@ebrumelek
|
Dougal, kılıcını düşmanının boynundan çekmeden gözlerime bakmaya devam etti. Atımı, onların tam önünde durduğumda bile neredeyse Dougal ile aynı boydaydım. Kendi boyum çok kısa olmamasına rağmen bu yeni dünyada standartın altında kalıyordum. Bakışlarımız devam ederken kanla kaplanmış teninin her geçen saniye yumuşadığına tanıklık etmek benim de kalbimi yumuşacık yaptı. Sanki etrafta hiç kimse yoktu ve burada, bu bahçede ikimiz vardık. Dougal'la göz temasımı kesmeden atımdan aşağıya indim ve tam dibine birkaç adımla yürüdüm. Aramızda çok az bir mesafe bırakmıştım. Bakışlarımız hâlâ ayrılmamışken çıkan rüzgarla topuzumdan fırlayan uzun saçlarım yine savruldu ve Dougal'ın yüzüne bir tutamı çarptı. Dougal gözlerini kısa bir an kapatıp derin nefes alarak tekrar gözlerini açtı ve elinin altında tutmaya devam ettiği Connor'u sertçe itekleyerek bizden uzaklaştırdı. Sol elinde tuttuğu kılıcı dik bir şekilde ona doğrultmaya devam ederek bana çok hafif tebessüm etti. Boşta kalan eliyle hâlâ savrulan saç tutamıma nazikçe dokunarak kulağımın arkasına götürdü. Ellerinin çok hafif titrediğini hissettim. "lorg mi thu" Öyle kısık tonda söylemişti ki sözleri kafamda bir kez daha tekrarlamak zorunda kaldım. Söylediklerini anladığımda ise dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım. Bu dili artık neredeyse anladığımı Alana dışında kimse bilmiyordu. "Buldum seni" diye fısıldamıştı. "İyi misin?" kafamı olumlu anlamda bir kere aşağıya indirip kaldırmıştım çünkü az önce kendi dilinde söylediği cümlede takılı kalarak konuşma yetimi kaybetmiş gibi hissediyordum. Heyecandan ellerim buz gibi olmuştu ve kalbimi tutmamak için kendimi zor durduruyordum. Bariz bir şekilde rahatlama ifadesini gördüğüm yüzünde, ilk geldiğimde olan kana susamışlık hiç kalmamıştı. O da bende diğerlerini unutmuş gibi bakışlarımızı hâlâ birbirimizden ayırmamıştık. Birisinin hafif öksürme sesiyle şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırıp Connor'a dönmüştüm. Adam, kanlar içinde yerde oturmuş vaziyette bekliyor ve Dougal'ın elindeki kılıca korkuyla bakıyordu. Diğer yöne baktığımda Emir, Melek, albay ve kral ile şövalyelerini gördüm. Herkesin bakışları bizim üzerimizdeydi. Dougal'da benim gibi Connor'a bakış atarak tekrar bana döndüğünde, bakışları uzunca bir süre vücudumda gezindi. İyi olduğumu onaylasam da emin olamıyormuş gibi bir hâli vardı ve bu benim çok hoşuma gitmişti. Üzerimdeki zırhın bazı yerlerini çıkarıp attığım için altındaki elbise belli oluyordu. Beyaz olan elbise, Rob'un kanı yüzünden yer yer boyanmıştı. Dougal, gözlerini kan lekelerinde gezdirdiğinde, bakışlarının yine sertleşerek kaşlarını çattığını gördüm. "Şimdi seni benim elimden kim alacak?" Ses tonu öyle karanlık çıkmıştı ki Connor'un korkuyla göz bebekleri kocaman oldu. Dougal, dilini damağına vurarak kafasını iki yana salladı ve kılıcını Connor'a yaklaştırarak "Bu sondu" diye mırıldandı. Dik tuttuğu kılıcını herkesin içinde, kralın önünde Connor'a doğrultmaktan çekinmiyordu. Kral, ağzını dahi açmadan olan biteni izliyordu. "Dur!" Diyen Connor'un ağlamaklı sesini dinlemeden kılıcı göğüsüne kadar indirerek ucunun derisine sertçe girmesini sağladı. O kadar yavaş ilerletiyordu ki sanki acı çeksin diye bilerek ağırdan alıyordu. Sapından sıkıca tutarak sonuna kadar derisine işleyecekken, sessizliğin hakim olduğu bahçede Connor'un boğuk çıkan sesini tekrar duyduk. "Emily," diye mırıldanan Connor ile Dougal kısa bir an duraksayarak kılıcının tamamını saplamadan duraksadı. Cümlenin sonunu bekliyordu öldürmek için. "Bir kızım var, onu bulana kadar bana vakit ver lütfen" Connor'un sözleriyle savaşçılar tarafında şaşkın bir nida yükseldi. Dougal'da oldukça şaşkındı çünkü kılıcı tuttuğu elinin gevşediğini fark ettim. Kral, sanki bunu biliyormuş gibi ağzını dahi açmamıştı ancak tedirgin gözleri Dougal'ın üzerindeydi. "Kız olduğunu nasıl biliyorsun? O gittiğinde hamileydi" albayın arkadan gelen sesini duydum ama Connor ve Dougal arasındaki bakışmaya takılı kalan gözlerim ikisi arasında mekik dokuyordu. "Kral Billy benim için araştırdı. Emily'nin Galler'de yaşadığını öğrendik. Kızımı görene kadar yaşamama izin ver" Connor'un acizce çıkan sesini duyuyordum ama şimdide Dougal'dan bakışlarımı çekemiyordum. Bu adamın, düşmanlarına karşı oldukça acımasız olduğunu biliyordum. İsmi duyulduğunda bile korku salan Büyük Dougal'ın normal zamanda karşısındakine acımayacağını tahmin ediyordum. Şimdi nasıl bir karar verecek, merakla bekliyordum. Bahçede kimseden çıt çıkmıyor, herkes Dougal'ın kararını bekliyordu. Gevşeyen eline rağmen kılıcı göğsünde tutmaya devam ediyor, Connor'un derisinden ince şerit halinde kan süzülüyordu. "Benim..." diye söze başlayan Dougal'ın yandan profilini inceledim. Kendiyle bir mücadeleye girmiş gibi gözüküyordu. Emily'nin kızının babasını öldüreceğini sanmıyordum. Ona merhamet edecekti. "Olana.." devam ettiğinde artık kılıcı iyice gevşetmişti. Sözlerini kafamda birleştirirken, Emily'den 'benim olana' diye bahsettiği için içimde rahatsızlık tohumları yeşermeye başladı. Buna hakkım yoktu ama yine de rahatsızca yerimde kıpırdanmaktan kendimi alamamıştım. Demek hâlâ onu seviyordu. Belki de yıllardır evlenmemesinin sebebi onu geri çevirdiği için yaşadığı pişmanlık olmuştu. Sonuçta büyük bir toprak parçasının tek lideri oydu ve bir varis bırakması gerekiyordu. Bu yüzden çoktan evlenmeliydi. Taşlar zihnimde işte şimdi oturmuştu. Dougal'ın sözleriyle Connor'un yüzünden geçen rahatlama ifadesi çok net olmasına rağmen, korku dolu bakışları hâlâ Dougal'daydı. Artık bu lanet klandan bir an önce gitmek istiyordum. İşimiz burada bitmişti. Buradan belki de albayla onun klanına giderdik. Mağaradan geçiş günümüz gelene kadar orada bekler, günü geldiğinde misafir olarak Mclenan'a geçerdik. O zamana kadar albayın nişanlısı Kylie ile bir şekilde anlaşmaya çalışırdım. Artık Dougal'ın yanında kalmak istemiyordum. Kırıldığımı hissediyordum ama buna hakkım olmadığını da biliyordum. Neden beni gördüğünde mutlu olup, sağ salim bulunca rahatladığını düşünmeyi ise hiç istemiyordum. Elbette bir sebebi yoktu ve Dougal emanetine zarar geldiği düşüncesi için ortalığı yakıp yıkmıştı. Burada işimizin bittiğini düşünerek bakışlarımı kardeşlerime çevirdim. İkisi de Dougal ve Connor arasındaki olaya baksa da algıları oldukça açıktı. Bu zamana ait olmadıkları o kadar belliydi ki. Kralın şövalyelerinin kaçamak bakışları Emir'in elindeki silaha çevriliyor ve ne olduğunu anlamadıkları için kaşlarını çatıyorlardı. Şövalyelerin bazılarının yüzü o kadar temizdi ki sanki hayatlarında bir kılıç darbesi bile almamış gibiydiler. Saçları özenle taranmış, sakal tıraşları güzelce yapılmış şövalyeler. Bence gerçekten de savaş tecrübesine pek sahip değildirler. İskoç savaşçılarının yanından bile geçemezlerdi. Şövalyelerden ayırdığım bakışlarımı tekrar Connor'a çevirdim. Dougal'ın son sözlerini beklerken, hafif yan dönerek atımın iplerinden tutmaya devam ettim. Onların arasındaki mevzu bana mahrem gelmişti ve bakışlarımı artık çekmek istemiştim. Emily, iki dostun arasını açarak bir savaş başlatmış ve yüzlerce insanın ölmesine sebep olmuştu. Şimdi arkasında bıraktığı enkazlardan bihaber, Galler'de kızıyla mutlu mesut yaşıyordu. Dougal'ın Connor'u bırakarak buradan gitmemizi beklerken, duyduğum acı sesle bakışlarım tekrar onlara döndü. O esnada konuşulanları zihnimi kapattığım için kaçırmıştım. "Tuğra'ya dokunanı gebertirim, benim olana asla, bir daha..." diye cümlesini eksik bırakan Dougal, herkesi şoka uğratarak kılıcını sonuna kadar göğüsüne saplamıştı. Duraksadığı için onu serbest bırakacağını düşünmüştüm, herkes gibi. Biliyordum ki Connor yıllardır Dougal'a ne kadar zarar vermeye çalışsa, düşmanlık yapsa da Dougal asla tam bir karşılık vermemişti. Bu hamlesi sanırım en çok kralı şaşırtmıştı çünkü şu an gözleri yuvalarından fırlamış gibi duruyordu. Ağzından kan akmaya başlayan Connor dahi bu olana inanamıyor ve şaşkın bir ifadeyle son nefesini veriyordu. Dougal, hafif eğilip Connor'la burun buruna geldi. "Ben sözümü her zaman tutarım" diye fısıldadığında Dougal'ın son sözünü sadece ben duymuştum. Connor derin nefes almaya çalıştı ama ağzına gelen kan ile bunu çok zor yapmıştı. Kılıcı sapladığı yer tam olarak akciğerlerine denk geliyordu. "O..." zorlukla fısıldayan Connor ile Dougal biraz daha ona yaklaşmıştı. Aynı şekilde ben de. "Sadece beni sevdi" diye cümlesini bitiren Connor, Emily'den bahsederek son nefesini titrekçe vererek hayata gözlerini yumduğunda, Dougal onu sertçe yere bırakmıştı. Kafasını kaldırıp benimle göz göze geldiğinde yüzümde sadece şaşkınlık vardı. Gözlerindeki tutku dolu ifadeyi gördüğümde düşündüğüm tek şey ise, Dougal'dan kaçmalı mıydım? Yoksa ona doğru kaçmalı mı? Kararan bakışları gözlerimde yoğunlaştığında, sanki az önce birini öldürmemiş gibi bir gülümseme oluştu. Gülümsemesi şefkatli, bakışları tutku doluydu. Bu nasıl bir adamdı böyle? Aynı gülümseme benimde dudaklarımda açtığında, kendime inanamayarak kafamı iki yana salladım ve bakışlarımı anında kaçırarak etrafa baktım. Connor'un son sözlerini duyduğumu biliyordu, biliyordu ve bu yüzden ona bakmaktan bir süre kaçınacaktım. "Kızım iyi misin?" Diye bağıran albayla istemeden bakışlarımı arkama çevirip albaya döndüm. Yüzü gergindi çünkü Connor'u öldürdükleri için başları belaya girecekti. Ayrıca bunu kralın önünde yapmışlardı. Hâlâ yaşanan şeyin şaşkınlığı içerisindeydim. Gerçekten de bir ara Dougal'ın onu öldürmeyeceğini düşünmüştüm. Hatta buna emindim. Albaya kafamı olumlu anlamında sallayarak yaşadığım stres yüzünden derin bir nefes aldım. Sanırım gerçekten de konuşmayı unutmuştum. Kral, bir adım öne çıkarak düşmanca bakışlarla Dougal'a bakıyordu. Şövalyeleri hâlâ etrafında etten duvar örmüş gibi duruyordu, sanki bu onu koruyabilecekmiş gibi. "Bunu yaptığın için yargılanacaksın Büyük Dougal ve ben, ceza alman için elimden geleni yapacağım. Bir kral olarak sana söz veriyorum" sözlerini bitirerek bakışlarını bana çevirdi. Beni baştan aşağıya süzerek yüzüne iğrenir gibi bir ifade yerleştirdi. "Ve sen, Emily'nin yapamadığını yaparak büyük bir düşmanlığın fitilini ateşledin. Dougal'ın başına gelecek her şeyin sorumlusu sensin Osmanlı kızı" Az önce dilini yutmuş gibi duran kralın çenesi birden açılmıştı. Cümlesini bitirdiğinde Emir'in hareketlenerek kralın olduğu yöne doğru yürüdüğünü gördüm. Şövalyeleri hemen Emir'e doğru kılıçları çekmişti ama o bariyer Emir'e asla etki etmezdi, biliyordum. Emir'i izlerken yanımda oluşan hareketlilik ile sert bir rüzgar esti. O kadar hızlıydı ki ne olduğunu karşıma bakana kadar anlayamamıştım. Tam yanımdan bir kılıç uçarak geçmişti. Uçan kılıç, kralın şövalyelerinden birine saplanarak kralın korkuyla çığlık atar gibi ses çıkarmasına sebep olmuştu. Kılıcı savuran Dougal'dı. Bir adım öne çıktığında, albay da Emir'in yanına giderek onu omuzundan tutmuş kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Dougal bir adım, bir adım daha derken tam şövalyelerin karşısında durarak bakışlarını krala dikti. "Elinden geleni yap III. William!" gür çıkan sesiyle ne yapacağımı şaşırarak önümdeki manzaradan gözlerimi alamadım. Dougal, Britanya'nın kralına tam şu an kafa mı tutuyordu? Dougal'ın tam arkasına doğru yürümeye başladım. Onu durdurup Dougal'ın başının daha çok derde girmesine engel olacaktım ancak Dougal, benim geldiğimi hissetmiş gibi tek elini arkasına getirip bana dur işareti yaptı. Kralın, şövalyelerin, savaşçıların, albayın, Melek ve Emir'in şaşkın bakışları bu seferde ikili arasında gidip geliyordu. Dougal'ın işaretiyle olduğum yerde sabit kalarak gözlerimi kırpıştırmaya başladım. Bir dakika!!! William... O az önce William mi demişti? Hani Billy'di kralın ismi? 3. William attan düşerek ölmüştü. Kayıtlara kaza olarak geçmişti ancak öğretmenim Niko'ya göre ardında bir sis perdesi vardı. O, bunun şaibeli bir ölüm olduğunu düşünüyordu. Nedenini merakla sorduğumda bana gülümseyerek şöyle açıklamıştı. "Tuğra, sence iyi bir binici olan kral yıllardır tanıdığı attan nasıl düşmüş olabilir?" Ona "belki at üzerindeyken kalp krizi geçirmiştir" dediğimde sıcak bir tebessüm sunarak devam etti. "Yanındaki sadık askerleri hiçbir şüpheli durum olmadığını teyit etmişler. Bence ölümü bir plan..." O ân, ilgimi çeken bu bilgideki kral, kanlı canlı karşımdaydı ve ölümünün her detayını çok iyi hatırlıyordum, döneminde olan olayları da... neden Billy diyorlardı ki sürekli? William deseler belki bu işi çoktan çakardım. Hep Billy diye bir kral hatırlamadığım için kafam karışıyordu ve ilgi çekici bir olay olsa mutlaka hatırlardım diye kendimi teselli ediyordum. Kraliçe Anne, Mary, bunları çok iyi hatırlıyor, 1700'lü yılların sonları diye düşünüyordum. Yani tarihler uymuyordu ve ben bu dönem yaşayan İngiltere kralı hakkında detaya hakim olmadığım için kendime sövüp duruyordum. Kraliçe Mary, William'ın karısıydı. Aklımdan geçen bilgiler yüzünden korku dolu bakışlarımı bu seferde Dougal'a çevirdim. Gerçekten de adı bilinmeyen klan lideri Dougal olabilir miydi? Mclenan kelimesi bana hep bir yerden tanıdık geliyordu ama çıkaramıyordum. Kesinlikle oydu!! Yaşadığım uyanış ile gözlerime akın eden yaşlara inanamıyordum. Kalp atışlarım hızlanmış yere çöküp ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Dougal'ı bir şekilde durdurmam gerekiyordu. "Dougal" diye mırıldandığımda sert, gür ve boğuk sesini duydum. "İskoçya'da ki en güçlü klan beyi benim. Eğer bu topraklarda saygınlık istiyorsan saygısızlık yapmayacaksın. Karşında bir varis, bir leydi var Billy" Billy ismini tükürür gibi söylediğinde, jetonun tenekenin içine düşmesi gibi son perde de aralanmıştı zihnimde. Bilerek William ismini kullanmayarak aslında onu küçümsüyordu. Bu zamana kadar ondan genelde Billy diye bahsettikleri için daha önce çarklar kafamda oturmamıştı ama şimdi her şeyi çok daha net görebiliyordum. Lanet olsun!! Birkaç yıla kalmadan William da Dougal'da ölecekti... "Gidelim" sözcüklerimi zar zor bulduğumda konuştum. İşlerin daha da kızışıp Dougal'ın ölümünün öne çekilmemesi için şimdi durması gerekiyordu. Eğer kral şu an geri adım atarsa bunu gururuna yediremez ve Dougal ile planlarını öne çekebilirdi. Yoksa aralarındaki rekabet bu günden sonra mı çıkacaktı? Ben tarihin akışını bozmadan bu planları bilirken, onları önlemem çok daha kolay olurdu ancak şimdi hiçbir şeyi kestiremiyordum. Ne olursa olsun Dougal'ın ölmesine izin vermeyecektim. |
0% |