Yeni Üyelik
48.
Bölüm

48. Bölüm

@ebrumelek

Keyifli okumalar

"Burada neler oluyor?"

"Alana biz..." cümlemi tamamlayamamın sebebi Dougal'ın araya girmeseydi. "Çalışma odamda beni bekle" Alana'ya söylediği sözler sert çıksa da bana bakarken gözleri hâlâ parlaklığını koruyordu. Abisinin sözlerini duyup ikiletmeden dışarı çıkan Alana'nın muzipçe gülümsediğini yakalamıştım. Onun çıkmasıyla ayağa fırladığımda üzerimdeki havluyu sıkı sıkıya tutuyordum.

"Ayakta kalma hastasın" bir anda yanımda belirip beni yine kucağına almıştı. Tekrar yatağa yatırdığında Alana'nın gelmesiyle az önceki büyülü yakınlığımızın kaybolduğunu düşünerek yanılmıştım çünkü ona karşı hâlâ çekimim devam ediyordu. Eğilip alnıma küçük bir öpücük kondurduktan sonra bakışlarını vücuduma değdirmeden gözlerimi izledi.

"Şifacı arkadaşını buraya çağıracağım. “cümlesi bitince vücuduma muzipçe bakarak ayağa kalktı ardından kapıya yürüdü. Gitsin istemiyordum ama şu an bunu asla söyleyecek cesaretim yoktu. Beni daha fazla yanlış anlasın istemiyordum.

"Emir'i de çağır lütfen" sözlerim üzerine duraksayan Dougal yavaşça bana döndü. Gitmekten vaz mı geçti acaba diye sevinirken bakışlarının sert, kaşlarının çatık olduğunu gördüm.

"Tamam, kardeşin de gelsin" Ses tonuda yüz hatları gibi sertti. Cevabımı beklemeden odadan çıkınca kapanan kapının arkasından bakakaldım.

DOUGAL

Yaşadıklarım gerçek olamazdı!

Tuğra'nın odasına sadece ona bakmaya gelmiştim. Connor'un onu kaçırmasından sonra gözümün önünden ayırmak istemiyordum. Tanrılar aşkına sadece iyi olup olmadığını soracaktım ancak üzerinde sadece havluyla gözleri kapalı yatağında oturmuş beni bekliyor gibi öylece duruyordu. Onu öyle gördüğüm ân aklımı kaçırıp onursuz bir hareket yapmamak adına odanın duvarlarındaki boya geçişlerini izlemiştim. Konuştuğu an istemsiz ona dönünce, gözlerim açıkta kalan göğüs çizgisine kaymış ve ardından bakışlarımı hızla tavana çevirmiştim.

Gerçekten onu öpmeyi deli gibi istesem de kendimi durduramayacak kadar yeni yetme değildim.

Ya da ben öyle sanıyordum.

O dolgun dudaklarıyla adımı fısıldadığı an cehennemde yanmayı göze alarak kendimi kaybetmiştim. Yine de sadece tek bir öpücük olacak diye düşünüp son kalan onur kırıntımı korumaya çalışmıştım.

Tuğra'dan beklemediğim hareketle üzerime çıktığında ise gözüme perde inmiş gibi hissediyordum.

Aylardır içten içe bunu arzuluyordum ve imkansız dediğim hayalim gerçek olmuş gibi hissediyordum. Onu öpmek o kadar doğal gelmişti ki sanki yıllardır özlem duyduğum bir şeye kavuşmuş gibi hissetmiştim. Bütün hissetmiştim.

O benimdi. Ben bunu zaten kendi içimde kabul etmiştim. O beni asla istemese de buradan gitse de o hep benim kalacaktı.

O bunu bilmese de...

Ancak kader ilk defa yüzüme gülmüş ve isteğime karşılık bulabilmiştim.

Yaşadığım sihirli ânlardan uyanmam ise sevgili kız kardeşimin odaya adeta dalmasıyla gerçekleşmişti.

Tuğra hasta olmuştu.

Belki de bilinçsiz bir şekilde bana karşılık vermişti ve bunu gerçekten istememişti. İçten içe karşılık aldığıma sevindiğim için kendime deli gibi kızmış ve bütün kalbimi öfke kaplamıştı. Bu öfke bir tek kendimeydi. Tuğra, lanet olası hasta olmuştu ve ben aşağılık bir adam gibi bunu kullanıp onunla yakınlaşmıştım, buna izin vermiştim.

Kendine geldiği zaman kılıcı alıp boynumu vursa hakkı vardı.

Arkadaşını göndereceğimi söylediğim zaman o Emir denilen konuşkan adamı istediğinde ise bir tokat daha yemişim gibi hissetmiştim. İşte benim yerim her zaman bu olacaktı. Bunu artık alışmam gerekiyordu çünkü ben hiçbir zaman ilk tercih edilen olmamıştım. Tuğra için de durum böyle olacaktı.

O zamanı geldiğinde gidecek ve beni unutacaktı.

Asla tam bir karşılık alamayacaktım.

Kendi kendime bu düşünceleri telkin ederek daha fazla umutlanmamamı sağladım. Söylediğim gibi arkadaşının odasına yardımcı kızlardan birini gönderip Tuğra'ya bakmasını istedim. Kalede o kadar sevilen biri haline gelmişti ki tüm mutfağın boşalıp herkesin merdivenlere koşturmasını gülümseyerek izlemiştim. Fiona ona klanın hanımı gibi davranıyor ve mutlu etmeye çalışıyordu. Arthur'la evlendiğinden beri onu çalışandan çok aileden biri olarak görüyordum.

Aşağıdaki büyük salona indiğimde kalabalık olduğunu gördüm. Dışarıda kutlamalar hâlâ devam ediyordu. Salondakilerde onlardan farksızdı. Amcam, Ewan, Arthur, Alana, Cora ve amcamın nişanlısı Kylie ellerinde birer kadehle gülümseyerek konuşuyorlardı.

"Günün adamı da gelmiş. Büyük Dougal, düşmanımıza olan zaferiniz için kutlarım tekrardan" Ewan beni görünce ayağa kalkarak düzgün bir şekilde reverans yaptı. Yere kadar eğilip kahkaha attı. Bana doğru yürüyüp elindeki kadehi bana uzatarak alkışlamaya başladı. Odadaki kadınlar kahkaha atarak neşeyle bize bakıyorlardı. Bir tek amcam dışında herkesin yüzünde gülümseme vardı. O, mantıklı olarak sorunun geçmediğini hatta kralın açık düşmanlığıyla kat be kat arttığını biliyordu. Zafer sarhoşu olmayacak kadar aklı başında bir adamdı.

"Kutlanacak bir şey yok Ewan. Çalışma odasına çıkıp toplantı yapalım."

Alana, muzip bakışlarıyla beni izleyip sinsice sırıtıyordu. Onunla konuşmam gerekiyordu. Duygularımı elbette kardeşimden saklayamazdım ki o benim her şeyimdi. Konuşmamızı daha sonraki bir zamana alıp erkeklerle toplantı yapmam gerekiyordu.

"Hadi ama oğlum zaferinin tadını çıkart biraz gel bize katıl, öyle değil mi Cora" Kylie konuşmasının sonunda yeğeni Cora'ya dönerek imalı bir bakış atmıştı. Aynı anda ayağa kalkan Cora yüzünde şirin bir tebessümle bana doğru yürümeye başlamıştı. Gelip koluma girecek ve beni koltuğa sürükleyecekti. Kadınlara kabalıktan hoşlanmadığımı bildiği için ona uyacağımdan çok emindi. Artık ona kibarlık etmeye tahammül edemiyordum. Amacını çok net biliyordum. Tuğra'yı tanımamış olsam bile onunla bir gelecek asla kurmazdım. Benim hayatımda olacak kadın Tuğra gibi sevgi dolu, sert, güçlü ve onun kalbi gibi saf, temiz olmalıydı.

Tuğra'yı tanıdıktan sonra ondan başka bir şey düşünemez olmuştum.

Elimle dur işareti yaparak sert bakışlarımı Cora'ya yolladım.

"Hepinize iyi akşamlar leydiler" elimdeki bardakla arkamı dönerek tekrar merdivenlere yöneldim. Erkeklerin kalkıp peşimden geleceğini bildiğim için bir daha dönüp bakma gereği duymamıştım. Kata çıktığımda, Tuğra'nın odasının kapısının açık olduğunu ve içeriden konuşma sesleri geldiğini duyup oraya doğru adımladım.

Kapının önünden içeriye baktığımda, içerisinin kalabalık olduğunu ve tahta küvete kızların su doldurduğunu fark ettim. İçerideki tek erkek Emir'di. Onunla Tuğra arasında bir şey olmadığını elbette biliyordum ama onu yine de deli gibi kıskanmaktan kendimi alamıyordum. O, benim istediğim her şeye sahipti. Her zaman onun yanında olmuştu ve olmaya da devam edecekti. Onu kıskandığım tek konu buydu.

Fiona beni görünce odadan çıkıp yanıma geldi ve kapıyı arkasından kapattı.

"Lordum, bir şey mi istemiştiniz?"

"O nasıl?" Yüzümü sabit tutmaya çalışarak sorduğum soruyla aslında içimde korku ve suçluluk duygusunu barındırıyordum. Fiona gülümseyerek tek kaşını imalı bir şekilde kaldırdı. Çok güzel, bir tek çalışanlar tarafından sorguya çekilmediğim kalmıştı. Bunu zaten Alana saatler sonra yapacaktı.

"Leydi Melek ilgileniyor iyi olacağını söyledi. Yorgun düşmüş ve virüs vitüs gibi bir şeyler söyledi o kısmı anlamadım. Dinlenmesi gerekliymiş. Ayrıca ılık banyo yapması ateşine iyi gelecek dedi. Ben de şimdi söylediği gibi banyo hazırlatıyordum" söylediği her kelimeyi pür dikkat dinledim. İçime çöken rahatlamayla kafamı salladım.

"Banyodan sonra odadan herkesi çıkartmanı istiyorum"

"Herkesi mi?" Gözlerini büyüterek şaşkınca bakan Fiona'ya tekrar kafamı salladım.

"Ya arkadaşları?"

"Bir yolunu bul Fiona!" Arkamı dönerek iki kapı ötedeki çalışma odama yürürken arkamdan seslendi. Amcamların çalışma odasına girdiğini görmüştüm.

"Ama tek kalması iyi olur mu beyim?" Çalışma odamın kapı kulunu tutarak cevap verdim.

"Yalnız kalmayacak!" Ve ardından içeriye girdim.

Ewan, amcam ve Arthur odada beni bekliyorlardı. Ewan'a bakarak sandalyeme otururken sert sesimle odayı inlettim.

"O haini buldunuz mu?" Connor'un kalesinde yıllardır bir casusumuz vardı. Kızıl saçları, ince vücudu ve keskin zekasıyla Connor'un güvenini kazanması çok kolay olmuştu. Ancak o bize ihanet edip Tuğra'nın kaçırılmasında rol oynamıştı.

"Çok az kaldı, izini sürüyoruz" Masaya yumruğumu geçirip, "hemen Ewan, bulun onu bana" O şerefsiz bana ihanet etmenin bedelini çok acı şekilde ödeyecekti. Kaleye baskın yaptığımızda bir şekilde kaçmış olmalıydı. Başına gelecekleri çok iyi biliyordu çünkü Mclenan'a ihanet affedilmezdi.

"Yakında onu sana vereceğim" Ewan boş konuşmazdı ve bir şeyi yapacağım diyorsa mutlaka yapardı. Ona bu konuda güveniyordum.

"Kral bunun peşini bırakmayacak. Plan yapmalıyız evlat" sert bakışlarım amcama dönünce düşünmek için kafamı masama doğru eğdim ve baş parmaklarımı şakaklarıma koyarak ovaladım. Aklımdaki planları öne çekmekten başka bir şey yapamazdık. Yakında krala isyan çıkaracaktım ve bu olayla bunu öne çekmiş olacaktık. Kralın gayrimeşru oğlunu tahta geçirmeyi planlıyordum. Kraliçenin bir oğlu yoktu ve kral öldüğünde taht kraliçeye kalacaktı. Bunun olmasını engellemek için bu planı yapmıştım.

"Öyle görünüyor amca, Winston'a durumu bilgilendiren bir mektup yazacağım. İsyan için geri sayım bitti. Taç, Winston'un olacak. Tüm hazırlıklar başlasın"

"Ben mektubu bizzat ileteceğim oğlum" Amcamın bu uğurda yaptıkları için minnettardım. Bakışlarımla ona bunu belli ederek ayağa kalktım. Toplantının bittiğini anlayan diğerleri de benim gibi ayaklanmıştı.

"Yarın sabah ulak gönderirsin bu gece dinlen amca" diğerlerine dönerek "Kutlamaya dalıp alkolü fazla kaçırmayın. İşimiz henüz yeni başlıyor. Elde ettiğimiz bir zafer yok" Arthur ve Ewan kafasını bir kere sallayarak olayın ciddiyetiyle ayakta beklemeye devam ettiler. Ardından odada çıkmak için kapıya ilerlediler.

Çalışma odasında bir süre daha oturup zaman geçmesini bekledim. Fiona kimseyi dışarı çıkaramadı mı diye düşünüp içten içe merak duygum beni esir alıyordu. Winston'a mektubu yazdıktan sonra mühürleyip çekmeceye koymuştum ve yine odanın kapısını açıp koridora göz atmak için ayağa kalkmıştım. Koridordaki sesleri ve Emir'in homurdanmalarını duyunca tatmin duygusuyla gülümsedim. Fiona'ya bir maaş ödül vermeyi aklıma not ederek koridora adımladım.

Tuğra'nın odasının önüne geldiğimde açılan kapıdan Fiona çıkıp bana sinsi bir gülümseme gönderdi.

"Tam sizi çağırmaya geliyordum lordum, herkes çıktı" bazı klan liderleriyle toplantı yapacağım zaman Arthur yerine karısı Fiona'yı götürmeliydim. Onları nasıl ikna ettiğini gerçekten merak etmiştim.

"Onlara ne söyledin?"

"Orasını bana bırakın lordum. Bir isteğiniz olursa haber göndermeniz yeterli." Kesinlikle Arthur'u görevden alıyordum. Fiona'ya kafamı salladığımda yanımdan hızla geçip uzaklaştı.

Aralık duran kapıdan loş ışık yansıyordu. Hafif ittirerek açtığımda, odanın her yanında mumların tutuşturulmuş olduğunu gördüm. Tuğra, yatağında yatıyor göğsü düzenli hareketlerle inip kalkıyordu. İçeri adım attığımda, burnuma Tuğra'nın odaya yayılmış kokusu çarptı ve derin nefesler alarak tüm ciğerlerime havayı doldurdum. Ömrüm boyunca bu kokuyla yaşamak istiyordum. Kapıyı arkamdan kapatıp Tuğra'nın yanına doğru ilerledim. Melek'ten daha önce gördüğüm gibi ateşini anlamak için elimi alnına doğru yavaşça götürdüm. Alnındaki sıcaklık fazla yoğun değildi. Üzerindeki yorganı almışlar yerine ince bir çarşaf örtmüşlerdi. Çarşafın boynuna kadar çekili olduğunu görünce, sıcaklığını düşürmenin daha iyi olacağını düşünüp çarşafı beline kadar indirmek için elimi kaldırdım. Ewan yaralandığında ve Rob'un tedavisi sırasında Melek hep böyle yaparak vücudu soğutmaya çalışıyordu.

Çarşafı yavaş yavaş aşağıya çekerken göğüs kısmına geldiğimde gözlerim yavaş yavaş büyümeye başladı çünkü üzerinde tuhaf bir bez vardı. Yeşil olduğunu tahmin ettiğim küçük bez parçası göğüslerini sarıyor, ince ipleriyle omuzlarından arka kısmına doğru gidiyordu. Hayatımda hiç böyle bir kadın iç çamaşırı görmediğim için şaşkınlıkla gözlerimi ondan alamadım. Göğüs kısmındaki yuvarlak yer daha dolgun duruyordu ve göbeği açıkta kalıyordu. Derince yutkunarak hayatımdaki en erotik görüntüye takılmadan bakışlarımı zorlukla yüzüne çıkardım. Saçları yastığa dağılmıştı ve hafif nemli hali ile dalgalı duruyordu. Aralarındaki mum ışığı ile bal renginde gözüken tutamları, ben de ona dokunma isteği ile ellerimi kaşındırıyordu. Belki de burada olmam iyi bir fikir değildi.

Kafamdaki düşünceleri atmak için bacağıma sert bir yumruk indirip dişlerimi sıktım. Tuğra belki de şu an acı çekiyordu ve ben burada durmuş onu gizlice izleyip hayal kuruyordum. Bir daha o istemeden onu öpmemeye yemin ederek bakışlarımı güzel yüzünde tutmaya çalıştım. Buraya ilk geldiği günlere göre oldukça zayıflamıştı. İlk geldiğinde hafif kasları olduğunu fark ettiğimde onun casus olduğuna emin olmuştum. Çünkü kasa sahip bir kadın daha önce ne görmüş ne duymuştum. Şimdi karşımda yatağında bir çocuk gibi yatan kadın, o kasların çoğunu kaybetmişti. Buna rağmen yine de çok güçlüydü. Connor'un kalesine onu almaya gittiğimizde, o çoktan kaleden yaralı haldeki Rob ile birlikte kaçmayı başarmıştı. Bunu değil bir kadın, bir erkek bile beceremezdi. Ancak o, zamanın üstünde bir beyine ve kabiliyeti sahipti. Connor'un bile onu atın üzerinde gördüğünde şok olduğuna emindim. Herkes gibi... Ancak biliyordum ki bu kadın ne kadar güçlü olsa da kalbi yumuşacıktı.

Benim dokunamayacağım, kirletemeyeceğim kadar yumuşak bir kalp...

Yine de saçlarına hafif dokunuşlar kondurmaktan kendimi alamadım.

Tuğra'nın hafif kımıldamasıyla gergince oturduğum yerde dikleştim. Göz kapakları hareket etmeye başladı ve ardından kırpıştırarak gözlerini açtı. Anında odağını bulan göz bebekleri benimkilerle temas edince yüzümde şefkatli bir tebessüm oluştu.

"Buradasın?" Soru sorar gibi çıkan sesiyle hafif öksürüp doğrulmaya çalıştı. Üst kısmındaki kıyafete benzemeyen bez parçasının gözüktüğünü fark etti ama sanki bunu sorun etmiyormuş gibi üzerini kapatma gereği duymadan bakışlarını cevap bekler gibi bana çıkardı.

"Başka bir yerde olmak istediğimi sanmıyorum."

TUĞRA

Sanki her şey bir rüya gibiydi. Gözlerimi açtığımda arkadaşlarımın endişeli seslerini işitiyor lakin sözlerinin anlamlarını anlayamadan tekrar uykunun kollarına sarılıyordum. Kaç saat geçti bilmiyorum ama saçlarımda hissettiğim şefkatli dokunmalarla kendimi hiç olmadığım kadar ait hissettiğim yatakta gözlerimi açmak için zorladım. Başucumda Dougal'ın gülümseyen yüzü gözlerim arasında mekik dokuyor, arada dudaklarıma kayarak bana bugün yaşadığımız utançtan yerin dibine girmek isteyeceğim anları hatırlatıyordu.

İşin garibi ise deli gibi utanmam gerekirken ben de bunun zerresi bulunmuyordu. Bu zaman yolculuğu sırasında ar damarım çatlamış olabilir miydi? Ben normalde de erkeklerden vücudum konusunda çekinen biri asla değildim ancak bu bambaşkaydı. Zaten etrafımdaki tüm erkekleri abim, kardeşim olarak görüyordum. Karşı cinste bu zamana kadar duygu hissettiğim, eski tarih hocam Niko dışında kimse olmamıştı ki zaten o da gençlik hayranlığı sayılabilecek kadar saf ve masumdu. Ayrıca umutsuz bir platoniktim de. Bu yaşıma kadar, bu kadar edepsizce yakınlaştığım hiçbir erkek olmamıştı. Emir'le defalarca kez birlikte uyumuş, neredeyse onu iç çamaşırlarıyla dahi görmüştüm. Ancak Dougal'ın bakışı, ses tonu, nefesinin sıcaklığı bile beni uçurumdan aşağıya düşüyormuş hissi ile karnıma yumruk yememe sebep olmuştu.

"Buradasın?" Şaşırarak sorduğum soruyla Dougal'ın yüz hatlarına hayranlıkla bakmaya devam ediyordum. O kadar yakışıklıydı ki değil klan reisi bir köylü bile olsa dikkatleri üzerine hemen çekerdi. Adamda saf, ilkel bir karizma vardı. Yüzündeki orantılı hatları, keskin çenesi, bronz parlak teni ve bu tende parlayan büyük yeşil gözleriyle, gözlerimi ondan ayırmak istemiyordum. Bakışları öyle yoğundu ki sanki bir suç işlemişsin de o bunu biliyormuş gibi keskin bakıyordu; Bir yırtıcı gibi, tüm ruhumu görebilirmiş gibi...

Saydıklarımın yanı sıra, Connor'un kalesinin bahçesinde onu gördüğümden beri bakışlarında farklı tonlar da vardı. Sıcacıktı, şefkatliydi ve tutku doluydu. Onunla göz göze geldiğimiz her an beni öptüğü kadar çok heyecanlandırıyordu.

Duygularım bir an da nasıl bu kadar çabuk değişebilirdi anlayamıyordum. Ondan aşırı derecede çok hoşlanıyordum. Şu an burada olduğu için kalbimi atlılar kovalıyormuş gibi hissediyordum.

"Başka bir yerde olmak istediğimi sanmıyorum."

Son hız atan kalbim, bu sözlerle bir an durdu. Tekledi ve atıp atmamaya karar verememiş gibi bocaladı. Ne üşümem kaldı ne hastalığım. İçim öyle kıpır kıpır oldu ki deli gibi kahkaha atmak istiyordum. Uzun bir nefes alarak bir süre nefesimi tuttum ve ardından yavaşça bıraktım. Bu sözün üzerine bir şey diyemezdim. Hayır bakma dudaklarına!

"Hadi uyu dinlen. Ben buradayım" sessizleşen ortamda kurduğu cümleyle hafif tebessüm ettim.

"Sen de uzanabilirsin" yatakta hafif yana kayarken çarşafı onun için açmıştım. Üzerimde sporcu sutyenim ve mini şortum vardı ama umurumda değildi. Dougal önce yatağa ardından kısaca vücuduma bakarak hızla bakışlarını kaçırdı.

Boğazını temizleyerek ki bunu yaptığını ilk defa görüyordum "bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum leydim. Burada seni izlemek daha cazip" dedi.

Çarşafı tekrar eski haline getirerek üzerimi de kapattım ve gülümseyerek gözlerimi yumdum. Bir süre gözlerim kapalı beklediğimde hiç ses çıkmıyordu. Hızla gözlerimi açıp Dougal'la göz göze gelince ikimiz de güldük.

Gülümserken tekrar gözlerimi yumdum ve biraz bekledim. Yine açarak onun beni izlemesini yakalayacakken, İşaret parmağını kaşımda hissettim. Hafifçe dokunuyordu.

"Yaramazlık yapma da uyu" kıkırdamama engel olamadan güldüm ve gözlerimi de açmadım.

***

Güneşin ısısını yüzümde hissederken Emir'in sessiz ama hızlı konuşmasını işitiyordum. Yavaşça kırpıştırdığım göz kapaklarım açıldığında odamda bana bakan beş kafa gördüm. Melek, Emir, Alana, Ewan ve arkalarında Fiona.

Karnımda şiddetli bir ağırlık vardı. Bakışlarım aşağıya düştüğünde Dougal'ın çarşafın üzerinden karnıma doğru kafasını koyarak uyuduğunu görüp tebessümümü yanaklarımın iç kısmını ısırarak bastırabildim.

"Açıklamanızı duyalım leydi Tuğra hazretleri?" Emir, ellerini beline koymuş, tek dizini öne doğru bükmüş hesap sorar vaziyette bize bakıyordu. Alana ve Ewan'ın yüzünde çok içten bir gülümseme vardı. Melek ise kafası oldukça karışmış gibi duruyordu.

"Ne" dedim kaba bir sesle Emir'e bakarak. Hiç ağrım kalmamıştı. Halbuki serum bile almadan bir günde kendime gelmem mucizeydi. Havadan mı sudan mı bilinmez hastalığım bile hemen geçmişti burada.

Konuşmamla hareket eden Dougal, kafasını hızla kaldırıp beni incelemişti. Sabah güneşi altında parlayan gözleriyle dudaklarımı ıslatma ihtiyacı hissederek dudağımın kenarında dilimi kısaca gezdirip bizimkilere döndüm.

"Günaydın abi" Ewan'ın sesinin tonu Emir'den zıt bir şekilde eğlenen bir ifadeyle çıkmıştı. Dougal ona umursamazca bakarak "tüm klanı odaya çağırsaydınız!" Dediğinde en arkadaki Fiona gür bir kahkaha patlatmıştı. Emir, Melek, Alana, Ewan arkasını dönerek kim gülüyor gibisinden bakmışlar ve Ewan'da onun kahkahasına eşlik ederek bize dönmüştü.

Ben hâlâ yatakta uzanıyordum ve Dougal'a bakmamaya çalışıyordum. Ona baktığımda gözlerim parlak kırmızı ve oldukça dolgun dudaklarına kayıyordu çünkü.

"Bir de gülüyor hain kadın. Kız gitti elden kıız" Emir, bir anne değilde babaanne edasına geçerek bağırmaya başlamıştı bu defada Fiona'ya. O elleri beline yapışmış gibi çekmiyor, her an terlikle beni dövecek gibi duruyordu.

"Salak senin yüzünden, tiramisu için sattın Tuğra'yı" Melek'in sözleriyle Ewan kollarını göğsünde bağlamış bizi dinliyordu. Alana ise yüzünde şefkatli bir gülümsemeyle bir abisine bir bana bakıyordu.

"Dedi, üç tabak tiramisu gömen şahıs."

"O zaman bu hainden bir daha tiramisu yiyemeyeceksiniz" Fiona'nın son noktayı koymasıyla sabah sabah ben nereye düştüm bakışlarımı tavana bakarak yolladım. Adamla birlikte uyumuşuz resmen ve başımda 5 bela yüzünden tadını çıkartamıyorum.

"Zaten hiç güzel olmamıştı" Emir'in cevabıyla Alana kahkaha atmaya başladı. Durup dururken, bize bakarak attığı kahkaha ile bu odada bir tane normal bir insan olmadığına emin olmuştum artık.

"Komik bir şey mi var Barbara?"

"Bana öyle seslenme benim adım A la na!" Cesaretimi toplayıp Dougal'a döndüğümde kaşlarını çatarak bizimkileri izlediğini fark ettim. Acaba onlara bakarken ne düşünüyordu?

"Tamam Palvin" Emir'in cevabıyla Alana oflayarak odadan hışımla çıktı.

Cık cıklayarak "kadınlardan hiç anlamıyorsun değil mi? Her kadına özel hissettirmelisin," diyerek küçümseyen bir tonda konuşan Ewan'a cevap gecikmemişti.

"Senin her kadına özel hissettirdiğin malum. Zavallıcıklar" Melek'in sözleriyle sol tarafımdan sert bir homurtu gelmişti.

"Yeter! herkes çıksın odadan, def olun!"

Dougal'ın bağırmasıyla oktan fırlamış bir yay gibi koşturarak odayı terk eden ilk Fiano olmuştu. Ardından sinirli bir ifadeyle Melek'i süzen Ewan gitmişti.

"Daha iyi görünüyorsun ben sana kahvaltı getireyim" diyerek Melek'te gidince odada sadece Dougal, Emir ve ben kalmıştık.

Emir, elleri belinde beklemekten sıkılmış olacak ki ellerini aşağıya indirip Dougal'a korkutucu bakmaya devam etti. Kaşları çatık ve her an kavgaya hazır gibi duruyordu. Dougal'a aldırmadan yatağıma doğru yürümeye başlayınca yanıma yatmak üzere olduğunu anlayıp dudağımı ısırdım. Emir eğilip tam çarşafı çekecekken, bir el onu durdurdu.

"Herkes dedim!" Dougal'ın ses tonuyla Emir'le kısa bir an göz göze geldik. Ona kafamı salladığımda kafasını yana eğerek bana kızgın olduğunu anlatmaya çalıştı. Gözlerimi açıp kapatarak kendi aramızda sessizce konuşuyorduk.

"Sen istedin diye gitmiyorum çakma Nusret" dediğinde Dougal anlamamış gibi kaşlarını çattı. Emir hızla kapıya gidip dışarı çıktığında kapıyı da ardından açık bırakmıştı ama koridorda bekleyeceğini bildiğim için gülümseyerek Dougal'a döndüm. O zaten bana bakıyordu.

"Arkadaşının isimler konusunda bir sorunu var sanırım" Dougal'ın yüzüne karşı birkaç defa çakma Hulk dediğini duymuştu.

"Üzerine alınma kötü niyetli biri değil" dedim sessizce. Yüzündeki ifade yine şefkatli bir tona gelmişti. Bu halini gerçekten aşırı beğeniyordum.

"Kardeşin gibi gördüğünü biliyorum ama bir daha seninle uyumasını istemiyorum" Sözleri bittiğinde bakışları da sutyenimin askılarındaydı. Cevap vermeden dudağımı ısırdığımda bunun mümkün olmayacağını söylemek istemedim. Bakışları askılardan kolyeme düştüğünde uzun uzun oraya baktı, inceledi. Kafamı aşağıya eğdiğimde kolyemin ters durduğunu fark ettim. Dougal, kaşlarını olabildiğince çatmış, altın kolyeme bakıyordu.

Elimi uzatıp kolyemi düzeltince tekrar tuğra sembolünü öne getirdim ve yatakta dikleşerek oturdum.

"O işaret nedir?" Beklediğim soruyu duyunca ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim.

"Bebekliğimden kalma bir kolye. Osmanlı İmparator'luğunda padişahların tuğra imzası bizim zamanımızda bu şekilde mücevherlerde süs olarak kullanılanılabiliyor" Dougal kaşları hâlâ çatık beni dinliyordu.

"Peki arka yüzündeki? Seni tanıdığımdan beri onu hiç görmemiştim"

"Onun da bir imza olduğunu düşünüyorum. Dediğim gibi eski zamanlardaki elimize geçen bilgiler her zaman değerli olmuştur ve sıkça kullanılır" verdiğim geçiştirici cevapla tatmin olmamış gibiydi ama konuyu üstelemeden başka bir soru sordu.

"Yanlış anlama sadece meraktan soruyorum. Amcam bu konuda oldukça ketum. Osmanlı hakkında bazen öyle merakla konuşuyorsunuz ki sanki sizin ülkeniz değilmiş gibi hissettiriyor."

"Geçmişteki ünlü padişahlarla aynı döneme geldiğimiz için meraklı hissettiriyor olmalıyız."

"Açıklama yapmak zorunda değilsin aslında. Ülkenizi çok sevdiğiniz ve en ufak bir hata yüzünden birçok şeyin değişeceğini düşünüyor olabilirsiniz bu yüzden sizi asla yargılayamam. Ülkesine bağlı insanları takdir ederim."

"Biz ülkemize aşık bir milletiz. Yediden yetmişe en ufak bir problemde herkes arkasına bakmadan savaşa koşar benim memleketimde. Kadın, çocuk demeden" yüz ifadesi öyle nazik ve meraklıydı ki Osmanlı'dan haz etmeyen adam sayemizde hayran kalmış gibi duruyordu. Ben ona Türkiye Cumhuriyet'ini anlatsam da isim olarak Osmanlı kelimesini kullanıyordum çünkü Türkiye şu an kurulmamıştı.

"Arkadaşın senin tarih bilginin iyi olduğunu söylemişti" Bu bir soruydu ve cevaplamak istemiyordum. Yüz ifademden anlamış olacak ki üsteleyip beni sıkmak istememiş gibi ayağa kalktı.

"Bu konuları sonra konuşuruz sen dinlen Tuğra. Biraz daha uyu ve tamamen iyileşmeye bak. Birkaç saate yanına geri geleceğim"

"Buna gerek yok işlerin vardır. Daha iyi hissediyorum"

Bana o kadar güzel bir gülümseme yolladı ki içime dolan enerjiyle yataktan çıkmayı istedim.

Dougal gülümsemesi silinmeden odadan çıkarken bakışlarımız kapının aralık kısmında buluşmuştu. Kapıyı tamamen kapatmadan aralık olan yerden ikimiz de gülümseyerek birbirimize bakıyorduk. Kalbimin sesini duyarken dudağımı ısırarak içimdeki heyecanı engellemeye çalıştım. Kapıyı tamamen kapatıp giden Dougal'ın arkasından elimi kalbime koyarak derin bir nefes aldım. Evet, sanırım ona olan duygularım hoşlantıdan da öteydi...

Ancak acı bir gerçek vardı ki zamanı geldiğinde buradan gitmem gerekiyordu. Buradan gidecektim. Benim bir görevim bir amacım vardı ve vatanım her zaman önde gelirdi. Hem kardeşlerimi de yarı yolda bırakıp tek gönderemezdim. Hem de Göktürk komutanım ve abilerimi gerçekten çok özlemiştim.

Hissettiğim birkaç duygu yüzünden kimseye sırt çeviremezdim.

Yataktan kalkıp birkaç kez öksürerek üzerimi giyinmeyi düşündüm. Madem buradan gidecektim gidene kadar hayatımı dolu dolu yaşayarak mümkün olduğu kadar Dougal'la vakit geçirecektim. Dolaptaki Alana'nın benim için ayarladığını elbiseler içinden, Dougal'ın gözlerinin renginde yeşil bir kumaşı bulup üzerime tuttum. Bunu daha önce hiç giymemiştim. Giydiğim elbiseyle akşam kimin ördüğünü bilmediğim saçlarımı çözerek kabarık, kıvır kıvır olmasını sağladım. Ellerimle biraz daha kabartarak ince yüzümde hoş bir görüntü olduğuna kanaat getirene kadar uğraştım ve önlerinde ince örgü yaparak arkaya dolayıp hoş bir model olmasını sağladım. Nereye gidersem gideyim yanımda taşıdığım komando bıçağımı Connor'un kalesinde kaybettiğim için kendimi eksik hissederek odadan dışarıya çıkıp Rob'un odasına doğru ilerlemeye başladım.

Kapıyı tıklayınca, içeriden ses gelmemişti. Bir süre daha kapının önünde beklediğimde, kalede çalışan bir kadın yanıma doğru geldi.

"Leydim, hasta olduğunuzu duymuştum iyi olmanıza sevindim."

"Teşekkür ederim, Rob'u görmek istemiştim" kapıyı işaret ederek konuşmuştum.

"O çok iyi kendine geldi ama şu an uyuyor. İsterseniz başka bir vakitte gelip görün."

"Uyandırmadan görüp gideceğim" Bana gülümseyen kadın, anahtarını çıkartıp odanın kilidini açınca içeride yatakta omuzu sargılı uyuyan Rob'u gördüm. İçim burkularak odaya sessiz bir adım atarak yavaşça yanına doğru ilerledim.

Suratı her zamanki gibi ifadesizdi. Elimi alnına dokundurduğumda, amacım yanımdaki kadına belli etmeden ateşini ölçmekti. Hiç ateşi olmaması gülümsememe sebep olunca onu daha fazla rahatsız etmek istemeden geldiğim sessizlikle odadan çıkıp yemek salonuna doğru ilerledim.

Yemek salonunun kapısının önüne gelince içeride kaşık çatal seslerinden ziyade konuşma ve kadın kahkahası sesleri de vardı. İtekleyerek açtığım büyük kapıyla salonun tıka basa dolu olduğunu gördüm. Savaşçılar iki büyük masaya dizilmiş yemeklerini yiyordu. Diğer masa ise Dougal'ın olduğu masaydı. Benim içeri girmemle yemek yemeyi bırakan Mclenan savaşçıları aynı anda hafif ayağa kalkarak bana selam verdiler ve tekrar yerlerine oturup yemek yemeye başladılar. Birlikte eğitim yaptığımız günden beri savaşçıların bana karşı aşırı saygılı davrandıklarını görüyordum ancak Dougal'ın olduğu ortamda, reis o olduğu için saygılarını hiç bu kadar açık bir şekilde göstermemişlerdi. Şaşkın bakışlarımı Dougal'ların masasına çevirdiğimde oranın da kalabalık olduğunu gördüm. Herkes oradaydı ve buna Kylie'de dahildi. Herkes savaşçıların bana saygıyla eğilmesinin şaşkınlığını yaşıyordu. Dougal yine o güzel gülümsemesiyle vücudunu dikleştirmiş beni süzüyordu.

Kylie ve Cora ise tahmin edersiniz ki bu durumdan hiç memnun gözükmüyordu. Albayın nişanlısı olarak buraya benim için geldiğini söylemişlerdi ama geldiğimden beri onu ilk kez görüyordum. Bakışları, onu ilk gördüğüm günkü gibi soğuk ve sertti. Bunun sebebini anlayabiliyordum çünkü varis olmam hoşuna gitmemişti. Ayrıca bu klanda da saygı duyulan biri olduğum az önce teyit edilmişti.

Adım atarak masaya doğru ilerlerken Melek ve Alana'nın yüzünde iyi olduğum için tebessüm vardı. Dougal'a bir daha bakmamıştım ama onun hâlâ bana baktığını hissediyordum. Emir'in yanındaki boş sandalyeyi çektiğimde "İyi olmana sevindim kızım" diyen albayın sesini duydum.

"Teşekkür ederim" mırıldanarak Emir'in önündeki tabağı kaptığım gibi kendi önüme çekerek yemeye başladığımda küçük bir kahkaha sesiyle yine Dougal'a bakmadan Kylie'ye döndüm. Dougal'a baksam takılı kalacağım için bakışmamızı artık insanların görüp daha fazla laf yapmasını istemiyordum. Yeterince rezil olmuştuk.

"Hayatım beni yanlış anlama ama kızın bir leydiden çok uzak. İnsan kocasının tabağını öyle çeker mi?" Evli olmadığımı bildiği halde böyle konuşmasına anlam veremeyip kaşlarımı kaldırdım. Demek bel altı vurmaya çalışacaktı beni.

Sert bir kaşık sesiyle masadaki tüm bakışlar Dougal'a döndü. Çıkan ses yüzünden albay nişanlısına cevap verememişti.

"O Tuğra'nın kardeşi!" Dougal'ın açıklamasına şaşkınlığını gizleyemeden bakan Kylie, bakışlarını bir onda bir ben de gezdirmişti.

"Quany'nin başka çocuğu yok sanıyordum" suçlayıcı bir şekilde bakmaya çalışsa da algı operasyonu yapmaya çalıştığı belliydi.

"Kardeş gibiler demek istiyor, sözlerine dikkat et Kylie" albayın cevabıyla kapanan konu ile ben zaten yemeğime devam ediyordum. Herkes benim gibi devam edince kısa bir an Dougal ile gözlerimiz buluştu. Gerçekten bilerek bakmamıştım ama adam beni acayip çekiyordu işte ne yapayım.

İstemeden tebessüm ederek suyumu içerken hâlâ ona bakıyordum. Masada diğerleri başka konulardan sohbet ediyorlardı ancak bakışımızı birkaç kişinin yakaladığını da biliyordum.

Bakışmamızı bölen, yemek salonuna koşarak giren Arthur'du.

Yüzünde deli bir tedirginlik ile Dougal'ı bulup tam dibine kadar gitti ve çok eğilmesine gerek kalmadan kulağına bir şeyler fısıldadı. Dougal, çatık kaşlı bakışını kısa bir an bende tutup ayağa kalkmıştı.

"Bir sorun mu var evlat?" Herkes yemeği bırakmış onu izliyordu.

"Sorun mu değil mi bilmiyorum amca. Siz devam edin" masadan Arthur'la birlikte uzaklaştıklarında hâlâ arkalarından bakıyordum. Taa ki duyduğum cümleye kadar.

"Yakında kocan olduğu zaman da böyle acil işleri olacak tatlı yeğenim" Kylie'nin Cora'ya hitaben söylediği cümleyle içimi acayip bir kıskançlık dalgası kapladı. Masada Alana'nın onlara ters bakması dışında kimse bir şey söylememişti. Sanırım onların bu hayâline alışmışlardı.

"Bundan Dougal'ın haberi var mı?" Kendimi tutamayıp sorduğum soruyla Alana otuz iki diş sırıtmıştı. Kylie, küçümser bir bakışla bana bakarak komple her yerimi süzmüştü.

"Tabii ki, onlar nişanlı sayılırlar."

"Kyliee, boş hayaller kurmayın diye kaç defa söyleyeceğim!" Albayın uyarır sesiyle Kylie şimdide ona dönmüştü ancak Cora hâlâ bana bakıyordu.

"Sen kadın işlerine karışma hayatım" albay da bıkmış olacak ki bu cevaba karşı susmayı tercih etse de hâlâ neden bu karakterde bir kadınla nişanlandığına anlam veremiyordum. Gerçekten de aşkın gözü kördü sanırım.

Yemeğe devam ederken ben, bizimkiler ve Alana ile sohbet ediyordum. Daha çok Alana ve Emir'in hoş atışmalarını dinleyip gülüyordum. Diğer günlerin aksine Ewan ve Melek asla birbirlerine laf atmamışlardı. Hatta Ewan yemeği erken bitirip Dougal'a bakmaya gitmişti. O da zaten hâlâ gelmemişti ki aklım ondaydı.

Dougal'ın albayla isyan hakkında yaptıkları gizli diye düşündükleri tüm planları, olacak olayları ve sonuçları biliyordum. Hatta onların henüz düşünmediği planları da. Şu an ne için gittiyse bunlardan biri olmamasını umuyordum çünkü ona gidip böyle böyle olacak, o ölecek, o yaşayacak dersem zamana ihanet ederdim ve büyük kaoslar yaratabilirdim. Benim planım Dougal'ın ölümüne sebep olan olayın önüne geçebilmekti sadece. O zaman rahat bir nefes alarak burayı terk edebilirdim.

Düşünceler içindeyken salona koşar adım tekrar Arthur girdi. Albaya yöneleceğini düşünürken şaşırtıcı şekilde benim olduğum yere geldi ve selam vererek konuştu.

"Reis sizi yanında istiyor leydim" duyduğum iç çekme sesiyle bakışlarım Cora'ya kaydı. Hiç memnun olmamıştı ve ağladı ağlayacak bir hâli vardı. Kylie, elini onun omuzuna koyup hafifçe ovaladı ve ters bakışlarını bana gönderdi.

"Ayrı kalamıyorsa demek ki" kahkaha atar tonda konuşan Alana ile ifadesiz tutmaya çalıştığım yüzümü Arthur'a çevirip ayağa kalktım ve herkese afiyet olsun diyerek salondan ayrıldım. Arkamdan Cora'nın, "yine sorun çıkarmıştır ne olabilir başka" dediğini duymuştum. Kapılar kapanırken Alana ve Melek'in onunla tartıştığını fark ettim ama koridora çoktan adım atmıştım.

Arthur beni çalışma odasına yönlendirirken, sorunun ne olduğunu düşünüyordum. Çalışma odasının kapısı Arthur tarafından tıklatıldığında içeride görmeyi beklemediğim en son yüzü görene kadar düşünceler içindeydim.

Kapı açılıp Dougal ve Ewan'ın karşısında ayakta bekleyen Brad ile şaşkınca gözlerimi büyüttüğümde onu bu kadar erken görmeyi beklemiyordum.

Ona ömrüm boyunca minnettar kalacaktım.

Rob'un hayatını ona borçluydum...

Dougal'lar kaleye gelmişlerdi sonuçta ancak onun yardımıyla biz oradan kaçabilmiştik.

Ve o, boynundaki sembol ile asla unutamayacağım insanlar arasındaydı...

"Brad?" , "Leydi Tuğra!"

Aynı anda çıkan seslerimiz ile hızla ona doğru atılıp daha önce gösteremediğim şekilde boynuna sarıldım. Sıcak, samimi bir gençti Brad. Zaten o da bana aynı karşılığı verip sarılmıştı. Bu adamı ikinci kere görüşüm olsa da ona karşı bir yakınlık hissediyordum yani kanım kaynıyordu sanki. Bana yaptığı iyilik ben de bu duyguları uyandırmıştı.

İnşallah onun hakkında yanılmam.

Sarılmamızın gereğinden uzun sürdüğünü Dougal'ın sertçe boğazını temizlenmesiyle anlamıştım. Hadi ama karşımdaki daha 18 inde bile olmayacak kadar genç bir delikanlı.

"Demek sözlerin doğruymuş" Brad'e bakarak kurduğu cümleyle aslında rahatlama ifadesi de vardı Dougal'ın. Adam haklıydı şimdi bir sorun daha istemiyordu.

Brad, Dougal'a kafasını sallarken ben araya girerek, "Seni bu kadar erken görmeyi beklemiyordum" dedim.

"Rahatsız ettiğim için üzgünüm ancak gidecek yerim yoktu. İki gün sonra ailemle buluşacağım o zamana kadar burada kalabilir miyim?" Bu cümleyle aklımda bir sürü soru şekillendi.

Birincisi, bu adam Connor'un kalesini iyi biliyordu. Oradan zaten istediği zaman kaçabilirdi ancak şimdi ailesiyle buluşacağını söylüyordu. Ne kadar sıcakkanlı bir yapıya sahip olsa da şüphe tohumlarımı da devrede tutarak onu incelemeye devam edecektim.

"Ailen varsa neden daha önce onların yanına gitmedin?" Sesimi şüpheci bir tonda tutmamaya özen gösterdim ancak bu ben de askerlik hayatımdan gelen bir özellik olduğu için her şeyi sorguluyordum.

"Bu uzun bir hikaye" Ses tonu tedirgindi ve kesinlikle anlatmak istemiyordu.

"Ailen kim? Hangi klana aitsiniz?" Dougal'ın sorusuyla Brad bakışlarını ona çevirdi ama düşünceliydi. Derin bir nefes vererek bana döndüğünde hepimizin yüzünde merak vardı.

"Sadece size şu kadarını anlatabilirim. Ben yıllardır Connor Mcarty tarafından esir tutuluyorum. Babası hayattayken de o kalede kalmıştım ancak o zamanlar misafirdim. Aslında zorla misafirlikti. Kalede gezmem serbestti ancak bahçe yasaktı. Kalenin içini iyi bilmemim sebebi bu. Babası öldüğünde kaleden birkaç defa kaçmaya çalıştım en sonunda Connor beni hücreye kapattı. Kalede ailem adına çalışan biri vardı ve haberleri öyle alıyordum. Size yardım ettiğim günden 4 gün sonrası için zaten kaçma planı yapmıştık ailemle ve belirlediğimiz bir yerde buluşacaktık. Sizi görünce, bu planımı öne çektim ve yardım sırasında ben de erken oradan çıkmış bulundum. Şimdi ise kimseyi tanımadığım için gidecek yerim yok. Ormanda tek hayatta kalacak yeteneğim de yok ve senin teklifin aklıma geldi. Osmanlı'dan olduğun için sana güvendim. Ailemle buluşmak için daha 2 günüm var. O süre içinde burada kalmama izin verir misiniz?"

Sözleriyle bu adamın kim olduğunu daha çok merak etmiştim. Ailesini de...

Genç olduğu için küçük yaşta alıkoyulmuş olmalıydı. Yine de ailesini iyi biliyordu. Connor'un babası neden bu adamla ilgilenmiş olabilirdi ki?

Ne olursa olsun o bana yardım ederken sorgulamadan etmişti. Borcumu ödemek için ben de aynısını yapacaktım. Belki sembolü sorabilir, yıllarca araştırdığım ansiklopedilerden öğrenemediğim gizemini bulabilirdim.

Dougal ile göz göze gelince, onun benim cevabımı beklediğini anladım. Burası onun kalesiydi ve ben de bir misafirdim.

Düşündüğüm şeyi anlamış gibi "Burası senin evin Tuğra" diyen Dougal ile kalbim yine hızla çarpmaya başladı. Tekrar Brad'e dönerek kahverengi gözlerine bakarak kafamı salladım.

"Ben ve Rob için yaptığından sonra burada istediğin kadar kalabilirsin" gülümsediğinde bakışlarım boynuna düşerek büyük armaya benzer sembolünü aradım ama görünmüyordu. Sanırım onu kıyafetinin altında gizliyordu. O gün de kaçma esnasında yanlışlıkla ortaya çıkmıştı ve ben görmüştüm.

"İsminizi çok duydum Büyük Dougal sizinle tanışmak benim için bir onur. Ailem ve ben, benim için bu yaptığınızı asla unutmayacağız."

Dougal kafasını bir kere aşağıya indirip kaldırdığında "gel sana kalacak odanı göstereyim" diyerek kapıya yönelen Ewan'ın peşine düşmüştü Brad. Kapıdan çıkarken "Onun durumu nasıl?" Diye sordu.

"İyileşiyor" dedim Rob'un iyileşmesine sevinip gülümseyerek. Brad'de gülümsediğinde kapıyı tam ardından kapatırken söylediği sözle donup kaldım.

"Elhamdülillah" demişti Arapça aksanla. Şaşkınca sözlerimi büyütüp kapanan kapıya baktığımda, Dougal'da şaşkındı.

"Arkadaşın sizin dilinizde mi konuştu?" O da kapıya bakarken dudaklarımı ıslatıp düşünmeye çalıştım. Aksanı farklıydı!

"Söylemek istediğin zamanla alakalı bir şeyse hayır, bizim zamanımızdan değil ancak o bir Müslüman. Benim gibi."

Ancak, Arapçayı aksanla söylemişti. İngilizceyi ana dili ve buradaki insanların aksanı gibi konuşuyordu. Bu adam Osmanlı'da büyümemişti ancak onun, Osmanlı'dan olma ihtimali yüksekti.

Bu adamda fazla gizem vardı!

🌿

Brad gittikten sonra albayın çalışma odasına gelmesi çok sürmemişti. Burada ne yaptığımızı ya çok merak etmişti ya da Kylie onu zorla yollamıştı. İçeri geldiğinde kapıyı çalmadan girince bakışları Dougal ve bana dönmüştü.

"Bir sorun yok değil mi çocuklar?" Konuşurken yürüyüp karşımdaki sandalyeye oturduğunda başımı olumsuz anlamda salladım.

"Yok amca merak etme" albay, alnını kaşıyarak "Aslında üçümüz bir aradayken bazı şeyleri konuşsak iyi olacak" dediğinde tedirgince yerimde kıpırdandım. Ne gibi şeyleri?

Dougal da kafası karışık duruyordu. Albay yerinde dikleşerek ağzındaki baklayı çıkardı ancak beklemediğim bir konuydu.

"Kızım, Emir senin tarihinin çok iyi olduğunu söyledi. Bize kral Billy ile ilgili bildiğin bir olay varsa anlatır mısın?"

Teknik olarak albay Onur Işık benim komutanımdı. Ona bildiklerimi anlatsam tüm dünya tarihi baştan yazılırdı çünkü o burada kalmayı seçmişti.

"Maalesef komutanım, hiçbir fikrim yok" dedim kendimden emin bir şekilde. Dougal'ın yakıcı bakışlarını üzerimde hissetsem de ona dönüp bakmamakta kararlıydım.

"Emir, tarih alanında akademik eğitim aldığını söylemişti asker olmadan önce?"

Albayın ses tonu sorgulayıcıydı.

"Komutanım tarih bu sonuçta. Tekrar edilmediği zaman unutabiliyor."

"Hay Allah, Emir'de bayaa emindi ama yapacak bir şey yok. Demek Billy çokta önemli bir kral değilmiş ki aklında kalmamış. O zaman biz işlerimize dönelim evlat" diyerek bakışlarını Dougal'a çeviren albayla kurtuldum diye sevinip ben de ona baktım. Dougal, elini çenesine koymuş kısık gözlerle beni izliyordu. Yalan söylediğimi biliyordu. Bunu neden yaptığımı da anlayabilmesi lâzımdı.

Onların konuşacakları konuyu merak ettiğim için odadan çıkmaya yeltenmedim. Zaten albayda benden çekinmeden konuya giriş yapınca sessizce dinlemeye başladım. Dougal normalde iş konuşulacağı zaman çıkmamızı isterdi ama o da bu defa bir şey demeden albaya dönmüştü.

"İspanya kralı ile görüşme yapalım, tek çaremiz bu gibi duruyor" Konuyu açan albayla dinlemeye devam ettim.

"George bencil bir adamdır. Bizimle birleşmez," dedi Dougal.

"İngiltere sarayından soyluları tarafımıza çekelim?" Albay öneri sunup kral William'ı hamle yapmadan engellemeye çalışacak fikirleri ortaya döküyordu.

"Soylular kralı desteklemese de kraliçeye bağlılar amca!"

Evet, öyle çok bağlılar ki güçlü soylulardan biri kraliçenin gizli aşığı. Ortaya çıkan mektuplar İngiltere'de bir müzede sergilenmişti...

"Galler?" Amcamın fikriyle gülmemek için dudaklarımın kenarını ısırdım. Galler, açık etmese de kralın yardakçısıydı.

"Aslında Galler prensi tarafsız duruyor. Onunla bir görüşme yapabiliriz" Dougal bunu söylerken kısık gözlerle bana bakmıştı.

Tedirgin olarak bakışlarımı sağa sola çevirip bir şeyler aradım. Galler'le görüşmeyeceklerdi. Galler prensi tarafını, Rusya ile çıkan sorun sayesinde belli ediyordu ama öncesinde tarafsız gibi dursa da kralın gizli müttefiğiydi.

"Tamam o zaman ben bir elçi yolluyorum sabaha Galler'de olur"

"Tamam" diyen Dougal rahatça arkasına yaslamıştı ama şüpheci bakışları üzerimdeydi.

Albay ayağa kalktığında böyle bir şey yaşanıp yaşanmadığını düşünerek beynimi zorladım. Belki de kayıtlara geçmemişti. Yüzümü ifadesiz tutmaya çalışsam da tedirginlik içimi kaplamıştı. Albay tam kapıya ulaştığında "geri gel amca" diyen Dougal'la ona döndüm.

"Benim daha güzel bir planım var. Tuğra, sen istersen dinlen zaten hastasın kendini daha fazla yorma" kibarca kovulmuştum.

Dougal, benim bir şeyler bilip bilmediğime emin olmak için beni ilk başta odadan çıkartmamıştı. Planı zaten kafasındaydı ancak benim tepkilerimi görmek için beklemişti. Kayıtlara geçen krala yaptığı hamle şu an aklına gelemeyecek kadar kapsamlıydı. Yaptığı plan o kadar ilginçti ki, krala karşı ilk hamlesini kazanıyorlardı.

Benim derdim; son hamlelerindeki Dougal'ın ölmemesi üzerineydi.

Bu, adını tarihe yazdıran ancak kısa süreli bir zafer olacaktı.

"Size iyi geceler" dediğimde sessizce kalkarak odadan çıkıp kendi odama yürüdüm. Koridor boştu ve herkes odasına çekilmiş olmalıydı.

Koridorda yürürken ileride cılız gaz lambası ışığı altında iki gölge görüp kendimi duvara yapıştırdım.

Gözlerimi kısarak gölgeyi incelediğimde, iki kişinin samimi bir şekilde durduğunu anlayıp tek kaşımı kaldırdım. Yanlışlıkla birilerini basmıştım sanırım. Odama gitmek için gölgedeki kişilerin yanından geçeceğim için bir süre daha orada kalmaya devam ettim ama uykumda gelmişti. Esnemem gelince kendimi biraz belli etmeye karar verip esnerken elimi ağzıma kapatmadım ve gölgedeki kişilerden birinin oldukça dikkatli olduğunu anladım. Sesimi duyduğu an biraz geri giderek yakınlığı bozmuştu ve diğer yöne hızla yürüyerek ortadan kaybolmuştu.

Diğer gölge tek kalınca, bir süre gidenin arkasından baktı ve sonra benim olduğum tarafa doğru utanmadan yürüdü.

Bana doğru yürüdüğü için ben de rahatça yürümeye başladığımda koridorda gelen kişinin Ewan olduğunu gördüm. Yüzünde salakça bir gülümseme vardı ancak ben ona gözlerimi büyütüp bakıyordum. Pes artık koridorda bile kızları mı öpüyor? Gerçekten de iflah olmaz birisi ve Melek'in gerçekten de ondan uzak durması iyi bir fikirmiş.

"İyi geceler leydim" diyerek beni selamlayıp yanımdan geçip giden Ewan'ın arkasından bakarak ben de odama kafamı onaylamaz anlamda sallayarak yürüdüm.

Yarın Melek'le konuşup ona bu gördüğümü söylemeliydim.

Odama girdiğimde, pencereye çarpan damla sesleriyle yağmurun başladığını anladım. Oda kapalı hava yüzünden karanlık ve tam uyumalık duruyordu. Neredeyse öğlen olacaktı ama biraz yatakta uzansam iyi olabilirdi. Gerçekten de kendimi yorgun hissederek yorganın altına girip kendimi uykuya teslim ettim.

🌿

Uykumun arasında hissettiğim hareketlilik ile gözlerimi sonuna kadar açarak yanımdaki bedenin boynuna dirseğimi dayayarak üstüne çıkınca karşımda Dougal'ı gördüm.

Bu adam sahiden de!...

"Dougal?" Sesim yüksek çıkmıştı çünkü bir an gerçekten de korkmuştum. Emir'in hareketlerini ezberlediğim için yabancılık çekmiyordum.

"Sadece seni merak edip kontrole gelmiştim. Bu yüzden beni öldürmene gerek yok" gülümseyerek kurduğu cümlelerde hâlâ dirseğim boynundaydı. Aramızdaki yakınlığa bakarak kendimi kucağından yana devirdim ve yatağa geldim. Adamı resmen yatağın içine çekerek boynuna yapışmıştım.

"Bir de sana bir şey getirmiştim" devam ettiğinde belinden çıkardığı uzun kılıfla kaşlarımı çattım.

Kılıfı elinden alınca, içinde bir tür bıçak var gibi duruyordu. Kılıftan yavaşça çıkardığımda gerçekten de bir bıçaktı ancak bu benim kendi bıçağımdı.

Dikiş tutmaz komando bıçağım.

"İyi de bunu nereden buldun?" Sevinerek boynuna sarılmamak için gerçekten de kendimi zor tutmuştum.

"Connor'un cesedinin üzerindeydi. Onu iyice temizledim ve bakım yaptım. Eskisinden de sağlam oldu."

"Çok teşekkür ederim Dougal" dediğimde kendimi yine yorganın altına doğru kaydırmıştım ve onun için gelmeyeceğini bilsem de alan açmıştım.

"Teşekkür etme bana Tuğra. Senin için her şeyi yaparım" söylediği cümle ile aramızda sessizlik oluşmuştu.

"Ve bir de bu var" diyerek elinde fak etmediğim küçük zambak çiçeği maketini bana uzattı. Bu defa ki maket tamamen beyaz boyayla boyanmıştı. Alt kısımlarında yapraklarının olduğu yeri yeşil renge boyamış harika duruyordu. Bana klandaki tüm çiçekleri hediye etse bu kadar hoşuma gitmezdi sanırım.

"Beyaz zambak"

"Seni düşündüğümde aklımda canlanan" Dougal hep mi romantikti ben mi yeni fark ediyordum?

"Çok güzel Dougal" hâlâ bakışlarım çiçek maketindeyken Dougal'a dönerek gülümsedim. Aramızda mesafeler yine çok azdı. Nefesini hissedebiliyordum.

"Sen daha güzelsin" fısıldadığında bakışlarımı dudaklarına çevirdim. Dougal kendini biraz geri çektiğinde aramızdaki mesafe arttı.

"Sana kılıç kullanmayı öğretmenin sözünü vermiştim. İyileştiğinde derslere başlayacağız" tek elimi yumruk yapıp şakağıma koyarak yatakta uzandım. Dougal, onun için açtığım kısma oturmuştu ve aramızda yaptığı çiçek maketi vardı.

"Karşılığında ben de sana bazı dövüş teknikleri öğretebilirim. Hiç yorulmadan rakibini alt etmede faydası olacaktır" dişlerini göstererek güldüğünde onunla flört etmenin güzelliğiyle mest oluyordum. Elini uzatıp alnıma dökülen saç tutamımı kulağımın arkasına sıkıştırınca elektrik çarpmış gibi irkildim.

"Savaşçılarımı eğitmenin karşılığı kılıç kullanmayı öğrenmendi zaten" cümlesini saçımı düzeltirken söylemişti. Elini çektiğinde boşluk hissi ile derin nefes aldım.

"O zaman sana teknik öğretmemin karşılığı olarak bana maket yapmayı öğretirsin"

"O, bana özel kalmalı ki senin için her renk zambak yapabileyim. İstersen sana kendi dilimizi öğretirim" söylediği öneri ile gülümsememe engel olamadım.

Dougal'ın yüzündeki gülümseme silinip bakışları derinleşince beni öpeceğini düşünüp kalbim yine hızla atmaya başladı. Yavaş yavaş bana yaklaştığında aramızda çok bir mesafe bırakıp fısıldadı.

"Tha thu air leth bòidheach. Tha thu cho brèagha 's nach urrainn dhomh mo shùilean a thoirt dhiot. Bidh do shealladh a’ dol a-steach do mo chridhe agus tha mi airson do phòg. Tha mi airson gum bi thu leam fhìn, fuirich còmhla rium an-còmhnaidh. Tha gaol agam ort"

Fısıldadığı sözleri öyle kısık bir tonda söylemişti ki irkilmeden edemedim. Sözleri bittiğinde beni öpmeden aramızdaki mesafeyi yine arttırarak benden uzaklaşırken yakasını tutup onu sertçe kendime çektim ve dudaklarına asılarak tadını almaya başladım. Karşılık verdiğinde inleyerek bana sıkıca sarılmıştı. Boynuna kollarımı dolarken birkaç saniye ondan ayrılıp nefes nefese konuştum.

"Bidh do shealladh cuideachd a’ suathadh ri mo chridhe. Cha robh mi a’ tuigsinn dè bha seo, ach a-nis tha mi cinnteach, Dùghall. Tha gaol agam ort cuideachd"

Tekrar öpüşmeye devam ettiğimizde yüzündeki şaşkınlık çok belliydi. Dili öğrendiğimi bilmiyordu ve az önce bana yanlışlıkla aşk itirafı yapmıştı. Karşılığını aldığında ise şaşkınlıktan yavaş yavaş kurtulup beni kucağına çekerek yatağa yatırıp üzerime gelmişti. Öpüşümüz nazikleşmeye başladığında ona öyle sıkı sarılıyordum ki aramızda bir santim bile mesafe olmasını istemiyorum. Öpücükleri dudaklarımdan ayrılıp yanağım ve boynuma kayarken ben de onu öpmek istiyordum.

Onun olmak istiyordum...

🌿

Çeviri:

"Çok güzelsin. O kadar güzelsin ki gözlerimi senden alamıyorum. bakışların kalbime işliyor ve sana sarılmak istiyorum. benim ol istiyorum, hep benimle kal. Seni seviyorum."

"Senin bakışların da benim kalbime işliyor. Bunun ne olduğunu anlayamıyordum ama artık eminim Dougal. Ben de seni seviyorum."

❤️































































































































































































































































Loading...
0%