Yeni Üyelik
62.
Bölüm

62. Bölüm

@ebrumelek

Keyifli okumalar 💐

Uzattığım elimi, Dougal'ın avuçlarının arasına koyarken, salonun içindeki kalabalık bizi bir perde gibi ayırıyordu. Dougal'ın evlenme teklifini kabul ettiğimde, bu kararın birkaç gün sonra gerçekleşeceğini henüz bilmiyordum. Ancak o an, hiç tereddüt etmeden "evet" demiştim. Şimdi bile, bana "birazdan evlenelim mi?" diye sorsa, yine aynı şekilde kararımı verirdim. El ele masaya doğru yürürken, Emir bir adım arkamızdan takip ediyordu. Türk liderler bizim masamızda otururken, diğer liderler ayakta beklemeye devam ediyordu. Dougal sandalyemi çekerken, çoğu lider şaşkınlıkla bakıyordu ama tepki gösteremeden oturmamızı bekliyorlardı. Sandalyeme oturduğumda, Dougal klan liderlerine işaret verdi ve salonun içindeki hareketlilikle birlikte herkes gürültülü bir şekilde yerine oturdu.

"Tekrar tebrikler, Büyük Dougal. Ebedî birleşmenize tanıklık etmek için misafirliğimizi birkaç gün daha uzatacağız," dedi Bozoklu, beni hiç muhatap almadan doğrudan Dougal'a hitap ederek. Gözlerimi ondan alamadan, Bozoklu kafasını kaldırdı ve yine bana bakmadan konuşmasına devam etti.

"Kendinize çok uygun bir eş tercih etmişsiniz," diye devam etti Bozoklu, gözleri Dougal'a döndü. "Eşinizin damarlarında Türk kanı da olduğunu bilmek ayrıca mutlu ediyor beni. Her ne kadar yıllarca topraklarımızdan uzakta yaşamış olsa da, annesinden mutlaka bir şeyler almış olmalı. Bu sebeple kendimi kız tarafı olarak görüyorum. Kralının sözünden çıkmadan sizi ömrünüz boyunca mutlu edeceğini söyleyebilirim. Gördüğüm kadarıyla davranışlarıyla da tam bir leydi kendisi. Mutluluğunuz daim olsun" Bozoklu'nun sözlerini duyan salonda oturan kendi savaşçılarımız arasında kısa bir an hareketlilik olmuştu. Bakışlarımı savaşçılara diktiğimde, gülmemek için kendilerini zor tuttuklarını gördüm. Ancak benim bakışlarımı görüp anında yerlerinde dikleşerek ciddi bir ifadeye bürünmeleriyle dudaklarım iki yana kıvrıldı. Bakışlarımı savaşçılardan çekip tebessüm etmeye devam ederek Bozoklu'ya döndüm.

"Gelinim, başıma gelebilecek en büyük şansımdır. Onun kadar sakin mizaçlı biri daha yoktur dünyada," dedi Dougal, hafif bir imalı gülümsemeyle cümlesini kurarken. Masanın altından ayağına hafifçe dokunduğumda tek kaşını kaldırdı. Yapmacık bir tebessümle Dougal'a bakıp göz göze geldiğimizde, elini uzattı ve masanın üzerinden elimi tuttu. Herkes yemeğine devam ederken, sakallı paşa olanca dikkatiyle bana bakıyordu. Onun gözlerinin üzerimde olduğunu bakmasam da hissediyordum. Açıkçası, o adamdan, Bozoklu'dan bile daha çok çekiniyordum. Muhtemelen Eliza'nın anlattıklarına göre beni anneme benzetti ve hâlâ onları öldürmek için arıyorlardı. Dikkatini çektiğim kesindi, ama babamın Kurt klanı lideri olması şüpheleri üzerimden biraz olsun alıyordu.

"Hazır evlilik konusu açılmışken aramızdaki bağları da güçlendirmek isterim Büyük Dougal. Leydi Tuğra..." Dediğinde kısaca albaya bakıp yüzünü buruşturup, "Tuğra diye seslenmek garip gelse de leydi Tuğra, anne tarafından Türk olsa da daha sağlam temeller atmamız çok daha iyi olacaktır. Sevgili kız kardeşine talibiz." Bozoklu cümlesini bitirdiğinde masada bizim tarafımızda derin bir sessizlik oluştu. Masanın bir ucunda oturan ve geldiğimden beri bana bakıp gülümseyen Alanna'ya döndüğümde, yüzündeki tüm kanın çekildiğini ve suratının korku dolu olduğunu gördüm. Ona karşı kırgın olsam da bu ifadesini görmek beni de üzmüştü.

"Kız kardeşim henüz küçük sadrazam. Bir evliliğin sorumluluğunu yerine getiremez!" Dougal'ın sözleriyle Alanna derin bir nefes alarak titreyen elleriyle çatalına yeniden uzandı. Ancak Bozoklu'nun sözleriyle ısrarcı olacağını anlayıp çatalındaki yiyeceği ağzına götüremedi.

"Gördüğüm kadarıyla yeterince büyük. Ondan çok daha küçük yaşta evlilikler yapılıyor biliyorsun. Ona uygun genç bir komutan tanıyorum." Buna her ne kadar sonuna kadar karşı olsam da bu zamanda maalesef böyle oluyordu. Kadınlar hatta erkekler küçük yaşlarda evleniyorlardı. Zamanın şartlarına göre Alanna, evde kalmış denilen yaşta sayılıyordu.

"Onun eğitimine devam etmesini istiyorum." Dougal'ın tek cümlelik cevabıyla Bozoklu şaşırsa da ifadesini bozmamaya gayret gösterdi. Kafasını bir kere sallarken, "O vakit başka kardeşin olmadığına göre uygun bir komutanın ile kızımı evlendirmek isterim. Tabii şartlarımızı önceden konuşmamız gerekiyor." Sohbet Dougal'ın beklediği şekilde ilerlerken buna şaşırmış gibi yapmayı iyi beceriyordu. Kaşlarını kaldırırken Bozoklu onu köşeye sıkıştırmış gibi keyifle arkasına yaslanarak bakışlarını kısa bir an masada komutanların üzerinde gezdirdi.

"Adetlerimizi az çok biliyorsunuz Büyük Dougal. Pozisyonu uygun bir komutanınla düğününden sonra bir görüşme ayarlayalım. Şartları o da kabul ederse biricik kızımla hem bizim hem de sizin inancınızda bir nikah kıyalım.

"Uygun komutanım şu an klanda değil. Düğünden önce burada olacaklar. O zaman bu konuyu tekrar konuşalım" Dougal'ın cevabıyla Bozoklu kafasını sallarken yan tarafına dönerek sakallı Paşa’yı kontrol etti. Sakallı paşa bana bakarken anında gözlerini çekip Bozoklu'ya döndü.

"Ahmet Veli, çocuklarla sohbetin nasıl geçti?" diye sordu. Sakallı adam, bizle sohbet etmek yerine 25 sene önceki davayı hâlâ güttüğü için konuşma fırsatı bulamamıştık. Arkama yaslanıp ne cevap vereceğini merakla izlerken, sakallarını sıvazlayarak bakışlarını bana çevirdi.

"Hoş bir sohbet oldu paşam" tek kaşımı kaldırırken dikkat çekmemek için ağzıma bir patates atmıştım.

Bozoklu memnun bir ifadeyle kafasını sallarken, yemeğimin sonuna da gelmiştim. Çatalımı kenara bırakıp çaktırmadan bakışlarımı tüm salonda gezdirdim. Klan liderleri kendi aralarında sohbet havasında olsa da bakışları bizim masada oyalanıyordu. Türkler'in ilk geldikleri âna göre daha rahat duruyorlardı. Dougal'ın çoğuyla görüşebildiğini ve hepsine ilk başta Emily, Fiona ve Zack diye bildiğimiz adam hakkında bilgi edinmeye çalıştığını öğrenmiştim. Gri pelerinliler hâlâ klanın dışında iz peşinde olsalar da onların çoktan izini kaybettirdikleri belliydi. Kendileri çıkana kadar onları bulacağımızı sanmıyordum. Zaten canlarını seviyorlarsa çoktan İskoçya topraklarından çıkmış olmalılardı.

"Anneniz hangi şehirde yaşıyordu leydim?" Sakallının sesiyle bakışlarımı albaya çevirip kısa bir süre oyalanıp sakallı paşaya dönmüştüm. Adam pes etmiyordu. Eee içine doğuyorsa demek ki! Albay, kaşığını tabağının kenarına koyarken "Edrene," diyen albayın sesiyle bakışlarımı sakallıdan kaçırmadan bakmaya devam ettim. Sakallı paşa arkasına yaslanırken, "kızınız kendisi cevap verebilir, öyle değil mi?" Diye sordu. Boğazımı hafif temizlerken Emir'in masadaki varlığı hareket ederek sakallının dikkatini çekti.

"Küçük yaşta orada yaşadıkları için Osmanlı hakkında pek bilgiye sahip değiller paşam" albayın cevabıyla sakallı bir ben de bir Emir'de gözlerini gezdirirken, Bozoklu'nun sohbet ilgisini çekmemiş gibi konuyu değiştirmesine ve ardından "Tüm İskoçya klanlarını ve İngiltere elçisini gördüm. Ancak Galler temsilcisi burada değil. Aranızda bir sorun yoktur umarım" demesiyle sıkıntılı konu da kapanmıştı. Bakışlarımı kaldırmasam da Dougal'ın cevabını bekleyerek yerimde dikleştim. Dougal, gayet sakin bir ifadeyle Bozoklu'ya dönerek, "aksine aramızda yeni yeni ilişkiler gelişiyor. kral William'ın ölümünden bizi sorumlu tutmadığını biliyorum. Kuzeni, eski İngiltere kralı William ile pek anlaşamadıklarını tüm dünya biliyor ne de olsa. Galler için benim de farklı planlarım var." Dougal'ın cevabıyla merak beni iyice esir aldı. Galler ülkesi 15. yy'da Büyük Britanya'ya dahil edilmişti. Birleşik krallık tahtının kesin veliahtlarına Galler prensi unvanı verilirdi. Normanlar ve Kelt'lerin ilk evi olduğu bilinen Galler'de, önemli kraliyet unvanları da bulunuyordu. Tudor, York, Stuart gibi bilinen hükümdarlardan bazıları, zamanın değişmesiyle bir daha tahta çıkamayacaktı. Galler, İskoçya gibi bağımsız olmaya çalışan bir ülkeydi. Bunun için kendi çapında oldukça direnmiş, bu uğurda yüksek kaleler bile dikmişlerdi ancak antlaşma imzalamaktan kaçamamışlardı.

William'ın ölümüyle tahta geçen Royce Boyd'da aslında Galler prensi unvanı almış oluyordu otomatik olarak. Galler ülkesinde eski kral William'ın kuzeninin yaşadığını da bilmiyordum. Dougal'ın onunla siyasi ilişkileri nasıl devam ettireceğini merakla bekliyordum.

"Kral Dougal, sizin de izninizle askerlerim savaşçılarınızla kaynaşsın. Onlara eşlik ederek savaş tekniklerinizi ben de şahsen görmek isterim" Bozoklu'nun cümlesiyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım.

"Elbette, yarınki düğünüm için hazırlıklara başlamadan sizin için vakit ayırırım" yarın mı? Düğünümüz hemen yarın mı olacaktı? Dougal bakışlarımdan anlamış gibi bana doğru hafif eğilip ses tonunu kısarak, "Evlilik teklifimi kabul ettiğin geceden beri önemli hazırlıkları yapmaya başlamıştım. Elbisene de Alanna yardımcı oldu. Yarına hazır olacak." Dougal'a kalabalığın içinde tebessüm etsem de, düğünün bu kadar erken olmasının şaşkınlığından hâlâ kurtulamamıştım.

"Klan liderleriyle görüşmem gerekiyor. Yemeğiniz bittiyse siz de bize katılır mısınız Bozoklu Murat Paşa?" Albayın sözlerine Bozoklu asil bir tebessümle ayağa kalkarken, "elbette, ondan sonra talim alanına geçeriz. Haydi paşalar" diyerek yanındaki komutanlarına seslenmişti. İki komutan da robotsu bir ifadeyle ayağa kalkarken, bakışları dümdüzdü. Diğer ismi Goltz olan komutan hafif kiloluyken, diğeri çok daha zayıftı ancak etraflarına yaydıkları enerji onlardan çekinmenize neden oluyordu.

Herkes yemek salonundan ayrılmaya başlarken, Dougal'ın elimin üzerine öpücük kondurarak bedenini bana yaklaştırdı. Dougal bana yaklaşırken salondaki tüm gözler şaşkınca bize dönüyordu. Klan liderlerinin eşleri veya yakınları Dougal'ı önceden tanıdıkları için bu tavırlarına şaşırıyor olmalıydılar.

"Gergin misin?" Diye fısıldadı. Dudağımı ıslatırken kafamı hafif yana eğerek kirpiklerimin altından yeşil, derin gözlerine baktım.

"Evet ama mutluyum" dediğimde Dougal'ın dudağının sağ kısmı hafif kıvrıldı. Gözleri kısa bir an ıslattığım dudaklarıma kayarken tekrar gözlerimi buldu.

"Sadrazamın yanında hiç konuşmuyorsunuz? Emir devam ettirip dilsiz numarası yapıyor sanırım. Sizi daha önce bu kadar çekimser görmemiştim, tuhafıma gidiyor. Bu itaatkar halini beğenmedim." Dougal şakaya vuruyormuş gibi gülerek konuşsa da sabahtan beri ağzıma gelen her kelimeyi yutup sustuğum için ben de artık çok sıkılmıştım. Ancak onların dikkatini asla çekmemeliydik, asla...

"Sadrazamın yanında dikkat ediyoruz biliyorsun. Hem kendi durumumuz hem de hâlâ ailemi aradıkları için. Bir de albayın kızı olmam yalanı var ki gelecekten geldiğimizi anlatamayız. Böyle bir bilgi bizden başka birinin kulağına gitmemeli yoksa tüm dünyanın kaderini mahvederiz. Gelen kişi sıradan bir insan değil, Osmanlı."

"Biliyorum sevgilim açıklamana gerek yok, gerginliğin azalsın diye kafanı dağıtmaya çalışıyordum ancak daha fazla strese soktum sanırım." Dougal'ın cevabıyla gülümseyip elimi tutan elinin üzerine diğer elimi koydum.

"Demek bu itaatkar hâlim hoşuna gitmedi!" Dediğimde dişlerimi göstererek sırıtmıştım. Dougal birkaç santim daha bana yaklaşınca aramızdaki mesafe oldukça azalmıştı. Dilini damağında vurarak cık sesi çıkartırken nefesini üfleyerek fısıldadı.

"Kendin gibi olduğunda ne kadar ateşli olduğunu bilsen," diye fısıldadığında gözlerinde parlayan ateşi an be an yakalamıştım. Resmen adamın göz bebeklerinde renk geçişleri olmuştu. Derince yutkunurken kendimi zorla da olsa geri çekmeyi akıl edebildim ancak bunu uygulayamadan yandan bir boğaz temizleme sesi duydum. Dougal'ın büyülü aurasından sonunda kopabildiğimde kafamı yan tarafa çevirdim ve salonda kalan hemen hemen herkesin gizli gizli bizi izlediklerini gördüm. Birbirleriyle sohbet ediyorlarmış gibi yapıyorlar ancak yandan bizi inceliyorlardı. Bizim masamızdakiler artık bu hallerimize alışsa da Emir boğazını tekrar temizleyerek bana salonu işaret etmişti. Yan sandalyemde Dougal'ın hareketlenmesi ile ona döndü bakışlarım.

"Gece konuşmak için odana uğramaya çalışacağım sevgilim" fısıldadığı ancak elbette ki masadakilerin duyduğu sözlerle yanaklarımın içini ısırıp kafamı salladım. Herkes de susacak zamanı bulmuştu şimdi. Dougal'ın yanında Ewan ve Arthur'la birlikte salondan çıkmasının ardından Melek ayağa kalkıp direkt yanıma oturmuştu.

"Dougal kafayı yemiş olmalı. Hemen yarın düğün olur mu? Resmen benden önce evleneceksin Tuğra." Melek'e cevap veremeden Alanna, "abim bir saat önce tüm hazırlıkları başlattı. Mutfak ve tüm klan, yarınki düğün için hazırlanıyor. Klan halkı abimin Tuğra'yla evlenmesini çok istedikleri için el birliğiyle yardım ediyorlar," diyerek konuşmaya dahil oldu. Alanna ile aramızdaki sorunu herkes bildiği için ona sadece bakmakla yetinmemi normal karşılamışlardı.

"Senin vardır tiyatrocu arkadaşların, dikkat et de seni kafalayıp abinin düğününü baltalamasınlar" Emir'in sert sözleri ile Alanna kafasını önüne eğip çatalı boş boş tabakta dolaştırmıştı.

"Ben, hatırlamıyordum özür dilerim," diyerek hızla ayağa kalkıp masadan uzaklaşırken kalbimde kırılan kısımlarda derin bir sızı hissettim ancak gidişinin ardından tepki vermemeye devam ettim. Ben, Melek ve Emir kalmıştık sadece. Salonda oluşan hareketlilik ile bakışlarımı o yöne çevirince, lider eşleri ve kızlarının masamıza doğru yaklaştığını fark ettim. 10 kadar kadın, masamızın önüne gelerek reverans yaparak karşımda durdular.

"Tebrikler leydim" duyduğum sesin sahibine zarifçe gülümsedim. Diğerleri de beni uzun uzun süzüyorlardı. Mırıltı şeklinde aynı sözleri onlardan da duymaya başladım.

"Büyük Dougal'ın evleneceğine hâlâ inanamıyoruz. Anlaşmalı evlilik olduğu söyleniyor ancak gördüğümüz kadarıyla size değer veriyor leydim" ilk konuşan kadın sözlerine devam ederken, onun bakışlarının da diğerlerine göre daha sempatik olduğunu fark ettim. Diğer kadınların ifadelerinde kıskançlık seziyordum.

"Anlaşmalı bir durum hiç olmadı aramızda," derken bakışlarım diğerlerinin üzerindeydi. Emir hâlâ yemek yiyor, çalışanlar boş tabakları topluyordu. Bakışlarım kısa bir an yeni mutfak sorumlusu Blair'i bulunca onun seri hareketlerle tabakları üst üste koymasını izledim. Fiona yüzünden mi bilmiyorum ancak kızın tavırlarını sürekli kontrol etme ihtiyacı hissediyordum.

"Yakından daha güzelmiş," duyduğum Gaelce fısıltıyla karşımdaki benim yaşlarımda ki kıza baktım. Anladığımı belli etmeden benimle ilk konuşan kadına dönerek gülümsedim. Gaelce konuşan kızın konuştuğu diğer kız, yine kendi dilinde fısıldamaya devam etti ancak konuşmalarını dikkat eden herkes duyabilecek yükseklikteydi.

"Tuhaf bir tipi var bence. Buralı olmadığı belli. Cildi aşırı canlı, saçlarının uçları da açık renk. Ellerindeki nasırları görüyor musun? Bence bu kadın çok ağır işlerde çalışmış. Kral bu kızda ne buldu anlamadım." Sözlerin ardından yanındaki kız hafif gülümseyerek, "Bence kesin hamile. Kral o yüzden mecbur kaldı" demişti. Duyduğum sözlerle gülümsemeye devam ettim ancak bana ilk soru soran kadın kendi dillerinde onları uyarma ihtiyacı duymuş olmalı ki onlardan tarafa döndü.

"Kraliçenize karşı bu şekilde konuşmaya utanmıyor musunuz? Siz ikiniz boşuna kıskanmayın kralın leydiye aşkı bizim klana kadar ulaştı" diyerek bana döndü ve mahcup bir şekilde suratını buruşturdu.

"Leydim size saygısızlık etmek istemedik, İngilizceleri pek iyi değil" diyerek kendince durumu kurtarmaya çalıştı. Yandaki kızlar durmayıp devam ederek, "İngilizcem gayet iyi benim. Bu leydi henüz kraliçe olmadı. Hâlâ kralın son anda aklı başına gelecek ve vazgeçecek diye düşünüyorum. Düşüncelerimi söylemek suç mu?" Demişti. Kendi dilinde cevap verdiğinde, benimle ilk konuşan kadın kızgın bir ifadeyle tekrar onlara dönerken, hiç beklemedikleri bir şeyi yaparak onların dilinde konuşmaya başladım.

"Bir insanın kendi düşüncelerini söylemesi en doğal hakkıdır leydim. Ancak bir insan sizin gibi sığ görüşlü ve cahilse, mümkün olduğu kadar ağzını açmamalı" dediğimde konuşan iki kızda şokla gözlerini açmıştı. Benimle ilk konuşan kadın ve diğer herkes de onlar kadar şaşırmış ve çok daha fazla utanmış görünürken sözlerime devam ettim.

"Godard ve Duff klanlarının kraldan istedikleri tüm imtiyazlar bu dakikadan itibaren men edilmiştir. Liderlerinize durumu siz anlatırsınız umarım. Dougal'a, isteklerinizi neden iptal ettiğimi açıklamayacağım çünkü sevdiği kadına ettiğiniz hakaretleri duyarsa cezanız çok daha büyük olur" diyerek yavaşça ayağa kalktım. Kadınlardan "leydim lütfen," gibi sözler duysam da onlara bir daha dönüp bakmadan Emir'e döndüm. Yüzüme karşı dedikodu yapıp asılsız iftiralar bile ortaya çıkartabilecek potansiyelde olmaları, yaptıklarının sonucuna da katlanmalarını gerektirir. Konuştuğumuz konuyu Melek'le Emir anlamamıştı ve merakla bana bakıyorlardı. Arkamı dönerek çıkışa ilerlerken, benimle ilk konuşan kadına dönerek seslendim.

"Leydi Campbell, bana eşlik etmenizden onur duydum" diyerek yoluma devam ettim.

Kapıdan dışarıya çıktığım an yanımda Emir'in bedeni belirdi. Benimle birlikte yürümeye başlarken, "ne konuştunuz bilmiyorum ama laf soktuğunu anladım" dediğinde içten bir şekilde gülümsedim.

"Elbette anlarsın," derken amacım odama çıkmaktı ancak Emir koluma dokunarak beni bahçeye yönlendirdi.

"Dougal, Ewan ve Arthur'a yaptığım baskılar sonucu Rob'u bugün klana getirtmeyi başardım. Az sonra burada olurlar. Connor'un klanında kalan tüm halkla birlikte gelecekler" dediğinde oradaki kadınlarla ayrıldığım gün geldi aklıma. Kendi klanımızın askerlerinin ihaneti yüzünden neredeyse bütün erkeklerini kaybetmişlerdi. Dougal yakında onları bizim yaşadığımız yere yerleştireceğini söylemişti ve düğünümde burada olacaklarına sevinmiştim.

"Bugün güzel haber alma günüm sanırım" derken Emir elini omzuma atmıştı. Bu defa Emir'i kimse hatırlamadığı için kardeşim olduğunu söylemiştik bu sebeple yakınlığımız dikkat çekmiyordu.

Birlikte bahçeye çıktığımızda sur kapısına yakın bir bankta oturduk. Bahçe de kalenin içi de öyle çok kalabalıktı ki insanlar yürürken birbirine çarpmamaya çalışıyordu. Bizim klanın savaşçıları toplu bir şekilde bekleyip nöbet tutuyor, diğer günlerin aksine çok daha temkinli duruş sergiliyorlardı. Rengarenk kıyafetli kızlar bahçenin her köşesinde topluluk halinde yürüyüş yapıyor, süslü tokaları ve kıyafetleriyle salınarak hareket ediyorlardı. Emir ayaklarını öne uzatıp arkasını yaslanırken benim gibi insanları izliyordu.

"Demek evleniyorsun he," derken bakışları karşıdaydı. Bir ayağını öbürünün üzerine atarak kolunu dirseğinden bankın yaslanma yerine koydu.

"Çok mutluyum Emir, öyle böyle değil" dediğimde tüm dişlerimi sergilercesine gülümsüyordum. Dougal'a olan aşkıma en yakından şahit olan Emir'in de ifadeleri benden farksızdı. Bana döndüğünde göz göze gelerek birbirimize uzun uzun baktık. Elini uzatıp bankta duran elimin üzerine pat patlayarak gözlerime bakmaya devam etti.

"Emir," dedim ciddileşerek. Tek kaşını kaldırırken "Dougal'la daha önce konuşmuştuk. Hem onun dininde hem benim dinimde nikah kıyılacak. Hüseyin'den nikahımızı kıymasını rica edeceğim. Şahidim olursun değil mi?" Emir'in söylediğim cümleyle sevindiği yüz ifadesinden belliydi. Elimi bırakıp iki elini omzuma koyarak "iyi günde kötü günde her zaman arkanda ya da yanında olacağım. Sen benim gerçekten de kardeşimsin Tuğra" derken Emir'in gözleri dolmuştu. Onun bu haline şaşırırken benim de çoktan gözümden yaş akmıştı bile.

"Ağlama lan," derken Emir de benimle ağlamaya başlayarak parmaklarıyla seri bir şekilde gözyaşlarını silmeye çalışması çok tatlı gelmişti gözüme. Gülmeye başladığımda hem ağlayıp hem güldüğümü fark ederek daha çok güldüm. Emir, omzunu omzuma vururken burnunu çekerek, "sünnet de olması gerekmiyor mu?" Dediğinde aklıma Dougal'ın sünnet kıyafetindeki hali gelerek büyük bir kahkaha patlattım. Benim kahkahamla bahçedeki birçok göz bize dönmüştü ama umursamadım.

"Hatırlıyor musun Kadir abi Rob'a sünnetsiz diyordu ya aklıma geldi" Emir'in sözleriyle gülmeye devam ederek, "evet bizi kıskanmıştı" dedim.

"Merak etme düğün haberini onlar çoktan öğrenmiştir. Malum tarih onların zamanında çoktan yazıldı. Google amcaya girmek yeterli." Emir'in söylediği tespitle gülmem kesilerek kaşlarım çatıldı. Harbiden bizimkiler her şeyi çoktan öğrenmiş olmalıydılar çünkü bizim geri gelmemiz her şeyi baştan değiştirmişti. Rob'u unutmuş olsalar da bizimle konuştukları her şeyi hatırlıyor olmalıydılar.

"Yani bizim nasıl öleceğimize kadar her şeyi biliyorlar değil mi? Spoiler alamaz mıyız?" Emir'e ters ters bakarken duyduğumuz sesle birilerinin geldiğini anlayarak aniden ayağa fırladım. Benim ayağa kalkmamla yanımdan rüzgar gibi geçerek koşan Emir depar atarak sur kapısına ilerliyordu. Peşinden ben de koşmaya başlarken üzerimde artık alıştığım elbiseleri takılmadan rahatça ilerliyordum ancak şu an bir leydiden ne denli uzak olduğum çoktan bahçede yayılmaya başlamış olmalıydı.

Sur kapısının açılıp Fran, Max ve Rob'un atının ardından gelen kafileyi görünce sevinçten adeta zıplayarak o yöne doğru koştum. Rob, atını son hız içeriye sürerken burnundan soluyan bir tipi vardı. Emir onun önünde durduğunda Rob atını durdurup çevik bir hareketle atlamış ve Emir'le sarılmışlardı. Rob ve Emir sarılırken Rob'un gözleri beni bulduğunda, gözlerinin içinin gülmeye başladığına şahit olup ben de gülümsedim. Onlar ayrıldığında kimseyi umursamadan direkt Rob'un kollarına atlarken belimden tutup beni havaya kaldırmıştı.

"Sonunda ya çekilmiyor sizsiz" Emir Fran ve Max ile de konuşurken bakışlarım kafileye döndü. Eşyalarını at arabalarına yüklemiş kadınlar, atların üzerinde bekliyorlardı. Tüm kafile içeriye girmeye devam ederken çocuk sayısının da hayli fazla olduğunu gördüm. Çocuklar seslerini bile çıkarmadan etrafa korku dolu bakışlar atarak annelerine sarılıyorlardı. Gözlerim daha önce de sohbet ettiğim yaşlı kadını bulduğunda, onun yanına ilerleyerek elimi uzatıp attan inmesine yardımcı oldum. Yere inen kadının göğsüme gelen boyundaki gözlerini kaldırıp benimle göz göze gelmesiyle, elini tutarak "Hoş geldiniz" demiştim. Elimi sıkan kadın gözlerime uzun uzun bakarken, "bize ev açtınız, bizi onların elinden kurtardınız. Asıl biz teşekkür ederiz. Hakkınızı ödeyemeyiz hanımım." Demişti. Elimi kadının omzuna koyduğumda nöbet tutan savaşçılardan en kıdemliye dönerek kadınları işaret etmiştim. Harekete geçen savaşçılar kadınlara yaklaşırken çoğunda tedirgin ve çekimser bakışları yakalamak için uzman olmaya gerek yoktu. Kadınların attan inmelerine ve eşyalarını taşımaya yardım eden savaşçılarla yanımıza ulaşan Ewan'ı görmüştüm. Gelen kafile için halkın yaşadığı bölgede yeni evler inşaa edilene kadar büyük kalemizde kalacaklardı. Ancak şu an misafirler yüzünden kalede neredeyse boş oda kalmadığı için geçici olarak çadırlarda kalacaklardı.

Kadınlarla kısaca sohbetler edip çocuklarla konuşurken yerleştirme işlemi de başlamıştı. Ben de kısa sürede hallolan yerleşme işlemlerinin tüm sürecinde halkın yanında olarak rahat olduklarından emin olmuştum. Her şey bittiğinde Rob'un ve Emir'in biraz ileride bir şeyler konuştuklarını görüp yanlarına ilerlemiştim. Rob hararetli bir şekilde Emir'e bir şeyler anlatırken tam karşısında belirdiğimde Rob susmuştu. Tek kaşımı kaldırırken, "benden gizli neler çeviriyorsunuz" demiştim. Emir ve Rob bakışırken, Rob sıkıntılı bir nefes vererek ayakkabılarına bakmıştı. Emir'e dönüp ne oluyor anlamında işaret yaptığımda omzunu indirip kaldırmış ve Rob'a bakmaya geri dönmüştü.

"Osmanlı sadrazamı gelmiş. Ülkemizde iyi ilişkiler kurmayı amaçlıyorlarmış" Sözleriyle konunun gidişatını anlayarak kafamı salladım ve elimi Rob'un omzuna koydum.

"Bu bir zorunluluk değil Rob. İstemediğin bir şey olmayacak. Dougal sana sadece fikrini soracak" dediğimde göz göze gelmiştik.

"Quany benim reisim Tuğra. Biliyorsunuz ki sadakatim de artık tamamen ikinize." Dedi bir Emir'e bir bana bakarak. "Dougal ise benim hem reisim hem artık kralım. Onun düşünmesi, beni uygun görmesi bile bunu kabul etmem için yeterli. Benim korkum sizden uzaklaşmak" Rob'un sıkıntısının aslında evlilik değil de buradan gitmek olduğunu anlayıp buruk bir tebessüm sundum.

"Dougal'ın bunu kabul edeceğini sanmıyorum Rob. Sadrazama durumu izah edecektir. Kızı, buraya gelin gelmezse bu evliliğe ilk karşı duran ben olacağım zaten. Tabii senin fikrin hepimizin önünde. Sen ne dersen o olacak" Rob, üzerinden bir yük kalkmışçasına nefes verirken Emir, "ulan ben de az önce aynısını söylemedim mi?" Diye alayla karışık sitem etmişti. Rob, bizim zamanımıza geldiği ve sürekli bizimle takıldığı için lan, ulan, he he gibi kendi aramızda kullandığımız bağlaçları da sık sık kullandığı için yadırgamıyordu.

"O zaman yakında ben de evleniyorum gibi gözüküyor," dediğinde Emir'in şaşkın yüzü bir süre donmuşçasına Rob'a bakakalmıştı. Ben Rob'un kabul edeceğini zaten tahmin ediyordum çünkü Dougal'ın isteklerine hayır demeyeceğini biliyordum. Burada insanlar reislerinin isteklerini, kendileri için iyilik olarak görüp itiraz etmiyorlardı ki Dougal halkının iyilik ve refahını gözeten bir liderdi.

"Ciddi ciddi?" Diyen Emir'le Rob kısa bir an kafasını yana çevirip arkasını kontrol etti. Bakışlarım omzunun üzerinden arka tarafına düştüğünde, gelen kafileden bir tane kızın Rob'u kestiğini yakaladım. Rob, kızla göz göze gelince anında kafasını çevirip yüzünü buruşturdu. Emir'in de kızı fark ederek hafif gülmesiyle olaya bir tek ben Fransız kalmıştım.

"Tabi ondan önce şu kız sana nikahı basmazsa!" Diyen Emir'le, Rob huysuz bir ruh haline girerek onun omzuna çarpıp yanımızdan uzaklaşmıştı. Rob giderken bakışlarım tekrar kıza döndüğünde, balık etli olan tatlı kızın eteklerini tutarak peşinden koştuğunu görüp Emir'e döndüm.

"Bu o kız, Rob'un odasına dalan vardı ya!" Emir'in gülerek söylediği sözlerle, huysuz bir şekilde kaçarcasına yürüyen Rob ve ardında koşan kıza bakarak gülmeme engel olamamıştım.

***

"Leydim, düğün salonunda tüm eksiklikler bitti. Gelip kontrol eder misiniz?" Odama gelen kadının sözlerini dinlerken, yatağıma bırakılan gelinliği giyiyordum. Bugün bizim düğünümüz vardı. Düğün merasimi bittikten sonra kendi aramızda dini nikahımız da kıyılacaktı.

"Gelinliği giydim bile," derken kadının bakışlarında gördüğüm beğeniyle aynanın karşısında durdum.

"Hanımım çok güzel olmuşsunuz, melek gibisiniz. Saçlarınıza yardım etmemi ister misiniz?" Saçlarımı kalın örgü yaparak örgüden topuz yapacaktım. Zaten Dougal yeşil renkte küçük yapraklara sahip bir taç da göndermişti.

"Gerek yok teşekkür ederim," derken kadın gülümseyerek odadan dışarıya çıktı. Aynada kendime bakmaya geri dönerken saçlarımı yapmaya başladım. Kırık beyaz, benim zamanıma göre oldukça demode sayılan ancak şu dönemde gördüğüm en güzel elbise; gelinlik, şu an bana dünyanın en harika kumaşı gibi gözüküyordu. Ayak ucuna dek uzanan gelinlik bele kadar dar, ardından hafif bol bir şekilde ayak ucuma kadar uzanıyordu. Göğsü kalp şeklinde ancak orta kısmı aşağıya doğru dekolte olarak açılıyor, açık kalan kısımlar boğazıma kadar tülle örtülüyordu. Boğaz kısmında tülün bittiği yerde inci şeklinde kalın bir boğazlıkla gerdan havası veren gelinliğin asıl ihtişamlı kısmı pelerin şeklinde yine işlemeli tülden oluşan parçasıydı. Tülle kaplı pelerinin omuz kısmında tüy şeklinde püskülleri tam dirsekte bitiyor, el bileğinden itibaren Mclenan klanının rengi olan yeşil renkte yaprak desenleri ellerimi kapatacak kadar aşağıya dökülüyordu. Aynı yaprak desenli yeşil işlemeler kuyruk kısmına da serpiştirilip yürürken yaprakların üzerine basıyormuşum gibi bir görsel sunuyordu. Öğrendiğime göre Dougal'ın annesinin giydiği bu gelinliğe Alanna kendi yorumunu katarak muhteşem bir parçaya evriltmişti. Buraya geldiğimden beri zayıfladığım için bedeni bana tam oturuyordu hatta göğüs kısmı azıcık sıkıyor bile denebilirdi yine de bambaşka biri gibi duruyordum. Mclenan klanının, İskoçya'nın kraliçesi olarak bundan başka hiçbir parçayı daha iyi taşıyamazdım.

"İnanamıyorum," duyduğum sesle aynadan bakışlarımı ayırdım. Saçlarımı da bitirip tacımı takmıştım. Odamın kapısında Alanna, elinde iğne iplik kutusuyla dikiliyordu. Tek elini ağzına götürürken gözleri dolmuştu. Ona kısa bir bakış atarak tekrar aynaya çevirdim bakışlarımı ve elimle etek kısmını düzeltmeye başladım.

"Mil," derken sesi titreyen Alanna yavaş adımlarla bana yaklaşmıştı. Ona bakmamaya devam ederken önlerden çıkardığım ince tutam saçlarımı elimle çevirip bukle olmasını sağlıyordum.

"Tuğra ben gerçekten özür dilerim. Bilmiyordum, hatırlamıyordum. Bu sana kötü davranmamı gerektirmez elbette ancak seni tanımıyordum. Bir de Nina'nın senin için söylediği sözler vardı ki inanıp hata yaptım. Tekrar özür dilerim." Bakışlarımı aynadan Alanna'ya çevirirken bedenimi de ona döndürdüm.

"Bana inanman için her şeyi yaptım Alanna. Seninle ilgili kimsenin bilmediği şeyleri bile söyleyip seni ikna etmeye çalıştım. Sana hep sevgiyle yaklaştım. Şimdi senin yaptığın gibi sürekli seninle konuşmaya çalıştım ancak sen beni dinlemedin. Dinlediğin zamanlarda da dikkate almadın. Kalbimi çok kırdın"

"Biliyorum," derken dayanamamış gibi kendini yakınıma atarak gelinliğin tülünden kolumu tutmuştu. Dolu dolu mavi gözleri hafif kızarmıştı. Yanakları ve dudakları da kızarmaya başlamıştı ki ağlamak üzereydi.

"Biliyorum, hata yaptım lütfen telafi etmeme izin ver. Seni çok seviyorum Mil. Sen benim tek ve ilk arkadaşımsın. Seni kaybetmek istemiyorum." Gözlerinden damlamaya başlayan yaşlarla daha fazla dayanamadan ona sarıldım. Kızsam da kırılsam da Alanna'ya kıyamıyordum. Sarılırken Alana daha çok ağlamaya başlayıp burnunu çekince hafif tebessüm ettim. "Özür dilerim," diyerek omzumda ağlarken, elimle sırtını sıvazlıyordum.

"Şii tamam sorun yok üzme kendini artık" derken onu gerçekten affetmiş miydim bilmiyordum ancak daha fazla üzülmesine dayanamamıştım. Kendi içimde duygularımı zamana bırakacaktım. Alanna'nın kalbinin temiz olduğunu biliyordum. Zaten Emily ve Fiona'dan da öğrendiğim kadarıyla Nina'nın görevi Alanna'yı manipüle ederek abisiyle evlenmekti. Alanna da kolay manipüle olabilen bir yapıdaydı.

"Gerçekten affettin mi beni?" Derken omzumdan uzaklaşıp yüzüme bakmıştı ancak kolları hala beni tutuyordu.

"Affettim sorun yok," dediğimde tekrar burnunu çekip gülümsemeye başladığında ben de hafif tebessüm ettim.

"Gelinlik harika olmuş, gözyaşlarımla mahvetmedim umarım" diyerek az önce ağladığı omzuma bakıp eliyle siler gibi yapmıştı. "Sorun yok asıl ben teşekkür ederim gelinlik harika olmuş," diyerek tekrar aynaya döndüm. Alanna yanı başımda gelinliği detaylıca inceliyordu.

"Göğüs kısmından endişeliydim ama oturmuş gibi. Sıkmıyor değil mi?" Derken elini yan göğüs kumaşına götürmüştü. "Saçlarını toplu yapmanı söyleyecektim zaten boyun kısmında gelinliğe bağlı gerdanlıkla toplamak gerekiyordu ancak sen harika bir model çıkartmışsın." Yüzümün renksiz kaldığını düşünüp incelerken Alanna'ya gülümsemiştim. Bu zamana geldiğimden beri makyaj gibi şeyleri hiç merak etmediğim için neler kullandıklarını bilmiyordum.

"Yüzümü renklendirmek için ne kullanmam gerekli?" Diye sorduğumda Alanna iğne iplik kutusunu masanın üzerine bırakarak gülümsedi.

"Ben bir şeyler getirmiştim," derken kutunun kapağını açıp üstteki iğne iplik katını tutup dışarıya çıkardı. Kutunun altında değişik malzemeler vardı. Erkeklerin eskiden kullandığı tahtadan tıraş fırçasına benzer büyük bir fırça gözüme çarptığında diğerlerinin ne olduğunu anlamadım. Alanna küçük bir kutunun kapağını açınca içinden siyah bir boya çıktı. Başka bir kutuda da kırmızı bir boya vardı.

"Bunlarla yüzünü renklendireceğiz," diyerek gülümseyen Alanna, eline büyük tahtadan fırçayı ve diğer eline de bebek pudrasına benzer bir şey almış bana doğru geliyordu. Gördüğüm şeylerle kahkaha atıp geri adım atarken ellerimi havaya kaldırıp "dur dur yaklaşma onlarla bana," demiştim. Alanna bu tepkime gülüp sanki makyajı sevmediğim için itiraz ettiğimi düşünmüş olacak ki, "Bu senin düğün günün Tuğra. İskoçya'nın kraliçesi ilan edileceksin. Elbette yüzünü renklendirmen gerek itiraz yok" diyerek baskın bir sesle üzerime gelmeye devam ederken yatağımın kenarına bıraktığım, buraya gelirken getirdiğim valizime doğru yürüdüm. Alanna, bebek pudrasına benzer şeyle üzerime gelirken çantanın fermuarını açarak Alanna için getirdiğim makyaj malzeme çantasını dışarıya çıkardım.

"Tamam renklendireceğim ancak onlarla değil, asla!" Derken gülüyordum. Alanna kaşlarını çatarak elimde tuttuğum küçük çantaya bakarken fermuarını açıp makyaj malzemelerini masanın üzerine döktüm. Bir sürü şey getirmiştim. Rob ve Emir ile alışverişe çıktığımızda en güzel ve kaliteli malzemeleri Alanna'yı düşünerek almıştım. O zamana buraya geri döneceğimden emin olamasam da alışveriş sırasında Alanna'yı düşünmüştüm.

"Ben bunları senin için almıştım. Birlikte deneyip eğleniriz falan demiştim işte ancak sana veremedim" derken kapatıcıyı da masanın üzerine bıraktım. Diğer büyük makyaj çantasında rujlar ve bakım kremleri vardı. Hatta kasada bu malzemeleri gören Emir, "yuh bir senelik açığı mı kapatıyorsun" diyerek söylenmişti.

"Bunlar ne işe yarıyor," diyen Alanna çoktan hepsini tek tek eline alıp incelemeye başlamıştı. Jelatinleri hâlâ üzerinde duran malzemelere merak dolu gözlerle bakıyordu. Serumlardan birini gösterip sırayla hepsini anlatmaya başladım. Alanna, dünyadaki en ilginç şeyi anlatıyormuşum gibi ilgiyle beni dinlerken gözleri heyecandan parlıyordu. Malzemelerden birkaçını açıp uygulamalı olarak gösterdiğimde ise küçük dilini yutmuş gibi cildime bakıyordu.

"İnanmıyorum, cildin zaten çok güzeldi fakat şimdi inanılmaz canlı duruyor," diyen Alanna hevesle malzemelere bakıyordu. Farklı bir süngerle onun cildine de işlem yaparken ikimiz de gülüşüyorduk. Tıpkı aramızda hiçbir sorun yaşanmamış gibi olmamız benim de çok mutlu olmamı sağlamıştı.

İşlemler bittiğinde çok hafif tuttuğum makyajıma son kez aynadan baktım. Dudaklarıma toz pembe rengi, belli bile olmayan bir ruj uygulamış, kirpiklerime de tek kat rimel sürmüştüm. Bu bile aşırı etkili olmuştu gelinliğin yanında. Malzemeleri toplarken makyaj çantasını alıp Alanna'ya uzattım.

"Hepsi senin ancak bittiklerinde kutularını yakmayı unutma" dedim. Alanna çekinerek bakmaya başlarken çantayı eline uzatıp zorla tutturdum.

"Bunlar sende kalsın Tuğra ben tek beceremem. İstediğim zaman gelirim birlikte yaparız" derken malzeme çantasına bakarak konuşmuştu.

"Bende birkaç şey var yeter bana. Zaten kullanmıyorum Alanna biliyorsun. Kullanmam gerektiği zaman sana gelirim merak etme" dedim gülerek.

"Abim seni görünce bu makyaj malzemelerinin üretimini bile yaptırabilir haberin olsun. Gerçi senin yüzüne inek boku bile bulaşsa beğenir o" dediğinde kahkaha atmıştı. Kaşlarımı çatarken betimlemesini hayal ederek yüzümü buruşturmuştum.

"Son olarak," derken kendi çantama yaklaşarak parfümleri karıştırmaya başladım. Alanna'ya dönüp üzerindeki zarif yeşil elbisesine bakarak, "Bu elbiseyle katılacaksın değil mi?" Diye sordum. Alanna kafasını sallarken parfümü çıkartıp Alanna'nın üzerine iki fıs sıktım. Odaya yayılan kokuyla derin bir nefes alan Alanna geniş bir kahkaha sunmuştu.

"Bizdeki kokulara bin basar bu Tuğra. İçinde neler var bayıldım" demişti. İçinde ne olduğunu ve yapımını gerçekten bilmiyordum ki. Parfümün arkasındaki yazıları okurken ben de başka bir parfümden üzerime azıcık sıkmıştım.

"Herkes kokumu sorup duracak. Meraktan çatlayacaklar" diyen Alanna hâlâ eğilip parfümü kokluyordu.

Kapının tıklatılması ile koklamaya bırakıp kapıdan tarafa döndü. "Gel" dediğimde kapı açılıp içeriye Emir, Rob ve Melek girdi. Hepsi o kadar şık olmuşlardı ki tek tek inceledim. Onlar da beni boydan boya inceliyordu.

"Oha, çok güzelsin" Emir'in bile bayıldığı gelinliğime tekrar bakarak genişçe gülümsedim. Melek hızla gelip kollarıma atlarken ben de ona sarıldım. Emir, hemen arkasında gelmiş, Alanna'ya bir kere bile dönüp bakmamıştı. Alanna sessizliğe bürünmüş kaçamak bakışlarını Emir'e yolluyordu.

Melek'ten ayrılıp Emir'le sarılmadan önce eğilip alnımdan öpmüştü. Kıkırdarken "gel buraya" diyerek sıkıca boynuma sarılmıştı. Kafamı göğsüne yaslarken yüzümün beyaz gömleğine değmemesine özen göstermiştim.

"Sen bu kadar güzel miydin ya? Bana bak Tuğra çişin yok değil mi?" Emir'in sorusuyla kaşlarımı çatarak ondan ayrıldım. Yüzüne baktığımda ciddi bir ifadeyle bana bakıyordu. Anlamadan kaşlarımı çatmaya devam ederken aklıma gelenle bir anda kahkaha attım.

"Hayır yok korkma bir şey olmayacak," derken uzanıp yanağından öpmüştüm.

"Sen yine de o işi hallet de başımıza bir şey gelmesin. Bu kadar mutluluk korkuttu da beni," Emir'in kaşlarını oynatarak söylediği sözlerle gülümserken bakışlarım hâlâ kapının girişinde bekleyen Rob'a kaymıştı.

"Dougal tüm önlemleri aldı merak etme" diyerek bakışlarımı Rob'tan çekmeden ona doğru yürüdüm. Tam karşısına geldiğimde hafif eğilip başını önüne eğdi.

"Sizin adınıza çok mutluyum hanımım" Rob'un sözleriyle tekrar kaşlarımı çatarak elimi çenesine koyarak kafasını yukarıya kaldırdım. Göz göze geldiğimizde kızgın bir şekilde bakarak, "Bu ne resmiyet Rob? Sen benim dostumsun" dedim inanamazcasına. Rob hafif tebessüm ederken, "Biliyorum yine de seni hakkettiğin şekilde selamlamak istedim Tuğra," demişti. Omzuna hafif vururken ayağa kalkan Rob'a da yaklaşıp sarıldım.

"Her şey hazır birazdan seni çağırmaya gelecekler. Albay nerede kaldı?" Emir'in odada volta atıp söylenirken Melek ve Alanna bana yaklaşarak gelinliğimi elleriyle düzeltmeye çalışıyorlardı. Rob, kollarını göğsünde kavuşturmuş, normalde albayın klanının rengi olan kırmızı yerine yeşil kilti tercih etmişti. Üzerinde siyah bir gömleğe benzer ketenden kumaş ile iki tane kılıcı beline takmıştı. Kapı tekrar tıklatıldığında albay, Brad, annesi Eliza ve Hüseyin gözüktü. Brad hariç üçünün de beni gördüğü an gözleri doldu.

"Balca," diyen Eliza hiç durmadan yanıma gelip bana sarılırken arkadan eşi Hüseyin onu uyarırcasına "Eliza üstünü bozacaksın kızın" diye söylenmişti. Eliza'ya aynı onun gibi karşılık verirken bana bu kadar çabuk bağlanmaları ve sevmelerinin hoşuma gittiğini anladım. Onları görünce hiç görmediğim ve tanımadığım biyolojik ailemle aramda bir bağ varmış gibi hissediyordum. Ailemi bilen ve tanıyan tek insanlar onlardı. Onlar da zaten beni kendi evlatları olan Brad'den hiç ayırmıyorlardı. Eliza kolyemi gördüğü andan beri gözünden mutluluk yaşları eksik olmamıştı.

"Tuğra," diyen albaya dönerken "Komutanım," diye seslenmiştim. Albay hafif tebessüm ederken yanıma yaklaşıp elini omzuma koymuştu.

"Dougal benim oğlum. Sen de kızım sayılırsın artık. Zaten herkes seni gerçek kızım biliyor. İkinize de inancım ve güvenim tam. Birbirinizi üzmeyin, her şeyin üstesinden birlikte gelin kızım ki siz bunu çok iyi yapıyorsunuz. Çok mutlu olun" albayın sözleriyle dolmaya hazır gözlerim anında sulanıp içten gülümsedim. Emir'in dediği gibi bu ara gerçekten yüzümüz hep gülüyordu. Hele ben adeta bulutların üzerinde gibiydim.

"Çok teşekkür ederim komutanım" derken bile heyecandan sesimi zor kontrol ediyordum.

"Onların adetlerine göre birlikte kürsüye kadar yürüyeceğiz. Dougal bizi kürsüde bekliyor olacak. Seni ben ona teslim edeceğim. Hazırsan çıkalım mı seni bekliyorlar?" Albayın son cümlesiyle kafamı arkama çevirip dostlarıma gülümseyerek baktım. Emir, Rob, Melek, Alanna bana heyecanla bakıyorlardı. Emir, Melek ve Rob yan yana, Alanna onlardan birkaç adım uzakta bizi izliyorlardı. Eliza ve Hüseyin'de albayın yanındayken Brad benim tam yanıma gelmişti.

"Tuğra," dediğinde bakışlarımı Brad'e çevirdim. Avucunu yumruk şekline getirmiş içinde bir şey tutuyordu.

"Tebrik ederim, harika bir kraliçe olacaksın. Bu senin, artık bende kalmasının bir anlamı yok" avuç içini açarken içinde Brad'e ait olan broş vardı. Her şeyin başladığı o broş... Osmanlı'dan misafirler olduğu için ne olur ne olmaz diye kendi kolyemi çıkartmış ve Emir'e emanet etmiştim. Künyem de gelinliğin altında uymayacağı için ikisini birden vermiştim. O sembolü daha doğrusu benim sembol sandığım aslında babamın imzası olan yazıyı görüp tanıyacak kişiler salondaydı. Hem de sakallı paşanın annem ile benzerliğim oldukça dikkatini çekiyor ve bakışlarını sürekli üzerimde tutuyorken çıkartmak daha mantıklı gelmişti.

"Bu senin Brad" diyerek avucunu elimle kapatarak elini ona doğru hafif ittirdim. Brad, broşu yakasına takacakken elimle tekrar durdurup, "Osmanlı askerleri gidene kadar bu broşu kimse görmese daha iyi olacak" dediğimde aydınlanmış gibi gözlerini açarak broşu cebine koydu.

"Düğüne biz de katılacağız Balca. Seni orada asla yalnız bırakmayız. Kimseyle konuşmayacağız, dikkatleri de çekmeyeceğiz" Hüseyin'in sesiyle bakışlarım Rob'a döndü. Rob bakışlarımdan kastettiğimi anlamış gibi, "Merak etme hep yanlarında olacağım" Deyince rahat bir nefes alarak kafamı olumlu anlamda salladım.

"Dikkat edin, salonda görüşürüz" diyerek albayın koluna girdim. Birlikte odadan çıkarken diğerleri de peşimizden odadan çıkmış bizi takip ediyorlardı. Koridora gelince aşağıdaki büyük salondan gelen müzik sesleri kulağıma doldu. Ezgi şeklinde çalan melodinin yanında keyifli kahkaha ve bardak sesleri de geliyordu. Gelin gelmeden bile eğlence başlamıştı anlaşılan.

Salonun kapısına geldiğimizde savaşçılara gülümsedim. Beni gören herkes bir daha bakıyordu. Gerçekten çok güzel olmuştum. Emir ve diğerleri albayla beni geçerek salonun kapısından içeriye sırayla girerken, albayla ikimiz en arkada kalmıştık. Heyecandan parmaklarımı ritim tutar gibi hareket ettirirken albay elini parmaklarımın üzerine koyarak gülümsedi.

"Sakin ol kızım" dediğinde sevecen bir şekilde gülümsüyordu.

"Çok heyecanlıyım," dedik itiraf ederek.

"Benim bir kızım yok Tuğra ancak olsaydı bile şu an sana söylediğim her şeyi ona da söylerdim. Dougal ile evlenme konusunda eminsin değil mi? Ondan ve kendinden gerçekten eminsen, aklında en ufak bir şüphe dahi yoksa sonuna kadar git. Fakat aklında en ufak bir pürüz varsa sakın öteleme. Aşk, sevgi her şey olduğu kadar hiçbir şeydir de aynı zamanda. Zaman geçtikçe duygular yatışır ve gerçeklerle yüz yüze kalırız. O zaman geldiğinde şu an duyduğun ufak şüpheler, asıl gerçekliğin olacaklar. Bununla yüzleşmeye hazır mısın? Şüphen varsa hemen arkamıza dönüp gidebiliriz?" Albaydan beklemediğim bu cümleler ile şaşkınca bir süre suratına bakarak durdum. Kararsız kaldığımı düşünmesin diye anında kendimi toparladım çünkü Dougal'a karşı içimde en ufak bir şüphe yoktu. Bana bir kere bile saygısızlık yapmamıştı. Beni hep dinlemişti. Beni hatırlamadığı zamanlarda bile bakışlarında ilgi, merak vardı. Kimse için beni üzmemiş, yeri geldiğinde herkesin üstüne koymuştu. Gözü asla dışarıda bir adam değildi. Ne kadar acımasız olsa da klanına, ailesine en önemlisi bana karşı son derece merhametli ve sevgi doluydu. Asla şüphem yoktu. Aşkım zaten anlatılmayacak kadar fazlaydı. O, benim diğer yarımdı, ruhumdu.

"Asla yok" dedim kısaca. Albay anlayışlı bir baş sallayışın ardından kapanmış kapının önünde bizi bekleyen savaşçı Fran'a işaret verdiğinde Fran kapıdan içeriye girdi. Fran girdikten biraz sonra salondaki tüm ses kesilmişti. Hafif bir ezgi çalmaya devam etse de insanlardan hiç ses gelmiyordu. Fran kapıyı aralayıp geri gelirken gülümseyerek önümde hafif eğilip içeriyi işaret etmişti.

"Buyrun kraliçem,"

Albayın kolunda açılan kapıdan ilk adımımı attığımda, yüzümü sabit tutmaya çalışsam da heyecandan çenemin titremesini bile kontrol edemiyordum. Gözlerime bir pus inmiş gibi adeta kör olmuşum gibi hissediyor, çevredeki kimseye dikkat edemiyordum. Tek odağım mihrap, mihrabın arkasındaki iki taht, önündeki rahip ve onun da önünde bekleyen sevdiğim adamdı.

Dougal...

Gelenekleri gereği düğününde kilt giymesi gerekiyordu ve bu gördüğüm en güzel kiltiydi. Beyaz gömleğinin üzerinde çapraz bağladığı klanın rengi yeşil kumaş benim tülümde ki yapraklarla aynı desendeydi. Büyük uzun çizmeleri, belinde parlayan kılıcı, her zaman ördüğü ancak şu an tepeden topuz yaptığı saçları ve açılan alnının altındaki parlayan gözleri...

Boydan boya süzerken albayın kolunda ona doğru yürüyordum. Yanından geçtiğimiz küçük kızlar üzerimize zambak çiçeği atarken çiçeği son anda fark etmiş ancak bakışlarımı bir an olsun Dougal'ın gözlerinden ayırmamıştım. O da benim gibi ayak ucumdan itibaren beni izleyip en son gözlerimde durup derin bir nefes almıştı. Şişen göğsü ve aldığı nefesten sonra sanki daha da alev almış gibi bakan keskin, parlak, yeşil gözleri benim için dünyanın en güçlü mıknatısıydı. Gece sahilde mehtabın ve yıldızların altında yanan kamp ateşi gibi yanan gözleri, elini uzattığında hafif gülümsemesiyle çekikleşerek benim de gülümsememi sağladı. Elimi ben de uzatırken çoktan yanına geldiğimizi anladım. "Sana emanet," diyen albaya bile dönüp bakmamış, bakışmamızı kesmemişti. Sanki burada yalnızmışız gibi hissediyordum.

Ellerimiz temas ettiği an ikimizin de gülümsemesi daha da büyürken, merdivenlerden çıkmaya başladım. Tam üç basamak çıkıp kürsünün üzerinde karşı karşıya dururken salondan büyük bir alkış koptuğunu duydum. Salona girdiğim an da alkış kopmuştu ancak bu daha güçlüydü.

Rahibin sesiyle bakışlarımız aynı anda birbirinden ayrılırken önce Dougal'ın uzun takdimini beklemiştik. Rahip takdimi yaptıktan sonra evlilik töreni de başlamıştı. Bakışlarım kısa bir an salonda dolanırken, Türklerin en ön masada oturduklarını gördüm. Sakallı paşayla göz göze gelirken o elinde tespihini çekerek düşünceli bakışlarla bana bakıyordu. Gözlerimi anında kaçırıp Hüseyin ve Eliza'yı arayan gözlerim Rob'u görünce durdu. Hep birlikte oturuyorlardı. Türklerden oldukça uzakta olduklarını anlayınca derin bir nefes alarak tekrar Dougal'a döndüm. Yeminler edilirken albayın daha önce söylediği sözleri söyledim. Bu nikahın benim için anlamı olmasa da Dougal'a saygımdan sözlerimi bitirdiğimde rahibin, "gelini öpebilirsiniz" dediğini duydum. Dougal bana yaklaşırken kalbim son hız depar atıyordu. Dougal iyice yaklaşıp elini yanağıma koyarken dudaklarımı öpmeye başlamıştı. Elini yanağımda siper edermiş gibi tutması dikkatimden kaçmazken, sol tarafımızda kalan davetlilerin bu anı göremediklerini anlamıştım. Beni dudağımdan öpmemesi zoraki evlendiğini göstereceği için hem öpmüş, hem de bu anı eliyle kapatarak kimseyle paylaşmamıştı. Hoşuma giden bu durumla öpüşürken kıkırdamama engel olamazken ve Dougal'ın benden ayrılacağını beklerken o elini belime atarak beni diğer tarafa eğip öpmeye devam etmişti. Salondan alkış ve ooo nidaları, kadehin kadehe vurulma sesleriyle yarışıyordu.

Dougal benden ayrıldığında tekrar doğrulup göz göze gelmiştik. Bakışları tacıma düşerken, "kraliçem," demiş ve tek dizini kırarak önümde eğilmişti.

♥️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%