Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31. Bölüm

@ebrumelek

Keyifli okumalar

🤍

Hiçbir sorun çıkmadan Dougal'ın topraklarında son hız ilerliyorduk. Rob, Emir, Melek ve ben.

Royce Boyd ile belli bir bölgede ayrılmıştık. Tabii Victoria'da onlarla birlikte gitmişti. Bundan sonrası artık onlardaydı ama yaptığımız bu hamleyle ortalığın epey karışacağını tahmin etmek zor değildi. Ben, işin aksiyon kısmını halletmiştim. Bundan sonraki politik problemlerle albayın ve Royce'un uğraşması gerekecekti.

Dougal ise aklımı kurcalayan diğer bir kısımdı. Neden evliliği kabul etmemişti mesela? Royce'un evlilik hakkındaki söylediği sözler ne anlama geliyordu? Deli gibi merak ediyordum. Merak etsem de beni ilgilendiren bir durum olmadığı için bu soruyu ona asla sormayacaktım ama kesin Emir bir haltlar biliyor olabilirdi. Acaba dünyadaki magazin ve dedikodu olayını Emir yüzünden biz mi çıkaracaktık çünkü kendisi en şaşaalı gazete manşetiyle dahi yarışabilir düzeydeydi. Tüm klanın her haltını bildiğine emindim.

Ufukta kalenin yüksek surları gözüktüğünde, Emir daha çok sızlanmaya başladı. Saatlerdir at üstünde hepimiz heder olmuştuk ama Melek ve ben sesimizi bile çıkartmazken ona ne oluyordu? Sanki biz hayatımızda her gün ata binmiştik de?

"Kes artık sızlanmayı geldik işte" diyen Melek, duygularıma tercüman olmuştu.

"Sende pişik kremi olma ihtimali yüzde kaç?" Diye sorunca kahkahama engel olamadım. Melek ise göz devirdi. Rob, bir robot gibi sesini dahi çıkartmadan hâlâ tetik bir şekilde hızla önümüzde atıyla ilerliyordu. Bu adam tam Göktürk komutanımın kafadaydı. Bence tanışsalar oldukça iyi anlaşırlardı. Ah, Göktürk komutanım deyince onları o kadar özlemiştim ki. Emir ile bu özlem duygum bir parça bastırılmıştı ama yine de abim olarak benimsediğim komutanım ve tim arkadaşlarım Kadir ve Yusuf abiyi de deli gibi özlemiştim. Hem benim hem Emir ve görev esnasında Melek'in kaybıyla kesin kafayı yemiş olmalıydılar. Acaba orada durum nasıldı?

"Elimde pişik kremi olsa dahi sana vererek ziyan eder miyim?" Diye başka bir soru soran Melek'e, Emir alınmış gibi bir bakış attı.

"Bana bana, Bihter'ine" dediğinde Melek'te benimle birlikte gülmeye başlamıştı. Eminim şu an sohbetimizden gram bir şey anlamayan Rob'un kafası bir hayli karışıktı. Gerçi karışık olmasa bile sohbetlere asla katılmazdı ki.

"Az kaldı dayan işte" diyerek bacaklarımı atın üzerinde hareket ettirmeye çalışarak uyuşan yerlerime kan gönderdim.

"Kaleye gidince 2 gün bana dokunmayın. Yatakla randevum var" diyen Emir yine bizi güldürmeyi başarmıştı.

"Seni tanımasam bu dediğine inanacağım. 5 saatten fazla uyuyamazsın" diyerek alay ettim.

"Kızım o Hakkari'de geçerliydi. Burada yapacak bir şey mi var? Ne telefon, ne televizyon, Playstation, maç, kola, cips, kebap, döner,..." diye başladığında aklıma gelenlerle derin bir nefes alarak "Sussana" diye bağırdım Emir'e. Resmen insanın canını çektiriyordu.

"Ben Murat Soner'i izlemeden haftamı nasıl kapatıyorum biliyor musun sen? Tek temennim bölümler birikiyor ve gidince bir günümü sırf ona ayırmak olacak düşüncesi. Ayrıca tüm maçları ve dizilerimi de birikmiş bir şekilde izleyeceğim. Gidince beni evimin kanepesine bağlayın. Mezar taşıma da, iyi nişancıydı ama kanepeye bağlandı yazın"

"Bir gidelim seni balkonun demirlerine bağlayım da gör" dediğimde bana gözlerini büyüterek kınayan bir bakış attı.

"Düşünsene İnternet yok, İnternet yav İnternet!"

"Beynimi yedin sus artık geldik" dediğimde surların kapısına dayanmıştık. Bizi gören nöbetçiler, ses çıkarıp alarm veren, borazana benzeyen aleti öttürmeden kapıyı açmışlardı.

Atlarımızla hızla içeriye girdiğimizde, yeni bir gün başladığı için kalede günlük işler de başlamıştı. Herkes kısa bir an işini bırakıp bize bakmaya başlamışlardı. Rob hariç hepimiz perttik ama bunu dışarıya asla yansıtmazdık. Emir'in dediği gibi bir yerlerimiz pişik olsa da, dışarıdan bakıldığında son derece iyi gözükürdük.

Avludaki genç kızların Emir'e bakarak kendi aralarında kıkırdadığını fark edince kaşlarımı çattım. Melek'in arkasında seyahat ediyor diye mi gülüyorlardı diye düşünürken, aslında tam tersi kızların cilveli bir şekilde güldüğünü görüp göz devirdim. Emir ise durumun farkında olup artistçe atından indi ve kızlara dizilerde gördüğü reveransı yaptı. Komik bir şekilde eğildiğinde, kızlar tekrar kıkırdamıştı.

Atımdan inerek bakışlarımı kızlardan çektim ama gördüğüm başka yüzlerle, bir süre olduğum yerde kaldım ve atımı sevmeye başladım. Emir, benim aksime sızlanarak bacaklarını çaktırmamaya çalışarak ovaladı ve gayet normal bir şekilde inmiş yürüyen Rob'a ters bakışlar attı.

"O bence insan değil" diyerek Rob'u işaret ettiğinde gülmemek için dudağımı ısırdım.

"Temiz hava çarptı herhalde" diyen Melek'te eğilmiş bacaklarını tutuyordu. O esnada Alanna ve diğerlerinin bizim olduğumuz tarafa baktığını gördüm. Dougal'a bakmamaya çalışarak Alanna'ya gülümsedim ve önden koşarak bize doğru hızla geldi.

"Tuggra, Melek sizi özledim" diyerek bana sarıldı. Benden ayrılıp yanımdaki Emir'i pas geçerek Melek'e de aynı şekilde sarılınca, Emir'in ağzının içinden homurdandığını duydum ama ona bakamayacak kadar ilgim başka yöne kaymıştı bile. Dougal, Ewan ve albay da yanımıza gelmişti.

"Asker" diyen albayın gözlerinde ışıltılar geçiyordu. Sanırım bu kelimeyi söylemek, içinde bir yerlere dokunuyordu.

"Tuğra Duman, görev başarıyla tamamlanmıştır komutanım" diye bağırdığımda, neden bağırdığımı anlamak ister gibi tüm bakışlar bana dönmüştü. Albay yine gözlerindeki ışıltıyla gülerek bana yaklaştı.

"Ben artık asker değilim Tuğra ama özlemişim" diyerek bana sarıldı. Ardından bizimkilere sarılmak için benden ayrıldığında, Dougal ile karşı karşıya kalmıştık.

"Bitti lordum. Royce Boyd, Stoville kontunun kızı Victoria'yla bu akşam evlenecek" dediğimde hiçbir tepki göstermeden bana bakmaya devam etmişti. Acaba ne düşünüyordu?

"Matruşka gibisiniz değil mi?" Ewan'ın sesini duyunca bakışlarımı ona çevirdim. İlk zamanlara göre çok daha iyi duruyordu yarası. Artık yürürken dik bir şekilde hareket edebiliyordu.

"Sizin gibi olmaktan iyidir" Melek'in sesiyle bakışlarımı hızla ona çevirdim.

"En azından ben samimi ve dürüstüm. Siz, leydim, bunu söyleyebilir misiniz?" Sanki bir masa tenisi izliyormuş gibi bakışlarım Melek ve Ewan arasında gidip geliyordu. Ewan, konuşurken sanki komik bir şey varmış gibi gülüyor, Melek tam tersine oldukça sinirli gözüküyordu. Bunlar olurken yan tarafımda kalan adamın delici bakışlarını da üzerimde hissediyordum ama ona dönüp bakmak istemiyordum.

"Siz ne cüretle benimle böyle konuşursunuz? Ben oldukça dürüstüm. Sizin gibi eğlence peşinde değilim"

"Görüyorum" diyen Ewan, dudağının kenarını kıvırarak Melek'i baştan aşağıya süzmüştü. Melek ise sinirle yürüyerek kalenin içine doğru yürümüştü. Ewan, o gidene kadar arkasından bakmış, Melek gözden kaybolduğu an önüne döndüğünde Emir'in delici bakışlarıyla karşılaşıp kaşlarını çatmıştı.

Emir bakışmayı kesmeden Ewan'a doğru yürüdü ve tam yanından geçip gidecekken durup Ewan'a fısıldadı.

"Yerinde olsam onu kızdırmazdım" diyerek adımlarına devam etti ve Ewan'ın omzuna hafifçe omuz atarak Melek'in peşinden gözden kayboldu. Ewan, ellerini iki yana kaldırarak albaya baktığında, yüzünde bu sefer haylaz gülümsemesi yoktu.

"Gel gidelim oğlum. Tuğra sen de dinlen kızım. Yemekten sonra detayları toplantı yaparak konuşuruz" diyen albay, Ewan ile birlikte uzaklaşınca ortamda Dougal ile ben kalmıştık.

"İzninizle lordum" dedim ona bakmamaya çalışarak. Tam ben de giderken, Dougal hafifçe kolumdan tutup beni durdurdu. Mecbur bakışlarımı ona çevirdiğimde, gözlerinde anlam veremediğim anlamlı bakışlar görüp afalladım.

"Yarım saat sonra konuşabilir miyiz?" Diye sormasını ise asla beklemiyordum. Kaçsam yanlış anlayabilirdi. Ayrıca konuşacak konu belliydi ve bunu diğerlerinin yanında konuşmak istemiyor olabilirdi. Usulca kafamı sallayarak onayladığımda tekrar sesini duydum.

"Kilisenin yolundan ilerlediğinde dik bir yamaç göreceksin. O yamacın tepesinde bekliyor olacağım" dediği yeri biliyordum çünkü bahçe turlarında en sevdiğim yerlerden biriydi. Tepeden deniz manzarası harika gözüktüğü için ara sıra bizimkilerle orada oturup sohbet ederdik.

"Tamam" dediğimde kolumda belli belirsiz baş parmağını hareket ettirdi ve kolumu bıraktı. Bakışlarımı kaçırarak kaleye doğru döndüm ve yürümeye başladım. Kafamı yerden kaldırdığımda, az ilerimizde durmuş bizi izleyen Cora'yı görüp kaşlarımı çattım ve onu hesaba almadan kalenin içine girerek odama çıktım.

🌿

Kamuflajımı çıkararak odaya önceden bırakılmış tahta küvette hızlı bir banyo yaptım. Sanırım bunu Alanna düşünmüştü. Buradaki sabunlar çok sert olduğu için saçlarım taş gibi oluyordu ama kokuları gerçekten çok güzel ve kalıcıydı. Yine de kendi evimdeki duş jellerime ve kremlerime, bunları asla tercih etmezdim. Saçlarımı tarayarak kuruması için salık bıraktım ve üzerime hızlıca bir elbise geçirerek odadan çıktım. Koridorda seri hareketlerle yürüyerek aşağıya inerek bahçeye çıktım ve kilisenin olduğu yöne ilerledim. Kendimi heyecanlı ve gergin hissediyordum ama sebebini anlamadığım için düşünmek istemiyordum. Patikadan çıktığımda tepede Dougal'ı ayakta beklerken gördüm.

Ellerini arkasından kavuşturmuş, bacaklarını iki yana açmış dik bir şekilde manzarayı izliyordu. Bana arkası dönüktü ve uzun örgülü saçlarını, rüzgar savuruyordu. Sakallarını da özenle kısalttığı belli oluyordu.

Alanna'dan öğrendiğim kadarıyla buradaki erkekler, güç gösterisi olarak saç uzatıyorlarmış. Yani saçları kısa olan erkekler, savaşçı olarak kabul görmüyormuş. Bunu öğrendiğimde insanların Emir'i ilk gördüklerinde küçük gördüklerini hatırladım. Sebebi tip olarak daha zayıf gözükmesi ve buradaki erkeklere göre kısa kalan boyu değildi sadece demek ki. Emir'in ilk geldiğinde saçları, asker tıraşıydı.

Dougal'ı gördüğümde bir süre yerimde durarak onu izledim ama yaptığımın yanlış olduğunu hemen kabul ederek ayaklarımı hareket ettirdim. Dougal'ın tam yanına geldiğimde, onun gibi yüzümü manzaraya çevirdim ve denizi izledim. İnverness, her daim soğuk bir şehirdi. Elbisenin üzerine kalın pelerin giymeden çıkamazdım ancak Dougal sanırım üşümüyordu. Bu, üzerindeki ince, gömlek tarzı bir parçayla kolayca anlaşılıyordu. Altında ise açık siyah bir pantolon vardı.

Dougal'ın bana döndüğünü fark ettiğimde, hırçın denizin kayalara çarpışını izliyordum. Hareket etmeden bir süre bana bakarak, bakışlarını tekrar denize çevirdiğinde kalın, güçlü ve oldukça boğuk sesini duydum.

"Geride bıraktığın aileni özlüyor olmalısın" diye sordu. Demek özel hayata girecektik. Bakışlarımı denizden çekerek her geldiğimde oturduğum kayanın üzerine yürüyerek oturdum. Yüzüm yine denize bakıyordu.

Yan tarafımda boşluk olmasına rağmen Dougal ilerideki kayanın yanına oturduğunda bakışlarımı ona çevirdim.

"Bir ailem var ama onlarla yıllardır görüşmüyorum" Dougal'ın yüzünde hatlarında şaşkınlık ifadesini görüp bakışlarımı gözlerine diktim. Güneş olmasına rağmen kesici soğuk beni ürpertti. Üstelik bahar ayına da girmiştik. Bahar böyleyse, kışı düşünemiyordum. Üstelik Dougal'da üşüme belirtisi bile yoktu.

"Neden olduğunu sorabilir miyim?" Yüzü fazla meraklı duruyordu. İçimden ona yaşadıklarımı anlatmak geldiğine inanamıyordum. Çok kavga edip ters düşsek de onun iyi bir dinleyici olduğunu düşünüyordum.

"Ben bir yetimhanede belli bir yaşa kadar büyüdüm" dediğimde kaşlarını çattı. Ah, tabi ya!

"Ailesi olmayan çocukların kaldığı eve yetimhane denir. Ya da ailesi bakamayacak durumda olanlar..." hafifçe kafasını sallayarak anladığını belli etti.

"Ailem beni evlat edinerek oradan aldı. Para kaynakları iyi ve ülkede tanınan bir aileydi"

"Soylu muydular?" Diye sordu.

"Benim ülkemde insanlar arasında böyle bir aristokrasi sınıfı yok. Yaptıkları iş sebebiyle tanınıyorlardı. Beni çok sevdiklerini biliyordum. Benim eğitimim için çok saba sarf ettiler. En güzel okullara gönderip kendimi her yönden geliştirmemi istediler" diye devam ettiğimde, Dougal anlamaz bakışlarla bakıyordu ama sözümü kesmeden de dinliyordu.

"Ben asker olmak istediğimi söyledim. Bu onların kalıplarına aykırıydı. Babam, günü gelince onun işinin başına geçmemi bekliyordu. Başlarda beni ciddiye almadılar ama kararlı olduğumu gördüklerinde, yoluma taş koymaya çalıştılar. Aslında kendilerince benim iyiliğimi düşündüler fakat ben verdiğim kararlardan asla dönmeyen bir yapıya sahibim"

"Şu an asker olduğuna göre gerisini tahmin edebiliyorum. Peki, onları özlüyor musun?"

"Evet, hem de çok özledim. Buraya gelişimiz ve ortadan kayboluşumuz, büyük ihtimalle tüm dünya tarafından öğrenilmiştir. Bir anda üç asker kayboluyor. Hem de yıllar önce albay Onur Işık'ın kaybolduğu yerde"

"Dünya öğrenir derken mecaz yapıyorsun değil mi?" Diye sorduğunda gülümseyerek bakışlarımı denize çevirdim. Tekrar Dougal'a döndüğümde, ona her şeyi anlatma dürtüme yine karşı koyamadım.

"Hayır, gerçek anlamda söyledim. Televizyon ve sosyal medya sayesinde bir olayı tüm dünya öğrenebilir" Dougal'ın yüzü ifadesizdi ama gözlerinde meraklı ışıltılar dolaşıyordu. İnternetin nasıl bir sisteme sahip olduğunu ona tam olarak anlatamazdım. Çünkü ben de tam bilmiyordum. Bu yüzden konuyu geçiştirerek devam ettim.

"Yani ailemi özlüyorum. Tim arkadaşlarımı ve komutanımı da çok özlüyorum. Ben bir an önce gitmek istiyorum. Biz buraya ait değiliz" Dougal, tıpkı benim gibi denize bakarak sertçe yutkunmuştu. Neden o İngiliz kız ve Royce ile ilgili soru sormuyordu ki?

"Neden Victoria ile evlenmek istemedin?" Diye sorarak aramızda oluşan sessizliği bozdum. Dougal'ın gerildiğini fark ettim ama bakışlarımı ondan kaçırmadan cevabımı bekledim. Ben cevap vermiştim onun da vermesi gerekirdi değil mi?

Cevap vermeyeceğini düşündüğüm zamandan sonra Dougal'ın sesini duyarak şaşırdım.

"Çünkü öyle olması gerekiyordu!" Demişti ve bana bakmadan denize bakmaya devam ediyordu. Kafamı onaylar anlamda salladım ama bana bakmadığı için görmedi bile. Dizlerimdeki elbisenin kumaşını avuçlarımın içinde kırıştırarak ayağa kalktım. Hâlâ bana bakmayan Dougal, derin düşüncelere dalmış gibi duruyordu.

"Yemekte görüşürüz lordum" dediğimde bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinde anlık telaş gördüğüme emindim ama hemen kendini toparlayarak cevap verdi.

"İyi günler leydim" Hızlı adımlarla yanından uzaklaşarak tepeden aşağıya inmeye başladım. Arkama bakmamak için kendimi sıktım ve bunu başararak yokuşun sonuna kadar indim.

Kalabalık arasında dikkat çekmeden yürümeye çalışarak odama çıkmayı başardım. Tanıdığım kimseye denk gelmemem iyi olmuştu çünkü yatakta biraz uzanıp dinlenmek istiyordum. Odanın kapısını açtığımda, derin bir nefes alarak kapıyı arkamdan kapattım ve hızla yatağa koşarak adeta üstüne atladım. Tahtaları gıcırdayan yatağa korkuyla bakarak, sıkıntı olmadığına emin oldum ve vücudumu gevşeterek gözlerimi kapattım.


Loading...
0%