Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. Bölüm

@ebrumelek

"Şhh kalk kalk sabah oldu"

"Ne oluyor yaa"

"Hadisene kızım kalkta kahvaltıya inelim öldüm açlıktan"

"Of Emir bir rahat bırak adamı be. Uyuyacağım ya" inatçı Emir yatağıma oturup yorganı üzerimden çekti.

"Melek'çim, sen neden çok uyuyorsun bu aralar?" Sesini duyduğumda beni rahat bırakmayacağına emin oldum. Gözlerimi açarak elimle yüzümü ovaladım. Emir, elini çenesine yaslamış ciddi ciddi benden yanıt bekliyordu.

"Uyumak için bir nedene mi ihtiyacım var ulan?" Yan dönerek Emir gibi ben de ona bakmaya başladım.

"Ewan denilen çakma mafyayla aranızda ne var?" Boğazımı temizleyerek gözlerimi Emir'den kaçırdım.

"Bir şey olduğu yok bunu da nereden çıkardın sabah sabah?"

"O hıyarto seni rahatsız mı ediyor?"

"Öyle bir durum yok Emir rahat ol" dedim yataktan kalkarak.

"O zaman niye ona öldürecek gibi bakıyorsun? O niye senin peşinde dört dönüyor? Salak mıyız lan biz?" Güleyim bari dört dönüyormuş!

"Hadi Melek anlat ne oldu?" Emir anlaşılan ısrar edip duracaktı. Aslında içimdekileri birine anlatmak da istiyordum. Gerçi bu kişi Emir miydi emin değilim.

"Aslında" diyerek tekrar yatağa oturdum ve merakla beni dinleyen Emir'e bakmaya başladım.

"O beni öptü" Emir'in gözleri kocaman açılarak hıı diye ses çıkardı. Utanarak bakışlarımı ondan kaçırdım ama ağzımdan laf çıkmıştı bir kere.

"Zorla mı öptü, ben şimdi gidip onun...."

"Dur dur ya" diyerek Emir'in kolunu tuttum.

"Zorla değil verdiğim ilacın etkisindeydi. Daha sonra uyandığında hatırlamadı, e bu da benim işime geldi.

"He öyle desene, yine de elin herifine iki yumruk çakmışsındır diye umuyorum" Cevap vermediğimde Emir ellerini beline koyarak anne edasıyla sesini yükseltti.

"İzin verdin!"

"Anlık bir şeydi, ben de şaşırdım ama asıl olay o değil" dedim çekinerek. Emir, korkutucu bakışlarını yüzüme sabitlemişti.

"İyileştiğinde bir daha öptü."

"Nee! Kızım sen şunu baştan anlatsana! Türkçen mi kıt?" Derin bir nefes alarak devam ettim.

"Bu beni kendindeyken öptükten birkaç saat sonra ben bahçede oturuyordum. Yanıma mutfaktaki kızlardan biri geldi. Hani şu sarışın olan. Onun yanında da başka bir kız vardı. Adı El'miş"

"He biliyom onu, klanın fingirdeği o"

"Öyle mi? Neyse kızlar benimle sohbete başladılar. Sonra öğrendim ki bu El denilen kız, Ewan'ın kız arkadaşıymış. Ewan'la çok mutlu olduklarını falan anlattı bütün gün."

"Vay şerefsiz"

"Aynen ben de öyle dedim vay şerefsiz madem sevgilin var beni niye öpüyorsun değil mi?"

"Ve gidip iki tane çaktın?"

"Çakma falan yok Emir, hem banane beni ilgilendirmez artık ne yaptığı. Bir daha benim yanıma yaklaşamaz o kadar!"

"Neyse zaten burada kalıcı değiliz Melek biliyorsun. Gideceğimiz güne kadar ben onun burnundan fitil fitil getirmez miyim? Gideceğimiz gün çakarsın iki yumruk, bir daha seni nerede görecek ama değil mi?" Diyen Emir sırıtmaya başlamıştı.

"Taktın çakmaya. Boşver Emir uğraşmaya değmez ya. Tuğra beni uyarmıştı zaten kendini bir şeylere kaptırma, ayrılmak zorlaşır demişti. Böyle olması belki de iyi oldu, bilemiyorum. Neyse konuyu kapatalım da inelim kahvaltıya. Tuğra nerede?"

"Bilmiyorum ki sabahın köründe yatakta kavga ettik sonra ben uyuyakalmışım. Uyandığımda yoktu sanırım inmiştir kahvaltıya ya da spor falan yapıyordur" kafamı sallayıp üzerime hızla bir elbise geçirdim. Artık bu kıyafetleri giymeye alışmıştım. Giyip çıkartırken pratik olabiliyordum.

Pantolonlarımı, mini eteklerimi ve elbiselerimi çok özlesem de alışmıştım işte. Buraya geleli çok kısa bir zaman olmasına rağmen sanki yıllardır burada yaşıyor gibiydim. Burada gün o kadar uzun sürüyordu ki insan ne yapacağını şaşırıyordu. Ben de vaktimi geçirmek için albaydan bazı simya ve botanik kitapları istemiştim. Alanna'da ki tüm kitapları sıraya koyarak okumaya başlamıştım bile. Kendi bilgilerimi de hesaba katarak yeni ilaçlar üretmeyi deneyecektim. En azından zaman geçerdi.

Üzerimi giyinince Emir ile aşağıya kahvaltıya indik. Kahvaltı masasında oturan Ewan'la direkt göz göze gelince anında bakışlarımı kaçırarak diğerlerine selam verdim ve sandalyeye oturdum. Albay, Dougal, Arthur ve Alanna da masadaydı. Ancak Tuğra daha gelmemişti sanırım.

"Günaydın herkese" diyen Emir, Ewan'a ters ters bakarak sertçe sandalyesini çekip oturmuştu. Çıkan gıcırtı sesiyle herkes yüzünü buruşturmuştu. Ewan umursamadan kahvaltısına devam ederken, mutfaktan o gün sohbet ettiğim sarışın kız kahvaltı tabaklarımızı getirerek Ewan'a imalı bir bakış atmıştı. Ah, ne de olsa Ewan'ın sevgilisi olan şu El denen kadının yakın arkadaşıydı bu kız. Emir'in tabağını da uzattığında, masadaki sohbete dikkat kesilmiştim.

"Kralla ilgili bir şey bilsek bizim için çok iyi olabilirdi" dedi Dougal albaya hitaben.

"İnan hiç bilmiyorum oğlum. Buraya geleceğimi nereden bilebilirdim ki. Bilsem tüm dünya tarihini ezberlerdim. Benim İskoçya hakkında bildiğim tek şey, bağımsız bir ülke olduğu ve Demokrasi ile yönetildiği" dedi albay. Sohbet ilgimi çekince, peyniri ağzıma atarak dinlemeye devam ettim.

"Peki siz bir şeyler biliyor olabilir misiniz?" Diyen Ewan, bakışlarını direkt bana çevirip sormuştu. Bir de utanmadan benimle hâlâ konuşmaya çalışıyordu. Utanmaz yüzsüz. Emir benim zorda kaldığımı anlamış olacak ki benim yerime cevap verdi.

"Tam olarak ne öğrenmek istiyorsunuz?"

"İsyanlar hakkında bilgi ama bunu bilmeniz mümkün değil gibi. Sizin için şu an çok eski bir tarih olmalı" dedi Ewan bakışlarını ona çevirerek.

"Yaanii" diyerek ağzına ekmeği atan Emir, yemeğini çiğnerken konuşmaya başlamıştı.

"Bana haritada buranın yerini sorsan bile bulamam. He İskoç kökenli birkaç futbolcu biliyorum ama." gülme isteğimi bastırarak dinlemeye devam ettim. Bakalım ne saçmalayacaktı. Benim de tarihim hep çok kötüydü. Kendi ülkem hakkında tarihi bile belli bir yere kadar biliyordum.

"Ama" diye devam ederek ekmeği çiğneyen Emir'le, Dougal'ın bakışları ona dönmüştü.

"Bizim Tuğra tam bir tarih canavarıdır. Ona da sordunuz mu?"

"Hayır" dedi net bir sesle Dougal. "Tarih bilgisi iyi mi?" Diye devam etti.

"Sadece tarih değil. O çok değişik bir manyaktır" diyen Emir'le masadaki tüm bakışlar ilgiyle ona dönmüştü. Albay dahi meraklı duruyordu. Bakışların farkına varan Emir, ekmeği sonunda yutmaya karar vererek arkasına yaslandı.

"Mesela bir gün izin günümüzde Tuğra bizi zorla müzeye götürdü. Düşünsenize izin gününüz ve müze? Askeriz lan biz, bizi eğlenceye götürsene diye ne sitemler ettik. Boy boy koca adamları tuttu müzeye götürdü. Neymiş efendim yeni açılmış mış mış. Gerçi o gün iyi eğlenmiştik. Neyse biz tamam dedik gittik müzeye. Her yer heykel, entellik dolu. Ben makara falan yapıyorum Kadir abiyle. Bir baktım ki Tuğra bir heykele gözlerini kısarak kitlenmiş gibi bakıyor"

"Ben pek anlamadım, kitlenmiş gibi bakıyor ne demek?" Dedi Ewan. Sorusuyla Emir gözlerini devirdi.

"Yani odaklanmış, neyse yanına gittim dedim sen ne yapıyon gülüm" tek elini deli işareti yaparak anlatmaya devam etti.

"Hadi gidelim buradan kebapçı Ziya'ya da midemize bayram yaptıralım. Tuğra bana şşş dedi, karşıdaki heykelden gözlerini ayırmadan inceledi inceledi. Ben de inceledim, bir heykele bir Tuğra'ya baktım ama hiç bir şey anlamadım. Bir daha Tuğra'ya baktım. Elleriyle çenesini kaşıyarak bana dedi ki, 14. yy'dan önce yapılmış. Heykele bir daha döndüm, önünde yazıyor ki 13. yy diye. Bir saattir o yazıyı mı okuyorsun lan dedim. Yok yazıya bakmadım ya dedi. Sonra başka heykele geçtik, ben elimle yazıyı kapattım, baktık ki kız çatır çatır tahmin ediyor. Bizimkilerle ben şok tabi. Koluna bir yapıştım dedim yürü be bebeğim iddia bayiine gidelim" araya girerek boğazımı temizleyince Emir bana döndü.

"Bir şey anlamıyorlar doğru düzgün anlat şunu. İngilizceye çevirince anlamsız oluyor cümlelerin" dedim kısık sesle. Emir'de boğazını temizleyerek devam etti.

"Yani demek istiyorum ki Tuğra'nın sanata karşı farklı bir ilgisi ve yeteneği varmış. Biz de o gün öğrendik. Bir tarihi eser görse değerini anında söyleyebilir, tahminleri tam yerinde, bir sürü yabancı dili anadili gibi konuşuyor. Sanırım annesi arkeologmuş" son cümlede pot kırdığını anlayan Emir susmuştu. Tuğra, bir sohbette bundan bahsetmişti. Açıkçası onun ünlü jet sosyeteden Duman'ların kızı olduğunu öğrendiğimde ufak çaplı bir şok yaşamıştım. Gerçi ailesiyle iletişimini daha buraya gelmeden önce kesmişti ama özlediğini de çok iyi anlıyordum. Ben de ailemi çok özlemiştim.

"Bu anlattıklarından tarih bildiğini nasıl anladın?" Diye mantıklı bir soru sordu albay. Herkes yine Emir'e dönmüştü. Dougal, karşısında incelenmesi gereken bir deney varmış gibi bakıyordu Emir'e. İddiasına girerim ki bu değişikler neden benim başıma bela oldu diye düşünüyordur.

"Komutanım biz bir gün karargahta dinlenme odasında siyaset tartışıyorduk" Emir yine hikayeye başlayınca gülmeme engel olamadım. Ewan'la göz göze geldiğimizde, bakışlarının gülümsememde olduğunu görüp kaşlarımı çattım ve Emir'i dinlemeye devam ettim.

"Dünyada ülkeler arasında bir gerilim olmuştu, konu da oradan açılmıştı. Herkes fikrini söyledi, Tuğra milleti bir köşeden sessizce dinledi, dinledi en sonunda konuya bir başladı, odadaki herkes sustu. Adını bile bilmediğim ülkelerin tarihine girerek olayların perde arkasını anlattıkça anlattı. Oradan ABD'ye geçti, İngiltere, İspanya, Çin derken sıkılmadan anlattı valla. Dedim ki kızım sen niye askersin cumhurbaşkanı falan olsana. Öyle yani komutanım o kesin bir şeyler biliyordur. Hatta ayrıntılı şeyler bile bildiğine eminim. Nerede o sahi?"

Emir'in sorusuyla herkes gibi ben de durup etrafıma baktım. Hâlâ gelmemiş olması tuhaftı. Kahvaltıyı asla kaçırmazdı!

"Spora gitmişse bile şimdiye açlıktan koşarak dönmesi gerekirdi" diye devam etti Emir. O esnada Dougal'ın hareketlendiğini gördüm.

"Rob'da ortada yok" diyen albayla, Dougal çoktan ayağa kalkmıştı bile. Savaşçılarının kahvaltı yaptığı masaya doğru ilerlediğinde hepimiz merakla onu izliyorduk. Dougal, bir adamla konuşup tekrar bizim masamıza geldi.

"Sabah erkenden antreman yapmak için kaleden çıkmış, Rob hemen ardından çıkmış." dediğinde bir rahatladım ama Dougal'ın göz bebekleri odaklanamadan etrafta geziyordu ve hızlı hızlı bir şeyler düşünüyor gibiydi.

"Gelir birazdan" diyen albay, diğerleri gibi kahvaltısına devam etmişti. Dougal, bir süre daha ayakta kaldıktan sonra tam gidecekken, albay ona bir şey sorunca tekrar masaya oturmak zorunda kaldı ama dikkatini albaya veremiyor gibiydi. O esnada Cora'nın neşeyle kahvaltı masasına geldiğini gördüm. O kadar şık giyinmişti ki sanki kahvaltı değilde bir baloya katılacak gibi duruyordu.

"Hemen tabağımı getirin!" Diye seslendi masadan biraz uzakta hizmet eden kıza. Kız, koştura koştura mutfağa gidip bir süre sonra elinde servis takımlarıyla geri geldi ve Cora'ya servis açtı.

"Çok güzel bir gün değil mi? Dougal, bugün birlikte at binmek istiyorum" diye sesini duyduğumda, Dougal ona dönüp bakmamıştı bile. Alanna, ters bakışlarını Cora'ya gönderip izin alarak masadan kalkıp gitmişti.

"Dougal?" Diye tekrar seslenen kıza, Dougal dönerek boş boş bakmıştı. "Bir soru sordum?" Dougal sinirli ve anlamsız bir ifadeyle Cora'ya bakıp devam etmesini beklemişti. Sanırım onu duymamıştı bile.

"Bugün birlikte at biner miyiz?"

"Hayır" diyen Dougal kafasını tekrar albaya çevirip kısık sohbetlerine geri dönmüştü. Cora, bu sefer de Ewan'a gülümseyerek bakmaya başlamıştı.

"Leydim kusura bakmayın ama benim başka birine sözüm var" Ewan'ın cevabıyla alaycı bir şekilde gülüp ona döndüm. Sevgilisi varken bile beni öpme cüreti gösteren züppeye... Bakışlarımız kesiştiği an Ewan'ın tek dudağı kıvrılarak benim gibi alaycı bir gülümseme sundu.

"Leydi Melek, sözünüzü unutmadınız değil mi?" Afallayarak yüzümdeki alaycı gülümsemem anında silindi. Seni hadsiz! Anında çatılan kaşlarıma bakarak gülümsemesi genişleyen Ewan'ın suratına okkalı bir yumruk geçirmek istiyordum. Emir haklıydı, iki tane çakmam gerekiyordu.

"Ne sözü?" Dedim ters bir şekilde.

"Beni bir güzel benzetecektiniz. Artık tamamen iyileştiğime göre sözünüzü tutmanız için size fırsat veriyorum" Bu kendini ne sanıyordu cidden!

"Yalnız ben de izlemek isterim" diye lafa atlayan Emir'e bakmadım bile. Ewan'la gözlerimiz bir yarışta gibi birbirine kenetlenmişti. Ben sinirle, o alaycı bir ifadeyle ilk gözünü kim kaçıracak oyunu oynuyor gibiydik.

"O halde bugün şanssız gününüzdesiniz, burnunuzu kırdıktan sonra yerine sevgiliniz oturtabilir" dedim bakışlarımı kaçırmadan. Ewan'ın yüzündeki gülümseme daha da büyüyerek gözlerini kaçırdı.

"Elbette bir sevgilim olsaydı seve seve kırılan burnumu yerine oturturdu. Sanırım bu görevi siz yapacaksınız,"

Densiz!

"Ulan senin ben" dediğimde Emir kolumu tutarak beni sandalyeye sabitlemişti.

"Sanırım az önce kendi dilinizde bana iltifat ettiniz. 1 saat sonra görüşmek dileğiyle leydi Melek" diyerek masadaki insanlara kısaca göz gezdirdi ve masadan kalktı.

"Of, bir saat nasıl geçecek ya" diyerek ağzını dolduran Emir'e ters bir bakış attım. Ewan'ın ardından iştahım da kaçmıştı. Sevgilim olsaydı diyordu bir de utanmaz! Kıza ümit vermeseydin o zaman!

"Ben Tuğra'nın yanına gidiyorum, geliyor musun?" Diye soran Emir'e kafamı sallayarak masadan kalktım. Bizim ayaklanmamızla, Dougal'ın kafasını kaldırıp bize baktığını fark ettim.

"Ben de dışarı çıkıyorum birlikte gidelim" dediğinde ise şaşırdım. Demek ki kulağı bizdeydi ama az önce Cora'nın sözlerini duymamıştı. Ya da duymamazlıktan gelmişti. Zaten Cora'nın asılan suratından sorumun cevabını da almıştım. Bizim cevap vermeden Dougal ayaklanıp çıkışa yönelmişti. Biz de peşinden hızla yürüdük.

"Bu saate kadar ne antrenmanı bu?" Diye söylendiğini duydum Dougal'ın. Bu kadar korumacı ve ilgili olması bir yandan iyi bir yandan kötüydü. Emir'in "Tuğra kendini kaptırır" cevabıyla daha fazla konuşmadan kalenin dışına çıkmıştık.

Ormanda yürürken de sessizdik. Dougal, uzun bacaklarıyla önden hızlı hızlı yürüyordu. Emir ise şarkı mırıldanıyordu. "Melodi hoşmuş" diyen Dougal'a hemen açıklama yaparak Sezen Aksu'yu anlatmaya başladı Emir. Şarkıyı bu sefer daha yüksek sesle söyleyerek yürümeye devam ediyorduk. Dougal'ın da hoşuna gitmişti ki ses çıkarmadan dinliyordu. En sonunda antreman yeri gözüktüğünde, Emir'de susmuştu çünkü bir tuhaflık vardı.

Koku, daha doğrusu yoğun bir kan kokusu!

Açıklığa çıktığımız an dehşet içinde yerdeki cesetlere baktım. Neredeyse 25-30 adamı sayabildim ve gözlerimi kocaman açtım. Korkudan inlememek için kendimi zor tuttum. Hızla ve korkuyla cesetleri inceleyerek Tuğra'yı ararım, bulamadığımda hissettiğim rahatlama hemen ardından yerini paniğe bıraktı.

"Ne oluyor lan Tuğra nerede?" Diye bağıran Emir'in sesini duyarak Dougal'a baktım. Aşırı derecede panik olmuştu ve yüzünde korkunç bir ifadeyle yerdeki izleri takip ediyordu. Kendi dilinde anlamadığım kelimeleri ardı ardına söylüyordu ve nefes sesim dışında onun kelimelerini duyuyordum. Sanki dua gibi bir şeyler mırıldanıyordu. Ormanda o kadar ceset vardı ki, ağaçların kokusunu bastırarak burnuma kan kokusu doluyordu. Emir, cesetlerin birinin yanına giderek yarasına göz attı.

"Bu adam bıçak yarası ile ölmüş, Tuğra yaşıyor kendini savunmuş" dediğinde tahmin ettiğim düşünceyi sesli duymak tansiyonumu adeta yükseltti. Tuğra ya kaçanların peşine düşmüştü, ya da!...

Dougal ardından Emir hızla kaleye doğru koştuğunda durmadan peşlerinden koştum. Üzerimdeki bu lanet elbiseden hemen kurtulup kamuflajımı giyecek ve tüm silahlarımı yanıma alacaktım.

Tuğra'yı hangi deliğe girdiyse bulacaktım.

DOUGAL

Hayatımda korktuğum anlar çok nadirdi.

Kaleye baskın yapıldığı gün Ewan'ı kanlar içerisinde yerde gördüğümde aklıma gelen tek şey kız kardeşim Alana olmuştu ve o gün ilk defa gerçek bir korkuyu yaşamıştım. Ancak bu korkum kısa sürmüş ve yerini rahatlamaya bırakmıştı. Şimdi ise korkum geçmiyor, aksine katlanarak artıyordu.

Benim topraklarımda, benim kalemin hemen dibinde, benim korumam altında olan kadını, Tuğra'yı, gelip benden nasıl alabilirlerdi?

Bunun altından çıkan her sorumluyu bulup ona dünyayı dar edecektim.

Buraya gelebilmeleri için ormanda nöbet tutan savaşçılarımı nasıl atlatmışlardı?

Yerdeki 27 ceset ve anlaşılan daha fazla adam elini kolunu sallayarak benim topraklarıma girmiş ve değer verdiğim birini benden alıp gidebilmişti.

Rob ile birlikte 27 kişiyi öldürmeyi başarıp daha fazla direnememişlerdi ve yakalanmışlardı. Connor bunun hesabını acı bir şekilde verecekti.

Connor'un hastalıklı kişiliğini bildiğim için tek temennim Tuğra'nın sağ olmasıydı. Ancak Connor'un ona zarar vermeye çalışacağı düşüncesi, beynimi adeta minik bir böcek gibi kemirerek ilerliyor ve beni içten içe bitiriyordu.

Ne kadar asi de olsa güçlü de olsa, o sadece küçücük bedende bir kadındı. Onlarca adama karşı hiç şansı yoktu. Eğer ona bir zarar gelirse bütün İskoçya'yı kılıçtan geçirirdim. Bunu hiç düşünmeden, acımadan yapardım ve yine de kalbim soğumazdı.

Kalenin içine girdiğimde, bakışlarımı adamlarıma çevirdim.

"Herkes buraya baksın!" Diye bütün gücümle bağırdım. Sesimin şiddetiyle, herkes yaptığı işi bırakarak bana doğru koştu ve karşımda dizildi. Arthur'la göz göze geldiğimde, etrafta meraklı bakışlarla bakan halkımı işaret ettim. İşareti alan Arthur sıradan ayrılarak etraftaki insanları dağıttı.

"Kalenin hemen dibine düşman sızmış ve leydi Tuğra ile Rob'u götürmüş. Kimsenin ruhu bile duymadan dibimize kadar girebilmişler. Siz nasıl iş yapıyorsunuz böyle? Bu mu İskoçya'nın en güçlü klan savaşçıları? Bu mu bana bağlılığınız? Böyle mi koruyorsunuz siz insanları? 40-50 belki daha fazla düşman dibimize kadar girebiliyorsa, defolup gidin buradan!" Diyerek sırayla hepsinde göz gezdirdim. Başlarını öne eğmiş bir şekilde beni dinliyorlardı.

"Bu sabah orman görevi kimlerdeydi?" Diyerek Arthur'a döndüm. Arthur, bir adım öne çıkarak 12 savaşçının ismini saydı. Üçerli gruplar şeklinde ormanda dağılıp etrafı kolaçan ederlerdi nöbetleşe sistemle.

"Hepsini zindana atın! Yarım saatiniz var baskına gidiyoruz herkes hazır olsun, savaş durumu olarak hazırlanın." Diyerek yürümeye başladım. Bir an önce yola çıkıp Connor'un kalesine gidecektim ve taş üstünde taş bırakmayacaktım. Hızla yürüyerek kalenin içine girdiğimde amcam ve Ewan'la burun buruna geldim. Emir ve Melek'te yine o tuhaf kıyafetlerini giyinmiş merdivenden koşar adım aşağıya iniyorlardı. Bu kadar pratik olmaları beni şaşırtıyordu ama bundan memnundum.

"Tuğra ve Rob yok da ne demek?" Diye öyle bir bağırdı ki amcam, çıkan sesle yüzümü buruşturdum. Burada durup dert anlatacak bir dakikam bile kalmamıştı.

"Connor'un adamları" diyerek Ewan'a döndüm.

"Klan sende, hemen yola çıkıyorum" onun cevabını beklemeden odama doğru ilerledim. Kapıyı sertçe açıp ardımdan kapatarak odama girdim ve üzerimdeki her şeyi çıkarmaya başladım. Çekmeceyi açarak savaş boyamı çıkarttım ve kahverengi tonlarındaki boyayı tüm yüzüme sürerek göğsüme doğru yaydım. Ormanda bu boyayla fark edilmemiz zor oluyordu ve avlanma sırasında genelde kullanıyordum. Kiltimi de giyinerek en keskin kılıcımı ve bıçaklarımı kılıflarına koyarak vücuduma astım ve odadan dışarıya çıktım. Odamın olduğu koridorda amcamı beni beklerken buldum ama adımlarımı yavaşlatmadan yürümeye devam ettim. Amcam kolumu tuttuğunda, sadece birkaç saniyelik durmak için kendime izin verdim.

"Bu şekilde gidemezsin oğlum, Connor'un istediği de bu. Bunun bir tuzak olduğunun farkındasındır umarım. Tuğra biz gidene kadar başının çaresine bakabilir, bizim durup başka bir plan yapmamız ve akıllı hareket ederek onu kurtarmamız gerekli. Direkt gidip kapısına dayanamayız" kolumu amcamdan kurtarıp kararımdan taviz vermeden yürümeye devam ettim.

"Artık Connor'un klanı diye bir şey kalmayacak merak etme amca. Orada yaşayan bir canlı bırakmayacağım. Benimle değilsen engel de olmaya kalkma!" Amcamın nefes verdiğini ve peşimden yürüdüğünü anladım. Aşağıya indiğimde, tüm savaşçılarım hazır bir şekilde bahçede dizilmişti. Tüm insanlar da dışarıda telaşlı bir bekleyişle durumu anlamaya çalışıyorlardı. Emir ve Melek sıradan ayrı bir şekilde yan yana bekliyorlardı. İkisinin de yüzü dahi kapalıydı ve vücutlarında önceden gördüğüm, silah ismini verdikleri aletler ile sarılmıştı. Emir'in silahı diğerine göre çok daha uzundu.

"Herkes hazır mı?" Diye sordum gür bir sesle. "Hazırız" cevabıyla Ewan tam yanıma geldi.

"Bill'in söylediklerini bir daha özet geç" dedim Ewan'a. Connor'un klanındaki casusumuz bize Tuğra'yı kaçıracakmış gibi düşünmemizi istediğini ve planın başka olduğunu söylemişti. Ya Bill bize ihanet ediyordu, ya da Connor Bill'in casus olduğunu anlamıştı. Ne olduğu umurumda değildi, şu an Tuğra ortada yoktu ve bunun tüm sorumlularını tek tek bulacaktım.

"Tuğra'nın tehdit edileceğini ve yeni hedefin o olduğunu sanacağımızı, böylece Tuğra'yı korumakla vakit harcarken arkadan başka işler döndüreceğini söyledi"

"O zaman Tuğra nerede Ewan?" Sert cümlemle Ewan bir adım geri atarak cevap vermemişti. Bu hayatta benden korkmayan tek insanı bile korkutmayı başarmıştım çünkü şu an ben bile kendimden korkuyordum. Gözümü kan bürümüştü ve içimdeki vahşi hayvanı dizginleyemiyordum.

"Biz yokken klanda kuş uçmasın Ewan" diye son sözümü söyleyip atıma doğru ilerledim.


Loading...
0%