Yeni Üyelik
64.
Bölüm

64. Bölüm

@ebrumelek

Keyifli okumalar

🌛

"Esma kızım iyi misin?" Sol tarafımdan gelen sakallının artık tanığım sesiyle Esma'nın tedirgin bakışları benimle aynı yöne döndü. Rob elini kızın belinden çekmemişti ve sanırım kızı tuttuğunun hâlâ farkında değildi. Sakallı endişeli gözlerle yanımıza kadar geldiği an Rob kendine gelerek hızla elini çekti.

"İyiyim Ahmet amca, ufak bir kaza sadece" Esma benimle göz göze gelirken bizim savaşçılar da pazar yerine gelmiş dağınıklığa yardımcı olmaya çalışıyordu. Sakallı bakışlarını etrafta gezdirmeden direkt Esma'ya yöneldi. Sakallı oldukça endişeli tavırlar sergilerken, Esma yavaşça ayağa kalkıp peçesini düzeltmeye çalışmıştı ancak sol elini kaldırır kaldırmaz sesli bir şekilde inleyerek kolunu tuttu. Sakallı Paşa’yla aynı anda kıza yönelirken ben ondan önce kolunu tutmuştum.

"Kolunu şifacıya gösterelim" Dediğimde bakışlarım arkamızda kalan Melek'i aradı. Rob da benim gibi arkasını dönerek 'Angela' diye seslenirken ben kızın kolunu incelemeye başlamıştım. Omzunda sıkıntı var gibi duruyordu. Bu arada Osmanlı'nın yanında Melek'in Türk olduğunu açıklayama cağımız için Angela diye sesleniyorduk.

"Yine aynı yer mi kızım?" Sakallının sesiyle Esma kafasını sallarken gözleri dolmuştu. Sanırım bu kolu daha önce de sakatlanmıştı.

"Şifacıya gerek yok kendi şifacımız bakar" Sakallı konuşurken Esma suratını buruşturmuş ve kötü bakışlarını Rob'a çevirmişti.

"Hayır amca iyiyim geçer birazdan" Sakallı Paşa'yla oldukça yakın olduklarını fark ederek şaşırdım. Esma şifacı kelimesini duyunca birden kolunu oynatmaya başlamıştı. Ya korkuyordu ya da şifacıya görünmek istemiyordu.

"Bir baksın Esma hatun. Eski merhemden yeniden yapar iyi gelir" Sakallının taviz vermez sesiyle yanımıza gelen Melek bana kısa bir bakış atmıştı. Kafamı sallarken sakallıya dönerek, "arkadaşım Angela bir baksın. Siz isterseniz şifacınıza yeniden gösterirsiniz" Dedim. Esma bir Rob'a bir Melek'e bakarken kafasını sallamıştı. Melek başka onay beklemeden kızın kolunu tutup eliyle ilk müdahaleyi yapmaya başladı. Dokunarak "burası acıyor mu?" Diye sorarak kıyafetinin üzerinden incelemeye başladı. Omuzuna geldiği an Esma derince inlerken Melek kaşlarını çatmıştı.

"Kıyafetini açmam lazım" Dediğinde sakallının yüzü kararırken o daha cevap veremeden Esma'nın sağlam koluna girdim.

"Kaleye gidelim Angela orada baksın" Esma can acısından bana ayak uydururken yine de "iyiyim" Demekten geri durmuyordu. "Burası sizde, o koçu da sağlam bir yere kapatın" Dedim Rob'a seslenerek. Rob kafasını sallarken bize son bir kez bakarak sakallıya döndü. Ona selam verip Emir'lerin yanına ilerledi.

***

Melek ile birlikte onun odasına getirdiğimiz Esma hâlâ "iyiyim benim için vaktinizi harcamayın" diyordu. Melek onu sandalyeye oturturken ben odanın kapısını kapatıp yanlarına ilerlemiştim. Esma kaçamak bakışlarla bana bakarken yüzündeki peçeyi açmış, güzelliğini ortaya çıkartmıştı. Bu kız kadar güzel bir varlık uzun süredir görmemiştim. Adeta insanı büyülüyordu. Rob'a şimdiden acımaya başlamıştım çünkü güzel olduğu kadar sinirli bir yapısı da vardı. Rob'un gözüne de bir bakmak lazımdı ki o yumruk gerçekten sağlamdı.

Esma üzerindeki kıyafetin omuz kısmını çıkartırken pürüzsüz teni de ortaya çıkmıştı. Kolunu Melek'in yardımıyla dışarıya çıkartırken omzunun olduğu bölgede eski bir kırmızılık, kırmızılığın üzerinde de yeni oluşmaya başlamış morluk olduğunu görüp kaşlarımı çattım. Melek yarayı incelerken parmak ucuyla nazikçe dokunarak kaynağı bulmaya çalışıyordu.

"Daha öncede aynısı olduğunu ima ettin. Alttaki kırmızı izler o zamandan mı kalma?" Melek'in sorusuyla Esma kafasını sallarken, "evet, ağaçtan düşmüştüm yine aynı yer acıyordu. Şifacının sürdüğü merhemden sonra böyle iz kaldı." Melek göz ucuyla bana bakarken göz göze gelmiştik. Melek eliyle dokunmaya devam ederken, "merhemden sonra ağrıların azalmış mıydı?" Diye sordu. Dokunduğu eklem yeriyle Esma yerinde irkilip inlerken kendini geriye çekmişti.

"Önce uyuştu ancak sonradan acı şiddetle geri geldi. Kolumu bir daha oynatacağımı bile düşünmüyordum. Bu güne kadar bile hareket ettirdikçe ağrı giriyordu. Şimdi yine aynı yerden yara aldım bir daha asla kolumu kullanamayacağım" Esma cümlesini bitirdiğinde gözleri dolmuştu ancak Melek hafif tebessüm etti şefkatle.

"O zaman iyi haber, kolunu eskisi gibi kullanabileceksin. Merhem yüzünden kalan izler için çözümüm yok sadece" Melek'in sözleriyle Esma dolu gözlerle ve inanamazcasına Melek'e bakarken, "kırık mı?" Diye sordum merak ederek. Melek bana dönerken, "hayır sadece omzu çıkmış. Büyük ihtimal ağaçtan düştüğü zaman da omzu çıkmıştı. Bence yerine tam oturtamamışlar o yüzden sıkıntı yaşamış. Ne merhemi sürmüşler bilmiyorum ancak deriye zarar vermiş. Şifacınız saraydan mı sorumlu?" Melek'in sözleriyle Esma onun rahatlığı karşısında kısa bir an afallasa da kafasını sallayarak, "padişahımızın büyük kız kardeşinin özel şifacısı. Ben sarayın bahçesinde ağaçtan düştüğümde babam padişahımızla bir görüşmedeydi. Büyük hanım sultan beni görüp yardımcı oldu. Kendi şifacısını çağırdı" Esma'nın sözleriyle düşünceli bir ruh haline girdiğimde Melek, "şimdi canın baya bir acıyacak. Omzun boşta, yerine oturturken şu kumaşı ısır" Diyerek Esma'nın ağzına elbisesinin kumaşını koyarak bir an da kızın kolunu kendine çekti. Güçlü bir şekilde çığlık atan Esma'nın yanına gelip önüne düşen saçlarını geriye çekerken "Bitti tamam" Diye seslendim. Esma'nın kısa kısa iç çekişlerinden sonra omzu için bir sargı yapmaya başlayan Melek, kolunu kıyafetine geri sokarken sargıyı da çevik bir şekilde boynundan geçirip kolunu göğüs hizasında sabit kalmasını sağlamıştı.

"Bu sargı bir süre kalsın. Kolun yine eskisi gibi olacak. Sen yine de birkaç gün pek oynatmamaya çalış." Az önceki ağrısına göre yüz ifadesi daha rahat duran Esma kafasını sallarken eliyle omzuna dokunmuştu.

"Teşekkür ederim daha iyi gibi" Esma'ya kafa sallarken ben köşede oturmuş uzun uzun kızı izliyordum. Esma bir anda bana dönerken mahcup bakışlar atmaya başlamıştı.

"Kraliçem, sizi de buraya kadar yordum teşekkür ederim" Hafifçe gülümseyen kıza bakarken ben de hafif tebessüm ettim.

"İyi olmana sevindim." Dediğimde aklımda sarayla ilgili söylediği bilgiler vardı. Melek sıkıntımı anlamış gibi gülümserken "padişahın büyük kız kardeşi sizin için çok endişelenmiş olmalı ki özel şifacısını çağırmış" Demişti. Esma kafasını sallarken sahte bir gülümseme sundu. Tek kaşımı kaldırdığımda Esma'nın sözlerini bekledim.

"Sultan hanım oldukça düşüncelidir," Dediğinde ağzından çıkan her kelime sahteydi. Gözlerim kısılırken Melek'te anlamış gibi konunun üzerine gitmeye devam etti.

"Padişahın kaç kardeşi var ki?" Sanki öylesine sohbet ediyormuş gibi sorduğu soruyla gergin bir şekilde pür dikkat kızı dinliyordum. Esma derin bir nefes alırken sargıdaki kolunu kontrol etti.

"Tam sayısını bilmiyorum. Sarayda yaşayan bir kız kardeşi bir de ablası var. Bir erkek kardeşi de vilayette yaşıyorlar. Zaten bildiğim kadarıyla çoğu erkek kardeşi hastalıktan vefat etmiş. Şu an yaşayanın da çok sağlıklı olmadığı bilinen bir gerçek. Benimle birlikte gelen Ahmet Veli Paşa, padişahın ablasının kocası." Ne, sakallı paşa, padişah Mustafa 'nın ablasının kocası mıydı? Yani benim halamın kocası mı oluyordu?

Melek hastalıkla alakalı merak ediyormuş gibi, "tüm erkek kardeşleri hastalık yüzünden mi vefat etmiş? Salgın mı vardı ülkemizde?" Diye sordu. Esma konudan rahatsız olmuşçasına kafasını bilmiyorum anlamında sallarken "ben de bilmiyorum. Sarayda doğsam da bu konuları konuşmak yakışık almaz" Dedi. Esma tedirgin şekilde konuşarak kaçmak ister gibi ayağa kalkarken önümde zarifçe reverans yapmıştı.

"Tekrar teşekkür ederim. Ahmet paşa beni merak etmiştir" Diyerek odadan çıktı. Melek ile aynı anda birbirimize dönerken tek kaşını kaldırıp "Angela?" Diye mırıldandı.

"Gerçekten mi? Angela ne ya? Senden daha yaratıcı bir isim beklerdim" Diye sitem ettiğinde gülmeye başladım.

"Gayet mantıklı değil mi? Hem yalan söylememiş de oluyoruz" Derken hâlâ gülüyordum. Melek de dayanamayarak gülerken devam ettim.

"Bence dua et de Emir'in insafına bırakmadım. Sırf Ewan'a gıcıklığından komik bir isim bulurdu sana" Dediğimde Melek gözlerini kocaman açtı.

"Ay tamam Angela iyi. Hem aynı anlam zaten" Diyerek omzunu silkelerken gülüşüm yavaşça azaldı ve durdu.

"Esma hakkında ne düşünüyorsun? " Diye sordum. Melek'in bakışları imalı bir hale gelirken.

"Tatlı bir kıza benziyor ancak Rob'u epey zorlayacak biri gibi. Kültür çatışması yaşayacaklar. Biz buraya uyum sağladık ama Esma burada yaşamaya karar verir ve evlilik gerçekleşirse, zor zamanlar geçirmezler umarım. Klan Osmanlı'dan baya bir çekiniyor."

"Sadece klan mı çekiniyor?" Dedim alaycı bir sesle. "Biz dahil tüm dünya Osmanlı'dan çekiniyor" Sözlerimle Melek gülümserken tek omzunu kaldırıp indirmişti.

"Sadrazamla tanışmamız bana hâlâ rüya gibi geliyor. Bazen uyanıp her şeyin bir rüya olmasından korkuyorum. Ewan'ı gerçekten çok seviyorum Tuğra. Bu asla sahip olamayacağım kadar yoğun bir duygu. Tek isteğim hepimizin mutlu olması ve kendi zamanımızı çok etkilememek. Bizim yüzümüzden gelecekte yaşayan insanların zarar göreceğini düşünmek uykularımı kaçırıyor."

"Aslında burada çok büyük bir değişiklik yaptık. Gittiğimizde bu değişimi gördüm Melek. Türkiye dünyanın en güçlü ülkelerinin başındaydı. Topraklarımız çok daha fazla, istihdam, geçim, kültür seviyesi çok daha gelişmişti. Bilime çok daha fazla önem vermeye başlamış tüm dünya. Annemin evine gittiğimizde Rob benim daha önce görmediğim bir mutfak eşyasıyla kavga ediyordu. Gördüğüm teknolojik aletle bozulmaya başlayan sebzeler canlı haline geri dönüyordu. Anneme ne olduğunu sorduğumda bana şaşkın bakışlar attı. 'transmit elbette kızım yıllardır var hatırlamıyor musun?' diye sordu. O kadar sıradan bir şekilde söyledi ki sanki evdeki süpürgeden bahsediyor gibiydi. Ancak biz giderken öyle bir icat olmadığına eminim."

"Transmit mi? Hiç duymadım ben de!" Melek'e kafamı sallarken, "bizim müdahalemiz yüzünden olumlu anlamda değişiklikler epey olmuş." Dedim.

"O zaman şanslıyız" Melek'in yorumuyla düşünceli bir hale gelirken "umarım dünyanın sonunu getirmeyiz" Diye mırıldandım...

***

Esma ve sakallı Ahmet Veli Paşa'nın gelmesinin üzerinden birkaç gün geçmişti. Bugün büyük bir toplantı yapılacak, toplantıda Esma'nın kararı sorulacaktı. Kolunu incittiği günden sonra Rob'la ikisini çarşıda bir sefer tartışırken görmüştüm. Yanlarına yaklaştığımda Esma Rob'a 'korumana ihtiyacım yok yalnız dolaşabilirim' diye bağırıyordu. Rob, yüzünü sinirle sıvazlarken "bak kadın, sana rahatsızlık vermeden arkandan yürüyorum. Biraz susup alışverişini yap!" Diye söyleniyordu. Rob genelde insanlarla tek cümleden fazla konuşmazdı ancak Esma onun sinirlerini zıplatıyor olmalıydı. Onlara çok yaklaşıp aralarındaki tartışmaya müdahale olmadan izleyip, kendi alışverişime geri dönmüştüm. Ancak Osmanlı'nın şu sıralar Rusya ile problemlerinin de başlamasını tahmin ediyordum. Zaten Esma'yı buraya kadar getirdiklerine göre padişah da bu evliliği kesinlikle istiyor olmalıydı. Yani Rob dahil herkes Esma'nın olumsuz cevap vereceğini bekliyordu ancak bence bu toplantı sonucu karar daha önceden kararlaştırılmış bir şekilde olumlu olacaktı.

Toplantı sonunda olumlu da olsa olumsuz da olsa Esma ve sakallı, İngiltere ve İskoçya sınırında Dougal'ın kurduğu geçici Osmanlı yerleşkesine geri döneceklerdi. Bozoklu ile geldikleri zaman Dougal onlar için bir yerleşke kurarak gidiş gelişleri onlar için kolaylaştırmıştı çünkü Osmanlı topraklarına gitmek atla bir hafta civarı sürüyordu, belki daha fazla.

Toplantıya katılacak kişi sayısı fazla olmadığı için Dougal yemekli bir görüşme ayarlamıştı. Yemek salonuna büyük masayı hazırlatmak için mutfağa girdiğimde yoğun bir yemek buharıyla karşılaştım. Yeni mutfak sorumlusu ocağın başındaki kızların işlerini kontrol ediyor, bir yandan sebze doğrayanlara emirler veriyordu. Benim geldiğini henüz fark etmeyen Blair, kendi dillerinde Ana denilen çalışan kıza sertçe konuşurken, Ana küçük yaşının verdiği ürkeklikle sesini çıkartmadan dediğini yapıyordu.

Blair konuşması bitip ellerini beline koyarak arkasını dönerken beni gördüğü an sert yüz hatları anında yumuşayarak elini belinden çekip koşar adım yanıma gelmişti.

"Kraliçem buyurun bir isteğiniz mi var?" Telaşla söylediği sözlerle bakışlarımı ondan çekmezken, "burada neler oluyor?" Diye sordum. Blair, arkasını dönüp Ana'ya küçük bir bakış atarken, "sebzeleri yanlış kesiyorlardı kraliçem" Dedi. Bakışlarım Ana'ya düşerken kafamı sallayarak tezgaha doğru yaklaşıp kestiği sebzelere baktım. Patatesleri büyükçe kesmesi dışında az önceki kadar kızılacak kadar bir durum yoktu.

"Bu mutfak sınırları içinde kimse kimseye bağırıp sesini yükseltemez. Saygısızlık yapmayacaksınız birbirinize. Sen burada yenisin o yüzden bilmiyor olabilirsin, biz burada birbirimize asla bağırmayız. Bilmediğin için şimdilik seni sadece uyarıyorum. Aynı hatayı bir daha yaparsan bu mutfağa adım atamazsın! " Dediğimde Blair'in yüzü kulak uçlarından kızarıp boynuna kadar yayıldı. Bıçağı elime alırken seri bir şekilde patatesi ince ince dilimlemeye başladığımda diğer çalışanlar bu durumı garipsemeden işlerini yapmaya devam ediyorlardı. Ana'ya "sen biberleri yıka" Derken 10 tane patates çoktan bitmişti.

"Kraliçem siz yorulmayın" Blair'in arkadan sesini duyarken bıçağı da kenara bırakmıştım. Birkaç dakikamı alan kesme işleminden sonra diğerlerinin neler yaptığına bakıyordum. Blair'i duymazdan gelip etlerin olduğu tezgaha doğru yürüdüm. Eti marine eden kıza tebessüm ederken kekik koymasını izledim. Bu kız eti pamuk gibi yaptığı için Emir'in favorisiydi.

"Menüde bol salata da olsun." Blair yerine etle uğraşan kıza konuştuğumda Blair koşar adım yanıma gelerek "elbette kraliçem" Demişti.

"Hanımım tatlı çikolatalı olacakmış" Darla gülümseyerek mutfağın bir ucundan konuşup elini beze silerken ben de tebessüm etmiştim. Burada çalışanlarla defalarca oturup sohbet etmiş, çay günleri yaparak dedikodu dinlemiştim Emir'le. Kızlar Emir'e bayılıyorlardı ki çoğu dedikodunun kaynağı Emir'di. Bu sebeple bana Tuğra diye seslenmeleri için defalarca tehdit etmiştim. O zamanlar leydim diyorlardı ancak şimdi hanımım demelerine bir şey demiyordum.

"Emir bugün buraya uğramış sanırım" Derken Darla'ya doğru yaklaştım. Blair bir köşeye geçip iş yapsa da şaşkın bir şekilde bizi dinlediğini biliyordum. Ona önyargılı yaklaşmak istemiyordum ancak bu tavırlarını düzeltmesi gerekiyordu. Bence Fiona'dan sonra mutfağın sorumlusu olması gereken kişi Darla'yken, hiç tanımadığımız bu kızı neden sorumlu olarak Dougal'ın işe aldığını hâlâ anlamamıştım. Yanlış anlamasın diye sormamıştım da.

"Evet uğradı hanımım. Sizden hemen önce gelip yemekleri kontrol etti" Darla'nın sözleriyle ben dahil herkes kıkırdamıştı.

"Bir saate yetişir değil mi her şey?" Diye sorarken burada işim de bitmişti. Menü iyi gözüküyordu.

"Hazır olur kraliçem" Blair'in cevabıyla kafamı sallayıp mutfaktan çıktım.

.

***

.

"Sizinle burada olmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. İki ülke arasında daha güçlü ve daha derin ilişkiler kurma konusunda kararlıyız. Ortak hedeflerin farkındayız ve bu toplantıda bu hedeflere ulaşmak için nasıl işbirliği yapabileceğimizi görüşmek istiyoruz. İki ülke arasındaki ticaret hacmini artırmak, güvenlik işbirliğini güçlendirmek ve kültürel değişimi teşvik etmek istiyoruz. Bu toplantının, iki ülke arasındaki işbirliğini ve dostluğu daha da ileriye taşımak için bir başlangıç olmasını umuyorum." Sakallı Ahmet Veli Paşa'nın sözleriyle masadaki tüm gözler ona dönmüştü. Yüksek tavanlı odanın ışığı, geniş ve ihtişamlı masanın üzerinde yansıyan altın yaldızlı detaylara vurarak bir ışıltı oluşturuyordu. Uzun masanın bir ucunda tüm ihtişamıyla Dougal, hemen yanında ben ve diğer yanında Rob otururken, diğer uç kısımda Ahmet Veli ve Esma oturuyordu. Emir, Ewan, Arthur, Fran ve Melek ile Osmanlı askerleri de masadaydı.

"Ben de iki ülke arasındaki dostluğu ve işbirliğini ilerletmek için burada olduğunuz için mutluyum. Ekonomik işbirliği ve ticaretin geliştirilmesi, bölgesel istikrarın sağlanması ve ortak güvenlik tehditlerine karşı dayanışma gösterilmesi gibi alanlarda birlikte çalışmayı dört gözle beklesem de savaşçılarım ve halkım her şeyin önünde gelir. Rob, eğer bu evliliği istemeseydi, ne olursa olsun bir arada bulunamazdık." Dougal'ın cevabıyla Esma'nın bakışlarının kısa bir an Rob'a döndüğünü gördüm.

"Oldukça sadık bir lidersiniz kral Dougal. Sizi tanıdığım bu kısa sürede şunu söyleyebilirim ki namınız dünyada tamamen yanlış lanse ediliyor. Buraya gelene kadar acımasız bir kralla karşılaşacağımızı düşünüyordum." Dougal duruşunu bozmadan "hakkımda söylenen her şey doğru Paşa. Düşmanlarıma karşı oldukça acımasızımdır," dedi.

Ahmet Veli Paşa, Kral Dougal'ın samimi itirafına karşılık hafifçe gülümsedi. Ardından, tüm masadakilere dönerek şöyle devam etti: "Ancak, dostluk ve işbirliği için yanlış bir zamanda değiliz. İki ülke arasındaki tarihi bağları güçlendirmenin ve gelecekteki işbirliğini sağlamanın vakti geldi. Elbette bu sadrazamımızın biricik kızı Esma’nın bize vereceği cevaba göre şekillenecek. Çünkü öğrendiğim kadarıyla savaşçınız hak dine geçti. Esma'nın kararı bizim için önemli olacak. Ancak inanıyorum ki, Esma da barış ve işbirliği yolunda atılacak adımları destekleyecektir. "

Kral Dougal, Paşa'nın bu sözlerine anlayışla başını salladı. "Doğru söylüyorsunuz, Paşa. Geçmişte yaşananlar geçmişte kalmalıdır. Şimdi önümüzdeki zorlukları birlikte aşmalıyız. Ayrıca Rob benim ısrarımla değil kendi isteğiyle dininizi benimsedi."

Dougal'ın bu sözleriyle birlikte, masadaki tüm gözler yeniden Esma'ya döndü. Herkes, Esma'nın vereceği cevabı merakla bekliyordu. Esma, masadaki tabaklardan kaçamak bakışlarını Rob'a yönlendirdi ve ardından sakallıya dönerek söze girdi. "Onlar bizim isteğimizi yerine getirdiğine göre, ben de onların isteğini yerine getirip burada yaşayabilirim."

Bu sözler, masadakiler arasında bir dalgaya neden oldu. Dougal'ın sınırda bir Osmanlı yerleşkesi kurarak toprağını Rob'a hediye etmesi, Esma'nın kararını etkilemiş gibi görünüyordu. Derin bir nefes alan Emir'in sesi masada yankılanırken, ben de aynı durumdaydım. Hem mutlu hem de mutsuzdum. Duygularımı anlayamıyordum ancak tek istediğim, Rob'un mutlu olmasıydı. Bu zorlu kararın ardından, masadaki sessiz yemek bir süre daha devam etti.

.

***

.

"Dougal, ava ben de gidiyorum" Dougal'ı sonunda yalnız yakaladığımda ilk söylediklerim bunlar olmuştu. Benden böyle bir istek beklemeyen Dougal, yaptığı işi bırakıp çatık kaşlarla bana dönmüştü. Rob evleneceği için savaşçılarla birlikte ava gidecekler, Rob damat olarak avı yönetecekti. Elbette Emir de onlarla gideceği için ben de peşlerine takılmak istemiştim. Hem sakallının klanda olması yüzünden hareketlerime dikkat etmeye çalışmaktan ve antreman yapamamaktan oldukça bunalmıştım.

"Bakma öyle, Emir ve Rob'u yalnız gönderemem" Dediğimde bahanemin saçmalığı yüzünden Dougal istemsiz tebessüm edip tek kaşını kaldırmıştı.

"Terledikleri zaman sırtlarına bez de koyacak mısın?" Dougal'ın dalga geçmesiyle kucağına oturup kollarımı boynuna doladım. Anında burnunu boynuma götürürken "sıkıldım Dougal" Demiştim nazlı çıkartmaya çalıştığım sesimle.

"Misafirler olmasa ben de gelecektim ancak olmadı. Dikkatli olacağına söz ver" Diye fısıldadığında gülümseyerek dudaklarına yaklaşmış ve sözümü söylemeden nefesini çalmaya başlamıştım.

Dougal'ın yanından sonunda ayrılabildiğimde hızla odama giderek kamuflajımı giymiş üzerine de günlük bir elbise geçirmiştim. Dougal'ın yanında fazla oyalandığım için av ekibi ahırların orada ağaç olmuş olmalıydı. Sonunda ahırlara hızlı adımlarla yürürken etrafı inceleyerek Osmanlı'dan birilerinin beni görmediğine emin oluyordum. Yarın sakallı ile Esma, sınırdaki yerleşkeye geri döneceklerdi. Bozoklu işlerini ayarlayıp Osmanlı sarayından yanında birkaç soyluyla birlikte İskoçya'ya gelecekler ve nişan töreni ardından düğün yapılacaktı. Bozoklu'nun geleceği tarih de yanında kimlerle geleceği de henüz belli olmasa da, Esma heyecanla padişahın kız kardeşinin geleceğini düşünerek oldukça heyecanlanmıştı. Anladığım kadarıyla onunla araları çok iyiydi ve Esma'yı kanatları altına alan, - aslında benim öz halam- sayesinde sarayda herkes Esma'ya sultan unvanıyla sesleniyordu. Sakalının eşi olan büyük kız kardeşi pek sevmiyor gibi gelmişti bana.

"Geldim geldim hadi çıkalım hemen," Ahırların orada Emir, Rob, Arthur, Fran ve 10 kadar savaşçıyla birlikte Mclenan topraklarından ayrılmadan bir saatlik uzaklıkta bir bölgede avlanacak, akşam olduğunda da geri dönecektik. Bu aralar sakallıyla çok konuşmamaya çalışsam da arka planda hâlâ Brad'ler hakkında bilgi toplamaya çalıştığı kulağımıza geliyordu. Sonuçta Dougal'ın topraklarında ondan habersiz kuş uçmayacağını tahmin etmesi gerekirken araştırmalarına çekinmeden devam ediyordu. Sakallının ulaşmaya çalıştığı tüm kapıları Dougal da alttan alttan kapatarak onu hep çıkmaz sokağa sürüklüyordu. Halbuki bilse aradığı aile kalede burnunun dibinde, ulaşmaya ve öldürmeye çalıştığı aileden bir üye ise direkt olarak bendim.

"Hayırdır izin mi almaya çalışıyordun kırk saattir?" Emir'in homurdanması ile sinirli sesine karşı gıcık bir tebessüm sunarak omzuna hafif bir yumruk attım.

"Size göz kulak olmam için gitmemi o teklif ediyordu da," dedim sırıtarak. Emir göz devirirken, "çok konuşuyorsun yürü hadi" Demişti. Atıma atlarken kaleye göz ucuyla bakarak diğerlerinin de binmesini bekledim. Ok ve yayın yanı sıra kılıcımı da yanıma almıştım. Arthur'un yolu bilmesi sebebiyle onun önderliğinde yola çıktık.

***

"Yapamayacağım!" Fısıltımla geyiğin yemek yemesini izlerken yayı gerdirip ona doğru hedef almıştım ancak hayvanın gözlerini gördüğüm an oku bırakmaktan vazgeçmiştim.

Vızz, diye yanımdan geçen oktan sonra karşımdaki geyik bir anda yere düşünce yüreğime bir ağırlık çöktü.

"Ne kadar vahşice savaştığınızı gözümle görmesem burada ne işiniz var diye düşünürdüm hanımım. Ne yazık ki siz benim Dougal'dan sonra çekindiğim yegane insansınız" Fran'ın yorumuyla birlikte yanımdan geçip geyiğin yanına doğru ilerlerken Emir ve Rob bizden uzakta birlikte avlanıyorlardı. Başta bir arada kalarak avlanmaya çalışmış ancak kalabalık yüzünden hayvanlar ürkünce ikişerli olarak dağılmış, en çok av kim vuracak diye iddiaya girmiştik. Fran, benimle birlikte aynı grupta olduğu için gaza gelip herkesle iddiaya bile girmişti ancak benim hayvanlara karşı olan tutumum yüzünden saatlerdir bir sinek bile öldürememiştik. Az önce Fran ilk avımızı halletmiş olsa da ben oturup ağlayacak gibi hissediyordum.

"Anlatıldığı kadar kolay değilmiş. Yiyeceğimiz olarak avlasak bile masum olduklarını düşünüp avlayamıyorum." Duygularımı Fran ile paylaşırken o kulağını dikmiş etrafı dinliyordu. Bakışları bana dönerken yüzünde çocuksu bir gülümseme de oluşmuştu.

"Sizin en büyük hayranınız benim. Torunlarıma bile anlatacağım türden bir kraliçesiniz. Hatta bence kraliçe olmak için doğmuşsunuz" Fran'ın sözlerine gülümserken bir şey avlayamayacağıma emin olup yayı sırtıma geri astım. O esnada duyduğumuz ayak sesleriyle Fran'la birlikte bakışlarımız o yöne düştü. Emir ve Rob hızlı adımlarla yanımıza geliyorlardı. Emir beni gördüğü an 'heh işte buradalar' diyerek adımlarını hızlandırmıştı.

"Ne oldu?" Diye sorarken Emir'in yüzündeki telaşlı ifadeye bakıyordum.

"Az önce Dougal haber yolladı. Ahmet Veli Paşa dönmeden önce ava katılmak istemiş. Sözde Rob'un yeteneklerini bizzat görmek istiyormuş. Bunu öne sürdüğü için Dougal itiraz edememiş. Bizim geri dönmemiz lazım buraya geliyorlar. " Of ya bu adam da bir rahat vermiyordu. Hayır yani şekeri tansiyonu falan da yoktu maşallah gezip duruyordu.

"İyi neyse gidelim zaten ben bir şey avlayamıyorum. Klana gidip biraz Alanna'yla otururum" Sözlerimle Emir yüzünü buruştururken Alanna'yla aralarının acayip derecede bozuk olduğunu biliyordum. Emir ona karşı asla yumuşamıyor her gördüğü yerde laf sokup duruyordu. Alanna genelde sessiz kaldığında Emir daha çok üzerine gidince Alanna da karşılık veriyor ve bizim araya girmemize kadar sebep olan bir tartışma yaşanıyordu.

"Rob sen kalacaksın mecbur. Paşa damadının hünerlerini görmek için geliyor ne de olsa" Rob'un yüzü asılırken bu asılmanın sebebini bilecek kadar iyi tanıyordum onu. Ne paşanın gelmesi ne yeteneğini görmek istemeleri canını sıkmıyordu. Şu an kafasına takılan tek şey buradan Emir'le yalnız dönecek olmamızdı kı beklediğim cümle anında geldi.

"Fran, sen de onlara eşlik et gözünü dört aç. Siz de çok dikkatli olun" Emir Rob'un omzuna pat pat şeklinde vururken alaycı bir gülüş dökülmüştü dudaklarından.

"Fran sizinle kalsın bence daha çok ihtiyacınız var. Tuğra ile birlikte olduktan sonra her deliğe girer çıkarız biliyorsun" Rob omzunu kaldırıp Emir'in elini iterken bakışları Fran'a dönmüştü.

"Dougal ne kadar temizlese de ortalık eşkıya dolu. Fran da gelecek nokta." Fran eğlenir bakışlarını benim gibi ikisi arasında gezdiriyordu. Rob konuşurken Rob'a, Emir konuşurken Emir'e bakıp maç izliyormuş gibiydik.

"Gelmeyecek nokta. " Emir Rob'un resmen burnuna girerek konuşmuştu.

"Geliyor,"

"Fran seni korusun Rob, değil mi Fran?"

"Kraliçenle gidiyorsun Fran!... "

***

Emir ile yan yana ormanda uzatmış olduğumuz yolda atlarımızla birlikte klanın yolunu tutmuş geri dönüyorduk. Dougal ve sakallının geleceği istikameti bildiğimiz için yolu hayli uzatmış olsak da hâlâ Mclenan topraklarında ilerlediğimiz için içim rahattı.

"Sapağa geldiğimizde soldan demiştim!" Fran'ın yaklaşık 100 metre ilerimizden bize seslenmesi ile Emir göz devirdi. İnatlaşmayı elbette ki Rob kazanmış ve Fran da bizimle birlikte gelmişti ancak Emir bu duruma gıcıklığına Fran'ın söylediği yola yanlış diyerek tam tersine bizi götürdüğü için kendimizi Mclenan sınırına oldukça yakın bulmuştuk.

"Buradan geri dönüyoruz. Hava kararmak üzere. Bu gidişle ava gidenler bile bizden önce kaleye varacaklar" Söylenerek atımı 180 derece ters çevirip ilerlemeye başladığımda Emir de oflayarak benimle birlikte yön değiştirdi.

"Dönüyoruz Fran bize yetiş!" Emir'in bağırtısıyla kanat sesleri duyarken bakışlarımı kısa bir an gökyüzüne kaldırmıştım. Son ışıkların ufkun kıyısına çekilmesiyle birlikte akşam serinliği bedenlerimizi ısırsa da temiz havayı derince ciğerlerime çekerek ilerlemeye devam ettik. Fran'ın da bize yetişmesiyle sessiz ve hızlı bir ritimde atlarımızı ilerletiyorduk. Yaklaşık 20 dakika daha doğru yönde ilerlerken bakışlarım sol tarafımda ilerleyen Emir'e döndü.

"Emir, birkaç dakika mola verelim" Emir, karşısına doğru baktığı bakışlarını bana çevirirken "hamladın değil mi?" Diyerek bana takılmıştı.

"Ne hamlaması be ihtiyaç molası. Saatlerdir tutuyorum dayanamayacağım valla" Dedim kısık çıkan sesimle. Emir'den cevap beklemeden sağ tarafımda ancak biraz mesafemin olduğu Fran'a seslendim.

"Beş dakika mola verelim atlar da nefeslensin" Dediğimde Fran hiçbir şey sormadan atını anında yavaşlatınca imalı bakışlarla Emir'e dönerek Fran'ı işaret ettim. Atı tamamen durdurup inerken oldukça acele ediyordum çünkü gerçekten çok zor durumdaydım. Telaşımı sonunda anlayan Emir, atımın ipini elimden alarak biraz ilerideki çalılığı işaret etmişti.

"Şuraya git çok uzaklaşma" Gösterdiği yere baktığımda şaşkınca gözlerimi büyüterek olduğumuz yeri işaret ettim.

"Yok orası çok uzak buraya yapayım istersen. Tövbe ya" Diye homurdansam da Emir az önce gayet ciddiydi.

"Başlicam çişine artık varya kalbime zararsınız hepiniz" Emir'in sitemiyle Fran'a çaktırmadan yerimde kıpırdandım. Çok zor durumdaydım. Emir halime bakıp gülerken burnundan nefes vererek homurtuya benzer bir ses çıkarttı.

"Biraz daha salmazsan lakabını çişli kraliçe koyacağım. Tüm dünyaya rezil olacaksın" Emir'e öfkeyle bakıp hızlı adımlarla uzaklaşırken, "salmak ne demek ya ayı mısın? Kraliçe olduk gördüğümüz muameleye bak!" Sözlerime Emir kahkaha atarken sesi de yavaş yavaş kısılıyordu çünkü ormanın içine doğru resmen depar atmıştım. En sonunda tamamen görüş açımdan çıktıklarında gördüğüm ilk müsait yere çömelmiştim. Nasıl olsa kaleye gidince güzel bir banyo yapacağım diye düşünürken işim de bitmiş ve saatlerdir tuttuğum ihtiyacım yüzünden oldukça rahatlamıştım. Yıllarca erkeklerle bir arada bulunmanın tek zorluğunu sadece bu durum yüzünden yaşamış hâlâ da yaşıyordum.

Ellerimi temizlemek için kullandığımız otları ararken, ani bir dal kırılma sesiyle donup kaldım. Etrafı dinlerken nefesimi bile tutmuş, Emir ya da Fran'ın sesini umarak bekledim. Ancak duyduğum ses, onların adımlarına benzemiyordu. Dikkatlice dinlemeye devam ederken, yavaşça çöküp sessiz adımlarla büyük bir ağacın gövdesine yaslanarak beklemeye başladım. Kendi topraklarımızda olmaktan rahatlık duysam da, tuvalet ihtiyacı yüzünden belaya bulaşmak istemiyordum. Bir diğer endişe sebebi ise, Paşa'nın avda olmasına rağmen hâlâ klanda olmasıydı.

Gözüm üç karanlık siluete ilişti ve hemen tanıdık bir düşmanın varlığını hissettim. Gölgeler arasından adım adım yaklaşıyorlardı, ama ben de hazırdım. Adamların yavaş adımlarıyla gelmelerini izlerken yerimi belli etmemek için nefesimi tuttum ve bıçağıma sıkıca tutunsam da kafalarını kaldırdıkları an beni görebilecekleri bir konumdaydım. Karşı karşıya geldiğimizde yüzlerindeki acımasız ifadeleri ve sarı dişlerini seçtiğim adamların ellerinde büyük baltalar vardı. Süper, tam da Rob'un bahsettiği eşkıyaları bulmuş olmalıydım. En azından sayemde klandaki dikenler temizlenecekti. Şu an adamlardan değil de Emir'in dilinden korkuyordum.

Adamların gözlerindeki vahşi parıltıyla beni fark ettikleri an yavaşça ayağa kalkıp yerimde doğruldum. Baltayı tutan adamın yüzünde şaşkın heyecanı gördüğümde avını bulmuş avcı edası uyandırmıştı. Ancak sandığının aksine, ben asla av olmazdım...

"Vay vay," Diye Gaelce konuşmaya başladı baltalı olan.

"Bu ormanda yalnız bir küçük kız." Yine küçük kız demeleri yok mu! Adamın sözlerine diğer ikisi gülerken bana attıkları iğrenç bakışlarla resmen ağızlarının suyunun aktığını görmüştüm. İğrenç bir ifadeyle bedenimi süzerek kendilerince değer biçer gibi bakıyorlardı.

"Siktirip gidin" Dedim gür bir sesle. Birkaç dakika içinde Emir ve Fran burada olurdu. Büyük ihtimal muhabbete dalmışlardı.

"Ne yapmayı planlıyordun yalnız başına burada?" Diyen adama bakamadan bir diğeri söze girdi. "Belki de kaybolmuştur, bu orman bizim topraklarımız leydi." Leydi sözünü bastırırken hepsi kahkaha atmış ve bana daha çok yaklaşmışlardı. Sırtım ağaca dayalı, üç adam da tam karşımdaydı.

Göz devirip daha önce filmlerde görüp dalga geçtiğim replik ağzımdan döküldüğü an kendi kendime de göz devirdim. "Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? " Diye sormuştum elbette. Adamlar birbirine bakıp sarı dişleriyle gülümserken dalga geçer tonda "kimmişsin?" Diye sordu biri.

"Tuğra Mclenan" Dediğim an kahkahaları yine aynı anda çıkıp ormanda yankılandı. Alenen dalga geçiyorlardı. Hayır, belaya bulaşmayacağım diye kendimi tutmaya çalışsam da benden buraya kadardı!

"Ben de Dougal Mclenan güzelim" Baltalı olan kollarını iki yana açarak erkekliğini işaret ederek söylediği sözlerle savaştan önce dudaklarımda otomatik oluşan kana susamışlık gülümsememi atmaya başladım. Fran'cım, bugün bir şey avlayamadım diye bana ettiğin tüm sitemleri geri iade ediyorum çünkü birazdan av yarışını biz kazanacak gibiyiz.

"Ne oluyor lan burada, ulan seni iki dakika bıraktım, ikii" Emir'in sitemli sesi arka tarafımdan gelirken adamların erkek sesi duyduğu için ve beni tehlike olarak görmedikleri için tüm ilgileri arka tarafa kaydığı an, elimde tuttuğum bıçağı baltalı adamın boynuna doğru hızla savurdum. Küt diye bir ses çıkartarak yere düşen adam ile yanındakiler olanların farkına varsalar da artık çok geçti. Sağdakinin üzerine doğru koşup dirseğimi göğsüne geçirirken, Emir yetişip soldakinin boynunu tek hamlede tutup yan çevirmişti. Duyulan kemik kırılma sesiyle elimdeki adamın boğazında hassas yerine yumruk atıp nefesini keserken Emir'in "öldürme de çetenin geri kalanının yerini ötsün o pislik" Demesiyle kafa sallayıp adama sağlam bir kafa gömmüştüm. Tabii bunu, adamın bana vurmaya çalıştığı darbelerden ustalıkla kaçarak havayı dövmesini izledikten sonra yapmıştım.

Adamlar yerde boylu boyunca yatarken Fran, az önce Emir'in geldiği noktadan atlarımızla birlikte yavaşça gelip gördüğü manzaraya ağzı açık bakmış ardından ıslık öttürmüştü.

"Sanırım sizin beni korumanız için yanınızda geldim ben" Dediğinde Emir hâlâ bana ters ters bakıyordu.

"Bakmasana şöyle benim ne suçum var? Bir anda ortaya çıktılar!" Kendimi savunup omzumu silkerken eğilip boynuna dikiş tutmaz bıçağımı fırlattığım adamın etinden bıçağımı sertçe çekip almış, üzerindeki kıyafete de bıçağın üzerindeki kanı silmiştim. Temizlediğim bıçağı inceleyip kıyafetimde yerine geri koyarken Fran'ın bana attığı tuhaf bakışları görüp kafamı hayırdır anlamında salladım.

"Birkaç saat önce geyiği öldürdüm diye neredeyse ağlayacak olmanız gözümün önüne geldi de," dedi açıklama yaparcasına Fran. Emir, bayılan adamı tek eliyle tutup doğrulturken iki elini birleştirip uzun bir halatla düğüm atmaya başlamıştı. Bitirdiği düğümden sonra adamdan ellerini çektiği an, hâlâ baygın olan adam pat diye yine yeri boylamıştı.

"İskoçya'da ki tüm eşkıyalar yolumuzu kesmeden devam edelim. Uykum geldi artık." Emir'e gülsem mi ağlasam mı diye düşünürken Fran'ın, "benim de karnım çok acıktı" Demesiyle gerçek anlamda derin bir nefes aldım. Valla ben normal değildim ama bunlar tamamen zırdeliydi.

.

***

.

"Galler'e gideceğimiz için çok heyecanlıyım Dougal" Galler'e karşı her zaman ilgim ve zaafım olmuştu. Kelt mitolojisinin anavatanı olarak bilinen Galler, druid denilen mitolojik varlıkların da ev sahibi olduğu birçok kitaba konu olmuştu. Hatta efsanevi kızıl ejderin Galler ülkesinde doğduğunu mitolojik bir kitapta okumuştum. Orayı belki gözümde çok büyütsem de yine de içimde büyük bir merak vardı.

"İskoçya'nın yarısı kadar bile değil. Neden bu kadar heyecanlısın sevgilim" Dougal gömleğinin düğmelerini iliklerken arkasına geçip salık saçlarıyla oynamaya başladım. Günlük hayatta saçlarını asla salık bırakmıyordu. Bu aralar da sürekli topuz yaparak kullanıyordu. Ona öyle çok yakışıyordu ki gözlerimi ondan alamıyordum. Yakalandığım zaman ise dudağının kenarı itinayla kıvrılıp yaptığı işi anında bırakıyor ve nerede olursak olalım bir bahaneyle kendimi odamızda buluyordum.

"O ülke ile ilgili çok kitap okudum sanırım o yüzden merak ediyorum"

"Hmm" Diyen Dougal saçlarıyla oynayan elimi tutarak beni anında kucağına çekerken yüzüm gülmeye başlamıştı.

"Dur daha az önce... " Kıkırdamalarımın dizginlenemez olduğu bir an, Dougal, beni dinlemeden dudaklarıma yapıştı ve kendimi derhal ona teslim ettim. Kalbimin, yanında kuş gibi çırpındığını hissediyordum. Heyecandan birazcık utansam da, yaşadıklarımızın doğru olduğunu bilmek içimi dolduruyordu. Onun kollarında ve kokusunda sarılırken, sanki evimde huzurla dinleniyormuş gibi hissediyordum.

"Gitmemiz gereken yere yetişmek için acele etmeliyiz" dedim kendimi Dougal'ın dudaklarından zorla ayırarak.

"Senin yanında olmak, asıl gitmem gereken yer gibi hissettiriyor. O yüzden hiç acelem yok." Dougal'ın cevabından sonra dudaklarım tekrar ona doğru çekilirken az önce özenle giyindiğim elbisemin arka düğmelerin de yavaş yavaş bollaştığını hissettim...

.

***

.

Sonunda kaleden de klandan da çıkabilmiş, sağ salim at arabasına binmiştik. Türkler gittikten hemen sonra ilk işim Brad ve ailesinin yanına gidip esaretlerinin bittiğini haber vermek olmuştu çünkü Osmanlı'dan birileri olduğu zaman odalarından çıkamıyorlardı. Hiçbir şeyi riske atmak istemiyorduk. Dougal ise gri pelerinlilerden haber almış, Emily ve Fiona'nın izini İrlanda sınırına kadar takip ettiklerini öğrenmişti. Söylediğine göre kısa sürede o ikisinin yerini bulacaktı. Bir de güvendiği bir adamına ailemi gizlice araştırması için emir vermişti. Sakallı'nın araştırmalarını ise Dougal el altından bertaraf ediyor, sakallıyı sürekli yanlış yönlendirerek Hüseyin'lerden uzak tutuyordu. Bazen ona imrenmekten kendimi alıkoyamıyordum. Tüm bu işlerin yanında tüm İskoçya'nın klanlarını da yönetiyor ve beni de asla ilgisiz bırakmayacak şekilde yanımda oluyordu.

Galler temsilcisi yani eski kral William'ın kuzeni Lord Jack William'ın nişan törenine davetliydik. Jack William hakkında Dougal da kişisel detaylı bir bilgiye sahip değildi. Kulaktan dolma bilgilerle yola çıkmıştık. Tek bildiği onun, kuzeni kadar hırsları olan bir adam olmamasıydı. Ailede en korkulan ve ikinci plana atılan Jack, kimsenin beklemediği bir şekilde Galler unvanını eline aldığı için bu durumdan kimse memnun değilmiş. Dougal, Jack'in karanlık bir tarafı olduğunu bildiğini ancak onunla hiçbir zaman yüz yüze gelmediklerini söylemişti. Açıkçası bu kadar gizemli olduğu için Jack William'ı ben de çok merak ediyordum. Onun bir piç olduğu da dedikodular arasında olsa da ülkelerinde kimse bunu dile getirecek cesarete sahip değilmiş. Anladığım kadarıyla Jack, korkulan ve çekinilen bir prens olmasına rağmen Dougal'a gönderdiği mektuplarda ona duyduğu saygıyı açıkça dile getiriyordu. Sonuçta Dougal, Büyük Britanya'nın en korkulan ve krallığa yükselmiş ilk savaşçısı olarak saygı duyulması gereken bir liderdi.

Galler'e giden ekipte bizim dışımızda elbette Emir ve Rob da vardı. Alanna gelmek istememişti ki bunda en büyük pay bence Emir'in de geliyor olmasıydı. İlişkileri bu aralar hiç olmayacak kadar kötüydü. Alanna, hastayım bahanesiyle uzun yolculuk kaldıramayacağını söylediğinde Dougal gitmekten vaz bile geçiyordu. Ancak Alanna sadece biraz halsiz olduğunu söyleyip Dougal'ın içini rahatlatmıştı. Yanımıza 25 kadar savaşçı alarak yola çıktığımızda Dougal'a niye bu kadar az kişi olduğumuzu sormuştum. Sonuçta ilk defa gittiğimiz bir ülkede, kraliyet olarak daha kalabalık gitmemiz gerektiğini düşünmüştüm ancak Dougal az kişi olmamızla yaratacağımız etkinin daha fazla olduğunu düşünüyordu. Kimseden korkmadığımızı bu şekilde az kişiyle yolculuk yaparak daha iyi anlatabilirmişiz. Ayrıca Emir ve benim iki düzine savaşçıya bedel olduğumuzu da vurgulamaktan geri kalmayıp, sözlerinden sonra kendini kaybederek at arabasında benimle yakınlaşmaya başlayarak bizi biraz terletmişti. Dougal'ın aklına ne zaman benim savaş becerilerim gelse kendimi bir şekilde onun kollarında veya altında buluyordum. Gerçi bundan asla şikayetçi de değildim.

***

Galler'e varışımızla birlikte, etrafı çevreleyen manzara, artık aşina olduğum 1700'lerin karakteristik özelliklerini yansıtıyordu. Eski taş yapılar, sarp dağların eteklerinde yükselirken, yeşil tepeler ve vadiler arasında yayılan bir huzur vardı. Gökyüzünde seyreyleyen bulutlar, tıpkı geçmişteki resimlerdeki gibi, sessizce yol alıyordu. Nehirler, berrak sularıyla doğanın olağanüstü güzelliğini yansıtıyor, uzakta yer alan kaleler ise tarihin derinliklerine bir yolculuk vaat ediyordu. Rüzgar, eski çağlardan gelen bir melodi gibi dallarda fısıldıyordu ve gökyüzünde uçuşan kuşlar, zamanın akışını hatırlatıyordu. Bu atmosfer ve büyüleyici manzara içinde kendimi kaybetmekten alıkoyamamıştım.

Galler kalesi uzaktan görüş açımıza girmişti. Göz kamaştırıcı bir ihtişama sahipti. Yüksek duvarları, sağlam taşlarıyla dikkat çekerken, burçlardan akan bayraklar eski çağların ruhunu yansıtıyordu. Kale kapısı, sağlam demirlerle korunurken, buradan içeri adım attığımda büyülü bir dünyanın kapılarını aralayacakmış gibi hissediyordum. Kale, uçurumun kenarına kurulmuştu, adeta gökyüzüyle buluşan devasa bir yapıydı. Yüksek duvarları, keskin kaya kütlesi üzerinde yükselirken, derin vadilere doğru uzanan manzara büyüleyiciydi. Kale duvarlarının altında, uçurumun derinliklerine doğru uzanan bir boşluk vardı, bu da kaleye doğal bir savunma sağlıyordu. Gökyüzünden esen rüzgar, duvarları sallarken, uçurumun sesi de hafifçe duyuluyordu. Kaleye yaklaşmak, adeta cesaret gerektiren tarifsiz bir haz veriyordu. Rüzgarın sesi ıslık gibi çalarken, burası hakkında okuduğum tüm kitaplardaki betimlemelerin yetersiz kaldığını anlamıştım.

Kalenin giriş kapısına yaklaştığımızda perdenin araladığım kısmından etrafı izlemeye devam ettim. Emir de görüş açımdaydı ve o da hayran bakışlarını etrafa yolluyordu. Siyah üniformalı askerler, başlarında karanlık metal zırhlarıyla kale kapısının önünde sert bir şekilde duruyorlardı. Zırhları, güneşin altında parlayarak dikkat çekiyordu ve adeta güçlerini simgeliyordu. Zırhların altında gizlenen yüzleri, ciddi ve kararlı bir ifadeyle etrafa bakıyorlardı. Kalkanları, ellerinde sıkıca tutulmuş, dikkatlice gözlem yapıyorlardı. İçlerinden biri, soğuk bir ifadeyle arabamızı süzerek etrafı izliyordu, diğerleri ise sessizce bekliyordu.

Bir asker, arabaya yaklaşarak saygılı bir tavırla eğilerek konuştu: "Büyük Dougal, hoş geldiniz. Kaleye adım atmanız bizim için büyük bir onur. Sizi burada ağırlamaktan mutluluk duyuyoruz." Ses tonunda samimiyet ve içtenlik vardı. Dougal'a duyulan saygıyı net bir şekilde ifade ediyordu. Bunu söylerken Dougal benimle birlikte hâlâ at arabasının içindeydi ve gelen asker onu görmeden arabaya doğru konuşmuştu. Dougal'ın arabanın duvarına iki kez vurmasından sonra arabacımız atı hareket ettirerek bizim için açılmış kapıdan içeriye doğru ilerlemeye başladık.

At arabası, kale içinden geçip ilerlerken, gözlerim adeta büyülenmişti. Karşımıza çıkan yer, klanımızın yaşadığı yerden çok daha küçük olmasına rağmen, farklı bir atmosfere sahipti. Yüksek katlı ve işlemeli duvarlarıyla, bu mekan adeta bir sarayı andırıyordu. Her detayında özenle işlenmiş süslemeler ve değerli taşlar kullanılmıştı. Avlunun ortasında muhteşem bir çeşme bulunuyordu ve etrafı, çiçeklerle dolu güzel bir bahçeyle çevriliydi. Bu yer, sadece bir konut değil, aynı zamanda bir sanat eseri gibiydi.

Bahçede oluşan hareketliliği fark ettiğimde perdeyi bırakarak kapanmasını sağlarken oturduğum yerde arkama da yaslanmıştım. Dougal'ın yanımda aldığı derin nefesle bakışlarım ona dönerken göz göze gelmiştik.

"Merakın dindi mi kraliçem?" Dougal'a ters bir bakış atarken "Tabii ki dinmedi, sevgilim. Sadece biraz etrafa bakmak istedim" Dedim. Sessizce gülerken at arabamız da durmuştu. Kapımız açılırken Dougal beni omzumdan nazikçe durdurup benden önce aşağıya inerken elini bana uzatmıştı. Elimi avuç içine yerleştirip eteklerimi düzeltirken, Dougal'ın yardımıyla zarifçe aşağıya inmiştim.

At arabasından inerken, kaledeki gösterişli yerde bekleyen adamın Lord Jack olduğunu tahmin etmiştim. Dougal'ın yanında dururken Emir ve Rob diğer yanımda bekliyorlardı. Lord Jack bize doğru adımlarını attı. Yüzünde minik bir gülümsemeyle yaklaşırken, arkasında kısa boylu bir adam onu takip ediyordu. "Hoş geldiniz, sevgili dostlarım. Kaleye adım atmanızdan dolayı çok mutluyum. Sizi burada ağırlamak büyük bir zevk." Biz de Lord Jack'e gülümseyerek karşılık verdiğimizde adamın mikro ifadelerini incelemekle meşguldüm.

Lord Jack, duruşuyla tam bir centilmen havası taşıyordu ancak inceleyen bakışlarıyla da dikkat çekiyordu. Oldukça yakışıklı diyebileceğim esmer tenli ve karakteristik yüzlü adamın, gözleri derin ve sır doluydu. Yanağında gülerken kırışan bölgede oluşmuş eski bir bıçak yarası olsa da bu yara oldukça hoş durarak yüzüne yakışıyordu. Dougal'dan bir kafa boyu kısa olsa da diğerlerine göre uzun denebilecek bir boya sahipti. Dougal'a bakarken kıstığı gözleriyle onun gerçek niyetini anlamak neredeyse imkansızdı. Her ne kadar zarif ve nezaketli davransa ve giyinse de, karanlık bir tarafı olduğunu sezinlemek mümkündü. Bakışları, geçmişin izlerini taşıyor gibi görünüyordu ve içinde birçok sır sakladığı çok belliydi. Lord Jack'in centilmenliği, gizemli kişiliğinin bir kamuflajı gibi duruyordu, bu da onu daha da çekici ve ilginç kılıyordu.

Dougal, Lord Jack'i dikkatle inceleyerek sessizce düşünüyordu. Lord Jack'in gizemli bakışları ve karakteristik duruşunun onu da meraklandırdığını tahmin ediyordum. Gözleri, Jack'in yüzündeki her detayı tararken, kendi içinde bir değerlendirme yapar gibiydi. "Nazik davetinize memnun olduk. Nişanınız için tebrik ederim" Derken bile Jack'in hâlâ gerçek niyetini anlamak istiyor gibi bakıyordu. Lord Jack ne kadar centilmen ve nezaketli görünse de, Dougal'ın içgüdüleri onun arkasındaki gizemi sezmiş gibi hissettiriyordu.

"Ben de sizin evliliğinizi tebrik ederim, kraliçem" Diyerek bana dönen Jack, tek elini beline koyarak yavaşça kafasını eğerek beni selamlamıştı. Ancak bu esnada irkilmeme sebep olan bir olay olmuştu. Jack bana baktığı an yüzünde şaşkın bir ifade yakalasam da o kendini hemen toparlayarak kafasını eğmişti. Arkasındaki kısa boylu adam da onunla birlikte eğilirken onun bakışları daha çok Rob ve Emir'i süzmekle meşguldü. Sanki Jack bizimle konuşurken onun için bilgi topluyormuş gibi etrafı izlemesi ile bu adamın Jack'in sağ kolu olduğunu anladım.

"Lütfen buyurun odalarınız hazır, yarınki nişan törenime kadar dinlenin. Sevgili müstakbel nişanlım, leydi Estelle gelişiniz için çok heyecanlıydı. Sizi karşılamak için çok bekledi ancak... " Jack'in sözleri duyduğumuz at sesiyle kesilirken hepimizin bakışları o yöne doğru dönmüştü.

Beyaz bir at, dört nala koşarak olduğumuz yere doğru geliyordu. Uzun kahverengi, dalgalı saçlı bir kadın atın üzerinde dikkat çekici beyaz tonlarında bir elbiseyle adeta süzülürcesine bize doğru yaklaşıyordu. Kızın yüzünde rüzgardan korumak amaçlı taktığı işlemeli beyaz peçesiyle burnuna kadar kapatsa da açık kahverengi ve iri gözleri Jack'e bakarken parlıyordu. "Kendisi de geldi, zaman geçsin diye biraz gezintiye çıkmıştı." Jack'in sözleriyle bakışlarım ona dönerken, onun da kadına bakarken gözlerinin hayranlıkla parladığına resmen şahit oldum. At bize yakın bir konumda durduğunda, hızlı bir hareketle attan inen genç kız tam karşımıza geldiğinde Dougal'a doğru eğilip reverans yaparken eliyle burnundaki peçesini çekerek aşağıya indirmişti.

"Hoş geldiniz majesteleri, kusura bakmayın heyecandan vakit geçsin diye biraz dolaşmıştım. Sizi layıkıyla karşılayamadım." Narin sesiyle konuşurken kafasını kaldıran kıza baktığımda istemsizce kaşlarım çatıldı. Bu kızı hayatımda ilk defa görsem de bende tuhaf bir irkilme yaşatmıştı. Aşırı yabancı olan kız sanki bir o kadar da tanıdıktı...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%