel çikolata krizi geldi kızım bee hadi. Bak gidip o Dougal ile kavga ederim yoksa" Off Dougal ya niye yiyorsun adamın pastasını şimdi kim uğraşacak.

"Emir, tiramisu ile uğraşamam bak hazır kek de yok çok uğraştırıyor. Ben başka bir şey yapayım daha pratik bir şey he?"

"Çikolatalı bir şey olsun komutanım" Melek'e bak sen.

"İyi tamam puding yapalım o zaman. Benden şu an başka bir şey çıkmaz" dediğimde ikisi de birbirine bakarak onayladılar.

"Bulun malzemeleri hemen yapıp şu spora başlayalım" dediğimde yerlerini öğrendiğimiz malzemeleri çıkartmaya başlamışlardı bile. Fiona da bize yardım ediyordu. Tiramisudan ona tattırdığımda aşırı derecede beğenmiş ve tarifini öğrenmişti.

Puding hazır olduğunda tencereyi ateşten çektim ve pudingi kaplara bölüştürüp soğuması için kenara bıraktık. Tabii Emir ve Melek parmak sokarak yemişlerdi bile.

"Bunlar soğuyana kadar bahçeye çıkalım. Ben Dougal ile konuşup bize uygun bir yer bulayım" dediğimde beni onayladılar ve hep birlikte bahçeye çıktık. Bizimkiler daha önce keşfettiğimiz, harika manzaraya sahip yere gidip oturdu. Biraz sohbet ettikten sonra ileride gördüğüm Dougal ve Cora ile ayağa kalktım.

"Ben şunla bir konuşup geleyim" diyerek Dougal'ların peşinden yürüdüm ama mesafemiz fazlaydı. Cora ile birlikte kalenin içine girdiğinde, ben de arkalarından içeriye girdim. Dougal, Cora'ya bir şeyler söyledi ve Cora üzgün bir ifadeyle üst kata yöneldi. Dougal ise mutfağa doğru yürüyünce, kaşlarımı çatarak peşinden gittim.

Mutfaktan içeriye girdiğimde, Dougal'ın tezgahtaki pudingleri yediğini görüp kaşlarımı daha da çattım.

"Lordum?" Dediğimde Dougal hızla arkasına döndü ve elindeki kaşığı tezgaha fırlattı. Dudağının kenarındaki çikolata ile gerçekten çok komik duruyordu.

"Tuğra, ben akşamki yemekleri öğrenmek için gelmiştim ama bu şeyi görüp tadına baktım. Harika olmuş" dediğinde önündeki boş iki kaseye baktım. Yuh ne ara yemişti.

"Sadece tadına baktığınıza emin misiniz?" Dediğimde Dougal bakışlarımı takip ederek iki elini havaya kaldırdı.

"Tariflerini Fiona ile paylaşmalısın. Bu tatlılar nefis" dediğinde gülmeme engel olamadım.

"Dünkü tatlıyı da beğenmişsiniz anlaşılan."

"Beğenmek de kelime mi, ömür boyu sadece o şeyi yiyerek yaşayabilirim" dediğinde daha çok güldüm.

"Sizin zamanınıza ait sanırım bu tarifler" diyerek tezgahtan uzaklaşıp yanıma doğru yürüdü.

"Evet öyle. Ancak bazı yetersiz aletler yüzünden kötü oldu. Yoksa daha güzel oluyor bu tatlı."

"Anlaşılan size bir mucit bulup dediğiniz aletleri icat ettirmeliyim" dediğinde gülmemi zorla bastırdım. Priz, elektrik gibi şeyleri nasıl halledecektik ki. Sessizce hâlâ birbirimizin gözlerine baktığımızı anlayıp bakışlarımı kaçırdım. Adamda öyle bir göz vardı ki baktıkça takılı kalıyordu insan.

"Şu teknoloji hakkında biraz daha şey anlatacaktınız leydim" dediğinde konunun ne zaman değiştiğini kaçırmıştım. Sırtımı tezgaha yaslayarak ellerimi göğsümde birleştirdim. Ben Dougal'a bir şey soracaktım ama neydi ya. Hah hatırladım.

"Ee evet, bir örnek daha veririm ancak şimdi sizinle konuşmak istediğim başka bir mevzu var"

"Öyle mi? Nedir?" Dougal'ın gözleri yine merakla ışıl ışıl parlıyordu.

"Biz askeriz biliyorsun. Her gün eğitim ve antrenman yapmamız gerekiyor ki formdan düşmeyelim. Bizim için uygun bir yer var mı? Aslında surların dışındaki orman bize uygun olacaktır ama size yine de size sormak istedim" dediğimde Dougal yine tüm ilgisini vermiş beni dinliyordu.

"Savaşçılarımın kullandığı antrenman alanını kullanabilirsiniz" dediğinde kafamı onaylamaz anlamda salladım.

"Lordum bizim zamanımızda bu üzerimizdeki giysileri kullanmayız. Antrenman sırasında daha rahat hareket edebileceğimiz kıyafetler giyeriz. Bu elbiseyle antrenman yapmayı geçtim hareket bile edemiyorum. Daha gözden uzak bir yer olursa, biz de rahat giyinme konusunda sıkıntı yaşamayız. Gözden uzak olması bu sebeple önemli" Dougal'ın kaşları çatılmış yine bir şey düşünüyor gibiydi.

"Bana gösterdiğin portredeki gibi yarı çıplak mı geziyorsunuz?" Sesi nedense sert çıkmıştı.

"Yarı çıplak?" Diyerek ben de kaşlarımı çattım.

"Göbeğin açıktı, kolların boynun açıktı. Ayağında ise erkeklerin giydiği pantolonlardan daha komik bir pantolon vardı. Mavi renkte. Üzerinde ise hiçbir yerini örtmeyen bir ceket" dediğinde aslında gülmem gerekirken sinirlenmiştim.

"Bizim zamanımıza göre normal bir giyim tarzıydı o. Hiçbir yerim de gözükmüyordu." Allah aşkına pantolon ve crop giymiş, üzerime de kot ceketimi almıştım. Nerem meydandaydı? Ayrıca ona ne ki?

"Sizin zamanınızda demek ki gerçek bir erkek kalmamış. Kimse kadınını öyle gezdirmez!" Şimdi yumruğu yiyecekti işte. Tamam adama farklı geliyordu zaman şartları olarak ama böyle genelleyemezdi.

"Kimseyi eleştiremezsiniz lordum. Bizim zamanımızda bu normal karşılanıyor. Sokaktaki çoğu kadının böyle gezdiğini düşünün. Kimseye tuhaf gelmiyor ve son derece gerçek erkekler de var" Dougal'ın yine çenesi seğirmeye başlamıştı.

"Sevgiline laf söylemedim kusura bakma. Sadece benim için o giysiler tuhaf geldi. Ormanda çalışabilirsiniz ben ayarlamaları yaparım" Dougal bir anda soğuk nevale olmuştu yine. Zaten sözlerini söylediğinde yüzüme bile bakmadan çıkıp gitmişti mutfaktan. Oh ağzının payını verdim iyi oldu. Gıcık şey ne olacak.


Loading...
0%