@ebrumelek
|
Kaleye vardığımız zaman bizi Alana ile Ewan kapıda karşılamışlardı. Alana, gözyaşlarıyla ıslanmış yanakları ve kırmızı bir burunla bana sarılarak kendi dilinde dualar etmişti. Ewan'ın bile yüzünde mutlu bir ifade vardı. Bu insanların kısa sürede bize bağlanması hiç ama hiç iyi değildi. Böyle konuşuyordum ama ben de onları gerçekten özlemiştim. Dougal kaleye geldiğimiz andan beri yanımdan ayrılmamış utanmasa odama bile benimle girecek kadar peşimde dolaşmıştı. Nöbetçilere sertçe talimatlar vererek güvenliği daha da sıklaştırdığı ise dikkatimden kaçmamıştı. Hemen atıştırmalıklar istetmiş ve bana zorla yedirmeye çalışmıştı. Onun bu tavırlarını ben dahil herkes şaşkınlıkla izlemiş, kimse sesini çıkarıp bir şey soramamıştı. Odama bile neredeyse zorla çıkmıştım çünkü Dougal yalnız kalmamam için elinden geleni ardına koymamaya yemin etmiş gibiydi. Emir, bu davranışların beni deli edip sonunda onu bir güzel döveceğim diye Ewan'la bahse girmiş, dövmeyip hoşuma gittiğini anladığında ise sırf iddiayı kazanmak için beni gaza getirmeye çalışmıştı. En son bıraktığımda Ewan onunla dalga geçiyordu. Nihayet odamda yalnız kaldığımda, kapım çalınıp içeri gelen çalışan kızlar ile Fiona'ya gülümsedim. Yanlarında getirdikleri tahta küvetle ise neredeyse sevinç çığlığı atacaktım. "Leydim, sapasağlam döndüğünüz için Tanrılara şükürler olsun" ayağa kalkıp Fiona'nın elini tuttum ama tüm kaslarım fena ağrıyordu. "Bana bir şey olmaz merak etme" gülümsediğinde gözlerinin kenarındaki kaz ayakları yüzüne çok daha samimi bir ifade veriyordu. Biz Fiona'yla konuşurken kızlar da küvete sıcak su dolduruyorlardı. "Siz yokken lord Quany'in nişanlısı leydi Kylie kalemize misafir olarak geldiler. İstirahatte oldukları için sizi karşılayamadılar" hemen bilgi vermeye başlamıştı Fiona. "Benim için çok mu endişelenmiş de gelmiş" Gülerek sorduğum soruyla Fiona'da gülümsedi. "Siz Quany'in kızısınız. Yakında sizin anneniz olacak bu yüzden endişelenmesi çok normal" Fiona kendi kurduğu cümleye inanmıyormuş gibi bir yüz ifadesi takındığında kahkahama engel olamadım. "Öyleyse banyodan sonra ziyafet edip endişesini bir gidereyim" gözlerimden kalpler çıkarak küvetteki suya baktım ve elbisemi çıkarmaya başladım. Kızlar çoktan dışarıya çıkmışlardı ve Fiona ile yalnızdık. Kendimi suyun içine bırakınca sanki coss diye bir ses çıktı. Bütün kemiklerim, eklemlerim, kaslarım tutulmuştu ve çok yorgundum. Burada biraz uyumayı düşünüyordun. "Yerinde olsam o kadınla açık açık düşmanlık yapmazdım Tuğra" Fiano ismimi kullandığına göre oldukça ciddiydi. Kafamı yan döndürerek Fiona'ya baktığımda yüz ifadesinden bunu doğruladım. "Bana bir şey yapamaz Fi." Çünkü yakında, onlara göre ölü olacaktım. Bu düşünceyle içim burkuldu. Buraya çok alışmıştım. Yine de gitmem gerekiyordu. "Hep bunu söylüyorsun ama sen bir insansın. Üstelik bir kadınsın. Bu dünyada en çok kadınlara bir şey olur leydim unutmayın" Benim iyiliğimi istediği için sözlerine alınmadım. "Beni koruyan bir ilahım var. Kendimi önce ona sonra yine kendime emanet ederek en zorlu savaşlardan sağ çıktım. En soylu diyebileceğin insanların bile arasından çıkabildim ben Fiona. Annem beni yetiştirirken, Kylie gibi kadınlara karşı nasıl duracağımı da öğretti. Bu yüzden gerçekten merak etme, bana bir şey olmaz" son cümlemi gülümseyerek söylediğimde Fiona'nın yüz hatları da yumuşadı. "Bir ihtiyacınız olursa, ne olursa, yerimi biliyorsunuz leydi Tuğra" sözlerinden sonra arkasını dönüp kapıya yürüdüğünde, kafamı da kuvvetin kenarına yaslayarak gözlerimi kapatmıştım. "Ayrıca sakın orada uyumayın" sözlerini duyunca dişlerimi göstererek gülümsedim. Kapı kapanmadan hemen önce "Seni yaşlı kurt" dediğimi kesin duymuştu. . *** . Gerçekten küvette uyumuştum! Gözlerimi açtığımda boynum tutulmuş, parmaklarım buruşmuş bir şekilde ayağa kalkınca, aynı anda gelen titremeyle gördüğüm ilk havluya sarılıp ısınmaya çalıştım. Lakin öyle bir uyumuşum ki en rahat yatakta bile böyle deliksiz uyuyamazdım kesin. Aynanın karşısına geçince soğuktan mor renge dönmüş dudaklarımı birbirine bastırarak üst üste birkaç defa hapşırdım. Anlaşılan şifayı kapmış ve yanmıştım. Emir başıma bela olacaktı. Havluyu üzerimden çekmeden ısınmaya çalışmaya devam ettim çünkü açtığım an titreme geliyordu. Kırgınlık da tüm vücudumu sarmıştı, kolumu kaldıracak halim yoktu sanki. Bir anda bu kadar kötü nasıl olabildim, sırası mıydı şimdi? Havluyla yatağımın üzerine oturup elbiseyi nasıl giyeceğimi kara kara düşünürken gelen gülme isteğiyle tekrar hapşırdım. Şu an uzanıp basit bir elbiseyi alıp kafamdan geçirmekten acizdim. Her şeyin başı sağlık diyen amcayı buradan sevgiyle anarak havluyla açılan bacaklarımı örtmeye çalıştım ama nafileydi. Olduğu gibi bırakıp derince nefes aldım ve gözlerimin kapanmasına izin verdim. Bir anda nasıl bu kadar kötü olabilmiştim ki? 3 aydır bu zamanda sıkışıp kalmıştım ve vücudumun bir yerde tepki göstereceğini biliyordum. Son yaşadığım olaylar da zaten cabasıydı. Yatakta oturur vaziyette kapalı gözlerimle kısacık havlunun ucunu tutmuş yaşadıklarımı düşünüyordum. Yatağa uzansam kalkamayacaktım ama kalkmam gerekiyordu. Kapımın tıklatılmasını duyunca açtığım gözlerimi kapıya çevirdim. Emir ve Alana olsa direkt içeri dalardı. Kullanılmış küveti almak için kızlar gelmiş olmalıydı. En azından bana elbisemi uzatabilirlerdi ve derin bir uykuyla sabaha kadar kendime gelirdim. Kapı tekrar tıklatılınca konuşmam gerektiğini hatırlayıp "gel" dedim pürüzlü çıkan sesimle. Kapı ardına kadar açıldığı an karşımda Dougal'ı görmek en son beklediğim şeydi. Bir bana bir üzerimdeki yok denecek kadar kısa havluya bakarak hızla içeri adım attı ve arkasındaki koridoru kontrol ederek kapıyı kapattı. Odaya girdiği an ise yan dönerek bana bakmamaya çalışmıştı ama öne arkaya hareket ederek ne yapacağını şaşırmış gibi duruyordu. Şu an açıkçası hiçbir şey umurumda değildi. Sadece çok üşüyordum. "Neden öyle oturuyorsun?" Şaşkın çıkan ses tonunu seçebilmiş ancak cevap verememiştim. Tek yapabildiğim tek elimle havlunun etek kısmını baldırımdan aşağıya çekmeye çalışmak olmuştu. Bir süre odaya sessizlik hakim sürerken Dougal cevabımı bekliyordu. Sonunda dayanamayıp bana döndüğünde bakışlarını tekrar hızlı bir şekilde benden kaçırarak tavana bakmaya başladı. Şu an kendimde olsam bu hareketi tatlı gelip gülebilirdim ama hiç halim yoktu. "Çok soğuk" fısıldayan sesimle "elbisem" diyerek sandalyenin yaslanma kısmında olan elbiseye baktım. Bir terslik olduğunu anlayan Dougal kaşlarını çatarak birkaç adımla sandalyenin yanına ilerledi ve elbiseyi ucundan tutarak bana bakmadan yanıma geldi. Ben kolay kolay hasta olmazdım ama hasta olduğumda da komalık olurdum. Her hastalığımda mutlaka hastanede birkaç gece kalmak zorunda kalırdım ki bu başıma çok az gelmişti. Yine öyle bir durumun kıyısında gözüküyordum ki burada hastane yoktu. Serum ve iğneler olmadan nasıl kendime gelecektim bilmiyordum. Elimi güçlükle kaldırıp elbiseyi tuttum. Dougal, bakmadan bacaklarımın üzerine elbiseyi bırakıp bana sonunda dönebildi. "Yaran mı vardı? Neden söylemedin, nerede?" Peşi sıra sorduğu sorular ve ses tonu yüzümü buruşturmamı sağladı. "Emir," dedim zor bela çıkardığım sesimle. Benim bu hâlimden en iyi o anlardı. Dougal, utangaçlığı ve centilmenliği sonunda bırakarak yatakta yanıma gelip oturarak gövdesini bana doğru çevirdi. Gözleriyle vücudumu taramaya başladı. Elbiseyi kaldırıp bacaklarıma dahi bakınca elimde olmadan gülmeye başladım. "Yaram yok sadece üşüttüm" diyebildiğimde bakışları hâlâ bacaklarımdaydı. "Dougal," sesimi tekrar duyduğu ân hızla gözlerini yukarıya çıkararak gözlerimle buluştu ve derin bir nefes verdi. "Çok üşüdüm" kenara koyduğu elbiseyi tutarak bana yaklaştırdı. Kafamdan elbisenin boyun kısmını geçirirken soğuk parmakları tenime değdi. Bu adam buz gibiydi. Titrememe engel olamadan kıyafeti giydirmesini bekledim. Elimden nazikçe tutup kolumu kaldırdığında kendimi tamamen bebek gibi hissetmiştim ancak Dougal hayatındaki en önemli iş buymuş gibi nazikçe elbiseyi kolumdan geçiriyordu. Diğer kolumu da geçirince etek kısımlarından tutarak dar olan elbiseyi yavaşça aşağıya indirmeye başladı. Ayağa kalkmam gerekiyordu ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Ayrıca o havluyu da çıkarmam lazımdı. "Şimdi seni ayağa kaldıracağım" çok yavaş ve nazikçe çıkan sesiyle kafamı hafifçe salladım. Dougal, tek eliyle belimden tutarak beni yataktan havalandırdı. Şaşkınlığımdan tepki bile veremeyecek halde gözlerimi ona dikmiştim. Beni resmen tek eliyle kaldırmıştı ve diğer eliyle de elbisenin etek kısmını aşağıya indiriyordu. Göz göze geldiğimizde eli oldukça yavaşlamaya başladı. Elbisenin etek ucunu tutuyor ve sanki kımıldamıyor gibi yavaştı. Belimden sarılır şekilde tuttuğu için ve havada olduğum için yüzümüz eşit boydaydı. Aramızda birkaç santim vardı. Eli buz gibi olsa da teninden gelen sıcaklık bende ona daha da yaklaşma isteği uyandırıyordu. "Tuğra" sessizce fısıldadığında aramızdaki mesafenin çok kısa olmasıyla nefesi burnuma ve dudaklarıma çarpmıştı. Derin nefes alma isteğine karşı koyamadım ve aldığım nefesle Dougal'ın bakışları dudaklarıma kaydı. Yeşil gözleri öyle parlıyordu ki içindeki sarı hareleri alev almış gibiydi. Beni öpmesini istiyordum. Beni öpecek ve bunu yarın unutacaktım. "Dougal" onun gibi fısıldadığımda isteğimi anlamış olmasını umdum ve gözlerimi kapattım. Kendimi ona şu an teslim etmek istiyordum. Hiçbir şey umurumda değildi; zaman, mantık, yıllar... Dougal'ın belimdeki kolu sıkılaştığında kendiyle bir kavgaya girdiğini anladım. Düşünmesin istiyordum. Sadece beni öpsün. Yarın belki de deli gibi pişman olacaktım. Dudaklarıma değen sıcak nefesinin yoğunluğu yavaşça artınca gözlerimi araladım. Kısık gözlerini, gözlerim ve dudaklarım arasında gezdirerek yavaş yavaş daha da yaklaşıyordu. Gözlerimi açık tutarak her ânı görmek istedim. İlk önce ılık nefesini, ardından kalın alt dudağını üst dudağıma değdirdi. Hafif nemli olan dudağını birkaç saniye kımıldatmadı. Tereddüt ediyordu ve bu hoşuma gitmemişti. Dudaklarımı kımıldattığım an boşta kalan elini enseme getirerek nazikçe saç köklerimden tuttu. Kendi dilinde birkaç kelime fısıldadığında duyduğum sözlerin ne olduğunu bu sefer anlamadım ama söyleyiş tarzı bu zamana kadar duyduğum bütün aksanlardan çok daha romantik gelmişti. Dudaklarını aşağıya kaydırarak alt dudağıma küçük ve nazik bir öpücük kondurdu. Her an kalkıp odadan kaçacakmış gibi kaskatı olmuş ve kendi içinde girdiği savaş devam ediyormuş gibi bir hâli vardı. Bir anda vücuduma gelen güçle tek elimi boynuna sararak vücudumu ona bastırdım ve yatağa düşmesini sağladım. Elbisenin etek kısmı göğsümde kalmıştı ve havlu hâlâ yerli yerindeydi. Çıplak bacaklarımı ayırıp karnına oturarak beklemediği bir şekilde dudaklarına tutundum. Onun gibi küçük değil, derince öpmeye başlamıştım. İlk birkaç saniye şaşkınlıktan iki eli havada kalan Dougal, tuhaf bir hırıltıya benzer ses çıkartarak öpücüğüme karşılık vermeye başladı. Ellerini belime koyarak yatakta beni yana devirdi ve üzerime gelerek derince beni öpmeye devam etti. Ağzımın her yerini talan ediyor, hafifçe dudaklarımı ısırıyor ardından ısırdığı yerleri diliyle geziyordu. "Seni o kalede sağlıklı gördüğümden beri bunu yapmak istedim" fısıltısını duyunca onu kendime daha çok bastırarak dudağını ısırdım. Isırmamla yanaklarımı iki eliyle tutarak kafasını yan yatırıp öpüşümüzü derinleştirdiğinde inlememe engel olamamıştım. Ondan bu gece tek istediğim buydu. Öpüşümüz artık kontrolden çıktığında Dougal'ın ıslak dili ağzımda adeta dans ediyordu. Bir anda kendini geri çektiğinde, nefes nefese kalmış, kendime tamamen gelmiş bir şekilde ona bakıyordum. Şu an hastalığım konusunda daha iyi hissediyordum ki sebebi bence adrenalindi. "Tuğra biz.." boğuk çıkan sesiyle benim gibi o da nefes nefeseydi. Gözleri öyle derin bakıyordu ki beni kara delik gibi içine çekiyordu. İşaret parmağımı kaldırıp dudağının üzerine koyarak onu susturmaya çalıştım. Parmağıma öpücük kondurarak eliyle tutup kenara çekti. "Hastasın şu an sağlıklı düşünemiyorsun. Pişman olmanı istemiyorum" "İyi hissediyorum Dougal, bunu istiyorum" tekrar öpmek için kafamı hafif havaya kaldırdım ama ona ulaşamadım. Çok uğraşmama gerek kalmadan Dougal tekrar üzerime kapanıp bu sefer daha vahşi bir şekilde beni öpmeye başladı. Eliyle boynumdaki elbiseyi tek hamlede yırtınca, sadece havluyla kaldım. Elleri şimdi her yerdeydi. Sadece özel bölgelerime değmekten kaçınıyordu. Dudaklarımdan ayrılıp yanağıma, çeneme ardından tekrar boynumu öpmeye başlarken fısıldadı. "O zambağı görmek istiyorum, nerede?" Bunu söylerken sağ elimdeki parmaklarımı okşuyordu ve boynuma küçük küçük öpücükler bırakıyordu. Elini tutarak yavaşça göbeğime ardından kasıklarıma doğru havlunun üzerinden yavaşça indirdim. Tam dövmenin üzerinde durduğumda işaret parmağını tutarak zambağın büyüklüğünü ölçer şekilde daire çizdim. Vücudunun daha da kasıldığını hissetmemle, zaten ıslak olan dudaklarımı ıslatma ihtiyacı hissettim. Dougal, boynumda derin bir nefes alarak öpmeye ve yukarı doğru çıkmaya başladı. Boynumdan yanağıma, oradan kulağıma kadar öptüğünde kulak mememi hafif ısırıp fısıldadı. "Onu bir gün göreceğim ama bu gece değil" Bunu bir söz verir gibi söylemişti. İleriye gitmeyeceğini de teyit etmiş oldu. Dougal gerçekten de onurlu bir adamdı çünkü şu an kendimi altın tepsiyle ona sunuyordum. "Öp beni" cevabımla dudakları hızla yine dudaklarımı buldu ve bu defa daha nazikçe öpmeye başladı. Öperken arada çekiliyor ve dudaklarımı koklayıp tekrar öpüyordu. İki elimde boynundaydı ve onu olabildiğince kendime yapıştırmaya çalışıyordum. "Tuggra yemek saati geldi bir şeyler yemeden uyudum deme sakın" koridorun dışından duyduğum sesle gözlerimi sonuna kadar açarak Dougal'ı üzerimden ittirdim. Sıkı bir küfür eden Dougal, üzerimden kalkmıştı ama bakışları hâlâ dudaklarımdaydı. Vücuduma bakmamak için özel bir çaba harcıyor gibi dursa da gözü sık sık bacaklarıma kayıp geri yukarı çıkıyordu. Odanın kapısı -tabii ki tıklatılmadan- açılıp Alana kapıda gözüktü. Şaşkınca bize bakmaya başladığında, bir üzerimdeki havluya, bir abisine, bir de yatağa bakıyordu. Az önce yaşananların etkisiyle konuşamayacağımı anlayıp nefeslerimin düzene girmesini bekliyordum. Bir yandan Alana'ya ne diyeceğimiz düşünüyordum. Dougal'ın ise umurunda olmayan bakışları hâlâ üzerimdeydi. "Burada neler oluyor?..." |
0% |