Yeni Üyelik
61.
Bölüm

61. Bölüm

@ebrumelek

Keyifli okumalar🌸

"Osmanlı geliyor."

"Türkler buradaymış!"

"Türkler neden geliyor?"

Salonda Gaelce fısıldaşmalarla dolup taşan telaş, aniden geniş bir dalgaya dönüşerek hareketliliği başlattı. Tüm klan liderleri endişeli bir halde yerlerinden fırlayarak etrafa bakarken, gözleri çoğunlukla Dougal'a odaklanmıştı. Oysa Dougal da gelen kişilerin kim olduğundan habersizdi. Ardımdaki sandalyenin sert sesi ile birlikte Dougal hızla ayağa kalktı ve merakla kapıya doğru yürümeye başladı. Ben, Arthur ve diğerleri de peşinden sürüklendik.

Salondan dışarı adım attığımızda, yüzümde heyecan dolu bir gülümseme belirmişti. İnanılmaz bir şekilde Türkler'le karşılaşmak, hele ki İnverness gibi şaşırtıcı bir yerde bunu deneyimlemek, hayallerimin ötesinde bir durumdu. Karşımızda bizi bekleyen manzara, heyecanımı ve merakımı kat kat arttırıyordu. Her adımda insanlar korku, endişe ve merakla dolmuştu ve benim de gözlerimdeki ışıltı bunu yansıtıyordu. Bu, hayatımda yaşadığım en unutulmaz anlardan biri olmaya adaydı.

Bahçeye çıktığımızda, tüm klan arasında hızla yayılan söylentilerin etkisi hemen gözlemlenebiliyordu. İnsanlar telaşlı bir şekilde hareket ediyor, çevrede yaşanan olaylara dair bilgi almak için birbirleriyle konuşuyorlardı. Evlerine doğru hızla koşan birçok kişi göze çarpıyordu. Savaşçılar, kılıçlarını çekmişlerdi ve her an olası bir duruma hazır bir şekilde bekliyorlardı. Ortamda belki de tek mutlu insan ben gibiydim.

Emir, Melek ve Ewan'ın hızlı adımlarla yanımıza doğru gelmeleriyle birlikte, hep birlikte sur kapısına doğru ilerlemeye başladık. Emir'in yüzündeki gülümseme benimle yarışırcasına büyüktü. Bu durum, ne kadar heyecanlı bir an yaşadığımızın bir göstergesiydi. Hepimiz merakla ve heyecanla etrafı izliyor, olayların nasıl gelişeceğini görmeyi sabırsızlıkla bekliyorduk. Bu anın içinde, bende de mutluluk ve umut dolu bir his vardı. Çünkü bu beklenmedik olay, hayatımızda yeni bir başlangıç ve maceranın habercisi olabilirdi.

"Duyduklarım doğru mu Türk'ler geliyormuş?" Koşarken gülmeye devam ederek "öyleymiş, albay görüştüğü kişileri misafir olarak çağırdı sanırım. Çok heyecanlıyım Emir" derken Melek'te oldukça heyecanlı şekilde yanımıza varmıştı.

"Meleğim, amcamla birlikte gelenler sıradan halk olmayabilir. Dikkatli ol" diyen Ewan'a, Melek cevap olarak sadece gülümsedi.

Sur kapısına ulaştığımızda, etraf sessizliğe bürünmüştü. Klanın savaşçıları surların yanında toplanmış, gözlerini uzaklara dikmiş bekliyorlardı. Albayı karşılamak için bir gerginlik ve heyecan hakimdi. Dougal, karizmatik duruşuyla duruyordu ve gelen kafileyi bekliyordu. Henüz kimse görünmese de, havada beklenmedik bir değişikliğin hissiyatı vardı.

İskoçya ile Osmanlı arasındaki ilişki pek bilinmeyen bir gerçekti. İngiltere ile aramızdaki düşmanlık yüzyıllardır sürüyordu ve İskoçya, tarihi boyunca İngiltere'ye bağımlı bir konumdaydı. Ancak Dougal'ın cesur ve tarihi değiştiren hamlesiyle İskoçya bağımsızlığını kazanmış ve Osmanlı'ya yakın ilişkiler kurmuştu. Bu ilişki sayesinde Suriye topraklarını kaybetmememiz mümkün olmuştu.

Bugün, bu değişimin temelleri atılacaktı. Sur kapısının ardında, bilinmezlikler ve sürprizler bizi bekliyordu. Albayla gelenler ve getireceği haberler, klanın kaderini değiştirebilirdi. Tüm klanın, savaşçıların ve Dougal'ın nefesleri tutulmuş bir şekilde bekliyorduk. Bu an, bir dönüm noktasıydı. Tarih, bugün yazılacak olan bu karşılaşmanın etkisiyle şekillenecekti.

Gözüken atlılar görünce büyüyen gözlerim, yaklaşan atlıların etrafındaki toz bulutunu delip geçerek büyük bayrağa odaklandı. Rüzgarın esintisiyle dalgalanan kırmızı işlemeli Türk bayrağı, gökyüzünde bir ateş gibi parlıyor, kudret ve asaletin izlerini taşıyordu. Albayın klanının simgesi olan kurt kafası, gizemli bir güçle uyum içinde hemen yanında havaya kaldırılmıştı. Bu görsel şölenin ortasında, askerlerin geleneksel Türk kıyafetleri ve zırhları, geçmişin onurlu mirasını yansıtıyordu. Gelenlerin kim olduğunun merakı içimde filizlenerek, kalbimi durma noktasına getirecekti.

Atlılar yaklaştıkça yüz hatları seçilebilir hâle gelmişti. Albayın yanında duran üç orta yaşlı adamın ciddi yüz ifadeleri, içlerinde derin bir bilgelik barındırıyordu. Bir de sakallı ve yaşlı bir adam vardı ki, beyaz kıyafeti ve aynı renk sakallarıyla dikkat çekiyordu.

Dougal'ın emriyle herkes geri çekilirken biz de sur kapısından içeriye tekrar girmiştik. Dougal, bizden biraz önde bekleyerek karşılamak için pozisyon aldı. Beklenen kafile sonunda klana giriş yaparken, çalan borazan sesleriyle birlikte herkes tedirgin bir şekilde nefesini tutup beklemeye başladı. Albayın varlığı dost uyarısı verse de, atmosferde hâlâ bir gerginlik hissediliyordu.

Askerler biraz geride durarak misafirler görüş açıma tamamen girdiğinde, atlarını durdurarak etrafa bakmaya başladılar. Önde gelen yetkili oldukları belli olan adamlar, delici ve sert bakışlarla Dougal'a ve savaşçılara odaklanmış durumdaydı.

"1. İskoçya kralı, cesareti ve zekasıyla bilinen Britanya'nın en güçlü adamı, yeğenim Büyük Dougal" diyerek yanındaki Türk'lere Dougal'ı takdim eden albayın sesiyle gelenler, sağ elini göğüsüne yumruk şeklinde vurup selam verdiler. En ortada bakışlarıyla otorite sahibi olduğu belli olan ise sadece kafasını bir kere eğmişti.

"Osmanlı İmparatorluğu sadrazamlarından Bozoklu Murat Paşa, piyade ordu komutanı Mehmet Avni ve Von Goltz ile danışman Ahmet Veli" diyerek albay gelenleri tanıttığında Emir'le aynı anda "sadrazam mı?" diye mırıldanmıştık. Sadrazam Bozoklu olan, baş selamı veren heybetli adam olmalı ki atından oldukça asil bir hareketle inerken Emir'le hayran hayran ona baktığımızı biliyordum. 30'larında gösteren adam bu genç yaşında sadrazam olması bir yana, ihtişamlı görüntüsü ve özgüvenini tüm çevresinde rahatlıkla hissettirebilen bir auraya da sahipti.

"İskoçya'ya özgürlük kazandıran engin görüşlü ve gözü kara biri olduğunu duyunca bizzat gelip tanışmak istedim," diyen Bozoklu, Dougal'ın tam karşısına geldiğinde Dougal da aynı onun gibi saygılı bir karşılık verdi.

"Sizin burada olmanız bizim için bir onurdur. Önceden haber verseydiniz sizi çok daha hazır bir şekilde karşılardık" dediğinde Bozoklu kafasını bir kere sallayarak etrafa kısaca göz gezdirdi. Gözleri bana ve Melek'e asla değmezken, Emir ve Ewan'ın üzerinde kısa bir an ancak dikkatle oyalanmıştı.

"Mühim değil çok kalmayacağız zaten. Dostumuz Quany sizden övgüyle söz etti. Namınız Quany'in sözlerinden ziyade topraklarımızda da oldukça yayıldı. Eh bizim de kulağımıza ulaştı elbette. Padişahımızın da sizi ilgiyle takip ettiğini bilmenizi isterim. Kendisi malum devlet-i aliyyenin işleriyle hayli meşgul. Sizi topraklarımızda ağırlamak istediğimizi belirtmemizi de ekledi." Dediğinde gözümü kırpmadan sadrazamı göz hapsine almıştım bile. Hayranlıkla karışık izlerken beden diline de oldukça hakim bir adam olduğunu fark ettim. Gerçekten çok asil ve güçlü biriydi. Yanındaki diğer komutanlar da birkaç adım gerisinde aynı sert duruşla bekliyorlardı. Onların bakışları sadrazamın aksine surları dikkatle inceliyor, savaşçılar da tek tek çekinmeden dolaşıyordu. Bu üç adam da korkusuz gibilerdi.

"Benim için bir şereftir. Lütfen buyurun," diyerek kaleyi işaret eden Dougal da karşısındaki adamın üslubuna göre saygıyla karşılık veriyordu. Sadrazam Bozoklu, arkasını dönerek yardımcılarına kısa bir bakış attığı an komutanlar ve diğer askerler de atlarından inerken, albayla birlikte ilerlemeye başlamışlardı.

Bahçeden ilerleyerek kaleye doğru giderlerken tam yanımızdan geçtiklerinde Bozoklu'yla kısa bir an göz göze gelmiştim. Bozoklu kafasını benden hemen çekerek önüne bakmaya devam ettiğinde baskın enerjisi tüm klanı etkisi altına almıştı. Boyu Dougal'ın omzuna gelse bile baskın, dik duruşu hakimliğini oldukça belli ediyordu. Albay, yanımızdan geçerken bana göz kırpıp sıcacık gülümsedi. Dougal, gerilim içinde olduğu için çevredeki kalabalıktaki klan liderlerine dönüp bakmamıştı bile. Gerçi hepsi şu an bir köşede toplanmış merakla her hareketi takip ediyorlardı.

"Yürü bakalım" Emir'in uyarısıyla Türklerin kalenin içine girdiğini fark edip ayaklarıma komut vermeyi akıl edebildim. Arthur bahçeye çıkarak savaşçılara bir şeyler söylerken hepsi dağılmaya başlamıştı. Ewan'da klan liderlerinin yanına giderek duyacağımız bir ses tonuyla hepsinin odalarında dinlenebileceğini kibarca çıkan ancak emrivaki denilebilecek bir tonda konuşmuştu. Onların ardından klan liderleri ve aileleri de kaleye doğru yönelmişti.

Melek'in belime dokunmasıyla yürümemi oldukça hızlandırdım. Kalabalığın arkasından klana girerken Dougal'ların konuşacakları her şeyde yanlarında olmak istedim ancak oraya gitmem uygun olmazdı. Ayrıca Albay bizim Türk olduğumuzu söylerse sadrazam Bozoklu kimlerden olduğumu sorgulayabilirdi.

Büyük salona geçince Alanna'yı birkaç klan lideri yakınları kadınlarla otururken gördüm. Emir ve Melek'le ayrı masaya geçerken "lann şaka mı bu sadrazam geldi oha" diyen Emir'i dinliyordum. Melek'le olanlar hakkında sohbet etmeye başlamışlardı ancak benim aklım yukarıda çalışma odasındaydı.

"Tuğra anlatsana sadrazamın görevi tam olarak neydi?" Diye soran Emir'le tüm algımı ona çevirdim.

"Vezirlerin başı gibi düşün. Padişahtan sonra en yetkili kişi. Savaş, politika, ekonomi gibi konularda karar verme ve padişaha öneri sunma gibi hakları var" dedim otomatik çıkan sesimle. Emir, söylediklerimle daha da şok olarak gözlerini büyüttü.

"Ya ben o kadar bilmiyordum sadrazam kelimesini hep duyuyordum ama dersleri pek dinlemiyordum sanırım."

"Okullarda ezberleyip sınavlara giriyoruz sonra sınav bitince her şeyi unutuyoruz" Melek'in sözleriyle konunun buraya nasıl geldiğini de kaçırdığımı fark ettim. Sanırım öncesinde başka şeyler de konuşmuşlardı ki konu benden bağımsız şu an da da hızla akıyordu. Tarih derslerinden girmişler şu an matematikle alakalı konuşuyorlardı. Dudağımı dişlemeye başlarken onları gerçekten de dinlemiyordum. Her an kapıdan birinin girip beni çağırmasını bekliyordum. Sadrazam'la konuşurken bayılıp kalmasam iyiydi.

"O kadar şeyi bu kız nasıl aklında tutuyor?" Diyerek kolumu dürten Emir'e dönünce anlamaz bakışlarla kaşlarımı çattım.

"Ohoo, iki saattir sana soru soruyoruz" bedenimi tamamen Emir'e çevirirken kafamı iki yana salladım ne? dercesine.

"Diyorum ki senin de mezun olalı yıllar oldu. O kadar tarih bilgisini aklında hâlâ nasıl tutuyorsun? Bir de askerlik sırasında hiç kullanmadın senelerdir?"

Omzumu kaldırıp indirirken, "Benim eğitim hayatım çok farklıydı Emir. Sabahtan akşama kadar ders alıp sürekli sınav, uygulama ve tekrar çalışmaları yapıyordum. Lise müfredatını okulda öğrenirken ona ek olarak akşama kadar evde sürekli özel dersler alıp pratik yapmak zorunda kalıyordum. Bir yerden sonra mecburen her şey aklımda kalmaya başladı" dedim kapıya bakmaya geri dönerek.

"Bu ne böyle makine gibi. Çocukluğunu ne ara yaşıyordun ki? Bana bundan hiç bahsetmedin hep çok zekiyim ondan deyip geçiştiriyordun?" Emir'in sitemiyle gülümseyerek ona döndüm.

"Bir yerden sonra rutin haline gelmişti. Akademik eğitimime ek başka alanlarda da eğitim almak zorunda kaldım. 6. Sınıfta Türkiye'nin ünlü bir piyano okulundan bile çağrılmıştım."

"Peki askeriye ne alaka?" Melek'in sorusuyla bakışlarımı etrafta kısaca gezdirip ona döndüm. Şu an kendi dilimizde konuştuğumuz için bizi kimse anlamazdı.

"Bilmiyorum, belki de bir kaçış olarak gördüm başta. Hayatımda her şey çoktan kararlaştırılmıştı. Hangi yüksek okula gideceğim, hangi yüksek lisansa devam edeceğim, şirketteki kariyerim, sosyetedeki yerim... bunlar istediğim hayat değildi." Emir sıkıntılı bir nefes verirken ki ailemi de artık tanıdığı için söylediklerimin ciddiyetini çok daha iyi anlayabiliyordu artık. Birlikte evden bile çıkıp bir alışveriş merkezine gidemiyorduk. Benim Cem Duman'ın kızı olduğum ortaya çıktığı andan beri tuvalete bile gitsem haber yapıyorlardı.

Salonun kapısı büyük bir gürültüyle açılırken Ewan'ın bedeni gözüktü. Merakla herkes kapıya dönerken o etrafta bakışlarını gezdirip Melek'te gözleri durdu ve ona aşkla bakarak ardından kısaca bana dönüp yanımıza ilerledi. Tam masamızın önüne geldiğinde Melek'in elini tutup öperken, "yukarıdan sizi çağırıyorlar. Amcam planımıza sabit kalacağımızı söyledi. Seni kızı olarak tanıtmaya devam edecek. Annenin öldüğünü söyleyecekmişsin" dedi. Kafamı usulca sallarken ayağa kalktım. Bir de şu Balca meselesi vardı ki Brad ve ailesinin sadrazamla karşılaşmamasını istiyordum.

"Ewan, Brad ve ailesiyle ilgilenebilir misin? Gerekirse odalarından çıkmasınlar" diyerek Emir ile birlikte salonun çıkış kapısına ilerledik. Ewan ve Melek peşimizden geliyordu.

"Tamam birazdan odalarına uğrarım" diye cevap aldığımda merdivenlere geçmiştik bile. İçimde tatlı bir heyecan ve korku vardı. Birazdan Osmanlı sadrazamlarından Bozoklu'nun karşısına çıkacaktım. Emir'in de gergin olduğu suspus olmuş ağzından belli oluyordu. Operasyona gidiyormuşuz gibi ciddi ifadesine geri dönmüştü.

Odanın kapısının önüne geldiğimizde içeride albayın keyifli sesi geliyordu. Emir'le birbirimize bakarak elimi kaldırdım ve kapıyı tıklattım. Ardından kulpunu aşağıya indirirken nefesimi tutmuştum.

Kapıya yavaşça açılırken içerideki sesler kesilmemiş aksine mükemmel bir aksanla çıkan İngilizce kelimelerle Bozoklu'nun sesi geliyordu. Dougal'la ciddi bir tonda bir şeyler konuşuyorlardı. Komutanlardan ikisi ayakta bekliyor, diğer yaşlı, sakallı adam ise Bozoklu'nun hemen yanında sessizce oturuyordu.

"Gel kızım" albayın sesiyle Bozoklu cümlesini bitirip bana döndü. Dougal'a kayan bakışlarım onun kafasını güven verircesine sallamasıyla odanın ortasına kadar adımladım. Emir de hemen yanımda yerini almıştı.

"Kızım Tuğra ve kardeşi Emir" odadaki bütün kafalar bize dönerken ben bakışlarımı Bozoklu'ya sabitlemiştim. Küçük bir hareketle kaşlarını çatıp bakışlarını bende çok tutmadan albaya geri dönmüştü.

"Tuğra diye isim mi olur Quany. Ne zamandan beri imzalar, hatunlara isim olarak veriliyor?" Aslında tahmini 1900 lü yıllardan beri demek istedim ancak dilimi ısırıp bakışlarımı Dougal'a çevirdim. Dougal yavaşça ayağa kalkarak masanın arkasından çıkıp yanımıza gelmiş ve belime hafifçe dokunup yanımdan geçerek boş sandalyeyi bana yaklaştırmıştı. Dougal'ın getirdiği sandalyeye otururken Emir'de kendine bir sandalye çekerek yanıma oturmuştu.

Dougal'ın ayakta yanımda beklemeye devam etmesiyle aramızda bir şeyler olduğu belli oluyordu. Bozoklu ve albay isim hakkında sohbet ederken, sakallı adamın delici bakışları üzerimdeydi. Normalde kadınlara çok uzun süre bakmadıklarını biliyordum ancak bu sakallı yaşlı adam, çatık kaşlarla yüzümü inceleyip sakalını gereğinden uzun kaşıyordu. Omzuma koyduğu Dougal'ın eli kasılmaya başladığında onun da üzerimdeki gözden haberi var gibi duruyordu ve doğal olarak rahatsız olmuştu. Ancak sakallı adamın bakışları rahatsız edici ölçüde değil de kafasını bir şeyler kurcalıyormuş gibi bakıyordu bana. Sanırım ismim oldukça dikkatlerini çekmişti.

"Demek küçükken Osmanlı İmparatorluğu'nda kalıyordu." Diyerek kendi dilimizde konuşmaya başlayan Bozoklu'ya kafamı sallayıp "evet" dedim. Bazı Osmanlıca eski kelimelere hakim olmadığım için dilin çoğunu unutmuş gibi yapacaktım. İngilizce konuşmaya devam etmek istiyordum çünkü kendi zamanımda kullandığımız kelimeleri ağzımdan kaçırıp kafalarında soru işareti bırakmak istemiyordum.

"Tuğra yakında kraliçem olacak" Dougal'ın araya girerek söylediği cümleyle Bozoklu'nun şaşkın bakışları yeni fark etmiş gibi omzumdaki eline uzandı. Tek kaşını kaldırırken oldukça şaşırmış duruyordu.

"Tebrikler" dedi Bozoklu net bir sesle Dougal'a bakarak ve ardından bana dönerek devam etti. "Annen kimlerdendi?" İşte beklediğim soru. Bakışlarım direkt albaya döndüğünde sözü benden devralarak soruya atladı.

"Bir hizmetliydi efendim. Zaten vefat ettiği için kızımı yanıma aldım. Benden sonra bir evlilik daha yapmış Emir'de oradan kardeşi oluyor," diye tamamladı albay. Bozoklu'nun bakışları Emir'de dolaşmaya başlarken Emir yerinde kasılmış sırtını dikleştirmiş bir şekilde oturmaya başlamıştı.

"Eskiden tanıdığım bir kadına çok benziyorsun!" Bu ses Bozoklu'nun hemen yanından gelmişti. Onun konuşmasıyla diğer sesler susmuştu. Bozoklu'nun tam yanında oturan yaşlı, beyaz sakallı adamın sorusuyla bakışlarımı ona çevirdim. Zaten odaya girdiğimden beri beni izliyordu. Demek birine benzettiği için uzun uzun bakıyordu. Tüm yüzümü hızlıca tarayarak devam etti.

"Sesin bile çok benziyor." Dougal elini omzumdan ayırmadan beni kendine daha da çekerken, albay anlamaz bakışlarla bir bana bir sakallı danışman adama bakıyordu.

"Kime Ahmet Veli paşa?" Bozoklu'nun sorusuyla Ahmet Veli denilen beyaz sakallı adam, bakışlarını benden çekmeden uzun sakallarını boylu boyunca sıvazlamaya devam etti.

"Benzerlik işte çok mühim değildir," dese de ses tonu sorgular şekildeydi ki Bozoklu da onun cevabıyla konuyu önemsemeden tekrar albaya dönmüştü.

"Biraz dinlenin paşam, yol yorgunusunuz." Albayın sözleriyle Bozoklu bakışlarını kısa bir an Emir ve bana çevirip ardından Dougal'a döndü. Dougal, yavaşça ayağa kalkarken Bozoklu da yerinde hareketlenmişti. Bozoklu'nun ayağa kalkmasıyla arkasındaki komutanlar ilk defa kımıldayarak bedenlerini oynattılar.

"Odalarınız hazır. Az önce de söylediğim gibi tüm İskoç klanları şu an misafirim. Hepsi sizin gelişiniz sebebiyle oldukça heyecanlandı. Dinlendikten sonra onlarla da akşam yemeğinde tanışmanızı isterim." Dougal bedenini Bozoklu'ya çevirerek söylemişti cümlelerini. Bozoklu kafasını aşağı yukarıya sallarken gözlerim sakallı adama gitmişti ve anında göz göze gelmiştik. Çünkü o zaten bana bakıyordu. Bakışlarımı hemen çekerek diğer komutanlarda gezdirdiğimde ikisinin de hareketsiz bir şekilde beklemeye devam ettiğini gördüm. Adeta robot gibi duruyorlardı.

"Hadi Ahmet Veli paşa gidelim" Bozoklu'nun sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrılıp sakallı adama geri döndüm. Yerinden yavaşça hareketlenirken söyledikleri beni şaşkına çevirmişti.

"Efendim izninizle Tuğra kızım ve Emir oğlumla biraz daha sohbet etmek isterim. İkisi de anne tarafından Müslüman olmalılar, dinimiz hakkında ne bildiklerini merak ederim." Sakallı paşanın söylediği sözlerle rahatsızca yerimde kımıldanıp bakışlarımı albaya çevirdim. Sanırım albay dini hakkında hiç konuşmamıştı. Burada herkes onu İskoç klan beyi olarak bildiği için Müslüman olduğunu dikkat çekmemek için gizlediğini biliyordum. Osmanlı paşalarına da bu bilgiyi vermemiş olmalıydı. Halbuki albay da en az onlar kadar Türk'tü. Ayrıca sakallı paşanın ses tonu doğru gibi çıksa da sanki konuşmak istediği başka konular varmış gibi hissediyordum. Bana olan uzun bakışları ve birine benzetmesi bunu bana düşündürüyordu. Bu işin sonu nereye varacaktı merak ediyordum ancak en ufak bir hata veya yanlışa pay vermemeliydik.

Dougal'ın itiraz cümlesini bastırarak "elbette," diye mırıldanan albayla Dougal'ın kaşları çatılmıştı. Bozoklu çıkacağı için ayağa kalkıp yanımızdan geçerken, "dilsiz misin?" Diye sormuştu Emir'e. Bu ciddi ortamda bile Emir'in yüz ifadesini görüp gülmemek için kendimi gerçekten çok zor tutmuştum. Afallayan ve tedirgin bir ifadeyle sadrazam Bozoklu'ya bakan Emir cevap verememiş, büyüttüğü gözleriyle öylece bakmaya devam etmişti. Bozoklu elini üzülmüş gibi yaparak Emir'in omzuna patpatlasa bile Emir ağzını açıp cevap verememişti. Elimi ağzıma götürerek gülmemi bastırırken, ciddi ifademe dönmem de sakallı paşa aklıma geldiğinde kısa sürmüştü.

Bozoklu, komutanları ve albay çıktığında, Dougal, Emir, sakallı paşa ve ben odada kalmıştık. Adamın ismi Ahmet Veli olsa da sakallı diye düşünmek daha kolayıma geliyordu. Sakallı paşa yerinde oturmaya devam ederken tespihini beyaz cübbesinin içinde bir yerden çıkartmış ve çekmeye de başlamıştı. Tespihinden yayılan hacı yağı kokusu odaya dolunca hissettiğim tanıdıklık duygusu her yanıma yayılmıştı. En fazla 60'larında gösteren adamın tespihine, benim gibi Dougal da bakakalmıştı. Ortamda oluşan sessizlik, sakallının tespihi çekmesiyle devam ediyordu. Dougal bile kendi karakterine göre gelen misafirlere oldukça nazik yaklaşmış ve saygısızlık namına en ufak bir hareket yapmamıştı. Bunun sebebinin onlarla ilk defa iletişime girmesinden sebep olduğunu ve analiz etmekle meşgul olduğunu bilecek kadar iyi tanıyordum. Derin sessizlik, sakallı adamın mırıldanma şeklinde çıkan sesiyle kesildi.

"Sanma şâhım herkesi sen sâdıkane yâr olur

Herkesi sen dostun mu sandın belki ol ağyâr olur

Sadıkâne belki ol âlemde bir serdar olur

Yâr olur ağyâr olur serdar olur didâr olur." Dediğinde ezbere bildiğim Yavuz Sultan Selim'in dizeleri döküldü dilinden. Dudaklarımı ıslatırken devamında söyleyeceği sözleri bekledim. Şu an Emir ve Dougal'ın da bu odada olması bana güç verse de yine de kendimi bir rüyada gibi hissetmekten alıkoyamıyordum. Geçmişe yaptığımız yolculuk bana ilk defa kendini çok net bir şekilde göstermişti. Sanki her şeyin yeni farkına varmış gibi hissediyordum. Sanki ağzımı açsam gelen misafirler gelecekten geldiğimi anlayacakmış, sahtekarmışım gibi hissettiren bir duyguyla sarmalanmıştım. Özgüvenim tepetaklak olmuştu.

"Eski padişahlardan Yavuz Sultan Selim Han söylemiş bu dizeyi. Allah'tan başkasına güvenme demiş, dost sandıklarını düşmanın, düşmanını dost bulabilirsin demiş." Diyerek açıklamaya başladı İngilizce konuşarak. Dougal ve Emir bakışlarını sakallıya dikmiş sadece dinliyorlardı. Emir geldiğinden beri ağzını gerçekten de açmamıştı. "Allah, yoktan var edendir," diye devam eden sakallıyla bakışlarım onda kalmaya devam etti. Sanırım gerçekten de din hakkında sohbet edecekti.

"Ancak her şey onun izniyle hayat bulur. Sizden özel bir isteğim var kral Dougal" sakallının konuyu bağladığı yerle kısa bir an şoka uğradım. Sağ gösterip sol vurmuştu ihtiyar. Bozoklu'dan gizli Dougal'dan bir şey isteyecekti ve bu yüzden benimle din hakkında konuşacağını söyleyip geride kalmıştı. Hem de iki kelime ederek yalancı da çıkmamıştı.

"Elbette," dedi Dougal gözlerini kısarak. O da benimle aynı şeyleri düşünüyor olmalı ki yanımdaki Emir'in bedeni sonunda kımıldanarak kulağıma doğru yaklaştı. Emir, heyecanlı ve titrek bir fısıltıyla, "lan adam az önce Sagopa Kajmer'in şarkı sözünü mü söyledi ben mi yanlış duydum?" Dediği an göz devirip koluna cimcik attım. Gözlerini bana büyüten Emir'e sonra açıklarım bakışları atarak sakallının cümlelerini kaçırmamak için ona döndüm. Yavuz Sultan'ın dizelerini Sagopa bir şarkısında kullanmıştı ve benim kültürlü arkadaşım bunu elbette bilmiyordu.

"İskoçya'da bir adama ulaşmam lazım" diyen sakallı cebinden mühürlü bir zarf çıkararak masanın üzerine koymuştu.

"İçinde aradığım kişilerin eskiden kaldıkları evler yazıyor. İsimlerini bilmiyorum bulabilir misiniz?" Dougal, kaşlarını çatarak zarfa uzandığında aynı anda sakallı adam da elini uzatıp Dougal'ın elini durdurdu.

"Mühimdir" dedi tek kelimeyle. Dougal kafasını sallarken, "araştırırım, bulabilmek için elimden geleni yaparım ancak neden aradığınızı söylemezseniz, bulsam bile size teslim edemem," dedi. Sakallı adam yine sakalını sıvazlarken kehribar renkli parlak tespihi hâlâ elindeydi.

"Aradığım birileri var, bu adam onların yerini biliyor olabilir. Bulduğunuz adama sadece bunu soracağım, zarar asla verilmeyecek" dedi. Konu ilgimi çekse de ağzımı açmadan beklemeye devam etmiştim. Dougal, "O halde hemen birilerini yolluyorum. Ancak bana biraz daha bilgi gerekli" dedi kağıtta yazanları okurken. Adam, kapıdan tarafa dönerek kontrol etti ve tekrar Dougal'a döndü. Bu arada bizi hiç tehlike olarak düşünmüyor olması da tuhafıma gitmişti. Yanımızda rahatça konuşuyordu.

"Adamın Türk olduğunu biliyorum sadece. Takma isim kullanıyor olabilir ancak karısı bir İskoç" dediği an konu daha da ilgimi çekerek yerimde dikleştim. Benim tanıdığım İskoçya'da yaşayan Türk olup karısı İskoç olan sadece tek bir aile vardı. Bakışlarımız Dougal ile kesiştiği an o da aynı aydınlanmayı yaşamış gibi duruyordu.

"Peki onlara soracağınız kişileri ne maksatla arıyorsunuz?" Diye sordu Dougal. Kesin emin olmuştu Brad ve ailesini aradığına ki bunu özellikle soruyordu. Brad ve ailesinin sakladığı şehzadeyi yani aslında öz babamı, tahta geçen padişah abisi idam etmek istiyordu. 25 sene geçmesine rağmen hâlâ mi amaçları buydu? O zaman idam edilmemiş miydi? Yani hâlâ kaçıyorlar mıydı?

"Orası önemli değil, senin vatandaşına asla dokunulmayacak." Diye cevap veren sakallıyla içimde yeşeren umutları bastırmaya çalıştım. Şehzade ve ailesi gerçekten de yaşıyordu. Bu paşa gelmiş burada İskoç kralına onları soruşturuyordu.

"Niyetiniz düşmanlıksa size yardım edilmeyecek. İnsanların hayatını mahvederek sorumluluk alan bir kral değilim ben!" Dougal'ın taviz vermez sesiyle onu daha da sıkıştırıp asıl niyetini öğrenip daha çok bilgi istemesi için sert çıkmıştı. Varlığımı fark ettirip konu dışı kalmaktan korkarak nefesimi bile tutmuştum. Sakallı derin bir nefes alarak bakışlarını tespihe ardından bana çevirerek uzun uzun yüzümü inceledi. Ardından sıkıntılı bir nefes daha alıp tekrar Dougal'a döndü.

"Sadece ülkemden kaçan insanların burada saklandığını ve teslim edilmesini talep etmiştim. Tamam, bu konuşma hiç olmamış sayalım. Kendi yöntemlerimle aramaya devam ederim ben. Sadrazamımı da çok bekletmeyeyim o vakit," diyerek tespihini cebine geri koydu ve ağır adımlarla ayağa kalktı. Dougal'ın imalı bakışları sakallı Paşa’da olsa da cevap vermemiş, benim için onları korumuştu bu sebeple Dougal'a minnet ederek bakarak hafif tebessüm ettim. Aradan kaç sene geçmesine rağmen hâlâ onları öldürmek istiyorlardı. Bu tüylerimi ürpertse de yıllardır yaşadıkları her şeyi merak etmiştim. Akıbetlerini de aynı şekilde.

Sakallının çıkması ve ardından kapının kapanmasının ardından Emir derin bir nefes vererek ayağa kalktı. Volta atmaya başlarken ben de ayağa kalkmış Dougal'a yakın bir sandalyeye geçip oturmuştum.

"Aileni hâlâ arıyorlar Tuğra. Sana söz verdim, eğer yaşıyorlarsa onlardan önce bulacağım" kafamı sallarken bakışlarım Emir'in hareketlerindeydi.

"Neye şaşıracağımı şaşırdım ben. Koskoca sadrazamla aynı odada oturduk az önce!" Emir'in yeni yeni kendine gelmesiyle heyecanının çenesine vurmasına hayretle baktım.

"Abartma istersen Emir, sen aylardır bir krala Hulk diye saçma bir kelime kullanıp dalga geçiyorsun farkında mısın?" Dougal'ın sitemiyle Emir olduğu yerde durarak ellerini beline yerleştirdi.

"Seninle onlar aynı mı Dougal? Adam sadrazam diyorum. Yanındaki komutanları gördün mü? yemin ederim soyumla bir kere daha gurur duydum. Bakışlarıyla adam dövüyorlardı." Emir'in heyecanlı sesiyle yüzü sertleşen Dougal bozulmuş gibi kollarını birine dolayarak göğsünde birleştirdi.

"Biz önemli değiliz onlar önemli yani öyle mi?" Dediği an Emir hızlıca kafasını evet anlamında sallayarak sandalyeye geri oturdu ve yayıldı.

"Ben onların hayatını dinleyerek büyüdüm Dougal'cım yanlış anlama. Bizim için onlarla karşılaşmak nasıl bir durum tahmin bile edemezsin. Beni burada en iyi Melek, Tuğra ve Rob anlar. Sahi Rob ne zaman gelecek?" Dougal duruşunu bozmadan kaşları çatık bir şekilde Emir'e bakmaya devam etti.

"Madem öyle çok övdüğün sadrazamın yanında ağzını neden açamadın?" Allah aşkına neler oluyordu bunlar neyin kavgasına tutuşmuştu.

"O heyecandan. Beni dilsiz sandı ama olsun ağzımı açsam bir şey anlar diye korktum" Emir'e daha sabaha kadar sadrazamın görevini bile bilmediğini yüzüne vurmak vardı ama neyse sonuçta soyumuzu övdüğü için ve ben de aynı onun gibi düşündüğüm için onu bozmadım.

"Zaten bir insanın seni dilsiz sanacağını söyleseler asla inanmazdım" Dougal'ın sesiyle Emir kahkaha atarak, "ben de" diye cevap verdi.

"Bu arada ikiniz de buradayken söyleyeyim. Osmanlı'ların niyeti bizimle anlaşma yapmak ve iyi ilişkiler kurmak. Sizde nasıl oluyor bilmiyorum ancak bizim buralarda anlaşmalar evlilik bağlarıyla oluyor. Onların ne teklif vereceğini bilmiyorum eğer evlilik teklifi yapılırsa klan buna uyacak" Gözlerimi büyüttüğüm an Dougal'la göz göze geldiğimde ağzımı açamadan Dougal konuşmaya devam etti.

"Benim yakında seninle evleneceğimi biliyorlar. Amcamdan öğrendiğim kadarıyla gayrimüslime kız vermezlermiş. Ya bizden bir kızla bağlar birleşecek ki Alanna'yı asla istemediği bir evliliğe zorlayamam ya da bizim komutanlarımızdan biri dinini değiştirip Osmanlı'dan bir kızla evlenecek" Kaşlarımı kaldırırken "belki anlaşmayı evlilik bağı değil de başka bir yöntemle sağlamak isterler?" Diye sordum. Dougal kafasını sallarken devam etti.

"Onu da düşündüm ancak bize toprak vereceklerini asla düşünmüyorum. Osmanlı İmparatorluğu'nu tanımayan insanlar bile bir karış topraklarına bile ne kadar bağlı olduğunu bilir. Ya evlilik durumu olacak ya da onlar çok güçlü olduğu için askeri destek teklifi edecekler. Ancak benim savaşçılarım askeri destek konusunda iyi olduğu için bunu önermeyeceklerini tahmin ediyorum. İş evliliğe gelirse kimler aday olmalı onu da bilmiyorum. Ewan'ın durumu zaten belli. Arthur'a son yaşadığı ihanetten sonra böyle bir şey teklif dahi edemem. Gri pelerinliler İngiliz kökenli olduğu için Osmanlı bunu kabul etmeyebilir. Fran ve Max'in de gönüllerinin dolu olduğunu biliyorum. Alanna'yı önermeyeceğim bile çünkü onun yaşı daha çok küçük. Geri kalan tek bir kişi var" dediği an Emir'le birbirimize baktık aynı anda ve "hayatta olmaz" diye konuştuk yüksek sesle. Aynı tepkiyi vermemizin üzerine Dougal, "tek seçenek Rob diyecektim" dediğinde Emir derin bir nefes alarak arkasına yaslandı ancak Rob kelimesini yeni algılamış gibi yaslandığı yerden geri kalktı.

"Rob'umu mu evlendireceksin yani? Hemde zorla?" Dougal nefesini dışarıya üflerken, "ne zorlası Emir beni dinlemiyor musun? Soracağım. Kabul ederse ve din değiştirirse ancak olur. Onun rızasını almadan böyle bir şey yapmam ancak ondan başka bir savaşçım yok. Üst rütbeli birini aday çıkartmam gerekiyor."

"Bence bu konuyu şimdilik kapatalım. Misafirler önce bir teklifini sunsun ondan sonra düşünür konuşur, Rob'a sorarız." Dediğimde ayağa da kalkmıştım. Aklım Brad ve ailesinde kalmıştı. Onların yanına gidip durumu açıklamam gerekiyordu ve konuşmamız gereken konular da vardı günlerdir.

"Benim biraz işim var," derken kapının kolunu tutmuştum ancak çalışma odasının kapısı aynı anda tıklatılmıştı. Dougal "gel" derken hafif kenara çekildim. Kapı açılıp içeriye daha önce görmediğim bir kadın girmişti elinde tepsiyle. Bakışları direkt Dougal'ı bulurken ardından bana ve Emir'e kısaca bakıp kafasını öne eğmişti ancak yanakları kızarmıştı.

"Size içecek bir şeyler getirdim efendim" diyen hoş sesli kadının kim olduğunu düşünürken kaşlarımı çatmıştım. Kadını daha önce değil kalede, klanda bile hiç görmemiştim.

"Tuğra," diyen Dougal'ın sesiyle bakışlarımı kızdan ayrılıp ona döndüm. Kız hâlâ kapının önünde bekliyordu.

"Blair mutfağın yeni sorumlusu. Fiona'nın eski görevine devam edecek. Blair, hanımın Tuğra" dediğinde Blair denilen kızın kafası kısa bir an kalkmış ve benimle göz göze gelmişti. Hafif dizlerini kırarak eğilirken bana selam vermişti.

"Getir" diyen Dougal'la kız içeriye girerek Dougal'ın masasına yaklaştı. Bardağı masanın üzerine bırakırken Dougal bana hitaben "Sen çıkmıyor muydun?" Diye sordu. Kızdan bakışlarımı ayırırken Dougal'la göz göze geldiğimde hafif tebessüm ettiğini görüp kaşlarımı çattım.

"Çıkıyorum, gel kardeşim" dedim Emir'e doğru ancak cevap gelmeyince kafamı çevirip Emir'in oturduğu sandalyeye baktım, boştu.

Kıkırdayarak gülen Dougal'ın erkeksi sesi odayı doldururken, kız bardaktaki içeceği masaya dökmüştü. Dougal'ın gülüşü kesilirken kız utanarak özürler dilemiş ve masayı temizlemeye başlamıştı. Boynuna kadar kızaran kızla sert bakışlarım tekrar Dougal'ı buldu. Kıza bakmadan ayağa kalkarken hâlâ yüzünde tebessüm vardı. Kızın içeceği masaya dökmesini bile sorun etmeden benim az önceki Emir'e baktığım ve bulamadığım halimle eğleniyordu.

"Seni tanımasam, nasıl bir savaşçı olduğunu bilmesem az önceki halinde şüphe arardım. Emir'in çıktığını bile fark etmedin. Bu kadar mı aklını başından alıyorum sevgilim." Diyerek ve hafif gülümsemeye devam ederek tam karşımda durup ellerini yanaklarıma koydu. Yan gözle kızı izlerken boğazımı temizleyip imalı bir bakış atmıştım fakat Dougal'ın umurunda değil gibiydi.

"Sabahtan beri baş başa kalamadık biraz daha kal" derken ses tonu itiraz kabul etmez düzeydeydi. Kızın işini bitirip tekrar özür dileyip odadan apar topar çıkarken kapıyı ardından kapatmasıyla, Dougal'a haddini tam bildirecekken, dudaklarımda hissettiğim anlık baskıyla tüm beynim pelteye döndü. Dougal, hızını alamadan beni arkadaki duvara doğru yürütüp öpmeye devam ederken, sırtım sonunda soğuk duvara da çarpmıştı.

Öpüşlerini büyük bir açlık ve hızlı hareketlerle yaparken ona ayak uydurmakta hiç zorlanmadım. Elleri bel oyuntumu bulduğunda yavaşça okşayarak kalçamın altına kadar indi. Kalçamın altından tutarak beni hiç zorlanmadan havaya kaldırdığında, bacaklarımı beline sarmıştım. Ellerimle boynuna tutunurken duvara yaslanmış bir şekilde özlemimizi dindirmeye devam ediyorduk.

"Bekleyemeyeceğim Tuğra" Demek için hafif geriye çekilen Dougal, sözleri biter bitmez beklemeden tekrar dudaklarıma kapanmıştı. Nerelere geldik bir anda böyle diye düşünürken anın akışına kaptırmışım kendimi.

"Dougal dur" derken Dougal dudaklarımdan ayrılıp boynumu öpmeye başlamıştı. Derince kokluyor ardından minik öpücükler konduruyordu. İnce derime küçük ısırıklar bırakıp ardından diliyle gezerken tüm kanımın volkan gibi kaynağını hissediyordum.

"Asla ileri gitmem, bu onursuzluğu evlenmeden yapmam ama dayanması o kadar zor ki." Öpücüklerinin arasından konuşmaya devam ederken benim gözüme perde inmeye başlamıştı.

"Duracağım ama biraz daha seveyim seni" Sözleriyle keyifli bir kıkırtı çıktı ağzımdan. Klanda iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık ve misafir akını vardı ve biz burada ne yapıyorduk.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ancak dudaklarımın şiştiğini hissettiğim bir vakit Dougal benden sonunda ayrıldı. İlk defa bu kadar uzun süre öpüşmüştük. Omuzlarından tutunmaya devam ederken ikimizin de yüzünde gülümseme yerini koruyordu.

"Ne işin vardı?" Diye sordu gülümsemeye devam ederek, dağılan saçlarımı düzeltirken. Ayaklarım yere değdiğinde hala elim boynundaydı.

"Brad'lerle konuşacaktım. Paşa'nın onları görmemesi gerekiyor, Ewan'a rica etmiştim. Gidip açıklama yapmalıyım. Zaten günlerdir benimle konuşmak istiyorlardı," dedim Dougal'dan biraz uzaklaşarak.

"Tamam, akşam yemeğinde görüşürüz" dediğinde masasına geçip evrakları eliyle düzeltmeye başlamıştı. "Görüşürüz" derken kapıyı açıp odadan çıkmıştım.

***

Brad'lerin odasının önüne gelmeden önce kendi odama geçip üstüme başıma çekidüzen vermiştim. Diğer katların aksine bizim kaldığımız katta misafirler kalmıyordu. Liderlerin geleceği haberinden sonra Dougal, Brad'leri bizim kaldığımız katta bir odaya taşıtmıştı.

Odanın kapısını tıkladığımda içeriden hiç ses gelmiyordu. Tekrar tıklarken uyuyor olabileceklerini düşünüp geri dönmeye hazırlanırken kapı Brad tarafından açıldı. Beni görünce yüzünde şaşkınlık ardından sevinç okunan Brad, eliyle içeriyi işaret etmişti.

İçeriye adımlarken büyük odayı incelemeye de başlamıştım. Odanın içindeki tuvalet görevi gören kısımdan gelen seslerle annesinin orada olduğunu anladım. Babası Hüseyin ise seccadeyi sermiş yerde namaz kılıyordu. Uzun zamandır namaz kılan birini görmediğim için uzun uzun secdeye varan adamı izledim. Gönlüme dolan huzurla namazlarımı da aksattığımı anımsayarak utanıp, çekimser bir havaya büründüm. Emir benim aksime elinden geldiğince namazlarına devam ediyordu. Brad, düşüncelerimi anlamış gibi sandalyeyi işaret ederken avuç içlerimi elbiseme silerek sandalyeye geçip oturdum. O esnada perdeyle ayrılmış kısımdan çıkan annesi beni görünce tüm yüzü aydınlanacak şekilde gülümsedi.

"Balca, hoş geldin kızım" bana bu şekilde seslenmesi tuhafıma gitse de gülümsemeye çalışıp, "Hoş buldum Eliza" dedim. O esnada seccade üzerindeki hareketlilik ile Hüseyin'in namazının bittiğini anladım. Selamını verdikten sonra kafasını omzundan çevirip benimle göz göze gelince, tekrar önüne dönerek avuç içlerini yukarıya doğru çevirerek dua okumaya başlamıştı. O, duasını yaparken Eliza sandalye çekerek tam karşıma oturmuştu.

"Komutan gelip odadan çıkmamamızı söyledi. Osmanlı'dan askerler gelmişler. Neden geldiler Balca? Seni mi arıyorlar yoksa?" Eliza'nın panik halinde çıkan sözleriyle Hüseyin duasını bitirmiş olacak ki seccadeyi katlayarak kenara koyup o da yanımıza geldi.

"Hayır benimle alakalı değil. Sadrazam, kral Dougal'la görüşmek için gelmiş." Dediğimde Eliza ve Hüseyin bakıştılar.

"Koskoca sadrazam mı çıkıp gelmiş? Demek önemli konular konuşacaklar. Yine de senin burada kalman tehlikeli kızım. O kolyeni görürlerse senden şüphelenebilirler. Babanın imzasını sadrazam ya da danışmanı tanıyabilir. Buradan çıkıp gidebiliriz bildiğim güvenli yerler var" Hüseyin'in sözleriyle gerçekten içten tebessüm ederek elimi elinin üzerine koydum. Benim için endişelenmeleri çok tuhaf bir duyguydu çünkü bu insanları tanımıyordum. Sırf annemin babamın hatırına bana karşı böyle korumacı yaklaşıyorlardı. Zaten onlar için yıllarca kaçak hayatı yaşamış, evlatlarından ayrı kalmış ve sıkıntılar çekmişlerdi. Hâlâ da onlar için uğraşıyorlardı. Aralarındaki bağ ve dostluk çok güçlü olmalıydı.

"Merak etmeyin burada güvendeyim. Ancak sadrazamın danışmanının hâlâ onları aradığını duydum. Dougal'a sizi soruyordu" dediğimde karşımdaki çift tekrar bakışmıştı.

"Hâlâ şehzadeyi mi arıyorlardı?" Brad'in sorusuyla kafamı sallarken Eliza da Hüseyin de tebessüm etti. Hüseyin ellerini dua okur gibi yukarıya kaldırırken, "Allah'ım çok şükür, yakalanmamışlar. Hâlâ saklanıyor olmalılar" demişti. Eliza, gülümseyerek bir anda bana sarılırken kemiklerimi sıkıştıracak kadar içten bir baskı uyguluyordu. Kendini benden çekerken kocasına dönüp ona da bana yaptığı gibi sarıldı. Hüseyin, kendini Eliza'dan çektiğinde bana dönerek elini omzuma koydu.

"Yaşadıklarını öğrendik ya yerin dibine bile girseler bulacağız onları. Yakalandılar bildik. Bu yıla kadar hep öldüler bildik. Ahretliğimi bulup sana kızını getirdik diyeceğim çok şükür" derken Hüseyin'in gözlerinin içi gülüyordu.

***

Brad ve ailesiyle vakit geçirdikçe zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık. Bana ailemi anlatmışlar, yaşadıkları maceralardan bahsetmişlerdi. Ben de onlara kendi zamanımda ki yaşantım hakkında ufak bilgiler vermiştim. Brad hatırladığı kadarıyla bebekliğim hakkında beni utandıracak şeyler söyledikçe hep birlikte gülüşmelerimiz odada saatlerce yankılanmıştı. En sonunda odanın kapısı tıklatılınca kendimize gelmiş ve kapıyı açarak Emir'le karşılaşmıştık. Benim yüz ifademdeki mutluluğu görünce Emir'in de yüzü gülmeye başlamış ve ardından onları tanıştırmıştım. Hüseyin'in kanı Emir'e çok kaynamıştı.

Yemek saati yaklaştığında, isteksizce ayağa kalktık Emir'le birlikte, odadan ayrılmak için adeta zorlanıyormuş gibi hissettim. Günlerdir kaçtığım Brad ve ailesiyle konuşmak, içimde karmaşık duygular uyandırmıştı; pişmanlık ve merak arasında sıkışıp kalmıştım. Aradığım biyolojik aile hakkında birçok detay öğrenmiştim. Örneğin, babamın taht hakkı olduğu halde kendisine iftira atarak idam kararı çıkartan kardeşine hâlâ kin gütmemesi, beni derinden etkilemişti. Annemle babamın görücü usulü evlenmelerine rağmen aralarındaki büyük aşkı duymak, kalbimi ısıtmıştı. Eliza'nın annemle olan benzerliğimiz hakkındaki yorumları, içimi farklı bir duygulara bürümüştü; bu duyguları ifade ederken ikimizin de gözleri dolmuştu. Brad'ın yaptığı çıkışla birlikte, duygusal bir anın ardından sohbetin havası değişti. Emir'in kendi yorumları ise sohbete keyifli hava katıyordu. Eliza'nın gülümsemesiyle, sarayda doğup büyümüş bir kadının köylü hayatına uyum sağlaması hakkında hikayeler dinledik. Hüseyin'in bu yorumu onaylamasıyla birlikte, ailemin derin ve karmaşık hikayesi içinde kaybolup gittim.

Eliza'nın, annemin kahverengi gözlerine kıyasla benimkilerin daha açık olduğunu söylemesi, onun dışında her şeyimizin kopya gibi olduğunu söylemesi ise ilginçti; bu benzersiz detaylar, kim olduğumu daha iyi anlamama yardımcı oluyordu. Hikayelerin içine dalarken, geçmişin izlerini takip etmek heyecan vericiydi. Yıllar boyunca saklanmış aile sırlarını çözmek, kimliğimi yeniden inşa etme sürecinde önemli bir adımdı. İnsanın kendisini birine benzetmeye çalışması çok farklı bir duyguymuş. Onlar anlattıkça o huyum ona, o huyum diğerine diyerek kendi içimde sevinçle doluyordum. Brad'ın ve diğer aile üyelerinin anlattıklarıyla, hayatımın birçok yönünün nasıl şekillendiğini daha iyi anlamaya başladım. Bu anlatılanlar, sadece geçmişimi değil, geleceğimi de şekillendirecekti, biliyordum.

Emir'le birlikte yavaşça odadan çıktık, üzerimizde hala konuşulanların etkisi vardı. Koridor boyunca sessizce yürürken, zihnim hala geçmişin izlerini takip ediyordu. Bu bulanık sularda kaybolmuş gibi hissediyordum, ancak aynı zamanda içimde bir arayışın da kıvılcımları yanıyordu. Geçmişimi anlama ve kimliğimi yeniden şekillendirme yolculuğumun daha yeni başladığını hissediyordum.

Yemek salonuna girdiğimizde, tüm kale misafirlerinin orada olduğunu gördük. Salonun her köşesinde, sohbet eden, yemek yiyen veya bir araya gelmiş insanlar vardı. Türkler, Dougal'ın masasına oturmuş yemeklerini yemeye devam ediyordu. Bizim girişimizle birlikte, dikkatleri üzerimize çekmiştik. Omuzlarımız dik, adımlarımız kararlıydı. İçimizdeki karışık duygulara rağmen, dışarıya güçlü ve kararlı bir duruş sergiliyorduk. Gözlerimizdeki parıltı, içimizdeki güçlü iradeyi yansıtıyor, herkes bize bakıyordu.

Klan liderlerinin yemeklerini bırakıp hızla ayağa kalkmasıyla kaşlarımı kısa bir anlığına çattım. Anlamaz bakışlarım önce yanımdaki Emir'e döndü ancak o da benim gibi kaşlarını çatmıştı. Dougal'ı bulan gözlerim onun masadan kalkıp yanıma doğru adımlamasıyla üzerinde sabitlendi.

Dougal yanımıza gelip elini belime koyarken, ayağa kalkmış adamlarda ve kadınlarda bakışlarımı gezdiriyordum. Ben gelince herkesin ayağa kalkması beni afallatsa da Dougal'ın belimdeki eli beni sıkı sıkıya tutmuştu. Ayağa kalkmayan sadrazam, yemeğini bırakıp kafasını hafif eğerek selamlamakla yetinmişti. Komutanları benden tarafa bakmasa da sakallı Paşa diğerlerinin aksine beni görünce yüzümden başka bir yere bakmıyordu. Araştırır bakışları yaşlı gözlerinde daha belirgindi ve bu durum, onun son konuşmasından yani ailemi aradığını söylemesinden sonra canımı sıkmaya başlamıştı.

"Kraliçelerini selamlıyorlar. Misafirler gitmeden düğünümüz yapılacak seninde izninle sevgilim." Dougal'ın kulağıma doğru fısıldadıklarıyla gözlerim sonuna kadar açılarak bakışlarımı Paşa’dan ayırıp yönümü ona çevirdim. Benim yüzümde şaşkın bir ifade olsa da Dougal'ın ki son derece keyifliydi.

Elini bana uzatmış elini tutmamı bekliyordu...

❤️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%