@ebrumelek
|
Keyifli okumalar 🌿 "Neden hiç yorulmadın?" Diye soran Dougal ile yerdeki adamdan gözlerimi çektim. Melek, Arthur'un burnunu eliyle düzeltmeye çalışırken adam acıdan bağırıyordu. "Teknik derken bunu kastediyordum size lordum. Öncesinde ısınma yaparak kaslarımızı açtık." "Peki, senden en iyi savaşçılarımı çalıştırmanızı istersem kabul eder misiniz?" Dougal'ın sorusuyla bulunduğumuz yerde sessizlik olmuştu. Acıdan bağıran adam bile bağırmayı kesmiş bizi dinliyordu. Bakışlarım Emir ve Melek'e kaydığında, Emir kabul etme diyormuş gibi bakıyordu. Melek ise bizimle ilgilenmeden adamın burun kemiğini bir anda yerine oturtunca, adam tekrar acıyla bağırdı. "Bu uygun olur mu lordum? Ben bir kadınım ve sizin en iyi savaşçılarınızı eğitmek dedikoduya sebep olabilir" Dougal kısa bir an düşünüp bulunduğumuz yere göz attı. "Eğer kabul ederseniz burada her gün çalışmanızı istiyorum. Siz tamam diyene kadar adamlarım sözünüzden çıkmayacak" gerçekten Büyük Britanya'nın en güçlü klanının savaşçıları, benim eğitimim altına girecek miydi yani? Tekrar bizimkilere döndüğümde Emir zaten kabul edeceğimi anlayıp Türkçe küfür savurdu. Dougal'a dönen bakışlarımla bir süre yeşillerinde kaldım. Ardından gözlerimi onaylar gibi kapatıp açtım. "Pekala kabul. İsterseniz siz de eğitime katılın lordum" dediğimde Emir'in keyifle gülümsediğini anlamam için ona bakmama bile gerek yoktu. Dougal yine düşünüyormuş gibi Ewan'a döndü. Onun bakışlarıyla ben de Ewan'a baktım ama Ewan'ın tüm ilgisi ve bakışları Melek ve Arthur'daydı. Az önceki eğlenen ifadesi gitmiş yerine ciddi bakışlar gelmişti. Rob ise kımıldamadan bekliyor ve sadece önüne bakıyordu. "Önce sizi izleyeceğim" diyen Dougal'ın sesiyle yine ona döndüm. Yüzünde bu sefer eğlenen bir ifade vardı. "O zaman her sabah kahvaltıdan 2 saat önce savaşçılarınız burada olacaklar. Bir dakika bile geç kalmayacak kimse. Ayrıca dediğim her şeyi uygulamanız da önemli olacak. Bunları yapabilirseniz yarın eğitime başlayalım. Ancak benim de bir şartım var." "Dediklerin kabul edilebilir. Şartın nedir?" Diye sordu Dougal yine ilgili bir bakışla. "Siz de bize kılıç kullanmayı öğreteceksiniz" dediğimde Dougal bu kez tek kaşını kaldırıp ardından açık açık gülümsedi. "Şartın uygundur Tuğra. Yarın sabah görüşürüz" diyerek Arthur'a bir bakış attı. Arthur, Melek'e teşekkür edip ayağa kalktı ve Ewan'la da birlikte üçü yanımızdan uzaklaştı. "Bu iş başımıza bela getirecek Tuğra" diyen Emir'e döndüm. "Boğazımıza kadar belaya battık zaten Emir. Daha ne olabilir ki?" . Aslında bu sözü söylerken büyük konuştuğumu ve bu yaşadıklarımızın daha sadece başlangıç olduğunu çok geç fark edecekti Tuğra. Hatta hikayeye bile daha başlamadığımızı, son anlarımı yaşadığımı düşündüğüm bir zamanımda anlayacaktım. İşte o aydınlanma anındaki düşüncelerim ile şimdiki düşüncelerim arasında olan uçurumu ve yaşanmışlıkları da elbette... 🌿 "Gözlerimi açtığımda hava henüz aydınlanmamıştı bile. Kahvaltıdan iki saat önce antrenman demiştim ama kahvaltının 7'de olduğunu o an neden düşünmemiştim ki sanki. Neyse saat 5'te en iyi antrenman yapılırdı değil mi? Oflaya puflaya, kendime küfürler ede ede yataktan kalktım. Yatmaya iyi alışmıştım anlaşılan. Kamuflajlarımı giyinirken kendime hâlâ sövmeyi de ihmal etmiyordum. Ben normalde bu saatte zinde olurdum, buraya geldiğimden beri formdan düşmüştüm. Aslında böyle olması bir yandan iyi olmuştu. Eski formuma kısa sürede kavuşurdum inşallah. Odamdan çıktığımda Emir ve Melek'in odalarının kapılarını sırayla açtım. Güzel, ikisi de odasında değildi. Bu demek oluyordu ki buradaki en tembel kişi bendim! Hızlı adımlarla bahçeye, oradan surların kapısına yürüdüm. Nöbetçilik, beni görünce soru sormadan kapıyı açtılar. Orman yoluna girdiğimde dünkü açıklığa gitmek için yürümeye başladım. Şimdi hava hafif gri olmuştu ve birazdan güneş doğacaktı. Biraz daha yürüyüp eğitim alanına geldim. Herkes çoktan gelmişti. Ewan bile hasta haliyle bir ağacın altına oturmuştu. Diğerleri ayakta kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Beni ilk fark eden Dougal olmuştu. Herkese sırayla tek tek baktım. Bu adamlar gerçekten korkutucu görünüyorlardı. Arthur'da buradaydı ve burnunda sargı vardı. Melek ise kızarmış yanaklarla elindeki çubukla toprağa bir şeyler çiziyordu. "Herkes burada mı?" Diye sordum bakışlarım Dougal'a döndüğü an. "En güvendiğim savaşçılarım ile hazırız Tuğra" dediğinde kafamı sallayıp tekrar adamlara baktım. Dougal'ın sözünün üstüne söz söyleyemiyorlardı ancak Arthur hariç hepsinin yüzünde sıkılmış bir ifade görüyordum. Biraz da kızgın gibilerdi. Rob, hazır olda bekleyen bir duruşla bana bakıyordu ve her an savaşmaya hazır gibi duruyordu. En azından içlerinden biri bu durumu ciddiye alıyordu. "İkili sıra olun. Emir, Melek onlara gösterin" dediğimde Emir ve benim gibi kamuflajını giymiş Melek en başa geçerek yan yana durdular. Adamlar alay eder gibi gülümseyip ağır adımlarla arkalarına onlar gibi sıra olmaya başladı ama gevşek duruyorlardı. En geride kalan Dougal, ağaçlardan birinin yanında giderek tek başına durdu ve alıcı gözlerle bizi izlemeye başladı. "Çevrede 5 tam tur başla" dediğimde ben de en arkaya geçerek hep birlikte koşmaya başladık. Savaşçılar bunu neden yaptığımızı sorgular gibi sohbet ediyorlardı. İlk gün diye asla onlara imtiyaz tanımayacaktım. "Gevezeliği bırakıp koşmaya odaklanın" diye sesimi yükselttiğimde adamların çoğu arkasını dönerek bana baktı. Sonrasında Dougal'a dönen bakışlarıyla başlarını hızla önlerine döndürdüler. Sesimi yükseltmem konusunda bu adamlar daha da sinir küpüne dönmüşlerdi ama burada Dougal'ın isteğini yapıyordum sonuçta. Bu durumu ben istememiştim. Liderlerinin bu kararına saygı duymak zorundaydılar. Beşinci turu koşarken Emir, Melek ve tabii ki ben hariç herkes nefes nefese kalmışlardı bile. Ayrıca aşırı sinirli duruyorlardı ve bu her dakika artıyor gibiydi. Büyük ihtimal koşmanın saçmalık olduğunu düşünüyorlardı. Bu adamlar savaş sırasında hayatta kaldıkları için gerçekten şanslı olmalıydılar. En güçlü diye bilinen bu adamlar bile bu kadar kötüyse, diğerlerini düşünmek bile istemiyordum. Kendi aralarında da elbette bunun saçmalık olduğunu konuşuyor olmalıydılar çünkü kendi dillerinde sert kelimeler söyleyip bana baktıkları oluyordu. Bari küfür etmiyor olsunlardı. Rob ise her kelimede sinirli bakışlarını onlara çeviriyor, arada müdahale ediyordu ama adamlar konuşmaya ve bana bakarak yere tükürmeye devam ediyorlardı. Evet çok büyük ihtimal küfür ediyorlardı. Emir ve Melek'in tedirgin bakışları da sürekli bendeydi. Zaten artık sabrımın da sonuna gelmiştim. Dougal ise yere oturmuş yine elinde bir maket yapıyor ve kesinlikle sesini dahi çıkartıp müdahale etmiyordu. Ancak dikkati bakmasa bile tamamen bizdeydi. Sanırım Dougal bile onlara göre 'bu koşu saçmalığının' ne zaman biteceğini düşünüyordu. "Dur!" Diye bağırdığımda, sonunda tepem atmış bir şekilde sıranın en önüne doğru sertçe yürümeye başladım. Hâlâ kendi aralarında uğultu vardı ve şu an ki sinirimi iyice körüklüyorlardı. En başa geçip onlara bakacak şekilde durdum ve sırayla hepsinin yüzüne baktım. Arthur, koşu sırasında Rob'un yanına geçmiş sessizce bekliyordu. Diğerleri ise benim gibi oldukça sinirliydi. "Neden kendi aranızda konuşuyorsunuz?" Diyerek tek tek yüzlerine bakmaya devam ettim. "Bu aptalca şeyin ne zaman biteceğini merak ediyorduk" dedi içlerinden esmer bir adam. Sert bakışlarım ona yöneldiğinde, o da bakışlarını kaçırmadan bana aynı şekilde karşılık verdi. Dougal müdahale etmediği için daha da cesaret almışlardı bence. "Aptalca olduğunu düşünüyorsan kendine çok güveniyorsun demektir? Peki gerçekten kendine çok güveniyor musun?" Diye sorduğumda adam başını dikleştirip sırıtmaya başladı. "Siz evinizde dikiş dikerken biz gerçek savaş meydanında kan döküyorduk leydim" dediğinde diğerleri de ona katılıp sırıtmaya başlamıştı. Yavaşça öne doğru bir iki adim ilerleyerek konuşan adama doğru yaklaştım. Yüzüme yerleşen gülümseme neşeden çok uzaktı artık. Gözüme kara bir pus inmişti. Neredeyse konuşan adamın burnunun dibine kadar girerek kafamı kaldırıp ona baktım. Dougal kadar olmasa da diğer savaşçılara göre oldukça uzun boyu vardı. Dougal'ın tahminimce 2 metreden fazlaydı boyu ve klanda en uzun olarak dikkati direkt çekiyordu. Bu adam ise 2 metreye yaklaşık boya sahipti ve Ewan'dan uzundu. Alaycı bir şekilde kafasını eğip bana baktığında, kaslarına bakışlarımı çevirdim. Alın teriyle yapılmış güzel kaslara sahipti. Takdire şayan, yakışıklı ve oldukça güçlü bir adamdı. Yazık olacaktı! "Gel benim kanımı dökte görelim o zaman, savaşçı!" dedim gözlerimi gözlerine diktiğimde. Şimdi ikimiz de sertçe bakışıyorduk. Adam, kısa bir an Dougal'ın olduğu tarafa bakarak bakışlarını çekti. Tekrar bana döndüğünde ben hâlâ adama bakıyordum. Tekrar sırıtmaya başladığında ise ben de sırıttım. "Karşınızda kim olduğunu biliyor musunuz? Birkaç numara öğrenmiş olabilirsiniz ama ben geçen seneki turnuva birincisiyim. Size zarar vermek istemem leydim" dediğinde sırıtmamı iyice büyüttüm. Savaşçının cümlesiyle yan taraftakiler de belli etmemeye çalışarak sırıtmaya başlamışlardı. Gururumu düşünmeleri ne hoş! İşte, benim hayatımın kısa özeti buydu. Benim boyumu, posumu, cinsiyetimi küçümseyen ve bundan sonunda pişman olan erkekler! Bu olay kendi zamanımda da başıma sıkça geliyordu. Hatta en çok orada! Demek yüzyıllar geçse de erkek zihniyeti pek değişmiyordu! Sözlerinden sonra gözleriyle vücudumu ölçer gibi süzüp tekrar gözlerime baktı. "O halde sana meydan okuyorum" dediğimde diğerleri de artık açık açık gülmeye başladılar. Ben ise artık gayet ciddi duruyordum. "Çocuk oyuncağı" diyen adam, yanımdan hızla geçerek ortadaki boş bölgeye gitmişti. Kısa bir an Dougal'a döndüğümde, maketini bırakmış elinde bıçağını çevirerek bizi izlediğini gördüm. İfadesi anlaşılmazdı. Bakışlarımı kaçırıp saçlarımdaki tokayı çözerek sıkı bir topuz yaptım ve adamın tam karşısına yürüdüm. Herkes etrafımızda geniş bir çember oluşturmuştu. Çemberde dikilen arkadaşlarına bakarak gülen adam, bana döndüğü an direkt tokat atmaya çalıştı. Elini havada yakalayıp dizimi karnına geçirdiğimde iki adım geriye atarak uzaklaştım. Yaptığım hamle ile diğer savaşçılarda anında sessizlik oluşmuştu. Karnını bile tutmayan adam taktir eden bir ifadeyle bana doğru hızla koşarak beni yakalamaya çalıştı. Sanırım kadın ve onun kafasında bir leydi olduğum için kendini tutuyordu. Beni etkisiz hale getirip kazanmayı hedefliyordu. Hamlesinden kaçarak zıpladım ve sağ ayağımla yanağına darbe vurdum. Sol tarafıma savrulan adam, boylu boyunca yere düşmüştü dengesini kaybederek. Çünkü benden böyle bir hamle beklemediği için savunmasızdı. Sinirle Dougal'a baktığını gördüm. Dougal, kafasını onaylar ifadede salladı ve adam ayağa kalktı. "Size nazik davranmamaya karar verdim. Olacaklar için sorumlu ben değilim" dediğinde yine gülümsedim. Hatta kahkaha attım. Bana aklımı yitirmişim gibi bakan ve gülmeme sinir olan adam, bu sefer daha doğru bir duruşla bana yaklaştı ve suratıma yumruk salladı. Hızla eğilip ayağına çelme taktığımda düşmekten yine kaçamamıştı ancak düşerken karnıma yumruğu da geçirebilmişti. Maşallah balyoz yemiş etkisi yaratarak canımı gerçekten acıttı ama ben gülmeye devam ettim. Beni hâlâ düşürememişti. Yerden hızla kalktığında bu sefer onun hamlesini beklemeden üzerine doğru koştum ve tekme atacağını anlayıp vücudumu hafif sağa çekerek yine zıpladım. Boyu uzun olduğu için zıplayarak yumruk atmam gerekiyordu maalesef. Suratına indirdiğim yumrukla sendeleyen adamın, durmadan mide boşluğuna sert iki yumruk daha geçirdim. Öne eğildiği an sırtına dirseğimi sertçe geçirdim ve üçüncü kere yere düşmesini izledim. Yere düşme sesini duyduğum da diğerlerine dönerek konuşmaya başladım. Hepsi oldukça şaşkın duruyordu. Baskın sırasında duyduklarını büyük ihtimal abartı olarak düşünüyorlardı çünkü gözleri sonuna kadar açılmış bizi izliyorlardı. "Sıradaki?" Dediğimde mümkünmüş gibi daha da gözleri büyüdü. Dougal dahi ayağa kalkmıştı artık. Kimseden tek bir ses bile çıkmıyordu. Şaşkınlıktan konuşamayan adamlardan kimsenin öne çıkmayacağını düşünerek, gözüme kestirdiğim en iri gözüken adamlara baktım. "Sen, sen ve sen. Gelin" diyerek üç kişiyi işaret ettim. Üçü önce birbirlerine, ardından Dougal'a döndü. Ben de Dougal'a baktığımda ciddi bir ifadeyle vücudumu süzüyordu. En sonunda savaşçılarına bakarak kafasını onaylar anlamında salladı ve üç adam da aynı anda bana doğru koştu. İşte yine başlıyoruz. Duruşumu ayarlayıp yaklaşmalarını bekledim. Bu adamların hepsi, gözlemlerime göre düşünmeden saldırıyordu. Biri arkadan dolanıp arkama geçmiş, diğerleri hızla üzerime geliyordu. Beni ortalarında kıstıracaklardı. Arkamdaki adamdaydı tüm algım çünkü onu göremiyordum. Sağdaki yumruk salladığında arkamdaki adama doğru geriledim ve eğilerek arkamdaki adamın böbreğine sert bir yumruk geçirdim. Vakit kaybetmeden adamı tutarak bana yumruk savuranlara doğru ittiğimde, sağdakinin üzerine düşmüştü. Tabii soldaki adamdan gelen darbe kaçınılmazdı ama bu hamlemi planlarken en azından birinden darbe alayım diye planlamıştım. Yerdekiler kalkmadan solda kalan kızıl, uzun saçlı adamın saçlarını tutarak kafayı gömdüm ama göğsüme sert darbe de yemiştim. Adam, saçlarını bırakmadığım için bağırmıştı. Bir anda sert bir tekmeyi tam göğsüne indirdiğimde, bağırması kesik kesik olmuştu çünkü öksürmeye başlamıştı. Arkamdan tutulduğumda yerdekilerin de kalktığını anladım. Biri arkadan beni tutmuş, diğeri karşıma geçmiş yüzüme yumruğu savurmaya hazırlanıyordu. Yüzüme darbe almaktan nefret ettiğim için arkamdaki adamın tutuşundan güç alarak iki ayağımı havaya kaldırıp karşımdakine vurdum ve onu sendelettim. Ayaklarım yere değdiği an kafamı öne doğru getirip sert bir şekilde arkaya vurarak, arkamdaki beni tutan adamdan da bir kırılma sesi duyarak kusura bakma der gibi Melek'e döndüm. Arkada acı bir bağırış vardı. Adamın elleri anında gevşediğinde ise yere kapaklanmıştım. Arkamdaki adamın burnundan oluk oluk kan akıyor ve boynundan aşağıya dökülüyordu. Üzerimde bir gölge hissettiğimde, bakışlarımı kaldırıp baktım. Dougal tepemde dikilip bana elini uzatıyordu. Düşünmeden elimi uzatıp elini tuttum ve ayağa kalktım. Etrafa baktığımda ortalığı oldukça dağıttığımı fark ederek tekrar Dougal'a kafamı kaldırarak baktım. Dougal, üzerimi hızla taradı ancak gayet iyiydim. Bakışlarını savaşçılarına çevirdiğinde onunla birlikte ben de baktım. Biri; burnunu tutarak bağırıyor, biri; hâlâ nefes almaya çalışıp öksürüyor, diğeri de yerde acıyla inliyordu. İlk dövüştüğüm ise terli bir vücut, patlak kaş ve dudakla çimlerin arasında oturuyordu. Adamlarla dövüşürken onların çok güçlü ve kaslı olduklarını bildiğim için benim vuruşum onlarda sinek ısırığı etkisi olmasın diye tamamen hassas yerlerine yönelik olmuştu. Sonuçta güçlü bir kadında olsam, bu adamlara karşı başka şansım yoktu. Organlarına, sinirlerine ve hassas noktalarına yönelik vuruşlarım sonucu 10 kişi de karşıma çıksa kurtulma şansım vardı. "Yarın yine aynı saatte burada olacaksınız. İçinizden birinizden bile itiraz, küfür ve en ufacık bile alay duyarsam sizi eğitime almam!" Diyerek tekrar Dougal'a baktım. Güneş ışınlarıyla yumuşayan yeşil gözlerini kısmış, dudağının bir tarafı her an kıvrılacak gibi duruyordu. Ellerini arkasına atarak bağlamış ve taktir dolu bakışlarla bakıyordu. Birkaç adımla yanıma yaklaşıp elinin birini bana doğru uzattı. Eline dönen bakışlarım, uzattığı minik maketi görünce gülümsememek için kendimi zorladım. Uzanıp maketi aldım ve bakışlarımı bir daha gözlerine çıkarmadan yerde boş boş gezdirmeye başladım. "Senin hayatını bilmiyorum ama sen benim tanıdığım en farklı kadınsın; Güçlüsün, zekisin, güzelsin ve sürprizlerle dolusun. Her zaman güçlü kadınların kanatlarının altında sakladıkları yaraları olduklarına inanırdım. Bu yüzden o kadınlar, her erkeğin yanında uçamazlardı annem gibi... senin kanatların da var, tahminimce bolca yaraların da. Ancak sen farklı olarak istediğin yerde uçabilirmişsin gibi de..." diyen Dougal'ın sesi oldukça kısık çıkmıştı. Bakışlarımı elimdeki maketten ayırıp göz göze geldiğimizde o da kısa bir an maket çiçek sembolüne bakarak tekrar gözlerime döndü. "Lilyum," dedi gözlerini kaçırmadan. "Birçok anlamı var ama en sevdiğim anlamı, kadını temsil etmesi..." Rob'un yanımıza yaklaşmasıyla cümlesi yarım kalmıştı. Gözlerimizi ayırarak Rob'a döndüm. "Efendim kahvaltı vakti geldi söylememi istemiştiniz" diyerek kafasını yere eğdi. Dougal, derin bir nefes alarak tekrar avuçlarımın arasındaki minik çiçeğe baktı. "Herkes toparlansın kaleye dönüyoruz" diyerek etrafa baktığında ben de bizimkilerin yanına ilerlemeye başladım. Melek, pansumanları bitirmiş Ewan'ın yanında bekliyordu. Ewan, ona sataşıyor gibi duruyordu ama Melek'te karşılık veriyordu. Emir ise çoktan kalenin yolumu tutmuştu. Melek'in yanına ilerlediğimde, sert sesini duydum. "Bu sözlerinle beni utandıramazsın seni, seni kendini beğenmiş ahlaksız adam!" Ewan ise bu sözlere kahkaha atıyordu. "Hangi sözler?" Diyerek tam yanlarında durduğumda, Ewan kahkaha atmayı kesmişti. "Melek'in güzelliğini anlatıyordum Tuğra. Sence de öyle değil mi?" Ewan gerçekten şansını zorluyordu. Melek, sinirli bir ifadeyle ona bakarken bu konuşmayı şu an kaldırabileceğimi düşünmüyordum. Başka zaman olsa burada durup onlarla eğlenebilirdim. "Benim hiç bir şeyim seni ilgilendirmez seni küstah piç" diyen Melek ile Ewan gözlerini büyüterek tekrar kahkaha attı. "Leydim, sizi uyarıyorum. Bir daha bana küfür ederseniz ceza vermek zorunda kalırım size. Ayrıca bu ceza, benim için ödül olur" diyen Ewan'a geçmiş olsun bakışları atmadan Melek'in koluna girerek onu durdurdum. Günlerce sağlığına kavuşturmak için uğraştığı adamı bir saniyede öldürecek gibi bakıyordu yoksa. "Hadi Melek, Emir'i yakalayalım biz en iyisi" diyerek ve birazda güç uygulayarak kolumdan çekiştirdim. Melek, kıpkırmızı yanaklarla öfke dolu bakışlarını Ewan'dan sonunda çekerek bana ayak uydurdu ve kalede yoluna birlikte yürümeye başladık. Dougal, geride kalmıştı ama Rob hemen bir adım arkamızdan geliyordu. "Görüyorsun değil mi Tuğra? Bu adamı yemin ederim öldüreceğim. Hoşt lan sen kimsin? Bir kere öptü iyice zıvanadan çıktı, iyice yüz buldu ahlaksız herif" Melek kendi dilimizde Allah ne verdiyse yardırırken gülmemi de engelleyemedim. Hayır yani kızım o zaman öptürmeseydin diyeceğim ama şu an ağzımı açmak istemiyordum çünkü Melek baya patlamış duruyordu. Kaleye kadar konuştu ama adamları nasıl dövdün gibi bir konu aramızda açılmamıştı. Çünkü biz askerdik ve hangi şartlarda bu rütbeye geldiğimi biliyordu. Ewan hakkında onlarca ölüm planları dinleyerek kaleye geldik... |
0% |