@ebrumelek
|
Alanna'nın getirdiği 3 elbiseden birini giyinmiştim. Aynada kendime baktığımda resmen tanıyamadım. "Tuggra, çok güzel oldun" diye hayranlıkla bana bakan kıza aynadan baktım. Kendimi ilk defa bu tarz bir kıyafetin içinde gördüğüm için şu an epey yadırgıyordum. Giyinme esnasında boynumdaki künyem ve tuğra kolyem, Alanna'nın epey ilgisini çekmişti. İnceleme fırsatı vermeden kolyelerin babama ait olduğunu söylemiş ve konuyu kapatmıştım. Paravanın arkasında direkt kafamdan elbiseyi geçirip giyinmiş bir şekilde çıktığımda sevinçle ellerini çırpmıştı. "Gerçekten inanılmazsın" diye mırıldanan sevimli kıza gülümsedim. Bana sorsanız bu kıyafet için; 'inanılmaz' kelimesi yerine 'dehşet berbat oldun' cümlesini tercih ederdim. Emir, şu an beni böyle görse sabaha kadar gülme krizine girerdi. Onları şimdiden çok özlemiştim ama bir şekilde kendi zamanıma geri gidecektim. Sadece burada dikkat çekmemem içim bir süre uyum sağlamalıydım. Dougal, ailemi bulamayınca zaten beni bir şekilde gönderir, ben de o mağaraya tekrar keşif yapardım. Belki beni gönderme kararı almalarını bile beklemeden bir fırsatını bulup o ormana geri gidebilirdim. Sonuçta buraya oradan gelmiş, gidişim de oradan olmalıydı. "Bu kıyafetlerini yıkatmaya gönderiyorum. Bu arada iç çamaşırların ne tuhaf Tuggra, sizin ülkenizde kadınlar böyle mi giyiniyor?" Diye sordu Alanna. "Kıyafetlerimi ben yıkarım Alanna kimseye verme lütfen. İç çamaşırları ise herkes böyle giyinmez bizim oranın terzisi kendi çapında bir şeyler üretiyor bu da onlardan biri." Yemin ederim 1 günde söylediğim yalanlarla cehenneme gidecektim. Resmen Dolge Gabbana'yı mahalle terzisi yapmıştım. "Değişikmiş ama oldukça kullanışlı duruyorlar. Her şeyin çok değişik Tuggra" adımı telaffuzu çok tatlı ve komikti. Kamuflajımın cebindeki çikolatam aklıma geldi. Bir de timimle toplu çekilmiş resmimiz vardı. O resmi görev öncesi iyi ki yanıma almıştım. Geri dönene kadar özlemimi o resimle dindirebilirdim. "Tuggra, akşam yemeğinden önce biraz kaleyi gezelim mi?" Aslında biraz etrafı incelesem fena olmazdı. "Tamam olur." dediğimde bıçağımı Alanna'dan gizli göğsümün ortasından içeriye koymuştum bile. Silahımı da yatağın altındaki tahtayı sökerek içine koymuştum kimse yokken. Bu tarihte böyle teknolojik bir silah, büyük sıkıntı çıkartabilirdi. Kimsenin görmemesi gerekiyordu. Zaten 3 mermi kalmıştı, hafif makineli tüfeğim ise mağarada çantamın yanında kalmıştı Allah'tan. Diğer tüm eşyalarımı da silahın yanına koymuştum. Alanna'yla merdivenlerden inerek giriş katına geldik. Kalenin içinde çalışanlar bir koşturmaca halindeydi. Akşam yemeği hazırlıkları için sanırım. Yine üzerimde tuhaf bakışlar vardı ama bu seferkiler; beğeni, şaşkınlık, kıskançlık duygularıydı. Ayrıca kaledeki kadın, erkek, çocuk herkes saçlarıma çok dikkatli bakıyordu. Saçlarımı öylesine at kuyruğu yapmıştım. Annemin küçükken bana zorla aldırdığı eğitimlere de dua edeceğim hiç aklıma gelmemişti. Dünya tarihi hakkında yeterli bilgiye sahiptim ama ayrıntıları hatırlamıyordum. Osmanlı tarihine ise ilgim hep vardı ve önemli tüm olayları tarihlerine kadar biliyordum. Burada kaldığım süre boyunca beladan uzak durmalı, uyum sağlamalı ve kendi zamanıma bir şekilde gitmeliydim. Ağzımdan çıkan en ufak bir yanlışla, cadı veya büyücü damgası yiyebilirdim. Yürüyüş sırasında hayranlıkla etrafa bakıyordum. Burada doğa da, yiyecekler de çok güzeldi. Sonuçta her şey doğaldı. "Hangi dine mensupsun?" Diye sordu Alanna bahçede yürüyüş sırasında. "Dinim İslam" dedim. Onların Hristiyan olduğunu biliyordum. Köyün girişindeki küçük kiliseyi görmüştüm. "Daha önce bu inanışa sahip biriyle tanışmamıştım" Alanna yapısı gereği sanırım hep yüksek sesle konuşuyordu. O esnada ileride talim yapan erkekleri gördüm. Ellerinde tahta kılıçlarla antrenman yapıyorlardı. Dougal ve yanında hep gördüğüm sarışın adamda oradaydı. Antrenmanı izliyor, bazı hareketleri tekrarlatıyordu. Dougal'ın çalıştırdığı erkekler yine yanlış yaptığında tahta kılıcı eline alan Dougal, hareketi kendisi gösterdi. Gerçekten kusursuz yapmıştı. Kılıç kullanmada bir bilgim doğal olarak yoktu ama yaptığı hareketin doğru olduğu, duruşundan anlaşılıyordu. Hareketi bitirdiği sıra, bizim olduğumuz tarafa baktı. Bakışlarını kısa bir an elbisemde hissettim ama sonra sanki iğrenç bir şeye bakıyormuş gibi yüzünü buruşturup bakışlarını çevirdi. Ehh ben de senden haz etmiyorum zaten. "Kaç yaşındasın Tuggra?" Dediğinde tekrar yürümeye başlamıştık. Burası çok büyük arazi içerisinde büyük bir kale, etrafında da bungalov tarzı küçük evler vardı. Evler bir düzen şeklinde kalenin eteklerine yapılmış ve köy oluşturmuştu. Hayvanlar için küçük yapılar da vardı. Burası sanki masal kitaplarındaki çizimlere benziyordu. "24, sen?" "Ah ben 19 yaşındayım. Evli misin?" "Hayır Alanna hiç evlenmedim" çiçeklerin kokuları o kadar güzeldi ki, onlara bakarken Alanna'nın sorularına cevap veriyordum. Burada her şey güzelliğiyle beni büyülemişti. "Çok güzelsin Tuggra, sizin ülkenizde kurallar nasıl bilmiyorum ama İskoçya'da 17 yaşından sonra hemen evlenilir." dediğinde yüzündeki hüznü yakaladım. Kızı zorla evlendirmeye çalışmıyordu değil mi o dev kılıklı adam? "Sen evli misin?" Diye sordum şaşkınlıkla. Daha çok küçüktü!! "Hayır evli değilim. Abim ben istemeden beni asla evlendirmez. Klan liderinin kardeşi olmanın torpilini de yaşıyorum tabii. Kimse dedikodu yapamıyor. Hatta klanımızda abim sayesinde zorla evlilik yasaktır" iyi bari. Yanımızdan geçen orta yaşlarda, beyaz tenli ve siyah saçlı, çok güler yüzlü ve oldukça kilolu bir kadına dönerek anlamadığım dilde bir şeyler konuştu. Konuşma sırasında kadın hep gülümsemişti. Kadın yanımızdan uzaklaştığında konuştuklarını bana çevirmişti. "O Fiona, köylülerden biridir ona gününün nasıl geçtiğini sordum. Elindeki suyu hayvanlara götüreceğini söyledi. Eşi Baen talihsiz bir kaza geçirip bacağını yaraladı ve bir türlü iyileşmedi. Şenliklerden önce işleri kendisinin yaptığını söyledi." Kaleye doğru yürümeye başlamıştık. "Şenlikler nedir?" "Ahh sana söylemeyi unuttum. Baharı kutlamak için her sene bu tarihlerde şenlik düzenleriz. 2 hafta sonra bahar şenliğimiz var. Bu şenliğe abim, diğer dost klanları da davet eder ve birçok gösteri düzenlenir. Diğer klanlardan cesur savaşçılar düello yaparak eğlenirler. Abime kimse meydan okumaya cesaret gösteremedi bu zamana kadar. Bu sene de öyle olacağını düşünüyorum o yüzden içim rahat" "Anladım" dedim sadece. Adetleri her şeyleri çok farklıydı. "Ben çok yoruldum sen de yorulmuş olmalısın. Yemeğe kadar biraz dinlen. Saat tam 19:00 da aşağı ki büyük salonda masalar kurularak hep birlikte yemek yeriz. Kahvaltı saati de 07:00'dir" Aslında hiç yorulmamıştım ama Alanna'ya ayak uydurarak kafamı salladım. Off ben burada ne yapacaktım? 🌿 "Ne düşünüyorsun?" Ewan'ın sözleriyle karşımda neşeyle yürüyen iki kızdan gözlerimi çekmemiştim. 'Tuğra!', ne tuhaf bir ismi vardı. Telaffuzu bile dehşet zordu. Etrafa merakla bakıp her ayrıntıyı inceliyordu. "Connor'un artık aynı numaradan ne zaman vazgeçeceğini düşünüyorum kardeşim" diye yanıtladım Ewan'ın sorusunu. Ewan ile birlikte büyümüştük. Babam klan lideriyken, Ewan'ın babası da onun sağ koluydu, tıpkı bizim gibi. Onunla aramızda her zaman kan bağı gibi bir ilişki olmuştu. Alanna'dan ayırmıyordum onu. Fizik ve karakter olarak tamamen zıt kutuplardık. Sapsarı saçları ve mavi gözleriyle klanda birçok kızın gönlünü feth ederdi. Esprili ve muzip yanıyla da her zaman ilgiyi çekerdi. "Kız çok değişik Dougal, Connor'la bağı olduğuna nasıl bu kadar eminsin?" "İsmi dışında söylediği her şey yalan Ewan!" "Hiç yalan söylüyormuş gibi de değildi. Sen bu konularda çok daha iyisin gerçi" "Sorun da bu ya!" dedim bakışlarımı Ewan'a çevirip. Çenesini düşünceli bir ifadeyle ovalıyordu. "Kız yalan söylediğini hiç belli etmedi, usta bir yalancı ama yalan söylediğine eminim, biliyorsun asla yanılmam. Demek ki Connor bu sefer usta bir casus bulmuş" "Ona da diğerleri gibi mi yapacaksın?" Dedi Ewan. Bakışlarımı, kaleye giren kızlara çevirdim. "Hayır, bu sefer ben de oynayacağım. Connor'un, ayaklanma için yapacağımız bilgilerin peşinde olduğunu düşünüyorum. Bu sefer farkına varmamış gibi yapacağım, ona istediği bilgileri vereceğim." "Dougal sen ciddi misin? Ayaklanma hakkında bilgi sahibi olurlarsa, bu her şeyin sonu demek olur. Kral James'in oğlunun tahta çıkması için kurduğumuz bütün plan bozulur. Piç Connor apaçık Ingiliz'lere çalışıyor biliyorsun!" Dostumun endişeyle parlayan mavi gözlerine bakarak elimi omzuna koydum. "Bazen neden seni hâlâ yanımda tuttuğumu düşünüyordum. Ona tabii ki gerçek bilgileri vermeyeceğiz. Kızın bizden öğreneceği her bilgi sahte olacak" dedim. Ewan sonunda anladığında haince sırıttı. "Peki bu süreçte, diğer casusların yaptığı gibi yatağına girmeye çalışacak mı sence?" Diye sordu muzip bir ifadeyle. Connor'un benim için gönderdiği her kadın casus yatağıma girmek ve bir tohum vermek için seferber olmuşlardı. Ne kadar Connor'un adamı da olsalar, kadınlar güç severdi. Tabii ki hiçbirine izin vermemiştim. Ewan'ın sorusunu es geçerek kaleye doğru yürüdüm. Bir banyo yapıp yemek yemeliydim. "Kaç bakalım Büyük Dougal" diye arkamdan bağıran Ewan kaşınıyordu yine. Arada onu dövsem de yine akıllanmıyor, bana sataşmaktan geri durmuyordu. İskoçya genelinde çoğu büyük savaşçı benim karşımda konuşmaya bile çekindikleri halde, Ewan küçük yaramaz kardeşim gibiydi. Düşündüğü her şeyi çekinmeden söylerdi. Benim de takdirimi bu sayede kazanmıştı zaten. 🌿 Odamda oturmuş saatin 19:00 olmasını bekliyordum. Kamuflajımdan çıkan tüm eşyalarımı da silahın yanına koymuştum. Kol saatim, timle gittiğimiz sinema biletim, resmimiz, çikolatam, uydu telefonu. Kendi zamanından getirdiğim eşyalar bu kadarcıktı. Sinema biletinin cebimde ne aradığını ise ilk başta anlayamamış, görünce ben de şaşırmıştım ama sonra Emir'in operasyon öncesi karargahta cebime koyduğunu hatırlayıp tebessüm ettim. Cesedimi bulamadıkları için büyük ihtimal kafayı yemişlerdir. Eminim ki Göktürk komutanım 'geri dönüyoruz' emri vermeden köşe bucak beni aramışlardır. Şu an mecbur dönmeleri ve hakkımda arama emri çıkarmaları gerekir. Belki de Abdi tarafından pusuya düşürülüp kaçırıldığımı düşünüyorlardır. Normalde askerlerin dövme yapması yasaktır ama benim göbeğimin hemen altında ufak bir zambak dövmesi vardı. 3 ay önce silah ticareti yapan bir örgüte sızmıştım. Örgüte girebilmek için birçok zor şartlar vardı. Kendimi onlara ispatlayıp, onlardan biri gibi aralarına karışmıştım. Neredeyse 10 ay süren görevde, örgüt üyelerinin hepsinin göbeğinde çiçek dövmesi vardı. Sembol gibi bir şeydi. Güvenlerini kazanınca mecbur bana da yapmışlardı üye olarak ama dövmeyi yapan piç, biraz daha aşağıya kayarak kasığıma denk getirmişti. Çiçeği benim seçmemi istemişler, nasıl olsa görev bitimi sildireceğim diye düşünüp 2 saniyede zambak olmasına karar vermiştim. Önümüzdeki hafta sildirmek için randevu almıştım ama buradan gidemezsem asla dövmeyi sildiremeyecektim. Örgütü çökerttikten sonra yarbaya sunduğum raporda dövme konusuna takılmamış, müsait bir zamanında sildir demişti. Resmimize son kez bakarak anılardan uzaklaştım ve tahtanın altına geri koydum. Saat neredeyse 7 olmuştu. Ayağa kalkıp kıyafetimin kırışan yerlerini düzeltmeye çalıştım. Bu kumaşlar çok güzel olmasına rağmen çok çabuk kırışıyordu. Ayrıca hiç kullanışlı değillerdi. Pantolon giyebilsem keşke. Hele ayakkabı için Alanna ilk başta topuklu bir çift getirmişti. Kesinlikle reddedince, düz bir ayakkabı çifti bulup onu vermişti. En azından daha iyiydi. Dakik birisi olduğum için 7 olmasına 5 dakika kala odanın kapısını açarak aşağıya indim. Aşağıya indiğimde, kaledeki halkın çoğunun büyük salonda yemek masasında oturduğunu gördüm. Savaşçı olarak eğitilen gençler, uzun ayrı bir masada, çoğu çalışan kadın ve kızlar da diğer büyük masada oturuyor, mutfak çalışanları koşturmaca halinde masayı doldurmaya devam ediyorlardı. Demek yemekleri toplu yiyorlardı. Ben salona indiğimde kısa süren bir sessizlik olmuştu. Çekinmeden etrafa bakarken, Dougal ile göz göze geldik. Onun hemen yanında oturan Alanna, "Tuggra" diye seslenince, adımlarımı mecbur oraya yönlendirdim. Alanna, Dougal ve sarışın adam birlikte küçük bir masada oturuyorlardı. "Otursana Tuggra" diyen Alanna'ya gülümseyip Dougal'a döndüm tekrar. Sonuçta onun masasıydı ve ben kimseye saygısızlık yapmak istemezdim. Eliyle tam karşısındaki sandalyeyi işaret edince çekerek oturdum. Bizim masaya hızlıca koşan bir kız, tabağıma yemek doldurmaya başladı. Nefes nefese kalmış kıza çevirdim bakışlarımı. Sarışın bir kızdı ve pembe bir elbise giymişti. Tam bir barbie bebeğe benziyordu. Bizim zamanımızda olsa kesin manken olurdu. "Teşekkürler işinin başına dönebilirsin" diyen Dougal ile kızın yanakları kıyafeti gibi pembeleşmişti. Geldiği hızla yanımızdan ayrıldı. Dougal yemeğe başladığı an, mesaj almış gibi bütün salon yemeklere başladılar. Etrafa kısaca göz atıp ben de önümdeki tabağa baktım. Yemek neredeyse full et ağırlıklıydı. Bilmediğim türde çorba ve baklagil türleri de vardı. Ufak ufak yemeye başladım. Tatları da damak zevkime pek uygun değildi ama yine de yedim. "Bu arada tanışmadık ben Ewan" diyen sarışın adama baktım. Benimle iletişime geçerken İngilizce konuşuyorlardı. "Tuğra" dedim ve yemeğime devam ettim. Ewan, hâlâ bana bakıyordu. "Baban hangi iş ile uğraşıyordu?" Diye devam etti. Dougal ve Alanna ise yemeğini yemeğe devam ediyorlardı. Sorusuyla Alanna, kafasını kaldırıp ona uyarır gibi baktı. Babamı öldü sanıyorlardı ve Alanna gerçekten duyarlıydı. "Ticaret" dedim kısaca. Hakkımda çok konuşmak istemiyordum. "Babanın ismi gerekiyor" diye araya girdi Dougal. Şimdi ne diyecektim. Osmanlı'da en çok olabilecek isimleri düşünmeliydim. "Mustafa" dedim kısaca. Soy ismi yoktu tabii şu an. Baba adı ve bulunduğu boy kullanılırdı. "Yörük Mustafa" diye düzelttim. Sonuçta geçerli bir şey söylemem gerekiyordu. Yörük Mustafa kimsin bilmiyorum ama inşallah birden fazla bu isim vardır. "Krala babanın topraklarında öldürüldüğü ve senin de kaçırıldığın bilgisini vereceğim. Kralın cevabından sonra ülkene dönmen için tüm yardımı yapacağım" nedense bana yalan söylediğini düşünüyordum ama neden yalan söylesin ki? Neden bana yardım etsin sorusu da aklımdaydı iki gündür. Ya çok centilmen biriydi ki pek sanmıyorum, ya da benim için başka bir planı vardı. "Teşekkür ederim" dedim. "Leydi Tuğra, anlatın lütfen ülkenizde yaşam nasıldır? Burayı beğendiniz mi?" Evan arkadaşça sohbet etmeye çalışıyordu ama yüz ifadesi hiç samimi gelmiyordu. Kesin yalan söylediğimden şüpheleniyorlardı. "Ülkem çok güzeldir. İnsanlar birbirine saygı ve sevgi duyarlar tıpkı burası gibi" diye geçiştirdim ama sorularının bir sonu gelmeyecek gibi duruyordu. "2. Mustafa zor bir dönemden geçiyor." Dediğinde çatalı bırakıp kollarını masaya dayamıştı. "Siz de geçim kaynağı için ülke dışına çıkmaya karar verdiniz sanırım. Kral Mustafa geçen sene ki Karlofça Antlaşması ile Avusturya ve Venedik'e önemli toprakları bıraktı. İngiliz'ler aracılık etmişti değil mi yanılmıyorsam" diyerek son cümlede Dougal'a baktı. İngiliz kelimesini duyan Dougal, suratını kırıştırmıştı. Ağzının içinden homurdanıp onu onayladığında, aklıma gelen düşünceleri iyice gömdüm. Hatırladığım kadarıyla 2. Mustafa döneminde ki Karlofça anlaşmasından sonra 'gerileme' dönemi başlamıştı ve birkaç sene sonra padişah tahttan indirilip yerine kardeşi getirilmişti. Gelen kardeşinin adını hatırlamıyordum Ahmet yada Mehmet olması gerekiyordu. Gelen kişi ülkeyi toparlamaya çalışmış ama Rusya'yla büyük gerginlik yaşamıştı. Patrona Halil isyanı sonucunda o da tahttan çekilmişti. Ayrıntıları hatırlamıyordum ama önemli olayları hatırlıyordum. Bu da bir şeydi. "Evet ama güçlü bir milletiz, toparlarız" diye cevap verdim. "Anladım, kaybınız için çok üzgünüm Leydi Tuğra. Az önceki kabalığımı bağışlayın" dediğinde içten duruyordu. Tekrar yemeğine döndüğünde, sohbet de bitmişti. "Abi, şenlikler için yeni bir elbise istiyorum. Terziyi kaleye çağırabilir miyim? Hem Tuğra için de bir elbise isteyeceğim" diyen Alanna ile rahatsızca söze girdim. "Lütfen Alanna, ben bir elbise istemiyorum çok teşekkür ederim. Belki şenliklere kadar çoktan gitmiş olurum. Misafirperverliğiniz için minnettarım fazlasına gerek yok" dediğimde Dougal ve Evan'ın kısa bir an göz göze geldiklerini fark ettim. Artık emin olmuştum. Benim bir an önce mağaraya geri gitmem gerekiyordu. "Tamam istediğin terziyi çağırabilirsin" diyen Dougal'la, Alanna sevinçle ellerini çırptı. |
0% |