@ebrumelek
|
Emir, Melek, Rob ile dönmemizin üzerinden tam bir hafta geçmişti. Bu bir hafta boyunca günler oldukça sıradandı. Dougal'la konuştuğumuz günün akşamı, çalışma odasında toplanarak Royce ve Victoria ile olan durumu özet geçerek anlatmıştık. Albayın söylemesine göre bundan sonra artık beklemek kalıyordu. Zira bu hamlemize karşı Connor denilen adamın tepkisini bekliyorduk. Bir hafta geçmesine rağmen hiç ses çıkmamıştı. Dün Royce'dan gelen mektuba göre her şey sıkıntısız gidiyordu. Kısaca asayiş berkemaldi. Ancak buradakiler Connor'un bu hamleye tepkisiz kalmayacağına oldukça emin ve bir planı olduğunu düşünüyorlardı. Eh ben de aynı fikirdeydim. Bu yüzden Dougal, anlaşmada olan tüm klanlara haber uçurmuş ve herkesin tetikte olmasını söylemişti. Bu durum yüzünden bir araya geldiğimizde, Büyük Dougal ve albayın, Connor dışında başka bir şeyle de uğraştıklarını da fark etmiştim. Ancak bunu gizli kapaklı yapıyorlardı. Yani burada başka olaylar da dönüyordu ve bu olayların basit mevzular olmadığı çok belliydi. Benlik bir durum olmadığı için açıkçası irdelememiştim ama içimdeki meraklı kızın oldukça ilgisini de çekmişti. Ah, söylemeyi unuttum. Birazdan yola çıkarak Royce Boyd'un klanına gidecektik. Kendileri evlilik yapmasına rağmen ince düşünerek bir düğün organize etmişti ve geliniyle herkesin karşısına çıkacaktı. Bizim gibi gelecek olan birkaç klan da olacaktı. Ben ise; albayın yani Kurt klanı reisinin öz kızı olarak, özel davet almıştım. Dougal, Alanna, Rob ve albayla birlikte gidecektik. Emir, Melek, Ewan ve Arthur klanda kalıp her ihtimale karşı tetik bir şekilde bizi bekleyeceklerdi. Alanna yine her zamanki gibi odama daldığında göz devirerek gülümsedim. Bu kızın kapılarla bir sorunu olduğunu artık anlamıştım. Elinde tuttuğu siyah, diğer gördüklerime göre oldukça hoş diyebileceğim sade bir elbiseyi havada kaldırarak bana gösteriyordu. Alanna'yı ilk gördüğümden beri birine benzetiyordum ama hiç çıkartamıyordum. Melek ile sohbet ederken bu konu açılmıştı ve Emir lafa atlayarak Barbara Palvin demişti. O zaman kafamdaki resim oturup gülümsemiştim çünkü Alanna gerçekten de ona aşırı benziyordu. Tabii gözleri ela haliydi ve bence o kadından kat be kat daha güzeldi. Eğer bizim zamanımızda yaşasaydı kesin dünyaca ünlü bir manken olabilirdi. "Tuggra, senin için hazırlatmıştım bence bu elbiseyi giymek için harika bir fırsat" diyerek burnumun dibine kadar soktuğu elbiseyle konuştu. Ayağa kalkarak elbiseyi elime aldım ve inceledim. Sonuçta bir düğüne gidecektik ve üzerimdeki kıyafetler çok basit kaçardı. Bu elbise sade, siyah, çok dekoltesi olmayan bir kesimdeydi. Çok dar dikilmeyerek hatları da ortaya çıkartmıyordu. "Çok güzelmiş Alanna teşekkür ederim" dediğimde Alanna yaklaşıp yanağıma öpücük kondurdu. "Zevkini az da olsa anladım artık. Kadınsı şeylerden hoşlanmıyorsun" diyerek yüzünü buruşturdu. "Hadi seni hazırlayalım" diyerek yine yüzüne gülümsemesini yerleştirdi ve ellerini birbirine kavuşturarak sürttü. Ona ayak uydurup üzerimdeki kıyafeti çıkarttığımda içimde her akşam yıkayıp tekrar giydiğim askeri yeşil şortum ve siyah sporcu sutyenim vardı. Alanna, her gördüğünde şaşkınlıkla baksa da artık alışmış olmalıydı. Bakışları Osmanlı tuğrası kolyeme gitti. Bu kolye, kendimi bildim bileli boynumdaydı. Bakışları kasıklarımdaki dövmeme uzandığında konuşacağını anladım. "Bu resim ile ilgili bana anlattığın hikaye yalandı değil mi?" Diye sordu gülümseyerek. Ben de ona buruk bir gülümseme sunarak açıkladım. "Bu zamanda bundan yapanlar olduğunu biliyorum ama sanırım sen hiç görmedin. Benim zamanımda artık çok yaygın bir şey bu. İsmi dövme. Deri altına mürekkep işlenerek yapılıyor ve yıkamayla çıkmıyor. Sildirmezsen ömür boyu kalıcı yani. Ben aslında hiç sevmezdim ve yaptırmak istemezdim ancak bir görev sırasında yapmam gerekti. Uzun bir hikaye." Alanna'nın çıplak bacaklarıma olan bakışını yakalayıp aklındakini tahmin ettim ve sormasını beklerken elbiseyi giymeye başladım. Kumaşı, kadife kumaşa benziyordu. Alanna, tüylerimin olmamasını sormaktan vazgeçerek elini elbiseye uzattı ve arkadaki ipleri bağlamaya başladı. "Elbise çok güzel oldu ama şimdi onu çıkart. Klana gittiğimizde giyinirsin" "Sürekli giyip çıkartmayı sevmiyorum Alanna, böyle giderim" dediğimde ısrar etmedi. Elbiseyi giyinip saçlarımı da yaptığımızda artık gitmeye hazırdım. Tek sıkıntı, o kadar yolu bu kıyafetle gidecek olmamdı ama kıyafetleri sürekli giyip çıkartmak çok zordu. Alanna, saçlarımı kalın bukleler halinde örerek ensemde güzel zarif bir topuz yapmıştı. Önden de kıvırcık olmuş birkaç tutamı, oraya gittiğimizde çıkaracağımızı söyleyerek odamdan hazırlanmak için ayrılmıştı. Geride kalan elbiseyi ve dağıttığım eşyaları toparlayarak ben de dışarıya çıkarak bahçeye yöneldim. Herkes gelene kadar biraz atları sevmek istiyordum. Cora'yı, Dougal ile görünce adımlarım duraksadı. Ben kalenin içindeydim ve onlar dış kapının tam önündeydi. Cora, Dougal'a bir şey anlatıyor, Dougal tek kelime cevap veriyor ardından Cora kahkaha atarak gülüyordu. O kahkaha attığında Dougal'ın yüzünü buruşturduğunu fark ederek istemsizce dudaklarım iki yana kıvrıldı. Ardından kendime çeki düzen vererek gülen dudaklarımı ifadesiz hale getirdim ve onlara doğru yürümeye başlayacağım sıra, yanımda bir beden hissettim. Kafamı çevirdiğimde mutfakta çalışan Fiona'yı gördüm. 30'lu yaşlarının sonlarında olduğunu tahmin ettiğim kadının yüzü hâlâ çok genç gibi dursa da, bakışlarında görmüş geçirmişlik vardı. Benim gibi onun da Cora ve Dougal gıcığına baktığını gördüm. "Ne kadar harika bir çift değil mi?" Diye sorduğunda ise bunu beklemeyerek kaşlarımı havaya kaldırdım ve onun gibi tekrar karşımdaki çifte baktım. İkisi de benim olduğum yöne dönmemişti. "Tüm klan onların yakında evlenmesini bekliyor" diye devam ettiğinde kaşlarım istemsiz çatıldı. Dougal bu yüzden mi Victoria'yla evlenmeyi kabul etmemişti yani? Damarlarımda yoğunlaşan siniri hissederek ellerimi yumruk yaptım ve onları dikkatle inceledim. Uzaktan bakan birisine göre hiç de çift gibi durmuyorlardı. Hatta konuşma şekillerine bakarak Dougal'ın kızı azarladığını bile düşünebilirdim. Ne yani ben görmek istediğimi mi görüyordum yoksa? Fiona'nın bakışlarını üzerimde hissettiğimde, ben de ona dönerek gülümsemeye çalıştım ama bu çabamla gülümseyen bir yüzden çok, başka şeylere benzediğime emindim. Fiona, tek kaşını kaldırarak surat ifademi inceledi ve memnun olmuş bir bakışla gülümseyince şaşırdım. Bir saniye onlara bakarak tekrar bana baktığında yine gülüyordu. "Bakmak ve görmek çok farklıdır leydim. Onlara bakan her insan, nikah tarihlerini kararlaştırmak için kavga eden bir çifte bakıyor olabilir. İşin aslını ise kalede yaşayan herkes bilir. O kız, onurlu Dougal'ın eşi olamayacak kadar kibirlidir. O, bu klanın hanımı olursa Dougal'ın halkı mutsuz olacak. Fakat biz akıllı bir lidere sahibiz. Klanımıza ancak senin gibi temiz kalpli bir leydinin yakıştığının elbette ki farkındadır" dediğinde tek takıldığım yerin nikah tarihi olması şoku? Bir dakika, benim yakıştığım mı? "Siz yanlış anladınız sanırım. Bizim aramızda böyle bir durum olamaz Fiona" diyerek hemen inkar ettiğimde sesimi de yükseltmiştim. Dougal'ın bakışlarının bana döndüğünü görerek yanaklarım kızarmaya başladı. Dougal, az önceki sinirli olan ifadesi yerine bakışları oldukça yumuşamıştı. Cora'ya tek bir kelime etmeden ve bakmadan yanından hızla ayrıldığında, geride bana ölümcül bakışlar atan Cora'yı bırakmıştı. "Ben öyle bir şey söylemedim leydim. Sizi örnek olarak gösterdim sadece" diyen Fiona'ya haince bir bakış atarak döndüm. Resmen beni oltaya getirmeye çalışıyordu. Bu kadın görünenin aksine oldukça zeki ve kurnazdı. İşte şimdi ona kanım daha da kaynamıştı. "Senin eziyet etmen gereken birkaç hamur ve sebze yok mu? İşine baksana" diye çemkirdiğimde, küçük mutfak sohbetlerimiz sayesinde oldukça rahat davranmıştım. Fiona ise alınmadan tebessüm etmeye devam ediyordu. Bu klanda herkes bana oynuyordu resmen! "Tabii leydim. Benim işlerim var gideyim. Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim, çok güzel olmuşsunuz. Reisim sizden gözünü alamayacak. Umarım bu gece diğer klan liderleri sizi bakışlarıyla yemezler çünkü klanlar arasında anlaşmazlık çıkmasını istemeyiz." diyerek yanımdan serseri bir tavırla ayrıldı. Sen görürsün bir daha tiramisu yaptığımda sana verirsem ben! Kafamı çevirdiğimde Cora'dan da eser kalmamıştı. Bu gece bizimle ne yazık ki o da gelecekti. Oradan da albayın isteğiyle Kurt klanına, teyzesinin yanına geri dönecekti. Çok şükür! Ayaklarıma komut vererek bahçeye doğru ilerledim. Herkesin bakışlarını üzerimde hissediyordum. Aslında buraya geldiğimden beri buna alışıktım. Alışık olmadığım; kalabalığın hayranlık dolu bakışlarıydı. Elbise gerçekten güzeldi ama kendimi hiç elbiseye ait hissetmiyordum. Zaten ait değildim de... Daha önce görmediğim at arabası, ahırların hemen önünde bekliyordu. Arthur, seyislere talimatlar vererek at arabasının hemen yanındaydı. Etrafa kısaca göz gezdirdiğimde de Dougal'ı görememiştim. Halbuki bahçede olduğunu az önce görmüştüm. Birazdan yola çıkmamız lazımdı ama benim dışımda gelen kimse yoktu. Beni gören Arthur, konuştuğu seyisten bakışlarını kaçırarak kafasını eğdi ve bana selam verdi. Bu esnada üzerimi de hızlıca süzdüğünü fark etmiştim. "Dikkatli olum efendim" dedi saygılı bir ifadeyle. Hafifçe tebessüm ederek karşılık verdim ve gözlerimi yine etrafta gezdirdim. Bu aralar antreman yapmamıştık. Şu düğün bitip geri döndüğümüzde, antrenmanlara tekrar başlamayı aklıma not ettim. Kalenin kapısından çıkan Alanna ve albayı birlikte gelirken gördüm. Albay, klanına özgü kırmızı kiltini giymiş, üzerine de beyaz bir gömlek giymişti. Türk kanını buraya da taşıdığını düşünerek tebessüm ettim. Şu an Osmanlı İmparator'luğunda kullanılan bayrağın yeşil renkte ve üç hilal taşıdığını hatırlıyordum. Ay yıldız sembolü ve kırmızı beyaz renkleri daha sonraki yıllarda kullanılmıştı. "Sanırım düğüne gitmeyi iptal etmeliyim. Böyle güzel iki kadını klanda saklamalıydık" diyen albaya utanarak gülümsedim. Elbisenin boyun kısmı hafif açık olduğu için tuğra kolyem görünüyordu ve çıkartmak istememiştim. Albayın kısa bir an gözleri kolyeme takılınca bakışları donuklaştı. "Amca bizi utandırma lütfen" diyen Alanna da iltifat için oldukça mutlu olmuştu. Ancak albayın bakışları hâlâ kolyemdeydi. Altın, ince zincirli ve küçük sayılabilecek bir yuvarlak olan tuğra kolyem aslında pek dikkat çekmezdi. Kendi zamanımda ara ara kuyumcuya götürüp parlattırırdım ama bunun üzerinden epey zaman da geçtiği için biraz matlaşmıştı. "Kolyen?" Diye sorduğunda bakışları gülümseyerek gözlerime ulaştı. "Neden çıkartmadın kızım?" Diye devam etti. "Benim için sıradan bir takı değil komutanım" diyerek karşılık verdim. Albay, kaşlarını çatarak devam etmemi bekledi. "Kendimi bildim bileli bu kolyeye sahibim" albay benim özel hayatım ve ailem hakkında hiçbir şey bilmediği için daha merakla bakmaya başladı ama Dougal ile tabii ki Cora'nın yanımıza gelişiyle, düşüncelerini söylemekten vazgeçerek onlara döndü. Cora, bana ölümcül bakışlar atıyordu hâlâ. Mavi gözleri ateş saçıyordu. Bir dakika bunlar az önce birbirinden ayrılmamışlar mıydı? Dougal'ın bakışlarını ayaklarımdan itibaren tüm vücudumda hissettim. Öyle bir bakıyordu ki utanarak yanaklarımın kızarmasına sebep oldu. Cora ise bu bakışı fark ederek bir bana bir Dougal'a bakıyordu. Onlardan gözlerimi çekerek Alanna'ya döndüm ama o da Cora'ya sinsice sırıtmakla meşguldü. "Hazırsanız yola çıkalım" diye Dougal'ın otoriter sesini duyunca, bakışlarım otomatik ona döndü. Ancak bundan anında pişman olarak yerdeki çimenlere boş boş bakmaya başladım. Çünkü Dougal, sert sesinin aksine bana hafif tebessüm edermiş gibi bir ifadeyle bakıyordu. Sanki bana bir ilgisi varmış gibi. Kafamdan düşünceleri hızla kovarak yerdeki çimenlere boş boş devam ettim. Aptal bir kadın değildim Dougal'ın bana ilgisi kesinlikle vardı. Tek sıkıntı bu ilginin sebebiydi. Bu zamana ait olmayan bir kadına olan bir ilgiden fazlası değildi. Melek ve Emir'in koşarak bahçeye geldiğini gördüğümde atlara binmeye hazırlanıyorduk. "Yetişemeyeceğiz sandım" diyen Emir kollarını boynuma anında dolamıştı bile. "Yarın döneceğiz bu kadar dert etme" diyerek ona karşılık verdim. Birbirimizden ayrıldığımızda, Emir sert bir şekilde Dougal'a bakıp albaya döndü. "Allah'a emanet" dedi bizim dilimizde. "Siz de Allah'a emanet olun oğlum" diye karşılık veren albayın sesini, Melek bana sarılırken duymuştum. Melek'le de ayrıldığımızda, Cora'nın çoktan at arabasına bindiğini de fark ettim. Alanna, Emir'e tuhaf bir bakış atarak Cora'nın arkasından arabaya binince, o kadar yolu at üzerinde geçirmeyeceğim diye rahatlayarak ben de arabaya bindim. Albay, Dougal ve 10'a yakın savaşçı da at üzerine binerek yola çıkmaya hazırlanmışlardı. At arabasının yanları açık bırakılarak bir perde ile kapatılmıştı ve ben de perdeyi açarak bizimkilere el salladım. Etrafa bakınca, Rob'u göremediğimi fark ederek sağa sola bakmaya başladım. Albay, hemen yan tarafımda atıyla ilerliyordu. Birini aradığımı fark ederek bana döndü. "Rob nerede komutanım?" "Onu önden yolladım" dediğinde buna anlam veremedim ama kafamla onayladım. |
0% |