Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@ebrumelek

Alanna bana yemek getireceğini söylemişti ama sanırım buraya tekrar gelememişti. Ya yakalandı ya da amcaları geldiği için yanlarından ayrılamadı. Olsun, ben açlığa dayanırım ama onu bir kere daha görmek istemiştim. Hücrede bağdaş kurmuş timimle resmimize bakarak hasret dindirmeye çalışıyordum. Birazdan Dougal sorgu için gelirdi. Bu lanet yerde resmen kapana kısılmıştım. Yukarıda duyduğum ayak sesleriyle, fotoğrafı tekrar aynı yerine koyarak sakladım ve ayağa kalktım. İşte başlıyorduk...


Açılan ve kapanan kapı sesinin ardından, hızlı bir şekilde merdivenlerden inme sesi geldi. Bakışlarımı merdivene çevirdiğimde, kırmızı renkte kilt giymiş birinin aşağıya indiğini gördüm. Buradaki klan sembolleri yeşil renk olduğu için merakla gelene baktım. Bir adam tamamen aşağıya indiğinde, hücreme yaklaşmadan uzakta öylece durup bana bakmaya başladı. Yaşlı denilebilecek bir adamdı ama vücudu son derece fitti. Savaşçı olarak yetiştiği çok belli olan bu adamın, bahsettiği amcaları olduğunu tahmin ettim. Sorguma o mu girecekti yani?


Adamın bakışları tamamıyla beni esir almıştı. Herkes gibi ilk dikkatini çeken tabii ki sarı ışıltılı saçlarım olmuştu. Karanlıkta kaldığı için yüz hatları tam belli değildi. Yavaş adımlarla bana yaklaştıkça, yüz hatları da daha net belli oluyordu çünkü hücremin yan tarafında bir meşale vardı. Tamamen demirlerin önüne geldiğinde, tanıdık hissi algılayıp kaşlarımı çattım. Ben bu adamı daha önce görmüştüm sanki, ama nerede? Ya da birisine çok benzetiyordum. Acaba tarih kitaplarında gördüğüm büyük bir lider falan mıydı?


Duvara asılı anahtarı alarak demirin kilidini açtı. Demir kapı gıcırdayarak açılınca birkaç adımla içeriye girdi. Adam öyle tuhaf bakıyordu ki, inşallah kötü bir niyeti yoktur diye düşünüp gardımı da aldım. Kendi dillerinde bir şeyler söyleyince, anlamadığımı belli eden ifadeyle yüzüne bakmaya devam ettim. Anladığım tek kelime 'Tuğra' kelimesiydi. Bu sefer İngilizce konuşmayı denedi.


"Kimsin? Adın ne?"


"Adım Tuğra, casus değilim" dediğimde, gözlerinde anlam veremediğim bir ifade geçti. Yerdeki tabureye yürüyüp oturunca bu rahat tavrına şaşırdım. O kadar kendinden emindi ki, açık kapıdan kaçacağımı düşünmüyordu bile.


.


Şimdi şok olma sırası bendeydi!!!


.


"Adın ne? Kimsin? Aynı soruyu tekrar soran adamla, şok içinde gözlerim büyüdü ve gözyaşlarıyla doldu. Karşımda tabureye oturmuş bu adam, benimle Türkçe konuşmuştu.


"Sen nasıl?" Diye sorduğum soruyla, hayatım boyunca ilk defa kekelemiştim sanırım.


"Türkmen misin? Nereden geldin?" Diye sordu bu seferde. Bu adam da mı o mağaradan gelmişti? Sınır ötesi olduğu için o bölgede çok sayıda Türkmen köyleri de vardı. Aksanı Osmanlı'dan olamayacak kadar düzgündü.


"Ülkem Türkiye! Sen dilimizi nasıl biliyorsun?" Dediğimde, yüzünde sıcak bir gülümseme ve yılların vermiş olduğu bilginlik vardı.


"Ben de Türkiyeliyim. nerelisin kızım? Buraya nasıl geldin?"


Sorularını es geçerek kendi sorumu sordum.


"Siz kimsiniz?"


Derin bir nefes alarak demir kapıdan merdivenlere baktı. Tekrar bana döndüğünde, gülümseyerek konuştu.


"İsmim Onur, Onur Işık" dediğinde zihnime dolan görüntüler ve isim, karnıma bir yumruk yemiş hissi uyandırdı. Onur Işık mı? Gördüğüm üniformalı fotoğraflarında sert bakan kahverengi gözlü askeri düşündüm. Kayıp, yıllarca aranan ve ülkede kahraman olarak anılan albay Onur Işık.


"Başçavuş Tuğra Duman, İstanbul, emredin komutanım" diye bağırıp hazır olda durduğumda, gözümden bir damla yaş da aktı. 2 gündür kendi dilimi konuşmamaktan mı, rütbemi ve adımı söylemekten mi, yoksa burada kendim gibi birini daha da önemlisi kayıp albayı karşımda görmekten mi bilmiyorum ama gözümden yaş akmasına engel olamamıştım.


"Demek askersin, rahat" diyerek ayağa kalktığında, hâlâ hazır olda beklemeye devam ediyordum. Albay Onur, şaşkınlıkla ve mutlulukla bana bakıyordu. Dolan gözlerini de benden saklamıyordu. Gözümden bu sefer yaşlar sel olmaya başladı. Halk ve askeriye olarak, her sene kayıp olduğu gün için onu anardık. 10 yıl olmuştu ama hiç unutulmamıştı. Eski fotoğraflarını bildiğim için, şu an hemen tanıyamamıştım. 10 yılda değişmişti.


Onur Işık'ı bulmuştum!


"Gel benimle buradan çıkalım" diyerek açık kapıdan çıktığında ben de hızla peşinden gittim. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip ördek yavrusu gibi arkasından yürüdüm. Vücudum sanırım bir boşalma anı yaşıyordu şu an.


Merdivenleri çıkarak kapıyı açtı. Arkasını dönmeden ilerleyen albayla, salona çıkınca karşımızda Dougal, Ewan ve Alanna'yı gördük. Hepsi çok şaşkındı. Dougal bir şey söyleyecek gibi oldu ama albay onu eliyle durdurup bana kısa bir bakış atarak yürümeye devam etmemi işaret etti. Arkasından yürürken Alanna'nın tebessümünü yakalamıştım.


Merdivenlerden iki kat çıkarak bir odanın önünde durduk. Albay kapıyı açarak içeri geçmem için işaret verdi ve içeriye girdiğimizde kapıyı arkamızdan kapatıp direkt bana sarıldı.


"Memleket kokusu, yuva kokusu, kızım çok özledi bu yaşlı adam" dediğinde gözlerimden yine yaşlar firar etmişti. Buraya geldiğimden beri sert, soğuk ve güçlü durmaya çalışan bedenim benden izinsiz kendini serbest bırakmıştı sanki. Kalabalık bir meydanda annesini kaybedip bulan bir çocuğun sevincini yaşıyordum. Albay, benden ayrılıp yüzüme baktı ve ağlamama kaşlarını çattı. Elimden tutup yatağa yanına oturttu.


"Anlat bakalım Tuğra, hangi yıldan geldin her şeyi bilmek istiyorum?" Hâlâ Türkçe konuşuyorduk.


"Komutanım, 2026 yılında Sınır ötesi operasyonda bir elebaşının peşine takılıp geldim. Timim arkamda kaldılar. Pençe timinin subayıyım."


"Neler oldu peki 10 koca yıldır? Ülkenin durumu iyi mi?"


"Çok şükür aslan gibiyiz komutanım. Düşmana asla geçit vermiyoruz. Birçok yenilik yaptık ve üretime geçtik. Başka ülkelere bağlı değiliz ama bir çok badireler de atlattık. Sınırlarımız yıllar önce karıştı biliyorsunuz, hâlâ da sıkıntılı. Suriye'de ki iç savaş devam ediyor. Terör örgütü orayı mesken tuttu biz de yıllardır temizlemekle uğraşıyoruz. Sizi yıllarca aradık. Fotoğraflarınız tüm haber ve medyada ses getirdi. Hâlâ kayıtlarda kayıp olarak geçiyorsunuz" dediğimde, yüzündeki kırışıklıklar daha da belli olmuştu. Kim bilir 10 yılda burada neler yaşamıştı. Ben 2 günde başımı belaya sokup ölümle burun buruna gelmişken üstelik.


"Üniformanla geldin yani buraya?" Dediğinde ses tonundaki özlem çok net belli oluyordu. Ona kafa sallayarak yine elimi göğsüme uzattım ve her şeyi çıkarttım. Onur komutan, resmi eline alıp uzun uzun baktı. Resimdeki timimi tanıtmak için eğildim ve sırayla tanıtmaya başladım. Daha sonra sinema bileti ve komando bıçağımı çıkartıp ona verdim. Saatim ve el fenerim Dougal'daydı. En son paravanın arkasına giderek eteğimin altına sakladığım beylik tabancamı da çıkartıp yanına yürüdüm.


"Bir de uydu telefonu var odamda saklamıştım. Yanıma alamadım" dediğimde Onur komutan tabancamdaki ay yıldız sembolüne eliyle üstünden geziyordu.


"Çok özledim Tuğra, her şeyi. Sen dinlen çok yorulmuşsundur. Ben odana yiyecek göndereceğim. Aşağıdaki hergeleleri de bana bırak. Dinlendikten sonra seninle uzun uzun konuşuruz. Üniformanı da görmeyi çok istiyorum. Onlardan birini görmeyeli yıllar oldu. Bir daha da göreceğimi sanmıyordum" dediğinde hüzünle kaşlarımı çattım.


"Buradan çıkmanın bir yolu yok mu komutanım?" Dedim.


"Konuşuruz bunları Tuğra, çok yorgun olmalısın iyice dinlen" diyerek ayağa kalktı ve kapıya yürüdü. Kapıyı açmadan tekrar bana döndü.


"Unutma, burada benim adım Kurt klanından Quany" tebessüm ederek söylemişti.


"İskoçya'da Kurt isminde bir klanınız mı var? Diyerek ayağa fırladım.


"Uzun hikaye kızım. Klanıma isim verirken, Türk ismi verdim. Burada kimse Türkçe bilmediği için sorun olmadı. Anlamını onların dilinde tercüme ettiğimde kabul ettiler. Eski timimin ismini yaşatmak istedim. İyi geceler" diyerek odadan çıktı.


Loading...
0%