@ebrumelek
|
TUĞRA Rob'u görmeme izin vereceğini söyleyerek giden adamın arkasından bir süre kapıya bakmıştım. Ardından kapının kilit sesini duyarak gülmeye başladım, cidden mi? İstesem tam şu anda buradan gidebilirdim bile. Sadece amacını merak ettiğim için bir süre daha mağdur leydiyi oynayacaktım ve gerçekten de Rob'un iyi olduğunu görmem gerekiyordu. Rob, etrafımız sarıldığında gelen onlarca adama karşı üzerime siper olmuştu ve omzundan bir okla vurulmuştu. Aniden kalabalık grup üzerimize saldırdığında, sırt sırta vererek kendimizi savunmuştuk. Maalesef adamlar çok kalabalıktı ve Rob'un yaralı olması yüzünden de aklım sürekli onda olmuştu. Üzerime kılıçlarıyla durmadan saldıran adamlar, beni öldürmeye yönelik hareket etmiyorlardı. Bunu anladığım anda Rob'u korumak için teslim olmak zorunda kalmıştım. Onu bırakmaları karşılığında zorluk çıkarmadan onlarla gideceğimi söylediğimde, adamlar onu bırakmak yerine bizimle getirmişti. Belki de ondan bilgi almayı denemek de işlerine gelmişti. Pencereye yaklaştığımda, gördüğüm manzarayla ağzım bir karış açık kaldı. O kadar büyük ve görkemli bir klandı ki burası, güzelliği ile insanı adeta büyülüyordu. Burada, bu dünyada her geçen gün gördüğüm güzellikler beni hayran bırakıyor ve kendine çekiyordu. Dikkat ettiğim bir diğer şey ise, Connor Mcarty'in klanının rengi de Dougal'ın ki gibi yeşildi. Bahçede dolaşan erkeklerde yeşil, üzerinde ince turuncu şeritler bulunan kiltler giyiyorlardı. Tek farkı bu turuncu çizgilerdi. Dougal'ın yeşillerinin arasında siyah ince çizgileri vardı. Burada halktan insanlar, kalenin büyük bahçesinde dolaşmıyordu, sadece nöbet tutan adamlar vardı. Demek ki halkının yerleşim yeri buradan ayrı bir bölgedeydi. Ayrıca nöbetçilerin sayıları da çok fazlaydı. Her an her şeye hazırlıklı gibiydiler. Pencereden etrafı kısaca incelediğimde, kaçış planımı da çoktan yapmıştım. Kafamda 3 seçenek belirlemiştim ve kaçmaya kalkıştığım an bu üç seçenek arasında doğaçlama yapacaktım. Her seçeneğin başarı oranı kendi içinde değişiyordu. Rob, yaralı olduğu için ve şu an da nasıl bir durumda olduğunu bilmediğim için acilen alternatif seçenekler de bulmam gerekiyordu. Odanın kilit sesini duyunca, bu kadar çabuk geri geleceğini düşünmeyerek arkamı döndüm. Connor, yine aynı bir sırıtışıyla içeriye girip beni baştan aşağıya süzdü. Üzerimde sabah giydiğim pantolon eteğin sadece pantolon kısmı ve üzerimde bol bir gömlek vardı. Tabii üstüm başım kir içindeydi. Saçlarım hâlâ toplu olmasına rağmen önlerken birkaç tutam çıkarak gözümün önüne geliyordu. Connor, bakışlarını gözlerime çevirdiğinde gülümsemesi de genişledi. "Adamlarımdan aldığım bilgiye göre buraya gelirken oldukça zorluk çıkarmışsınız leydim? Gönderdiğim adamların yarısını sadece siz öldürmüşsünüz? İşte bu beni epeyce şaşırttı ve meraklandırdı?" "O kadar adamı ben nasıl öldürebilirim? Adamlarınız hayal görüyor olmalı" diyerek bakışlarımı kaçırmadan yüzüne bakmaya devam ettim. Düşüncelerini alaya vurarak asıl düşündüklerini saklamaya çalışıyordu. Bence bu sürekli yaptığı sırıtan mimik adamın yüzüne yapışmıştı çünkü gördüğümden beri aynı mimiği yapıyordu ve yüzündeki aptal sırıtmayı bir yumrukla dağıtmak istiyordum. Aslında bence göründüğünden çok daha farklı birisiydi. Bu, onun için bir gizleme taktiğiydi. "Zaten minicik bir şeysiniz. O kadar adamımı öldürmeniz mucize olurdu?" Dedi ama şüpheci bakışları hâlâ üzerimdeydi. Aynı alaycı bakışları da öyle. "Birkaç numara biliyorum ama ben bir leydiyim. Savaşçı değilim!" Diyerek derin bir nefes aldım. "Rob'u görmeme izin vermiştiniz?" Diye devam ettim. "Hazırlıyorlar birazdan görüşeceksiniz leydim" leydim kısmını biraz daha gülerek söylemişti. "Merak ediyorum da, bu zamana kadar neredeydiniz? Quany öz kızını nerede saklıyordu?" "Osmanlı'da doğdum. Annemin vefatıyla babam beni buldu ve yanına aldı" "Nişanlısı sevgili Kylie bu duruma hiç memnun olmamış gibi. Size bir tavsiye leydim, üvey annenizle aranızı iyi tutun. O kadın istediğini her zaman alır" yine gülümseyerek kurduğu cümlelerde yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum çünkü albayın nişanlısından hiç haz etmemiştim. Tıpkı yeğeni Cora'ya olduğu gibi. "Bizi neden buraya getirdiniz?" Diye sert sesimle sorunca, Connor'un çok kısa bir an gülüşü soldu ama kendini anında toplayarak eski haline döndü. "Zaten misafirimiz olduğunuza göre planlarımdan size biraz bahsetmekte sakınca görmüyorum" diyerek yine sol elinin baş parmağını dudağına koyarak kaşımaya başladı. Bu hareketi çok sık yapıyordu. Birkaç adım bana doğru atarak tam karşımda durdu ve ellerini belinde bağladı. "Sizi misafir etmeye çalışıp Dougal'ı huzursuz edecektim. Size karşı birkaç başarısız kaçırma girişimim olacaktı. Böylece Dougal ve yandaşlarının tek odağı siz olacaktınız. Ben o esnada Royce Boyd'un benden aldığı gelinimi, Stoville kontunun kızını geri almayı düşünüyordum. Böylece onu buraya getirerek bana bir tohum verene kadar tutabilecektim. Royce ve Dougal, kızı geri almak için buraya geldiklerinde, bu kralın kulağına gidecek ve hamile karımı benden almaya çalıştıkları için kralın düşmanlığını kazanacaklardı. Hain, isyancı, ötekileştirilmiş klan liderleri olarak anılacaklar ve birçok müttefikleri de kaybedeceklerdi. Böylece Dougal'ın artık lakabı 'Büyük Dougal' değil, hamile kadınımı zorla almaya çalışan 'hain Dougal' olarak anılacaktı. Kralı da yanıma aldığımda, onun işini böylece bitirecektim. O kız benden hamile olunca, Royce ile evliliğinin de önemi kalmayacaktı." Tüm planını anlattığında açıkçası bu adamdan biraz çekinmiştim. Çekinmemin sebebi hırslı ve kafayı Dougal'a takmış bir manyak olmasıydı. "Neden buradayım o zaman?" Diye sorduğumda, Connor kısa bir kahkaha atarak etrafına bakma gereği duydu. Ardından tekrar bana döndü. "O planda eksiklikler ve açıklar vardı. Ne olursa olsun bir kadına zorla sahip olamam; ben centilmen bir adamım, barbar değilim. Bu yüzden siz devreye girdiniz leydim. Plan yine hemen hemen aynı. Birkaç saate kral, habercileri ve şövalyeleri ile burada olacaklar. Onları düğünümüze davet ettim." son cümleyi söylediğinde iki kaşını da kaldırarak yine aynı gülümseyen bir suratla bana bakıp tepkimi ölçmüştü. Suratına baktım, baktım ve bir daha baktım. Ardından kendimi tutamayıp kahkahayı bastım. Ne dedi o? Düğünümüz mü? Öyle bir kendimi tutamıyordum ki, tüm koridorun kahkaha sesimi duyduğuna emindim. Connor benim kahkahamı önce tebessümünü bozmadan izledi, ardından yüzündeki o aptal yerleşmiş tebessümü yavaş yavaş silindi. Onun bu tepkisini gördükçe daha da gülme isteği geliyordu. "Yeter!" Diye bağırdı en sonunda. Şimdi o aptal gülümsemesi tamamen silinmişti ve gerçek yüzüyle karşımdaydı işte. "Adamını gördükten hemen sonra evleneceğiz. Dougal ve yandaşları kaleye seni kurtarmaya geldiğinde çok geç olacak ve aslında karımı almaya gelmiş olacaklar, rezil olup geri dönecekler. Şu an tam anlamıyla Mcarty topraklarında değiliz. Onlar sizi, Mcarty topraklarında arayacaklar." diyerek bakışlarıyla beni baştan aşağıya süzdü ve kapıyı açarak dışarı çıktı. Hemen ardından kapının kilitlenme sesini duyup, kenarda bulduğum vazoyu kapıya fırlattım. Sinirden saçlarımdaki salaş duran tokayı çözüp birkaç kere saçlarımı tekrar toplayıp tekrar çözdüm ve odada volta atmaya başladım. Bu Mcarty ismi bana nereden tanıdık geliyordu ki? Ayrıca Rob, buradan kaçabilecek durumda olsan iyi olurdu! |
0% |