Yeni Üyelik
58.
Bölüm

58. Bölüm

@ebrumelek

Uzun zamandır beni sık sık yoklayan his, yine tüm bedenimi ele geçirmişti. Karşımdaki kadının, sevdiğim adama bakarak söylediği sözlerin sanki tadını almış gibi yüzümü buruşturmuştum. Ani öfkeyle elimi Dougal'ın ellerinden ayırdığımda, vücudumun ateş basmasına tezat olarak ellerim buz kesmişti. Kısa bir an ancak bana seneler gibi gelen sessizliğin ardından buzlu kovaya sokmuş gibi hissettiğim ellerimde hissettiğim sıcak tenle kendime gelerek bakışlarımı yanımdaki bedene çevirdim. Dougal'ın az önceki şaşkınlığı geçmiş yerini katıksız öfkeye bırakmış gibi gözüküyordu.

"Fran!" Diye bağırınca karşımda oturan ve beklenti dolu gözlerle Dougal'ı izleyen -Emily'nin- yutkunduğunu gördüm. Dougal'ı en yakın arkadaşıyla aldatan ve ondan hamile kalan eski karısı.

Ona nefretle bakmaya devam ederek burnumu havaya kaldırdım. Emily'nin bakışları bana düşmeden Dougal'la aramızda kalan ellerimize uzun uzun bakarak kendi kendine gülümsemeye başladı. Ardından bakışları bana dönerken yüzünde sadece alaycı bir tebessüm vardı.

Emily ile birbirimizi öldürecek gibi bakışmaya devam ederken Fran'ın hızla kulübeye girdiğini hissettiğimde çıkardığı şaşkın nidayı da duymuştum. Fiona'yı görmeyi beklemiyor olacak ki bir an hareketsiz kaldığında, Dougal Emily'nin yanından yürümeye başlamıştı. Sıkı sıkı tuttuğu elim sayesinde ben de onunla hareket ederek Emily'nin bakış açısından çıktık.

"Bu ikisini alın sorgulanacaklar!" Diyerek dış kapıya doğru benimle birlikte yürümeye başladı. Arkamızda kalan Emily'nin "Dougal!" Diye bağırmasını duysam da yanımdaki adam bir daha arkasını dönüp bakmamıştı ve emin adımlarla çıkışa doğru ilerliyordu.

Ormanlık alanda gerçekleştirdiğimiz küçük çaplı savaş yüzünden her yer kan gölüydü. Kılıç yarası, kurşun yarasına hiç benzemiyordu. Temas ettiği beden yere düştüğünde ardında kan havuzu bırakıyordu. Koku öyle yoğundu ki bir an burnunu kırıştırarak gözüm arkadaşlarımı aradı. Emir ve Rob'un iyi olduğunu ve ölü bedenleri kontrol ettiğini görünce bakışlarımı onlardan ayırdım.

"Tuğra, o kadın..." Sözünü elimi elinden çekerek kestim. Emily'i bana açıklamasına gerek yoktu çünkü ben bilmem gereken her şeyi zaten o gün öğrenmiştim. Bu tepkimi yanlış anlayan Dougal belindeki kılıcının kabzasıyla oynayarak bana mahcup bakışlarla bakmaya başladı. Elimi uzatıp göğsüne yasladığımda tırnaklarımın arasındaki kurumuş kanları önemsemeden gözlerine döndüm.

"Eski karın hakkında tekrar konu açılmasını istemiyorum." Dougal'ın şaşkın bakışlarına göz devirip diğer elimi de göğüsüne yasladım. Hâlâ şaşırmasına inanamıyordum.

"Connor beni kaçırdığında onun konusu açılmıştı. Nasıl biri olduğunu sen de sonrasında anlattın. Tekrar dinlemek istemiyorum Dougal" diye daha açıklayıcı olduğumda, yüzündeki şaşkın ifade silinmese de göğsünde yaslı olan elime kısa bir bakış atıp tekrar gözlerime bakmıştı. Konuyu bilmediğini belli eden ifadesi devam ederken Emir'in "Tuğra!" Diye seslenmesi ile elimi göğsünden çekerek ona arkamı döndüm.

Emir ağır adımlarla yanıma yürürken Fran kulübede kadınları çıkartıyordu. Sürekli bağırıp çağırsalar da, Emily sürekli 'Dougal' diye seslense de Dougal arkasını dönüp ona bir kere bile bakmamıştı. Bu durum içime biraz su serperken Emily'nin bana yobaz dediği halde Dougal'a karşı küfürleri başlamıştı. Fran, onu resmen sürükleyerek götürse de Emily direnmeye devam ediyor ve Dougal'ın ilgisini çekebilmek için küfürlerine dozunu arttırıyordu. En sonunda "Sen beni hiç sevmedin ki benden sevgi bekledin. Sana ancak yanındaki gibi bir erkek kılıklı kadın gerekirdi. Ne de olsa tercihlerin ona çok yakın" sözleriyle Dougal'ın gözlerine kırmızı bir sis bulutunun indiğini ona bakmasam bile anlayabiliyordum. Herkes bir an da susmuş, Fran bile bu ağır sözler karşısında anlık donakalsa da Emily'i sıkı sıkı tutmaya devam ediyordu. Herkes şu an Dougal'dan çıkacak sözleri bekliyordu.

Dougal ağır çekimde izliyormuşum gibi arkasını dönerek yüzünü bakış açımdan çıkardı. Emily son sözlerinden sonra bir daha konuşmamış, öfkeyle sesli nefes alıp vermeye devam ediyordu. Göğüsü hızlıca inip kalkıyor, çatık kaşlarıyla Dougal'a bakıyordu. Dougal hızlı adımlarla Emily'nin tam yanına kadar giderek aralarındaki mesafeyi en aza indirdi. Kafasını hafif eğdiğinde ortamda duyulan tek ses Emily'nin nefes sesleri ile benim kalp atışlarımdı. Dougal kısık sesle Emily'e bir şeyler fısıldadığında yüzü görüş açımda olmadığı için sinirle yumruklarımı sıkmaya devam ettim. Ona söylediği şey her ne ise Emily'nin yüzünün renginin daha fazla beyazladığını ve sinirden yüzünü buruşturup bana ölümcül bakışlar attığını görsem de öfke bir kor gibi kanımda dolanıyordu.

"Onları Mcarty topraklarına götüreceğiz. Biz de oraya gidiyoruz!" Dougal'ın bu defa yüksek sesiyle söylediği sözleriyle, hepimiz kısa bir an tutukluk yaşasak da herkes anında kendine gelip verilen emiri gerçekleştirmek için harekete geçmişti. Ben olduğum yerde durmaya devam ederken, Dougal kafasını arkaya uzatıp omzunun üstünden bana kaçamak bir bakış atmıştı. Yanımda oluşan hareketlilikle bakışlarımı Dougal'dan ayırıp Emir'e döndüm. Yüzünde eğlenen bir ifade olduğunu görünce tuttuğu kolumu hırsla çekip ellerinden kurtuldum. Emir, bu defa da ellerini ceplerine sokarak kısa bir an kahkaha atıp, kendi kendine "Bunu izlemek çok keyifli olacak" diye mırıldandı.

"Başlatma eğlencene yürü biz de gidiyoruz" dediğimde kısık sesle bir kahkaha daha attı. Eh, birilerinin eğlenmesi güzel.

"Mcarty topraklarında bir işimiz yok biz klana geri dönelim" dediğinde ona omuz atarak yanından yürüyüp geçtim. Elbette onlarla gidip neler konuştuklarına bakacaktım. Sonuçta haini ben bulmuştum sorguda da bulunmam gerekiyordu değil mi?

Birkaç savaşçının atları yanımıza getirdiğini gördüğümde, Dougal'ın siyah atını fark edip adımlarımı oraya yönlendirdim. Emir istiyorsa klana pekala dönebilirdi, benim gideceğim yer belliydi. Dougal'ın daha önce defalarca temasta bulunduğum atına yaklaştığımda, onu getiren savaşçı Max'in tereddütle bana baktığını gördüm. Elimi uzatıp atın yelesini okşadığımda Emily ve Fiona elleri bağlanarak iki ata bindirilmişti bile.

"Gölge bende" dedim atı sevmeye devam ederken Max'e bakmadan. Aslında eskiden Max'le sohbetimiz yok denecek kadar azdı ancak Nina'nın tiyatral gösterisinden sonra kanım ona ayrıca ısınmıştı.

"Ama bu Büyük Dougal'ın" dediğinde bakışlarımı Max'e çevirip gülümsedim.

"Büyük Dougal isterse atına binebilir" diyerek yardımsız ata bir anda tırmanıp oturdum ve kafamı eğerek atı sevmeye devam ettim. At, elbette huzursuzluk çıkartmadan beni kabul etmişti. Max, sessiz kaldığında Dougal'ın buraya geldiğini göz ucuyla görüp olduğum yerde doğruldum ve sırtımı dikleştirdim. Dougal, Max'e kısaca baş sallayıp yanıma kadar yürüyerek benim gibi atı Gölge'nin boynunu okşadığında, Max yanımızdan uzaklaşmıştı. İçimde Dougal'a karşı hissettiğim öfkeyi yansıtarak gözlerine bakmamaya özen gösterdim. Onun ısrarlı bakışlarını hissetsem de kendimi tutmayı başarmıştım. Aslında bir suçu yoktu ancak yine de bu öfkelenmemem için bahane değildi.

"Orası tehlikeli olabilir. Connor'u öldürdüğümde klanı artık bana ait olsa da halk tarafından pek sevilmiyorum. Bunun sebebi yıllardır süregelen düşmanlığımız elbette. Bence klanımıza dönsen daha iyi olur." İnadı bırakıp kararlı bir ifadeyle gözlerine baktığımda kafamı sahte kibirle yukarıya kaldırarak bakmayı sürdürdüm.

"Sence tehlikeden korkacak biri miyim?" Ses tonumun kırgın çıkmasını engelleyemesem de başımı dik tutmaya devam ettim. Kafam artık o kadar doluydu ki her yerden boka batmıştım ve Emily denen geçmişin hayaletini karşımda görmek açıkçası son kalan sağlam dalımı da kırmış gibi hissediyordum. Yine de olabildiğince başımı dik tutacak, son birkaç haftadır yaşadığım yıkımları belli edip gururumu bitirmeyecektim. Her şeye rağmen Dougal'ın onu yok sayması hoşuma gitmişti ama en son anda yakınına gitmesi sinirlerimi bozmuştu.

"Sen," dedi ve bir anda kendini arkamdaki boşluğa atıp hızla oturdu. Kokusu bir anda ormandaki yoğun kan kokusunu bastırıp burnuma dolduğunda, tüm vücudumun kasıldığını hissettim. Ellerini belimin üzerinden uzatıp atın yularını kavradığında, bakışlarımı boş boş atlarına binmekte olan savaşçılarda dolaştırıyor, zihnimi dağıtmaya çalışıyordum. Emily ve Fiona'nın arkasına da iki savaşçı oturup onları yan bir şekilde önlerinde tutuyorlardı. Benim gibi iki bacağını yanlara doğru açarak bindirilmemişlerdi. Gerçekten buradaki kadınlara göre erkek kılıklıydım değil mi?

"Hayatı boyunca" diye, kulağımın hemen üzerine doğru devam ettiğinde savaşçılara da yola çıkma işaretini vermiş olmalıydı ki herkes bir anda harekete geçti. Dougal'ın deh sesiyle hızlanan Gölge ile biz de yola koyulmuştuk. Sözlerinin devamını delicesine beklerken zaman öyle zor akıyordu ki devamı bir an önce duymak istiyordum. Dougal da elbette hemen devam etmemiş bir süre yol alıp kulübenin sınırlarından uzaklaşana kadar sadece kulağımın yanındaki nefes seslerini saymaya başlamıştım.

Kafamı hafif yana çevirdiğimde yanağıma değen sakallarıyla kısık ve kısa kıkırtısını varla yok arası yakalamıştım. Tüm odağım onda olmasa bunu fark edemezdim bile. Devam etmesini beklediğimi biliyordu ve bunu elinden geldiğince erteliyordu.

Artık devam etmeyeceğini düşündüğüm bir zamandan sonra "bir erkeğin sahip olabileceği en kıymetli kadınsın" dediğinde yanlış duyduğumu düşünüp cümleyi birkaç kez kafamda tekrarlamıştım. Benden bağımsız yüzümde oluşan küçük tebessümle Dougal'ın da tebessüm ettiğini hissediyordum.

Cevap verememiştim...

"Sana neden aşık oldum diye kendime sormama bile gerek yok Tuğra. Bu zamana kadar hayal edebileceğimden bile fazlasısın." Dougal'ın fısıltı şeklinde çıkan sözleriyle sırtıma göğsünü aynı anda yaslaması, irademin son noktası olmuştu. Ağzımdan kaçan, "O zaman onun kulağına ne söyledin?" cümlesiyle bir an pişman olsam da geri dönüşü artık yoktu. Dougal'dan cevap yerine güzel bir kahkaha duyduğumda dudaklarımı büzüp hâlâ bizimle gelen Emir ve Rob'a baktım. Yol ayrımının oradaydık ve klana gitmeleri için sağ tarafa dönmeleri gerekiyordu. Onlar, bizimle ilerlemeye devam ediyordu.

"Başka zaman söylerim" Tekrar Dougal'ın sözleriyle omzumun tekini indirip kaldırdım ve konuyu kapatmaya karar verdim.

***

Yaklaşık 1 saatin ardından Dougal'ın savaşçılarına verdiği emirleri dışında sesini duymamıştım. Yaklaşık 1 buçuk saatlik yolumuz daha vardı ve biz son hız ilerliyorduk. Ormanın derinliklerinde, yüzleri savaş boyalarıyla boyalı 7 savaşçıyla 2 askerin ve iki esirin uyumu distopik kadar absürt olsa da duruma çoktan adapte olmuştuk.

Dougal'ın inatla fısıldayarak sorduğu "Yoruldun mu? Mola verelim mi?" cümlesiyle, kafamı çevirip onunla göz göze geldim. O an, yüzünde beliren ince gülümseme ve gözlerindeki derin anlam, içimdeki heyecanı körükledi. Ancak Dougal, ilk dudaklarıma bakıp sonra gözlerime dönmüştü. Gözlerimiz buluştuğunda, etrafımız sessizlikle sarıldı, sanki zaman durmuş gibiydi. O an, sadece birbirimizin bakışlarıyla iletişim kuruyormuşuz gibi hissettim, başka hiçbir şey önemli değilmiş gibi...

"Gerek yok iyiyim" cümleyi söylerken dudaklarını hızlıca yalayarak dudağıma bakan bakışları, içinde gizli kalmış duyguları ve anıları tetiklemiş gibiydi. Bu kadar cesur davranmıyordu daha önce. El ele savaşmamız, onda farklı duyguların ve anıların canlanmasına neden olmuş olmalıydı. Yeni tanıdığı zamandan beri ilk defa beni savaş alanında görmesi, onun üzerinde büyük bir etki bırakmış olmalıydı. Bu durum, benim için olumlu bir gelişmeydi.

Ondan cevap beklemeden kafamı önüme çevirdiğimde yüzümde yine salak gülümseme oluşmuştu ama bunu gerçekten engelleyemiyordum. Aklımda onlarca sorun ve soru olmasına rağmen Dougal'ın yanındayken hepsinden sıyrılıyor, tüm benliğim onunla dolup taşıyordu.

"Bence yalnız değiller" Mcarty topraklarına biraz daha yaklaştığımızda önümüzdeki problemle ilgili konuşma kararı aldım. Emily ve Fiona'nın o kadar olayı tek başlarına planladıkları bana saçma geliyordu. Bence arkalarında birileri hatta belki bir klan ya da bir ülke olmalıydı. Ayrıca hani Emily'nin bir kızı vardı? Kızını tehlikeye atıp bir mağara uğruna böyle bir plan yapması biraz uçarı geliyordu. Belki Connor'un intikamını almak istiyor olabilirdi ancak mağaranın yerini öğrenmek istemesi de ne demekti? Sorgu sırasında ağzından laf alabilirdim.

"Ben de öyle düşünüyorum. Birazdan anlarız" Dougal'ın cevabıyla kafamı aşağı yukarı salladığımda artık Mcarty topraklarında ilerliyorduk. Buraya en son geldiğimde durumum içler acısıydı çünkü Rob yanımda yaralıydı. Yine de buraya gelip Brad'le tanışmasam belki hayatım çok daha kolay olabilirdi. Şimdi sorunlarımın arasına ölmüş olması yüksek ihtimal bir şehzade ve Osmanlı askerleri ile Balca denilen bebek eklenmişti. O meseleyi ne kadar düşünmek istemeyip zihnime dolduğu an kovsam da gerçeklerle yüzleşmeyi ertelediğimi biliyordum. Yıllarca biyolojik ailemi arayan biri olarak, onları böyle bir durumda bulmayı ve üstüne bir de Osmanlı saray hanedanı kanı taşımayı kaldıramıyordum. Bu sebeple onlardan köşe bucak kaçıyordum.

Kalenin gözüken büyük duvarları ile buranın eski kale olduğunu biliyordum. Yani Connor'un babasının kalesi. Connor kendi için ayrı bir kale daha yaptırmış ve bunu sırf Emily'nin hatıralarını görmemek için yaptırmıştı. Tüm İskoçya onun kibirli bir piç olması yüzünden böyle yaptığını düşünse de gerçeği Dougal sayesinde ben de biliyordum. Gerçeği bilmesem ben de onun kibrinden böyle yaptığını düşünebilirdim.

Yavaş yavaş gözükmeye başlayan insanlar işlerini bırakıp sanki bir düşman saldırısı başlamış gibi korku ve endişeyle bizi izleyip oldukları yerde kımıldamadan bekliyorlardı. İnsanların gözleri Dougal'ı gördüğü zaman kocaman açılıyor, ardından arkamızdan gelen Emily'i gören bazı yaşlılar mümkünmüş gibi daha da gözlerini büyütüyorlardı. Yıllar önce buranın hanımı olan Emily, terk edişinden sonra ilk defa bir esir olarak klana geri dönüyordu. İnsanların yüzündeki şaşkın ifade en azından bana bunu düşündürmüştü.

Dougal, klanı ele geçirdiğinde elbette Mclenan yani bizim klandan da buraya kendi savaşçılarını düzeni koruması için göndermişti. Kim olduklarını çok bilmesem de Dougal'a doğrudan rapor veren bir sorumlu da klanda yer alıyordu. Bizim geldiğimizi gören burada yaşayan yeşil kilt rengine sahip Mclenan'lı savaşçılar, hızla yanımıza doğru yola çıkmışlardı. Kale kapısına çok yakın bir konumda karşılaştığımızda herkes atlarını durdurmuştu. Halk da arka tarafımızda kalmıştı çünkü mevta Connor halkı kaleden ayrı konumlandırmıştı.

"Reisimiz, klanınıza hoş geldiniz" bizi karşılayan Mclenan savaşçısı sanırım Dougal'ın burası için ayarladığı yöneticisiydi. Esmer, orta boylu, uzun dağınık sakallı ve yüzünde yara izleri olan daha önce görmediğim bir savaşçıydı. Savaşçının gözleri kısa bir an arkamızda gelen esir kadınlara düştüğünde tekrar Dougal'a bakıp geliş sebebimizi anlamış gibiydi.

"Herkese oda hazırlat. Esirleri hücreye kapat Oliver." Dougal, sözlerini söyleyip atımızı hareket ettirdiği an Oliver denilen savaşçı ile kısa bir an göz göze gelmiştik. Benden bakışlarını hızla kaçıran Oliver "elbette efendim" diyerek yanından geçip gitmemizi beklemişti. Dougal'la son hız kaleye girerken diğerleri de arkamızdan atıyla geliyordu.

Kalenin bahçesine girip tam kale binasının kapısının önüne geldiğimizde Dougal atını durdurup aşağı inmişti. Elini bana uzatırken elini tutup çevik bir hareketle ben de attan aşağıya atlamıştım ancak Dougal elini belime koyarak inişimi yavaşlatmıştı. Diğerlerinin gelmesini beklerken Emily'nin alaycı kahkahaları sessiz bahçede yankılanıyordu. "Bana böyle davranamazsın!" diye bağırıyor, Fran'ın ve Max'in zorlamaları ile kalenin içine götürülüyorlardı. Fiona ise sessizce ağlamaya devam ediyordu. Onların arkasından gözlerimi zorlukla ayırıp Dougal'ın Connor'un boğazını kestiği yere kaydı bakışlarım. Son nefesinde Emily için 'yalnızca beni sevdi' demişti. Connor'un klanına has siyah, sarı çizgilere sahip renkli savaşçıları da etrafta sessizce bekliyor, Emily'e şaşkın bakışlar atıyorlardı. Liderleri yıllarca onu aradığı için bu şaşkınlıkları normaldi.

Emily ve Fiona gözden kaybolduğunda adının Oliver olduğu savaşçı da toplanan kalabalığı dağıtmıştı. Dougal'la benim yanıma geldiğinde kaçamak bakışlarını üzerimde hissetsem de üzerinde durmadım.

"Efendim odanız hazır" Dougal sadece kafasını salladığında bana dönerek gelmemi işaret etmişti. Birlikte kalenin içine girdiğimizde buradan kaçarken yaşadığım her an zihnime doldu. İngiltere kralının şövalyesini öldürmem ve onun zırhını giymem, Hücre tipi odada Brad'i bulmam, Rob'u tutulduğu odada ölüme çok yakınken bulmam ve Brad'in bildiği yoldan klandan kaçmamız. Sahi, Brad yıllarca esir olarak yaşamak zorunda kalmıştı. Gencecik bir çocuğu yıllarca esir etmişlerdi. Onu bulduğumda o kadar zayıftı ki vücudu 15 yaşında bir erkeğin kilosuyla aynı olmalıydı. Kaleden çıkana kadar bana güvenmeyip ismini farklı söylemişti. Bu hareketi bile zeki biri olduğunu gösterse de onun o kadar sene bu kapalı duvarlar arasında kaldığını bilmiyordum. Ormanda hayatta kalacak beceriye sahip olmadığını söylediğinde de onu klanımıza davet etmiştim ve hayatıma dahil olmuştu. Şimdide başıma bir bela açmıştı.

Dougal ve Oliver önde, Emir, Rob ve ben bir adım arkasında ilerlerken aklımda Brad'le ilgili düşünceler dönüp dolanıyordu. Balca olmaktan ne kadar nefret etsem de içimde heyecanın yanında çok farklı bir his de vardı. Bu his aslında koca bir yüktü. Yine de biyolojik ailemin kendi zamanımda yaşamasını tercih ederdim ama bakın işte buradaydım.

Mcarty, mağaranın yerini öğrenebilmek için küçücük bir çocukken Brad'i kaçırmıştı ancak ailesi o kadar sadıktı ki mağaranın yerini oğulları pahasına Mcarty'e söylememişti. Brad kaç sene bu klanda esir kalmıştı ki? 7, 8...

Aklıma gelen düşüncelerle yürümeyi kesip anında durdum. Uzun koridorda bizden başka kimse yoktu ve anlık yaşadığım aydınlanma yüzünden gözlerimi kocaman açmış hızlı hızlı düşünmeye devam ediyordum. Emir'in "Tuğra?" demesiyle yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Gerçekten bu benim neden daha önce aklıma gelmedi?

Emir'in sesini duyan Dougal da durup arkasını döndü. Artık herkes durmuş kendi kendine gülen bana bakıyorlardı çünkü buruk tebessümüm genişleyerek kahkahaya dönüşmüştü.

"Ne oluyor?" Dougal sorusunu sorarken yanıma gelip kolumu nazikçe tutmuştu. Benim gülmeye devam ettiğimi gördüğünde, arkasını dönüp Oliver'a gitmesi için işaret yapmıştı. Oliver'ın hızlı adım sesleri bizden uzaklaşırken Emir ve Rob da anlamaz gözlerle bana bakıyor hatta Emir de benimle birlikte gülüyordu.

"Ben Balca değilim!" Dedim yaşadığım aydınlanmayı bir kez daha onaylayan bir tonda. Sevinsem de içimde oluşan burukluğu da bastıramıyordum. Yıllardır aradığım biyolojik aileme dair bulduğum bu iz de elimde patlamıştı. Dougal kaşlarını çatarken Emir şok olmuş bir ifadeyle "Neden bahsediyorsun?" Dedi sorgular bir tınıda ama iyi bir şey diye düşünüp gülmeye devam ediyordu.

"Ben gerçekten de o bebek değilim!" dedim kafamı aşağıya yukarıya sallarken. Dougal, kolumdaki baskısını arttırıp etrafa kısa bir göz attığında birilerinin bizi duymasını istemediğini anlamıştım. "Yukarıda konuşalım" diye teyit ettiğinde gülümsemem yerini üzüntüye bırakmaya başlamıştı. Gerçekten ben o bebek değildim!

Emir karakterinin aksine sessizce merdivenleri çıkmaya başlarken hep birlikte birinci kata ulaştık. Koridordaki üçüncü odanın kapısını hızla açan Dougal'ın ardından sırayla odaya girdik. Rob kapıyı arkasından kapattığında büyük yatağa yürüyerek bedenimi bırakıp oturdum ve kafamı ellerimin arasına koydum.

"Neden böyle düşünüyorsun?" Dougal'ın sorusuyla kafamı kaldırıp üzgün gözlerle ona bakmaya başladım. Gözlerimin üzgün olduğunu biliyordum çünkü yaşlar akın etmişti ancak dudaklarımda eğreti bir gülümseme de vardı.

"Brad'in günlüğünü okuduğumu söylemiştim" Dougal kafasını evet anlamında sallarken Emir resmen çığlık atar gibi bağırmıştı.

"En baştan anlatman için son 10 saniye!" Emir'in bu sözlerine anlam veremeyen diğerleri ona bakarken ben daha çok gülmeye başlamıştım. Emir'le birbirimize bir şey söyletmek için bu yolu hep kullanırdık. Aslında geri sayım sıfıra indiğinde bir şey olacağından değil ama hiçbir zaman sıfıra kadar inmemişti. Mesela ona Almanya'dan gelen çikolataların hepsini bitirip, ben yemedim sen yedin diye direttiğimde, geri sayıma başladığı an bunu itiraf etmiştim.

"5,4..." Emir'in dört sayısını bastırarak söylemesi ile iki elimi havaya kaldırıp teslim olduğumu belli ettim. Dougal, tek kaşı kalkmış bir Emir'e bir bana bakıp konunun nasıl buraya geldiğini düşünüyor olmalıydı.

"Tamam tamam" dediğimde Emir geri sayımı bitirip sandalyelerden birine oturup dinleme moduna geçti.

"Brad'in bir broşu var" diye konuya başladım ve kısaca özet geçtim. Emir, ailemi aradığım çoğu zaman diliminde benim yanımda olduğu için kolyemdeki sembolü biliyordu. Yüzü o kadar şaşkındı ki broşa daha önce nasıl dikkat etmedim diye kendi kendine söyleniyordu.

"Brad broşunu saklıyor. Bu kaleden kaçarken ben de yanlışlıkla görmüştüm" dedim.

"O zaman sen Balca olabilirsin?" Rob'un tespitiyle tekrar tebessüm ederek kafamı iki yana salladım.

"Birlikte İstanbul'a gittiğimizde eve gelen misafirimizi hatırlıyorsunuz değil mi? Profesör Nicholas yani Nico?" Emir ve Rob kafasını onaylayan bir ifadeyle sallarken Emir yüzünü buruşturmuştu.

"Entel dantel bir adamdı. E ne alaka?" Dedi Emir.

"O öğrencilerinden birinin ödevini incelerken benim sembolümün çizimini defterde görmüş. Bana onu getirdi. O defter Brad'in günlüğüydü." Herkes şaşırsa da dinlemeye devam ettiler.

"Günlükte Brad, Balca ve ailesinden bahsediyordu. Bir gün İngiltere'deki evlerinde otururken o ailenin geldiğini, birlikte İskoçya'ya kaçtıklarını detaylı bir şekilde yazmıştı. Brad, onlar geldiklerinde oradaymış yani küçük bir çocukmuş." Sözlerim bittiğinde Dougal'ın anlayışlı bakışlarının aksine Emir ve Rob anlamaz gözlerle bakmaya devam ediyorlardı. Ayağa kalkıp sesimi de bir tık yükseltip Emir'le göz göze geldim

"Eğer Balca bebekken Brad 5-6 yaşlarında olsa, Brad'in benden büyük olması gerekir değil mi? Yani ben o bebek olamam!" Emir'in kaşları kalkarken rahatlayan bir nefes verdim. Ben gerçekten de Balca olamam çünkü Brad benden küçük. Eğer Balca olsaydım Brad'in benden büyük olması gerekirdi. Ben 25 yaşıma yeni girmiştim ve Brad 22 sinde bile göstermiyordu.

"Söylediğin doğru olsa bile Hüseyin bu olayın 25 sene önce olduğunu söylemişti. Senin yaşınla tutuyor." Dougal'ın sözleriyle düşüncelerime ara verip bakışlarımı yüzüne sabitledim. Hüseyin o ailenin 25 sene önce mağaradan geçtiğini söylemişti gerçekten de ama Brad'in günlüğünde yazanlara göre olay olduğunda Brad çocuk yaştaydı.

"Benden bunu sakladığına inanamıyorum. İyice görünmez bir adama dönüştüm." Emir'in isyanıyla Rob elini onun omzuna koyup sıktı.

"Bunları sindirmesi çok zor ona kızma" dediğinde bile Emir'in yüzünde kırgınlık vardı.

"Emir, gerçekten kafamı çok dolu. Şu an daha da karıştı. Üzerime gelme lütfen" Brad ve ailesiyle tekrar konuşmam gerekiyordu. Balca olmadığıma emindim. Son kez daha konuşup bu işi bitirecektim.

"Klana gittiğimizde bu işi çözeriz şimdi şu kadınların derdi neymiş öğrenelim." Rob'un sözleriyle Dougal pencerenin kenarındaki sandalyede oturmaya devam ederken Rob, Emir'i hafif ittirerek kapıya götürüyordu. Emir, son isyanından sonra sus pus olmuş tek kelime daha etmemişti. Emir'le de özel bir konuşma yapıp kendimi açıklamam gerekiyordu.

Onlar kapıdan çıkmaya hazırlanırken Rob durup tekrar bana döndü. "Emir'in saydığı geri sayım sıfıra indiğinde ne olacaktı?" diye sordu. Emir'le göz göze gelince omuz silkip "hiçbir şey" dedim ve birlikte gidişlerini izledim. Tekrar Dougal'a döndüğümde kaşlarını çatmış zaten beni izliyordu.

"O bebek olmadığın için üzgün müsün?" Kafamı iki yana sallarken ellerimi de iki yana açtım.

"Ne hissedeceğimi bilmiyorum ama eminim o olmadığıma. Bence Hüseyin 25 sene evvel derken hata yaptı. O bebek olmam için Brad'den küçük olmam gerekiyor" kendimi ikna etmeye çalışır gibi sürekli bunu söylüyordum. Dougal kafasını belli belirsiz sallarken ayağa da kalkmıştı.

"Sen yemek yiyip dinlen. Ben sorguya gideceğim." Yanımdan geçerken kolunu istemsiz tuttuğumda "Hayır iyiyim, ben de geleceğim" demiştim. Dougal'ın bunu onaylamayan bakışları, kararlı bakışlarımda geziyordu.

"Gerçekten iyiyim hatta çok iyiyim. Üzerimden bir yük kalktı. Sadece bu işe odaklanmak istiyorum. Fiona daha önce beni öldürmeye de çalışmıştı. Onun yüzünden mağaradan Rob bizimle gelmek zorunda kalmıştı. Senin gri pelerinli askerlerine beni öldürmeleri emrini vermişti. Bugün bile beni öldürmek için o kulübeye götürdü. Bu mesele benim de meselem Dougal."

"Tamam ama bu klan kağıt üzerinde benim olsa da halk bana sadık değil. Onlar için reislerini öldüren bir barbarım. Tek başına kalede gezmeni istemiyorum. Yanında ben olmadığım zamanlarda bizimkilerden muhakkak biri olsun. Şimdi de yanımdan ayrılma." Kolunu benden çektiğinde, kapının kolunu tutarken tekrar gülümsedim.

"Beni tanımaya başladığını sanıyordum" dedim imalı bir tonda. Kısık gözleriyle bana bakarak, "Seni tanıdım diye düşündüğüm her seferinde beni oldukça şaşkına çeviriyorsun. Bir bakıyorum elbiselerinle tanıdığım en zarif bir leydisin. Bazen de tanıdığım tüm adamlardan daha dayanıklı. Sürprizlerle dolusun ve bundan oldukça memnunum." Sözlerini kısık ses tonuyla söylediğinde her kelime ruhuma işleyerek orada bir ilmek oluşturmuştu. Kalbimde açılan derin yaraları bu ilmeklerle yavaş yavaş dikiyordu. Sözlerine devam etmeden elini nazikçe belime koyarak beni de çıkışa yönlendirince cevap vermeden ona uydum. Zaten bir cevapta bekliyor gibi durmuyordu.

***

Odadan çıktığımız an Oliver karşımıza çıktı. Dougal'a kendi geleneklerinde selam verip kafasını önüne eğdi. Yürümeye devam ederken Dougal'ın yönlendirmesi ile ilerliyorduk. Arada Oliver klanla ilgili bir şeyler anlatıyordu Dougal'a. Hücrelerin bodrum katında olduğunu biliyordum ki yönümüz de alt kata doğruydu. Daha önce geçtiğim koridorlardaki tanıdıklığa aldırmadan hücrelerin olduğu bölüme kadar vardık. Buradaki hücreler aslında bir hücre değildi. Odalar tadilattan geçirilerek pencereleri iptal ettirilmiş ve oda bomboş bırakılmıştı. Bir tek kapıları demirden ve sağlamdı.

Bu katta bekleyen savaşçılar Dougal'ı gördükleri an yerlerinde dikleşip selam verdiler. Dougal hiçbirine bakmadan yanımda yürümeye devam etti. Kadınları ayrı ayrı hücrelere koymuş olmalılar ki iki hücrenin önünde de savaşçı sayısı fazlaydı.

Hücrelerin önünde durduğumuzda Fran reisinin sorgulayıcı bakışlarını anlamış gibi hücrelerden birini işaret edip, "burada Fiona var," diyerek parmağıyla işaret etti. Dougal, orayı es geçip Emily'nin olduğu hücreye yönelince, hemen bir adım arkasındaydım. Kapılar gürültüyle açıldığında "Tuğra gel, başka kimse girmesin" diyen Dougal'ın arkasından ters ters baktım çünkü onaylamasa bile ben de elbette girecektim.

Boş karanlık odada hiç ışık kaynağı yoktu. Açık kapıdan gelen loş ışık sayesinde duvarlarda meşalelerin asılı olduğunu görmüştüm. Max hızla içeriye girip elindeki yanan meşaleyle diğerlerini yakarken Emily yere oturmuş dizlerini karnına doğru çekmiş Dougal'a bakıyordu. Max işini bitirince onay beklemeden hücreden hızlı adımlarla çıkıp kapıyı arkasından kapattı. Yanan meşaleler sayesinde oda aydınlanmıştı.

Artık hücrede Dougal, ben ve Emily kalmıştık. Dougal, ona yaklaşmadan kapının önünde durmaya devam etti ve ilgisiz gözlerle ona kısa bir bakış atarak boş odayı taradı.

"Kaç sene oldu Dougal?" Emily'nin hafif kısılmış sesiyle bedenimi arkamdaki duvara yaslayarak kollarımı göğsümde kavuşturdum. Dougal ayakta durmaya devam ederken yanan meşaleye dikmişti gözlerini.

"Tuğra'yla derdin neydi? Amacınız ne?" Dougal başka bir soru sorunca Emily kısık bir kahkaha attı.

"Hiç değişmemişsin Dougal. Tek gayen klanın, toprakların, savaşçıların." Emily sözlerini söylerken burnunu çekmişti. Ben hâlâ duvarda dikilmeye devam edip onları dinliyordum.

Dougal birkaç adım atarak odanın içinde bakışlarını Emily'e hiç değdirmeden ağır ağır yürümeye başladı. Dougal yürüdükçe, Emily'nin havadaki kafası da onunla birlikte hareket ederek her adımını takip ediyordu.

"Tuğra benim klan meselem değil. Burada seni öldürebileceğime emin olabilirsin. Gözümü bile kırpmam. Bana amacını anlat!" Dougal bu sözleri çok sakin bir tonla söylemişti. Bu arada konuşmaları komple Galceydi. Dougal bu dili bildiğimi henüz bilmiyordu. Daha doğrusu unutmuştu.

"Bu kadının seninle yakın olduğunu duyunca kıskandım ve onu ortadan kaldırmaya çalıştım. Bunun için beni suçlayamazsın. Amacım seni geri kazanmak" Emily konuşurken Dougal kısa bir an bana bakmıştı ancak yüzümde cümleyi anladığıma dair bir ifade takınmadım. Emily yalan söylüyordu çünkü asıl amacı neden bilmiyorum ama mağaraydı. Emily'nin tek başına bunu aradığını düşünmüyor, bir ortağı daha olduğuna inanıyordum ama kimdi? Asıl mesele de buydu. Hiç de konuşacak gibi durmuyordu çünkü Dougal'la bir geçmişleri olduğu için onu oradan vurup konuyu öteleyeceğini sanıyordu. Dougal ise kadın olduğu için sanırım sesini bile yükseltmiyordu. Dougal'ın sorguları hep böyleyse krallığı iki güne yıkılırdı. Sorguyu geçtim onunla konuşmaya bile tahammül edemiyormuş gibi görünüyordu.

"Son uyarım, gerçek amacın ne?" Dougal geldiğimizden beri ilk defa Emily'nin gözlerine bakarak sorduğunda sesi buz gibi çıkmıştı. Emily de Dougal'ın gözlerine bakarak onu tartmaya başladı. Dougal'ı azıcık bile tanıdıysa bu ses tonundan sonra dediğini yapması gerektiğini bilmesi gerekiyordu ancak Emily'nin surat ifadesi hâlâ çok cesur duruyordu.

Emily hızla ayağa kalkıp Dougal'a yaklaşmaya başladı. Onun hareketleriyle yaslandığım duvarla temasımı kesip doğruldum ve izlemeye devam ettim. Emily, Dougal'ın tam önünde durarak elini göğüsüne vurmaya başladı.

"Seni isteyerek mi aldattığımı sanıyorsun? Babanla olan küslüğünüzü öyle kafaya takmıştın ki en yakın arkadaşının arkandan çevirdiği dolapları anlayamadın. Beni Connor zorladı! Bir kere olunca sana söylemekle tehdit etmeye başladı ve ilişkimizin devamı geldi. Ben her zaman seni sevdim ve hâlâ seni seviyorum. Sen gidince Connor'un bana olan ilgisi bitti ve odamıza başka kadınlar getirmeye başladı. Beni esir tuttu. Oradan kaçabilmek için çok çabaladım Dougal. Sen beni yarı yolda bıraktın. Sana geldim ama kabul etmedin!" Kalbime çöreklenmiş sancı artarken Emily'nin söylediği her kelimenin yalan olduğunu anlayabiliyordum. Dougal emin olmadan aldattığını söylemezdi ki bana bir keresinde onları yatakta uygunsuz yakaladığını söylemişti. Emily şu an canının derdi ve amacını saklayabilmek için Dougal'ın vicdanına oynamaya çalışıyordu.

Dougal'ın ne tepki vereceğini görmek için ona baktığımda Emily'den birkaç adım uzaklaştığını gördüm. Onun dokunuşuna bile katlanamıyormuş gibi bakıyordu. "Buraya yanında o kadını da getirsen de sen benimsin Dougal. Hep benimdin. Seni tanıdığımda 17 yaşındaydın. Ben seni öyle çok hayal edip özledim ki senin de beni özlediğini biliyorum" Emily tekrar Dougal'a doğru adım attığında dişlerimi sıkmaya başlamıştım. Belki buraya gelmek gerçekten de iyi bir fikir değildi. Dougal sert bakışlarına devam ederken elini kaldırıp Emily'nin yaklaşmaması için uyarı verdi.

"Ne özleminden bahsediyorsun? İğrenmek duygusu dışında sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Benim için hiçbir anlam ifade etmiyorsun. Sesine bile tahammül edemiyorum. Sakın yaklaşayım deme!" Emily'nin tekrar ona doğru adımı yüzünden son cümleyi kurmuştu. "Bir kadına şiddete karşı olsam da beni sınama Emily. Benden ne istiyorsun?"

"Hep bu kadın yüzünden değil mi?" Diyerek beni işaret etti Emily. "Bu pantolon giymiş kadın çok mu iyi yatakta he söylesene? Sana daha iyisini yaşatırım Dougal." Buruşan yüzüme karşı koyamadım ama Dougal'ın bakışları bana dönünce ifademi anında düzelttim. Dougal tekrar Emily'e dönerken gözlerinden ateş çıkıyormuş gibiydi.

"Eğer onun hakkında en ufak bir ima daha yaparsan boynunu bedeninden ayırırım" Emily'nin yaşlarla dolan öfkeli gözleri benim üzerimdeydi. Bence bu kadar yüzleşme yeterdi. Dougal kadına bakmaya bile tahammül edemediği için bu sorgu pek ilerlemiyordu. Birkaç adım atarak Dougal'ın yanına yürüyüp elimi gergin kol kasının üzerine koyduğumda bakışları yüzüme döndü.

"Ben devam edeyim" Emily bu sözüme burnundan güldüğünde hâlâ Dougal'ın gözlerine bakıyordum. Kafasını sallayıp burun kemerini sıktığında derin bir nefes vererek az önce ayrıldığım duvarın yanına gidip benim gibi yaslanmıştı. Önüme döndüğümde göğsü hızla inip kalkan ve öfkeden burnundan neredeyse duman çıkartacak olan Emily'e hafif tebessüm ettim. Elimle yeri işaret ederek İngilizce "Otur lütfen" dedim. Az önceki konuşmaları anlamadığımı düşünen Emily mikro bir ifadeyle kaşlarını kaldırıp indirdi ama oturmadı. Sinsi bir yapısı vardı. Ellerini göğsünde bağlarken bana meydan okuyan bakışlarla bakmaya başladı.

Ona gülümsemeye devam ederken cebimden bıçağımı çıkartıp elimde hızlı bir hareketle döndürmeye başladım. Bıçağı kalem gibi parmaklarımın arasında çevirirken Emily'nin gözleri elimdeydi. Yüzümdeki tebessümü silmeden etrafında ağır adımlarla dönerek, benimle neredeyse aynı boyda olan kadının vücudunu kısaca süzdüm. Emily bu hareketimle tedirgince yerinde kımıldamaya başladı.

"Kimden emir alıyorsun?" Cümlem çıktığı an Emily kafasını kaldırıp bana bakmış ve büyükçe yutkunmuştu. Aslında ifadesini bozmamaya çalışsa da en ufak bir mimiği bile konunun üzerine gidebilmemde benim için yeterdi.

"Sana bir şey söylemek zorunda değilim!" Hızlı bir hareketle bıçağımı savurup yanağına ince bir çizik attığımda Emily çığlık atmıştı. Dougal'ın da en ufak bir sesi çıkarsa arkama bakmadan bu hücreden çıkıp gidecektim. Emily'e attığım çizik bir kedinin tırmalaması gibi olsa da attığı çığlık sanki yanağını komple kesmişim gibi çıkıyordu.

"Dougal bana bunu yapmasına izin veremezsin!" Emily'nin sesiyle Dougal'a döndüğümde onun gözlerinin zaten bende olduğunu gördüm. Bana devam etmemi söyleyen bir hareketle kafasını salladığında Emily şok olmuş gibi duruyordu. Gerçekten kendini Dougal'ın zaafı falan mı sanıyordu bu kadın?

"Seni öldürsem bile Dougal sesini çıkartmayacak" dedim ve aramızda açtığı mesafeyi kapatarak tam önünde durdum. "Ancak konuşmadığın her saniye seni öldürmekten beter hale getireceğim. Önce parmaklarını tek tek kesmeye başlayacağım. Kan kaybından ölmemen için de her parçanı kirli bir bezle saracağım. Ardından..." Dedim yüzünü gözlerimi kısarak taramaya başladım. "Kulaklarına geçerim. En sevdiğim yer kulaktır çünkü kan akışı en az ve en acıyan yerdir. Sonra...."

Cümlemi Emily'nin sesi bölmüştü. Zaten ben konuşurken sık sık arkama doğru bakıp Dougal'dan bir destek arıyordu ama bence bu sözlerime Dougal da oldukça şaşkındı. Emily, ondan bir tepki göremeyince tiz sesiyle "yeter!" Diye bağırmış, ardından gözlerimde nasıl bir bakış görmüş olacak ki "Tamam söyleyeceğim bana zarar verme" demişti. Bıçağımı elimde çevirmeye devam ederken tek kaşımı kaldırıp onu beklemiştim. Bu kadar kolay çözüleceğini düşünmemiştim.

"Birisi benimle mektupla iletişime geçti. Kim olduğunu gerçekten bilmiyorum. Bana Dougal'ı geri istiyorsan dediklerimi yap dedi ve bende kabul ettim. Buraya geldiğimde onun bir adamı benimle iletişime geçmeye başladı. Adamın adı Zack. Fiona benim üvey kardeşim olduğu için ben de onunla görüşüp yanıma çektim. Her şey bu kadar basit" anlattıklarından sonra arkamı dönüp Dougal'a bakmıştım.

"Seninle iletişime geçen adamın amacı ne?" Emily gözlerini korkuyla büyüterek bir adım geri çekildi. Bu adam kimse ondan gerçekten korkuyor olmalıydı. Kafasını iki yana sallarken "bilmiyorum" diye mırıldandı ancak elbette biliyordu. Elimdeki bıçağı çevirmeyi durdurduğum an bakışları hızla elime düşmüştü. Ona bıçakla başka bir zarar vermeyecektim ama korkutmaktan da geri kalmayacaktım.

Sert bir tınıda "biliyorsun!" Dediğimde kafasını iki yana sallamaya başladı. Yavaş adımlarla üzerine yürümeye başladığımda Emily de geri geri gidiyordu.

"Hatırlaman için beynini ben kurcalayabilirim. Elimdeki sanat eseri bunun için güzel bir araç" dediğimde ağlamaya başlamıştı. Hadi ama! Ona gerçekten ciddi bir zarar bile vermemiştim. Normalde sorguda kullandığım yöntemlerden sadece korkutmayı uygulamıştım.

"Dougal," dedim arkama dönmeden. "Sen biraz dışarıya çıkar mısın? Her yer batacak." Cümlemle Emily gözlerini kocaman açıp Dougal'a bakmaya başladı. Dougal hiç itiraz etmeden bana uyarak kapıya doğru yürümeye başladığı an "Tamam biliyorum!" Diye resmen haykırmıştı Emily. Onun sözleriyle Dougal da durdu ve tekrar bize döndü. Acaba Dougal gerçekten de Emily'e bir zarar vereceğimi düşünüyor muydu? Bunu umursamıyor mu yoksa zarar vermeyeceğimi tahmin ediyor muydu?

"O bir mağarayı arıyormuş. Mağarada bir hazine olduğunu söyledi. Dougal mağaranın yerini bildiği için onu kontrol etmek istedi. Yanına güvendiği insanları sokacak ve mağaranın yerini bir şekilde öğrenmeye çalışacağını biliyorum. İrlanda temsilcisinin kızı Nina ile evlenmesini sağlamaya çalıştı. Fiona bizim için Alanna'yı manipüle edip Dougal'ın aklına o kızı yerleştirecekti. O kız sayesinde mağaranın yerini öğrenecektik. Nina'yı tanıyorum tek önemsediği para ve güç. Dougal'ı mutlu edemeyeceğini bildiğim için onun en mutsuz olduğu bir zamanda ben ortaya çıkıp Dougal'ı elde edecektim. Böylece hepimizin amacı gerçekleşmiş olacaktı." Emily'nin sözleriyle yüzümdeki iğrenen ifadeyi saklayamadım. Dougal hâlâ tek kelime etmeden onu dinliyor ama ne zaman dönsem bakışlarını üzerimde görüyordum. Eğer ben buraya dönmeseydim Dougal gerçekten de Nina ile evlenecekti. Belki Emily kendi amacına ulaşamayacaktı çünkü ölene kadar evli kalıyorlardı. Ayrıca Dougal'ın çocuğu da olmuyordu sadece yetim bir çocuğu sahiplenip varisi ilan ediyordu. Ondan sonra ismini de o çocuk devam ettiriyordu. Benim geri gelmemle tarih tekrar bozulmuştu...

"Biraz dinlen" diyerek cebimden bir mendil çıkartıp Emily'e uzattım. "2 saat sonra tek başıma geri geleceğim. Eksik anlattığın veya unuttuğun bir şeyler kaldıysa senden onları da dinleyeceğim. Bu mendili iyi sakla eğer beni tatmin etmezsen bu mendili çok daha büyük yaraların için kullanacağız." Emily'nin gözlerindeki korku yerli yerinde dursa da mendili elimden alıp yanağına bastırdı. Arkamı döndüğümde Dougal'a bakmadan emin adımlarla kapıya yürüdüm. Odada Emily'nin hıçkırıkları dışında ses kalmamıştı.

Dışarı çıktığımda Dougal da arkamdan gelmiş ve kapının kapanmasını işaret etmişti. Fran'a dönerek "su dışında bir şey vermeyin" dedim ama o bakışlarını anında Dougal'a çevirdi. Dougal beni kafasıyla onaylarken bile ağzını açıp bir şey söylememişti. Yürümeye başladığımda, sessizce arkamdan gelmeye devam ediyordu. Nereye gideceğimi bilmesem de ayaklarım beni en son çıktığımız odaya doğru götürüyordu. Koridorda Oliver yine bizi bekliyordu. Bakışlarımı Oliver'a diktiğimde kaçak bakışlarla bana baktığını gördüm ama bunu yine görmezden gelip yürümeye devam ettim. Dougal'ın yanına ulaşan Oliver ona bir şeyler anlatmaya başlasa bile Dougal cevap vermeden birkaç adım arkamda yürümeye devam ediyordu. Bu sessizliği sinirimi bozsa da o konuşana kadar onunla tek kelime etmeyecektim. Acaba içerideki tutumum yüzünden Dougal da benden çekinmiş olabilir miydi? Beni bir tehlike olarak mı görüyordu?

Odaya vardığımda kapıyı ardımdan hızla kapatıp ayakta beklemeye başladım. Koridorda tek kişinin adım seslerini duyduğumda bile yerimden kımıldamadım. Balca sorununu çözmüştüm. Fiona sorunu da çözülmeye başlanmıştı ve benim kafamın daha rahat olması gerekiyordu değil mi? Ancak Dougal ile ilgili meseleler beni her zaman daha fazla tökezlettiği için endişelerim yine yerli yerindeydi. Dudaklarımı kemirmeye başladığım vakit odamın kapısı çalınmadan hızla açılıp Dougal'ın bedeni gözüktü.

Dougal, kapıyı arkasından kapatıp olduğu yerde durup gözlerime bakmaya başladı. Bakışlarındaki anlamı çözemiyordum. Kaşları da yüzü de kaskatı olmasına rağmen gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı. İrislerindeki yeşil ton, ağaçların rüzgarda savrulması gibi dalgalanıyordu sanki. Odadaki mumların ışığı altında hareket ediyormuş gibi... Odada sadece ikimizin nefes sesleri duyulurken içimdeki endişe katlanarak arttı. Ben bir askerdim ve benim yöntemim böyleydi. Dougal eski karısını birazcık korkuttuğum için benden soğuduysa veya bir daha yakınında istemezse bile kabul ederdim. Beni böyle kabul etmesi gerekiyordu ancak endişelerime de elbette engel olamıyordum.

Nasıl olduğunu anlayamadığım bir hızla Dougal üzerime yürüyüp eliyle boynumu tuttuğunda kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmıştı. Bunun sebebi korku değil aksine şoktu. Boğazlar gibi boynumu ne çok sert ne çok hafif tuttuğu an, dudaklarımın üzerine öyle kapanmıştı ki nefes dahi alamamıştım. Tüm nefesimi çalan Dougal, dudaklarımı öyle öpüyordu ki kalbim kulaklarımda atıyordu. Bileğimdeki nabzımı bile hissedecek kıvamdayken, dudaklarımı hoyratça öpüp ısıran Dougal'a şaşkınlıktan karşılık bile verememiştim. Boğazımdaki elini bırakmadan diğer elini enseme götürüp kafamı biraz daha yukarıya kaldırdığında, arkamdaki duvara beni yaslayarak dilini ağzıma sokmuştu. Havada uçuyormuş gibi hissediyordum. Boğazımda hafifçe baskı uygulamasıyla aklım başıma gelmiş gibi ona aynı onun sertliğinde karşılık vermeye başladığımda, dudaklarının arasından bir inilti çıkartarak beni arkamdaki duvara daha çok bastırdı. Duvarın soğukluğu sırtıma iyi gelirken zamanını bilemediğim süre boyunca Dougal'ın tüm kokusu burnumu doldurdu.

Bir zaman sonra öpücükleri yavaşlamaya başladığında, az önce ısırıp çekiştirdiği yerlere nazikçe öpücükler kondurmaya başladı. Ben daha önce Dougal tarafından asla az önceki gibi öpülmemiştim. Dougal beni her zaman şu an yaptığı gibi nazikçe öperdi. İki yanımdan tembelce sarkıttığım kollarımı havaya kaldırarak boynuna doladığımda karşılık vermeye de devam ettim. Alt dudağını emiyor, dilimi iki dudağının arasından sokarak üst dudağına geçiyordum.

Öpücüklerimiz yavaşladığında Dougal hafif geri çekilip dudağımın kenarına son bir öpücük kondurup alnını alnıma yasladı. Yüzümde oluşan şaşkın tebessümü engelleyemeden "Dougal" diye fısıldadığımda "şhhh" diyerek yanağımı öptü. Ardından kendi kendine bir şeyler mırıldandı ama uğuldayan kulaklarım yüzünden anlayamamıştım. Dougal kendini geri çektiğinde bile aramızda mesafe çok azdı ama az önceki yakınlığımıza kıyasla üşümüş gibi hissetmiştim.

"Bunun için özür dilemeyeceğim desem pislik bir adam olur muyum?" Elleri bu sefer de belimde gezindiği için kalp atışım hâlâ normale dönmemişti. Dudaklarım artık benden bağımsız gülümsüyordu.

"Sana izin verdiğim için benim de öyle olmam mı gerekiyor?" Dedim eğlenen bir tonla. Dougal da benim gibi gülümseyince tek elini belimden çekip saçlarıma getirip geriye taramıştı.

"Asla. Sen bunu istediğin an yapabilirsin itiraz etmem fakat o bıçağı benim üzerimde de kullanmayacağına söz vermelisin?" Kurduğu cümleyle kahkaha attım. Cebimdeki bıçağı işaret ederken "Seni çok mu korkuttu?" Diye sordum. İkimiz de gülümseyerek konuşuyorduk. Heyecandan ölmek üzereydim.

Kafasını iki yana sallarken "sadece, bir daha benim dışımda birinin yanında öyle çevirmeni istemiyorum" dediğinde bir kahkaha daha attım. Dougal bunu söylerken saçımdaki elini bıçağı kalem gibi çevirdiğimin taklidini yapmıştı. Kahkaham bittiğinde bakışları bir gözlerimde bir dudaklarımda dolanıyordu.

"Tekrar öpmeden gitsem iyi olacak" diye mırıldandığında bile yakınlığımız devam ediyordu. Kafamı onaylar anlamda hafifçe salladığımda, kafamın ona doğru çekildiğini hissettim. Tekrar dudaklarımız birleştiğinde benim kalbimde sadece özlem, onun ise heyecan vardı. Ben onu özlemle öpsem de onun böyle hissetmediğini biliyordum. Bunu hissetmesi için bana olan aşkını tamamen hatırlaması gerekiyordu. Bana karşı tekrar bir şeyler hissetse de bunun aşk olmadığını bilmek yüreğime bir yumruk sokuyormuş gibi hissettirip burnumun direğini sızlatırcasına içimi yaksa da yine de çok mutluydum.

***

Dougal ile yaşadığımız dakikalardan sonra odada kalmamı söyleyerek Fiona'nın sorgusuna gitmişti. Sorguya gelebileceğimi söylediğimde tekrar gülüp, eğer gelirsem yanımda bıçağı getirmemem gerektiğini söylemişti. Emir veya Rob'u da sorguya alacağını söylediğinde gitmekten vazgeçerek biraz dinlenmeye karar vermiştim. Kapım tıklatıldığında bir kadının elinde tepsiyle geldiğini gördüm. Yaşı büyük kadın, sert bakışlarla bana bakarak tepsiyi fırlatırcasına masaya bırakmış, tek kelime etmeden odadan çıkmaya yeltenmişti. Kadının üzerindeki siyah, sarı çizgili renkteki kıyafetler onun Mcarty'e sadık bir çalışan olduğunu belli ediyordu.

"Beni tanıyor musun?" Kadın sorumla kapının önünde durup bana dönmüştü.

"Hayır" demişti sadece. Leydi sıfatını kullanmaması hakaret sayılsa da elbette bunu takmamıştım.

"Eski reisiniz, Büyük Dougal'ın bana ilgisi var diye beni zorla kaçırıp buraya getirmişti." Sözlerimle kadının bakışlarındaki nefret daha da artmış gibi sertleşmişti. Reislerinin ölümünden direkt sorumlu olduğumu anlamıştı.

Yatakta doğrulup kadının karşısına doğru yürüdüm. Kımıldamadan beni izliyordu. "Bu hayat zor. Kadınlar için çok daha zor bunu biliyorsun. Sırf düşmanı bir kadına ilgi duyuyor diye suçu olmayan o kadını kaçırıp onu evlenmeye zorlamak çok alçakça. Dougal ile olan düşmanlığını bir kadın üzerinden tamamlamak ise şerefsizlikten başka bir şey değil. Sen de bir kadınsın beni anlarsın. Dougal'ın buraya gelip onu öldürmesi sence hakkı değil mi?" kadının bakışları biraz yumuşasa da hâlâ sert ifadesi yerini koruyordu. Connor'a körü körüne bağlı olmaları ileride Dougal'a isyana kadar giderdi. Gerekirse burada kalıp, halkı birazda olsa sakinleştirmeliydi. Belli ki Oliver ve kalan savaşçılar yeterli gelmiyordu.

"Ben bu işlerden anlamam ancak reisimiz iyi biriydi" elbette iyi olduğunu söyleyecekti.

"Hiç Mclenan klanına geldiniz mi?" Diye sordum kadına bakmaya devam ederek ancak o arkasına kaçamak bakışlar atıp bir an önce gitmeyi düşünüyordu. Cevap vermeden kafasını iki yana sallayıp soruma olumsuz yanıt verdi.

"Dougal, Mclenan topraklarında halkını da sur içinde yerleştirmiştir. Gelebilecek en ufak saldırıda köylülerini geçtim bir tane hayvanının bile zarar görmesini istemez. Halkını kendi yaşadığı sınırlarda yaşatır. Sizin klanınıza bir saldırı yapıldığı an köy talan olur çünkü surun dışında kalıyorlar. Sence yıllar boyunca Dougal buraya saldırı yapamaz mıydı? İstediği an köyünüzü yakıp yıkabilirdi ancak bunu yapmadı değil mi? İyi reisiniz Connor'un saldırılarına karşı bile onu öldürmeye çalışmadı. Connor'un, Mclenan köyüne kaç kere saldırmaya çalıştığını biliyor musun?" Kadın hızlı bir şekilde "Bunu bana neden anlatıyorsunuz leydim?" Diye sormuştu. Gözlerindeki bakış öyle nefret doluydu ki bunları söyleme ihtiyacı hissetmiştim.

"Gerçeklerden başka bir şey söylemiyorum." Dedim ve nefesimi uzun bir şekilde içime çekerek "İşinin başına dönebilirsin" dediğimde, kadının ilk geldiğine göre ifadesinin daha yumuşamış olarak geri gitmesini izledim.

***

Burada bir gece kalıp sabah erkenden klana geri dönecektik. Emir'in söylediğine göre Dougal, Arthur'a haber göndermiş ve son hız buraya geliyormuş. Şu an salonda oturmuş Arthur'un gelmesini bekliyorduk. Fiona ile yüzleşmesini merak etsem de Dougal bu işlerde Arthur'un da parmağı olabileceğinden şüphelendiği için onu da sorgulamak istiyordu. Ben ise onun bilgisi olmadığına emindim. Arthur bizim mağaradan geldiğimizi ve Dougal'ın emriyle gizli kalması gerektiğini de biliyordu. Mağaranın yerini arayan Fiona, benim mağaradan geldiğimi bilmediği için Arthur bu emri karısıyla bile paylaşmamıştı. Yani benim gözümde Arthur aklanmıştı.

Salonda bizimkiler dışında Dougal ve Oliver ile odamda konuştuğum kadın da vardı. Sanırım kalenin kahyası gibi bir konumdaydı ve bir şey isteriz diye ayakta bekliyordu. Oliver, ondan içecek ikram etmesini istediği an yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle vitrine yönelip bardakları dizmeye başlamıştı. Dougal, tekli koltukta oturmuş düşünceler içinde yere bakıyordu.

"Hızlı olsana kralı bekletiyorsun!" Oliver'ın kadına doğru sert konuşma üslubuyla irkilip kaşlarımı çatmıştım. Halbuki istekte bulunalı daha bir dakika bile olmamıştı. Dougal, düşüncelere devam ederken Oliver'a dikkat etmese de, Oliver'ın bu tavrı hoşuma gitmemişti. Emir de benim gibi düşünüyor olmalı ki ayağa kalkıp kadına yardım etmeye başlamıştı. Kadının, Emir'i gördüğü an yüzünde panik oluşsa da yardım ettiğini anladığı an rahat bir nefes vermişti. Oliver ise onlara göz devirip Dougal'ın yanına gitmiş ve klanla ilgili bitmek bilmeyen konularını anlatmaya devam etmişti.

Sorgu ve Dougal'la yakınlaşmamız dışında dikkat ettiğim diğer bir durum da Oliver'ın Dougal'a sürekli sıkıntılardan bahsetmesi olmuştu. Onu nerede görse klandaki en ufak problemleri bile anlatıyor, para ve adam göndermesini teklif ediyordu. Açıkçası en basit problemleri bile halledemiyordu ve halk ile sorunlar gitgide büyüyordu. Dougal ile sohbetlerinde sürekli para konusu geçiyordu. Dougal ise onaylayıp göndereceğini söylüyordu ve açıkçası Dougal'ın onu dinlediğini bile düşünmüyordum. Emily'le birlikte olan şu Zack ve bilinmeyen diğer adamın kim olduğu aklını kurcalarken, Oliver bir kene gibi yapışıp isteklerini sıralamaya devam ediyordu.

Emily'e 2 saat sonra geleceğimi söylesem de Emir sorguya girmekte ısrarcı olmuştu. "İyi polis kötü polis yapalım en ufak hatasında seni çağıracağımı söylerim" diye önerdiğinde kabul etmiştim ki Emir yanılmamış, Emily başka bildiği şeyleri de anlatmıştı. Mesela onunla irtibata geçen adamın bir soylu olduğuna emin olması gibi. Emily mağarayı hazine için aradığına emin olsa da biz emin olamıyorduk. Havuzun olduğu odada tarihi eserler heykellerin olduğunu bildiğim için akla yatkın geliyordu ama orada heykel olduğunu bilen havuza dalmış da olabilir diye bu ihtimali atlayamazdık. Yani o adamı muhakkak bulmamız gerekiyordu. Biz aramamak bile elbet ayağımıza geleceğini düşünüyordum.

Fiona ise Sorgu boyunca sürekli ağlamış, yalvarmış, özürler dilemişti. Benimle kişisel hiçbir meselesi olmadığına yeminler etmişti. Emily ile babalarının bir olduğunu öğrenmiştik. Onlar da birbirlerinden 20'li yaşlarda haberdar olmuşlar ve Emily İskoçya'yı terk edene kadar kopmamışlar.

Emir'in öğrendiğine göre Emily'nin kızı bir hastalık yüzünden ölmüş. Kızının ölümünden sonra yaşlı bir kadının yanına yerleşerek ona yardım ederek yaşamaya başlamış. Korktuğu için ismini değiştirip herkese yalan hikayeler anlatmış. Connor onu bu yüzden hiç bulamamış.

***

Arthur'un gelmesiyle Dougal oturduğu tekli koltuktan bir hışım kalkarak ona okkalı bir yumruk savurmuştu. Arthur sadece karısının kayıp olduğunu bildiği için yumruğun sebebini anlamasa da Dougal'a karşılık vermeden boylu boyunca yerde uzanmaya devam ediyordu. Dougal, kadınlara vuramadığı için bütün hıncını Arthur'dan çıkarırcasına onu yerden kaldırıp defalarca yumruğa devam etmişti. Arthur asla karşılık vermiyor, hatta yüzünü bile kapatmıyordu. Sebebini bilmese bile Dougal'dan dayak yemeye devam ediyordu. Sonuçta Dougal'ın en güvendiği ve Ewan'dan sonraki en kıdemli komutanı Arthur'du.

Salondaki kimse Dougal'a dur diyemedi. Ben de hıncını alması gerektiğini düşünerek sesimi çıkarmadım. Ağzından burnundan kan gelmeye başlayan Arthur son bir yumruk daha yediğinde Dougal onu iki yakasından tutup düşmesini engellemişti. Yüzünü, yüzüne yaklaştırıp tek bir soru sormuştu. "Bana ihanet ettin mi?" Demişti gözlerine bakarak.

Arthur şaşkınca gözlerini büyüttüğünde gerçek şaşkınlığı okunuyordu. "Asla etmem, etmedim, ettirmem de" demişti ama Dougal ona bir yumruk daha savurarak yere düşürmüştü. Son kelime ortama pek uymamıştı.

"Ama ettirdin!" Diye kükrediğinde Oliver'ın iki adım geri attığını fark ettim. Dougal bir daha Arthur'a bakmadan "hücrede karın git konuş" diyerek ona arkasını dönmüştü.

"Şokum şok oldu" diyen Emir'e dönmedim bile çünkü Arthur'un mimiklerini izlemekle meşguldüm. Arthur gözlerini olabilecek en son raddede açarak hızlı ve öfkeli adımlarla salonu terk etmisti. Oliver de onun arkasından hızla çıkmıştı daha doğrusu kaçmıştı...

♥️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%