@ebrumelek
|
Dougal, söz verdiği gibi ormanda ki açıklık olan bölgeyi bize tahsis etmişti. Albayın savaşçısı Rob, yanımıza gelip bizi ormandaki yere kadar getirip eşlik etmişti. Tabii Melek ile kamuflajlarımızı yanımıza almıştık. Kaleden kamuflajla çıkmak istememiştik. Emir ise pantolonu olduğu için rahattı. "Geldik hanımım, reis burasının uygun olduğunu söyledi" diyen Rob, sırtındaki kılıçlarıyla ağaçlardan birinin altına oturmuştu. Geldiğimiz yer, ağaçların daha seyrek olduğu bir açıklıktı. Kalenin surları gözüküyordu ancak mesafesi de vardı. "Bana Tuğra demen yeterli olacaktır Rob, bunu konuşmuştuk. Sen gidebilirsin istersen gerisini biz hallederiz" "Ben burada kalıp güvenliğinizden emin olacağım Tuğra" dediğinde üçümüz de gülerek Rob'a bakmıştık. Rob, insanın suratına bakarken sanki iğrenç bir şeye bakıyormuş gibi bir ifadeyle bakıyordu. Ancak kalp olarak temiz bir adama benziyordu. "Biz üzerimizi değiştirip geliyoruz" dedim ve kamuflajlarımı alarak Melek ile ağaçların arasına doğru yürüdük. İyice gözden kaybolduktan sonra üzerimizi değiştirmeye başladık. "Ewan bugün ayağa kalktı Tuğra" diyen Melek'e tebessüm ettim kamuflajımı giyinirken. "Sayende Melek" dediğimde Melek'in yüzünde ışıldama olduğunu fark ettim. "Melek aranızda bir şey mi var?" Diye sordum dayanamayarak. Melek utançla bakışlarını kaçırdı ama cevap alana kadar onu rahat bırakmayacaktım. "Bir şey yok. Ewan belli ki çok çapkın biri. Bana ilgi gösteriyor ama hevesi geçince ilgisi de geçecektir. Bence hissettiği minnet duygusunu ilgi ile karıştırıyor ya neyse" dedi üzerini tamamen giyindiğinde. "Sen yine de dikkatli ol Melek. Biliyorsun buradan gitmek için elimizden geleni yapacağız" diyerek elimi omuzuna koydum. Melek, kafasını sallayıp beni onayladı ve Emir'lerin yanına açıklığa doğru ilerledik. Emir çoktan koşuya başlamıştı bile. Melek ile ona katılıp biz de ısınma koşusu yapmaya başladık. Rob ise sırtını ağacın gövdesine yaslamış sıkılmış gibi duruyordu. Onlar eğitim yaparken ısınmadan başlıyorlardı bu yüzden hep kan ter içinde kalarak hemen yoruluyorlardı. Koşu bittikten sonra koçluğu devralarak mekik çektirmeye başladım. Emir ve Melek karşımda yerde mekik çekiyorduk. Askeri kamuflajımızı giyindiğimiz için bir an sanki hiç ülkeden ayrılmamışız da askeriyedeymişiz gibi hissetmiştim. Bu, bütün ruhuma huzur vermişti ama ne yazık ki çok uzaklardaydık. "Şınav pozisyonu al!" Dediğimde aynı anda üçümüz şınava başladık. Göz ucuyla Rob'a baktığımda, ilgiyle bizi izlediğini gördüm. Büyük ihtimal ne yaptığımızı anlamaya çalışıyordu. Vücudumdaki terlerin yere damladığını hissedene kadar antrenmana devam ettik. Yaklaşık 2 saat süren antrenmandan sonra, karşılıklı dövüşmeye başlamıştık. "Melek, Emir başlayın. Kazanan benimle" dediğimde Rob'un yanına giderek onun gibi sırtımı diğer ağacın gövdesine yaslayarak tek ayağımı kendime çektim. Diğerini uzatıp dikkatle bizimkileri izlemeye başladım. "Rahat hareket etmek için böyle giyindiğinizi tahmin ettim hanımım ama kaç saattir neden yerlerde kendinizi yuvarladınız?" Diye sordu Rob. Bizimkilerden gözümü ayırmadan Rob'a cevap verdim. "Isınmak için bu hareketleri yapmamız gerekli. Kaslarımızın zarar görmemesi ve esneklik için ısınmak şart" Rob'un yine alay edermiş gibi çıkmıştı ses tonu. Zaten benim gibi bizimkileri izlemeye dalmıştı sonrasında. Melek ve Emir gerçekten iyi iş çıkartıyordu. Emir'in tarzını biliyordum ama Melek'te son derece iyiydi. Emir'in yumruklarından ustaca kaçıyor ve gardını alıp Emir'i yoruyordu. Melek, Emir'e göre daha hızlıydı ama Emir daha güçlüydü. Yaklaşık yarım saat süren antrenmanları hâlâ bitmemişti çünkü kazanan yoktu. Emir, biraz yorulsa bile durmuyorlardı. Hatta ikisi de dövüşürken arada gülüyorlardı. "Oyunu bırakın, yapacaklarınız bu kadar mı asker?" Diye bağırdığımda ağaçlardaki kuşlar aynı anda uçmuştu. Rob'a döndüğümde şaşkınlık ve hayranlıkla bizimkileri izliyordu ki daha gerçekten dövüşmüyorlardı bile. Sesimle, ikisi de ciddileşip daha sert olmaya başladı. İşte şimdi iyiydi. Emir'in dudağına yediği yumrukla yarın konuşamayacağını biliyordum. Zaten krem rengi olan gömleği yer yer kan lekesi olmaya başlamıştı. Melek'te darbe almıştı ama hâlâ düşmüyorlardı. "Hanımım, hayatımda ilk defa böyle bir kadın görüyorum" diyen Rob'a cevap veremedim çünkü o anda Emir, Melek'in arkasından boğazına yapışmış onu tutuyordu. Melek, Emir'in kollarından tutarak öne doğru birlikte koştu. Karşısındaki ağaca sanki düz yolda yürüyormuş gibi basarak havada takla attı ve Emir'in arkasına düşerek ayak bileklerine tekmeyi geçirerek Emir'i diz üstü çöktürdü. Rob, heyecanla ayağa kalkarak vavvv diye bağırınca "yeter bu kadar" deyip bende ayağa kalktım. "Biraz dinlenin, Melek yorgun olduğun için ikinizle aynı anda kapışacağım" diyerek yanıma aldığım matarama doğru yürüdüm ve birkaç yudum su içerek tekrar Rob'un yan tarafındaki ağaca oturdum. "Hanımım, bu kız bir amazon mu?" Diye sordu Rob. Gözlerimi devirip Rob'a baktım. "Rob, bana Tuğra dersen gerçekten çok mutlu olurum. Ayrıca o bir amazon değil, Türk" diyerek tekrar su içtim. "Türk'leri biliyorum. Lordum Osmanlı ile yakın ilişkiler içinde. Ancak hiçbir Türk kadınını böyle görmedim ben. Hepsi çok zarif kadınlar?" dedi soru sorarmış gibi "Aslında her Türk kadını savaşçıdır Rob. Bunu belli etmezler sadece" dediğimde Rob düşünceli duruyordu. "Bu aklımda bulunsun o zaman. Bir Türk kadını gördüğümde çok işime yarar bu bilgi. Ona göre ağzımı ne zaman kapamam gerektiğini bilirim." ya Allah'ım, ben ne günah işledim acaba diyerek gülümsedim. Bizimkilerin dinlendiğinden emin olduğumda mataramı bırakıp ayağa kalktım. "Hazır mısınız gençler?" Diyerek bizimkilere baktım. Melek gülümsüyordu ama Emir'in yüzü sirke satıyordu. Üzerindeki kanlanmış gömleği bir çırpıda çıkartıp yere fırlattı. Boynunda asker künyesi sarkıyordu. Her zaman yaptığı hareketini yapıp künyesini aldı ve öpüp geri bıraktı boynunda. "Hazır değiliz desek sanki kaçışımız varmış gibi soruyorsun bir de" dediğinde ben de güldüm. "Yine mızmızlık yapacaksan sen otur Emir" hep aynı tongaya düşüp iyi dayak yiyordu benden. "Başa gelen çekilir ne yapalım. Dayağını yemeyeli uzun zaman olmuştu." "İki kişiyiz Emir. Üstesinden geliriz bence" diyen Melek'e, Emir gülümsedi. "Kızım, bu varya tam bir terminatör. Kısa, küçük durduğuna bakma bunun. Aynı anda 12 terörist öldürmüşlüğü var." Melek'in gözleri büyüdüğünde sadistçe gülümsedim. Rob, meraktan ayağa kalkmış bizi öyle izliyordu. "Hadi gelin bakalım" diyerek ellerimi kaldırıp gel işareti yaptım. Emir ve Melek birbirine bakarak aynı anda üzerime koştular. Emir'in yumruğundan eğilirken Melek'in karnına alttan yumruğumu geçirip, Emir'e sağlam bir çelme taktığımda ikisi de boylu boyunca uzanmıştı. O kadar hızlı olmuştu ki iki saniye bile sürmemişti. Emir, yüz üstü yapıştığı yerden kalkıp ağzındaki kan ile korkunç bir ifadede güldü ve kanını yere tükürdü. Rob'un arkada küfür ettiğini az çok duymuştum ama odağımı bozmadan ayağa kalkan Emir'e yönelip üzerine zıpladım. Dizlerimi omuzlarına koyarak kafayı gömdüm ama karnıma sert yumruk yemekten kaçamamıştım. Emir'e attığım kafayla, ikimiz de aynı anda yere düştük. Yere düştüğümde ayaklarımı kaldırıp kendimi 180 derece döndürüp Melek'in boynuna ayaklarımı sardım ve aynı anda duyduğum ağır ağır gelen adım sesiyle kafamı yan tarafa çevirdim. Dougal, ifadesiz bir yüzle bize doğru geliyordu. Arkasında hep yanında gördüğüm savaşçısı, Ewan'ın koluna girmiş üçü birlikte şaşkın bakışlarla yaklaşıyorlardı. Emir ve Melek ayağa kalkıp üzerlerindeki tozları silkelediklerini fark etmiştim ama Dougal'dan bakışımı da çekmemiştim. Dougal, savaşçısına bakarak bana döndüğünde, adam Ewan'ın kolundan çıkmış, kılıcını çıkartarak bana doğru yürümeye başlamıştı. Güzel. "Siz geri çekilin" dedim arkama bakmadan. Melek ve Emir'in itiraz dolu seslerini duydum ama dediğimi ikiletmeden geriye çekildiler. Tek kaşımı kaldırıp alayla gülerek Dougal'a baktım. Sonra da bana doğru, bir aslanın avına yaklaşması gibi yaklaşan adama. Kılıcını tek elinde tutmuş gülümseyerek bana doğru geliyordu. Dövüşmeyi bildiğimizi biliyorlardı elbette. Dedikodular yayılmıştı ama birazdan kanlı bir şekilde de öğrenmiş olacaktı. O baskın gecesi Dougal'lar geldiğinde ortalık ana baba günü gibi olduğu için bize dikkat etmemişlerdi. Zaten dedikodumuzu çıkarıp nasıl mücadele verdiğimizi kalede yayanlar da Dougal'lar gelmeden önce bizimle birlikte çarpışıp yaralı kurtulan askerlerdi. Karşımdaki adama karşı gülümseyerek bıçağımı çıkarttım ve gözlerine bakarak yere fırlattım. Onu dövmek için kılıç, silah veya bıçaklara ihtiyacım yoktu. Rob, şaşkınlıkla iç geçirdi ama Dougal hâlâ ifadesiz duruyordu. Ewan ise elini kasığındaki yaraya koymuş gülüyordu. "Arthur, cenazende hangi müziği çalmamı istersin?" Diyerek karşımdaki savaşçıya sataştığında, Dougal'ın dudaklarının da kıvrıldığını fark etmiştim. "Kes sesini Ewan yoksa senin cenazeni partiye çeviririm" diyen adının Arthur olduğunu öğrendiğim adam bir anda bağırarak kılıcını bana doğru savurdu. Hey, bağırmak da nesi? İki adım atarak kendimi sağ tarafa çektim ve kılıç darbesinden kıl payı kaçıp dirseğinin altına yumruğumu geçirdim. Adamın savurduğu kılıçla çıkan rüzgarla ve ani hareketimle saçlarımdaki toka çözülmüştü. Adam durmayıp kılıcı yatay tutarak kafamı koparacak gibi bir açıyla savurduğunda, belimi kırarak geriye doğru eğilmiştim. Hey biri bu adama beni öldürmemesi gerektiğini söyleyebilir mi? Şimdiye kadar saldırıya geçmemiş sadece savunma yapmıştım ama adam düşmanına saldırır gibi davranıyordu. Madem öyle onu küçük düşürmek boynumun borcuydu. Aklıma gelenle sırıtarak yaptığı her darbeden kaçarak kendimi savundum. Adam artık sinir olmaya başlamıştı, burnunun delikleri genişleyip küçülüyordu. Yine savurduğu kılıçtan eğildiğimde, dağınık saçlarımın uçlarındaki kırıkları kesip almıştı. Amacıma yaklaştığımı fark ettim çünkü adam sanki kafasından sürahi dökmüş gibi ter içinde kalmıştı. Ayrıca öfkeli bir boğa kadar sinirliydi. Arada Dougal'a bakıyor, ondan onay alamadığı için dövüşmeye ve sinir olmaya devam ediyordu. Benim ise yüzümde keyifli bir ifade, sanki hiç hareket etmemiş gibi olan düzenli nefesim, ve arada Emir ile Melek'le havadan sudan muhabbet girişimlerim oluyordu. Adama artık sıkkın bir ifadeyle bakmaya başladım. Diğerlerine göre daha dirayetli çıkmıştı. Aşırı derece yorgun olsa da bana sinir olduğu ve inadı yüzünden saldırmaktan geri durmuyordu. Bıkkınca oflayıp bu kadarının yeterli olacağını düşündüm ve adamın bana yine salladığı kılıcından kaçarak elini tuttum. Yarım saattir ilk defa hamle yapmama karşılık şaşıran adamın gözlerine yine gülümseyerek baktım ve bileğini bükerek kılıcını düşürüp zaten yamuk olan koca burnuna kafayı gömdüm. Kafayı gömdüğüm gibi zaten yorgun olan adam yere yapışmıştı bile. Aynı anda gelen Ewan'ın keyifli kahkahası ile tek kaşımı kaldırıp Dougal'a baktım. O da kımıldamadan beni izliyor, değişik bir ifadeyle bakıyordu. Sol tarafımda duyduğum sesle, bakışımı Dougal'dan ayırıp çevirdim ve Rob'un kılıcını yere saplayıp yere diz çöktüğünü gördüm. Bu hareket sanırım saygı duymak anlamında kullanılıyordu. Rob, tekrar ayağa kalkarak bana tuhaf bir bakış attı ve yerdeki Arthur'a yöneldi. Aynı anda Melek'te adama yönelip burnunu kontrol edip bana olumsuz anlamda kafasını sallamıştı. Yani burnunu kırmışsın demek istiyordu. |
0% |