@ebrumelek
|
Bu kitapta geçen kişi ve olaylar hayal ürünü olup tarihle bir alakası yoktur. Bazı şahıs isimleri tarihtekiyle uysa da gelişen olaylar farklılık göstermektedir. Keyifli okumalar❤️ *** -9 Ay Sonra- "Rahat dur yoksa arkadaşının gırtlağını keserim" saçımı öyle bir çekiyordu ki yarısının elinde kaldığına emindim. Emir'in gözlerine baktığımda saf öfkeyle karşılaştım. Bu sözleri Emir'e söylemişti saçımı çeken gümüş renkteki pelerinli adam. Emir'e gözlerimle sakin olmasını anlatmaya çalıştım ama kızgın bir boğa gibiydi. Üstüne gelen 4 adamı savuştururken arkadan kafasına vuran kişiyle yakalanmıştı. Şu an az önce dayak yiyen kişiler onu tutup benim gibi bağlamaya çalışıyordu. "Ebenin..." yediği sert yumrukla cümlesinin devamını getiremeyen Emir'e bakarken gözlerimi yummuştum. Melek'ten buraya ilk geldiğimiz mağaranın önünde ayrılmıştık ve kimin olduğunu anlamadığımız adamlar tarafından esir alınmıştık. 1 yıldır burada yaşamamıza rağmen gümüş renkte pelerin giyen ne bir klan ne ülke biliyordum. "Siz kimsiniz? “Sert sözlerimle yüzüme tokadı geçiren adama dişlerimi sıkarak baktım. İlk seni öldürecektim. "İskoçya kralı adına tutuklusunuz!" Duyduğum sözle direnmeyi anında keserek büyüttüğüm gözlerle konuşan pelerinli adama baktım. "İskoçya'da bir kral yok" demeyi başarabildim ama adamın yüzü son derece ciddiydi. "Artık var, yürüyün İngiliz'ler" yüzü kan içinde olan Emir'i sürükleyerek, beni de şaşkınlığımdan faydalanıp kollarımdan tutarak çimenlerin arasından ilerlettiler. Yarın, mağaradan geçiş günümüzdü. Korkarım ki tarihi hiç olmadığı kadar değiştirmiştik... *** 9 Ay Önce - Günümüz Annemin bana küçüklüğümden beri hep dayattığı bir düşünce vardı. "Herkesin elbette bir yeteneği vardır Tuğra. Önemli olan onu bulup, iyice yoğurup kendine güzel bir şekilde aşılamak. Yeteneğini bulduğunda ve ustalaştığında, sıradanlıktan uzaklaşıp insanlığın yeni versiyonu haline gelirsin. Tüm dünya seni tanır, bilir, konuşur. Zamanında ismi duyulmuş tüm dâhiler ve sanatçılar bu yeteneğini keşfeden şanslı insanlardır. Onların bizden zeka olarak hiç farkı yok unutma; tek farkları yeteneğini bulmada çok şanslı olmaları..." Annem zeka konusunda haklı mıydı bilemiyorum ancak bir konuda haklıydı. İnsan sevdiği ve yeteneği olduğu işi yaparsa gerçekten çok mutlu bir birey haline geliyordu. Küçüklüğümden beri öğrenmek zorunda olduğum tüm o sanat dalları bana adeta işkence gibi gelmişti. Tarih konusunda iyi olabileceğimi düşündüğüm bir dönem olmuştu ancak ben tarihi süreçlerden çok hocamın anlatım şeklini seviyordum. Tarih kitaplarındaki sıkıcı bilgiler ilgi alanıma hiç ama hiç girmiyordu, sıkılıyordum. Akademik olarak ilerlemek için ise tüm o sıkıcı bilgileri öğrenmem gerekmişti. Fakat ben ısrarla ilgi çekici olaylarla ilgilenmiştim. Yine de sevmesem bile akademik olarak kendimi oldukça da geliştirmiştim. Zorunda kalmıştım. Askeriyeye gizlice, içten içe hep ilgi duyardım. Evde asla bu konuyu açmazdım, açamazdım çünkü bilirdim ki asla yapamayacağım mesleklerin başında geliyordu. Annemin savunma ile alakalı hiçbir konuda eğitim almamamda emin olması, kendimi savunacak bir durumla karşılaşmayacağıma emin olduğu içindi. Çünkü ben herkese göre Duman'lar şirketinin sahibinin biricik kızı ve gelecekte sosyetede gözde diye adlandırılan o kesimin bir adayıydım. Babam, annem kadar olmasa da ilgili bir babaydı. Onu çok sever ve saygı duyardım. Başarısını ve mücadelesini takdir ederdim. Eğitimim ile ilgili her konuyu anneme bıraksa da, üzerimde hakimiyeti hatırı sayılır ölçüdeydi. Çalışma temposu aşırı yoğun olduğu için bazı günler onu göremeden uyku vaktim gelse de her gece yanıma uğramadan yatağına gitmezdi. Bunu bilirdim çünkü aslında o ânlarda uykuda olmazdım. Annemle ilişkisi hiçbir zaman sevgi dolu olmamıştı ama çevremdeki arkadaşlarımın aksine mutlu bir aile ortamına sahiptim. Ne çok sevgi, ne çok stres. Benim ailem sanki önceden kodlanmış gibi belirli rutinini sürdürürdü. Birbirlerine karşı duydukları büyük saygı bağı, sevgi eksikliğini yok ederdi. Herkesin bir görevi vardı ve annemde babamda bunu eksiksiz yerine getirirlerdi. İkisi de iyi ebeveyndiler. Yetiştirme yurdunda kaldığım günleri hatırladığım için evlatlık olduğumu hep biliyordum. Ailemin çocuğu olmuyordu ve o kadar zenginliğe rağmen dünyanın tüm teknolojilerini kullanarak yıllarca bunu denemişlerdi. En sonunda aldıkları kararla evlat edinmeye karar vererek uzun bir araştırma sürecine girdiklerini söylemişlerdi. Bu konuda, yeni doğmuş bir bebek evlat edinmeleri onlara tavsiye edilmiş ancak annem yeni doğmuş bir bebeğin bakımından çekindiği için daha büyük bir çocuk almak istediğini söyleyerek babamı ikna etmiş. Sonuç olarak kader bizi bir araya getirdi. Ben gözlerimi yetimhanede açtım. Çocukluğumun büyük bir bölümü orada geçti. Çalışan personellerin hepsini annem yerine koydum. Benim gibi orada yaşayan çocukları ise kardeşim, abim, ablam bildim. Elbette anlaşamadığım, kavga ettiğim, zıtlaştığım çocukların sayısı fazlaydı ama nihayetinde hepimiz çocuktuk. Yurt müdürü Serpil anneye, ailem hakkında bilgisi olup olmadığını soruyordum o küçücük aklımla. 5 yaşında olsam dahi yurttaki çoğu çocuğa ablalık yapıyor, onların bakımı ile ilgileniyordum. Benden çok daha küçükler hatta bebekler dahi vardı. Kimi terkedilmiş, kimi ailesini kaybetmiş. Bir gün Serpil anneyi görevli Sema anneyle konuşurken duymuştum. Yeni gelen 3 aylık bir erkek bebek vardı. Ailesinin kaza geçirdiğini ve başka bir yakını olmadığını söylüyorlardı. Ben, o zaman kendi ailemin de kaza geçirdiğini düşünmüştüm. Sonra Serpil anneye bunu defalarca sormuş, tatmin edici bir cevap alana kadar yakasını bırakmamıştım. Ancak ailemin akıbetini asla öğrenememiştim. Kimi ailesini kaybetmiş hiç yakını olmayan, kimi ailesi tarafından terkedilmiş yüzlerce çocuk... içimizdeki aile özlemini bastırmak için birbirine kol kanat geren yine yüzlerce çocuk. Hepimizin hayalleri vardı ve bu hayallerin başı bir aileye, anneye babaya sahip olmaktı. Ben şanslı bir çocuktum. Genç kız olduğum dönem merak ederek annemden gizli yetimhaneye ziyarete gitmiştim. Serpil anne hâlâ orda görev yapıyordu ancak oldukça yaşlanmıştı. Beni görür görmez tanıyan kadının gözleri sevinçle parlamıştı. Onunla havadan sudan sohbet ederek en sonunda konuyu aileme getirmiştim. Bana ailem hakkında hiçbir kayıt olmadığını söylediğinde ise içimdeki umut filizleri büyümeden solmuştu. Yüzümün düştüğünü gören Serpil anne halime üzülüp açıklama gereği duymuştu. "Tuğra'cım bir gece güvenlikten telefon aldım. Kapının önünde ağlayan bir bebek olduğunu söylediler. Yurdun dış kapısına çıktığımızda üzerinde siyah, tuhaf bir örtüyle seni bulduk. Henüz yeni doğduğun çok belliydi ama sesin oldukça güçlüydü. Doktorlar kontrol ettiğinde açlık dışında bir sorunun olmadığı için rahatladık." "Peki kolyem?" Diyerek boynumdaki tuğra kolyesini gösterdim. Serpil anne kolyeye uzun uzun bakarak devam etti. "O kolye seni bulduğunuzda üzerindeydi, siyah pelerine benzeyen örtünün altında. Bilirsin kimsesiz çocukların ismini otomatik koyarız. Kız ise Ayşe, erkek ise Mustafa. Senin ismin Ayşe olacaktı ama o kolyeyi görünce Tuğra olmasına karar verdim. Üzgünüm kızım, daha çok bilgi edinmek isterdim ama kamera görüntülerinde de bir şey çıkmadı. Polisler araştırmıştı ama sen sanki bir anda ortaya çıkmış gibiydin." "Bunları söylemen bile benim için çok değerli Serpil anne. Her şey için teşekkür ederim. Ailemle çok mutluyum; bana iyi bakıyorlar, sevgi gösteriyorlar. Onları seviyorum." "Buna çok sevindim. Şimdi kaçıncı sınıf oldun kızım?" Artık hüzünlü hava dağılmış Serpil annenin yüzü gülmeye başlamıştı. "Lise son sınıfım, Serpil anne ben bir şey yaptım" dediğimde yüz ifadesi oldukça meraklı hale gelmişti. Söyleyip söylememek arasında bir süre tereddüt ederek duraksadım. Serpil anne beni teşvik eder gibi sıcacık gülümsemeye başlayınca, ağzımdaki baklayı daha fazla tutamadım. "Ailemden gizli askeriyenin sınavlarına girdim" gülümsemesi büyürken söylediğim 'gizli' kelimesine takılıp gülümsemesi bir anda dondu. "Neden gizli?" Yüzünde saf merak vardı. "Bunu asla onaylamazlar. Şu an tarih alanında oldukça iyiyim. Annem akademik hayatımı bu yönde ilerletmemi bekliyor. Babam ise bunların saçmalık olduğunu, eninde sonunda şirketin başına geçeceğim için işletme yönetimi okumamı ve yurt dışına çıkıp yüksek lisans yaparak eğitimimi tamamlamamı bekliyor. Ancak ben askeri sınava girdim bile ve oldukça iyi geçti." "Ailen ile arandaki meseleyi bilemem güzel kızım" diyerek sandalyede duruşunu düzeltti. O esnada kapının diğer tarafında bağırarak tartışan küçük çocuk sesleriyle bakışlarım kapıya döndü. Serpil annenin elimi tutmasıyla tekrardan bakışlarımı kapıdan ayırıp güzel yüzüne çevirdim.. "Bu hayat senin. Nasıl yaşamak istiyorsan, nasıl mutlu oluyorsan, ne hoşuna gidiyorsa onu yapmalısın. Mesela ben, çocukları sevmesem bu işi yapabilir miyim? Ya da bir doktor düşün, kandan nefret etse ameliyat yapabilir mi? Sayıları sevmeyen birisi muhasebe yapabilir mi? Yaptığımız meslek ve yaptığımız iş bizim tüm hayatımız kızım. Bence aileni güzel bir dille ikna edebilirsin. Eminim içindeki isteği görünce ikna olacaklardır." Serpil anneyle sohbet etmek beni her zaman rahatlatırdı. Zihnimden geçen kararsızlık ve korku, işte tam bu an yok olmuştu. Ben ülkeme hizmet etmek istiyordum. Asker olmak ve bu uğurda ilerlemek istiyordum. Daha önce deneyimim ve bilgim olmadığı bu meslek dalını, bir meslek olarak görmüyor, yaşam biçimi olarak benimsiyordum. Bir şirkete giderek orayı yönetmek, davetlere katılarak kendimi göstermek ya da ünlü olmak istemiyordum... Beni çok zorlu bir süreç bekliyordu... |
0% |