Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm

@ebrumelek

DOUGAL

Arthur'un tek başına kalenin içine geldiğini görünce, sabahtan beri kasılı halde olan bütün kaslarımın daha da kasıldığını hissettim.

Atından indiğinde benimle göz göze gelerek kafasını bir kere aşağı yukarı salladı. İşte şimdi büyük bir sorundan kurtularak gevşemiştim. Royce, teklifimi kabul etmişti.

Royce'un ilettiğim teklifi kabul edeceğini biliyordum aslında ama yine de içimde az da olsa kuşku vardı. Bu kuşku yüzünden saatlerdir sinirli ve sanki tüm vücuduma iğne batırıyorlarmış gibi hissediyordum. Tek çarem, bu evlilikte Royce'u ön plana atmaktı.

Yoksa bütün yeminlerimi çiğnemiş olacaktım...

Aslında amcamın yaptığı plan kusursuzdu. Bu plan; benim yıllardır beklediğim an'dı. Üstelik benim hayal edebileceğimden bile daha iyi bir fırsat çıkmıştı önüme. Connor'un gelinini kaçırarak, kızın babasının ona askeri güç vermesini önleyecek, hem de klanıma yaptığı baskın ve önceki zamanlarda süregelen düşmanlığımız için intikam almış olacaktım.

Ayrıca kendi şahsi intikamımı...

Her şey bir yana, bu evlilikten vazgeçerek Royce'u öne sürmeme başta amcam dahil Ewan ve en sadık adamlarım çok şaşırmıştı. Doğruyu söylemek gerekirse, ben de kendime oldukça şaşırmıştım. Sadece bir evlilik... Sonucunda kazanan ben olacaktım, olması gerektiği gibi.

Ancak bunu tüm benliğim reddetti. Amcam ve Ewan, planı neden değiştirdiğimi sorduklarında onlara yalan söylemek zorunda kaldım. Daha önce başımdan geçen kötü evlilik yüzünden bir daha yapamayacağımı söyledim. Gerçekte neden istemediğimi ise kendime bile itiraf edemiyordum...

Belki de kendimi de böyle kandırmam uygun bir yoldu.

Bir süredir zihnimi sadece tek bir kişi işgal ediyordu. Kendime sövsem de onu düşünmekten kendimi alamıyordum. İlk başta ilginç bir kız olduğu için sürekli aklıma geliyor diyerek kendimi oyaladım. Daha sonra sevgilisi sandığım adam ortaya çıktığında, tüm dengem altüst oldu.

Tuğra...

Onun kadar garip bir kadın daha görmemiştim. Bu garipliğini farklı bir milletten olmasına yormuştum ilk başta. Ancak karakterinin böyle olduğunu, arkadaşlarını da tanıyınca anladım.

İlk dikkatimi çeken saçları olmuştu. Kokusu ise lilyum çiçeğine benziyordu. Lilyum yani zambak çiçeğinin birçok anlamı olmasına rağmen, Tuğra'yı gördüğümde hissettiğim tek bir anlamı vardı.

Onu ilk gördüğüm günler casus olduğuna o kadar emindim ki, Connor adisinin gönderdiğini düşünmek bile tüm vücudumun nefretle dolmasına yetmişti. Tek düşünebildiğim onu öldürmekti.

Ancak amcamın ortaya çıkıp Tuğra adını ilk duyduğu an; seneler geçse bile hafızamdan silinmeyecek kadar beni etkilemişti.

Amcamı en son bu kadar tuhaf gördüğüm gün, babamın öldüğü gündü. Tuğra ismini duyduğu an ellerinin dahi titrediğini, sürekli yutkunarak kıpkırmızı bir suratla öfkelendiğini gördüğümde ise aklımda başka düşünceler gelişmişti. Ancak aklıma gelen her yolun sonucu, Tuğra'nın casus olması ve bir şekilde amcamın da kara listesine girmesiydi.

Yine de aklıma gelen yüzlerce düşünce içinde; en olmadık, akla mantığa sığmayacak şeyin gerçekleşmesi nasıl bir kaderdi?

Tuğra; ne casus, ne amcama bir kötülük yapmış, ne de Connor'un adamıydı.

O, yanlış bir zamana, mucizevi bir şekilde yolculuk yapmış bir kadındı. O ve arkadaşları...

Onun için sıradan bir kadın cümlesini bile kuramayacağım kadar sıradanlıktan uzak, beni her hareketiyle daha çok büyüleyen ve cezbeden, farklılığı ve güçlü duruşu yüzünden insanların ondan çekinmesini sağlayan, her şeyden öte onun varlığını hissettiğim an tüm bedenimi ve zihnimi ele geçiren bir kadındı.

Saçlarının arasındaki doğal olmadığı belli olan sarı tutamlarını saatlerce incelemek istemiştim. Bal köpüğü rengi gözleri her daim bilmişlik ve merakla parlayan kadının, sürekli bana bakmasını istemiştim. Casus olmadığını anladığım andaki rahatlamamla, tüm bu düşünceler zihnime adeta hücum etmişti. Odasında dayanamayarak ona meydan okuduğumda, dudağımı patlatmasıyla tüm otokontrolümü kaybederek aklıma edepsiz düşünceler akın etmiş, onu yere yatırarak durdurduğumda, kendimi de zor durdurmuştum. Bende oluşan bu yabancı duygulara öfkelenerek, hıncımı haksız yere ondan çıkartmaya çalışmış ve uzak durmak için elimden geleni yapmıştım. Yine de ondaki eşsiz özellikler beni gafil avlamaya devam etmişti. Adamlarımı eğitirken ki özgüveni ve gücü ona sadece benim değil herkesin hayran olmasına engel olmamıştı. İçimdeki dizginlemez bir hırçınlıkla, ona hayran hayran bakan tüm savaşçılarımı kılıçtan geçirmemek için bir süre sonra eğitimlerine katılmamakla karar almıştım. Ancak bu, o Emir adı verilen adamın onun sevgilisi olduğunu düşünerek, kendimde hissettiğim bu sahiplenme hissine küfürler ederek çelişmeme sebep oluyordu...

Sevgilisi olduğunu ilk duyduğumda, olabildiğince ondan uzak durmaya, gördüğümde yolumu değiştirmeye, mecbur denk geldiğimizde ise mesafeli durmaya başlamıştım. Böylece içimdeki saçma merak duygusu da yakında geçecekti. Evet hissettiğim sadece meraktı çünkü böyle farklı bir kadın daha önce tanımamıştım. Gelecekten gelen bir kadın herkes için ilgi çekici olurdu ama değil mi? Gerçi Melek denilen kızı neden böyle merak etmediğimi düşünerek bu konudan olabildiğince uzak durmaya karar verdim. Yoksa sonum iyi olmayacaktı. Sevgilisi olan bir kadını düşünecek kadar alçak bir adam değildim ben. Ondan olabildiğince uzak durmamın tek sebebi buydu.

Ancak birkaç saat önce Emir'le aralarında bir münasebet olmadığını öğrendiğimde, toplantı odasındaki herkesi kovarak Tuğra'yla yalnız kalmamak için tüm irademle direnmiştim.

Ava gittiğimiz gün, içimde büyük bir sıkıntıyla ormanda yeterli olamamıştım. En sadık adamlarımdan Arthur, ben de bir tuhaflık olduğunu sezip ne olduğunu sorma cüretinde bulununca, ona sert çıkarak avın iptal olduğunu söylemiş ve geri dönüş hazırlıklarına başlamalarını emretmiştim. Geleneklerimizden olan avın, iptal olması sebebiyle dumura uğrayan adamlarıma bakmadan atımı hazırlamaya başlamıştım. Normalde sabaha kadar avlanmayı ve günün ilk ışıklarıyla yola çıkmayı düşünürken, ben peşimde adamlarımla son hız kaleme doğru atımı sürmüştüm. Taa ki kalenin iç duvarından yükselen dumanları ve bağırış sesleriyle kısa bir an dona kalarak, vücudumda zehir gibi dolaşan korku duygusunu geri plana atmayı başarıp kalenin içine kadar ilerleyebilmiştim.

Avluya adımımı attığım anda gördüğüm manzara ise; son nefesimi verirken bile asla unutamayacağım yegane sahnelerden biriydi.

Kalede bıraktığım onurlu savaşçılarım kanlar içinde yerde yatıyor, Ewan yine kanlar içinde yerde can çekişiyor ve onun başında tüm gücüyle savaşmaya çalışan Tuğra ile arkadaşları.

Üçü de Ewan'ın etrafına dağılarak onu bir çember içine alıp gelecek saldırılara karşı kendini siper ederek onlarca adama kafa tutuyor...

Kılıç kullanmayı bile beceremediğini net gördüğüm üç arkadaşın, çim biçer gibi bir rahatlıkla ve çevik hareketlerle baskıncıları püskürtmesi asla unutamayacağım bir an'dı.

Hızla etrafı tarayıp kız kardeşimi aradığımda ağzımdan çıkan kelimenin, onun ismi olduğunu bile fark edememiştim. Tuğra'nın 'Alanna yaşıyor' onayından sonra ise silkelenip kendime gelerek, tüm gücümle ve öfkemle, karşıma çıkmaya cesaret gösteren herkese kılıcımın tadına baktırmıştım.

Ben hayatımda onlarca güzel kadın görmüştüm ama hiçbirini Tuğra kadar ilgi çekici bulmamıştım.

O bir zaman yolcusuydu.

Ve yakında gidecekti...


Loading...
0%