Yeni Üyelik
65.
Bölüm

65. Bölüm

@ebrumelek

Keyifli okumalar

"Hoş geldiniz majesteleri, kusura bakmayın heyecandan vakit geçsin diye biraz dolaşmıştım. Sizi layıkıyla karşılayamadım." Narin sesiyle konuşurken kafasını kaldıran kıza baktığımda istemsizce kaşlarım çatıldı. Bu kızı hayatımda ilk defa görsem de bende tuhaf bir irkilme yaşatmıştı. Aşırı yabancı olan kız sanki bir o kadar da tanıdıktı...

"Aynı kara parçasına sahip olarak sizleri daha yakından tanımak istedik. Eskiden atalarımız birlik ve beraberlik içinde uyum sağlıyordu. Onların torunları olarak düşmanlığa gerek olmadığını düşünüyoruz." Dougal'ın sözleriyle leydi Estelle, kafasını kaldırıp Dougal'a kısa bir bakış atarak hafif tebessüm etti. Her hareketini takip ettiğim tatlı kızın gülümsemesi bile bana tanıdık geliyordu. Hayır bu kızı daha önce hayatımda hiç görmemiştim. Büyük ihtimal ya birine benzetiyorum, ya da tarih kitaplarında görmüş olmalıydım çünkü başka açıklaması olamazdı.

"Kraliçem, sizler de hoş geldiniz" Bana hitaben konuşup yüzünü bana çevirdiği an göz göze geldiğimiz kızın gözleri anlık irileşti. Yüz yüze geldiğimizde simamız biraz olsun benziyordu ancak çok da bir benzerlik yoktu. Kızın boyu benden daha uzun, saçları benden daha koyu ve dalgalı, göz rengi sıradan bir kahverengi olmasına rağmen benim gibi iri ve hafif çekikti. Yüz hatlarımızda ufak benzerlikler vardı sadece. Benim göz rengim çok açık bir kahverengi, hatta Alanna ve Dougal'ın tabiriyle balın üst katmanının rengiydi yani güneşte sarıya kaçan bir tonu vardı. Ayrıca saçlarımın hâlâ uçlarında olan sarı ışıltılarım ile diplerden gelen kumral tonlarımla oldukça farklı duruyorduk. Yine de bakışlarımızı birkaç saniye birbirimizden ayırmadan incelemiştik.

"Ayakta kaldık lütfen saraya buyurun" Lord Jack araya girip bakışmamızı bölerken Emir ve Rob'un hareketleri ile varlıkları bana kendini hatırlattı.

"Askerleriniz için kalacak yerler ayarlandı" Diye devam eden Jack, Emir ve Rob'a bakarken Dougal araya girdi.

"Lord Emir, kraliçemin erkek kardeşi. Rob ise hem komutanım hem manevi kardeşimiz. Bizimle birlikte gelen savaşçılardan ayrı olarak bizimle birlikte kalacaklar" Dougal'ın açıklamasıyla Jack'in bakışları Emir de durdu.

"Elbette, sizinle de tanıştığıma memnun oldum Lord Emir, askeri becerilerinizin ünü ülkemize kadar geldi" Emir kaşlarını çatarken ciddi bir ifadeye bürünmüştü.

"Biraz abartmışlar lordum. Kendimi koruyacak kadar ufak becerilere sahibim sıradan her insan gibi" Emir'in sözleriyle Jack'in yüzünde çok minik bir tebessüm oluştu. Sinsi bir tebessümdü bu. Sanki yalan söylediğini biliyorum kasma bakışıydı ama buna rağmen centilmenliğini bozmadan kafasını öne eğerek eliyle sarayın yolunu işaret etti. Emir'in yanımdan geçerken bana attığı anlamlı bakışlarla aynı şeyi düşündüğümüzü anladım. Emir'in savaş becerilerini kimse bilmezdi. Bilen kişiler klandaki savaşçılarımız asla laf çıkartmazdı. Emir'le birebir karşı karşıya gelmiş kişiler de çoktan nefes almıyor olurdu. Buraya, Galler'e, Galler lorduna Emir'in savaş becerilerinin namının gelmesi kafamda bir yerlere iğne batırmaya başlamıştı bile. Saraya adım attığım her saniye istemsiz diken üzerinde olacağa benziyordum. Biz bu Jack William hakkında çok bilgiye sahip olmasak bile onun için durum tam tersi gibi duruyordu.

Saray diye hitap ettikleri binaya girdiğimizde, hayatımda müzeler ve değiştirilmiş tarihi eserler dışında gerçek, yaşanan bir saray görmemenin merakıyla incelemeye başladım. Daha kapıdan girer girmez saraydaki tüm hizmetliler tek sıra halinde dizilmiş bizi selamlamıştı. İçlerinden orta yaşlarda bir erkek, kahya havası verirken diğerlerinden bir adım önde durarak kafasını öne eğmişti.

Kahya gibi davranan orta yaşlı adamın asaleti ve otoritesi etrafındaki herkesi etkisi altına almış gibiydi. Gözleri, derin bir bilgelik ve deneyimle doluydu, sanki yılların getirdiği tecrübeleri her bir kırışıklığında saklıyordu. Lord Jack'in işaretiyle, diğer hizmetliler sessizce geri çekildi, bize yol vererek ilerlememizi sağladılar.

"Leydim, kahya Dean size odalarınızı gösterecek. Ayrıca Betty size her konuda yardımcı olacak özel hizmetçiniz" Diyen Estelle, zayıf bir kızı işaret etmişti. Benim kendi özel hizmetçim yoktu çünkü her işimi kendim yapabiliyordum. Şu an burada bunu söylemek tuhaf kaçacağı için tebessüm etmekle yetindim sonuç olarak bir kraliçe unvanım vardı ve özel yardımcılarımın olmaması akıllarda soru işaretleri yaratırdı.

"Teşekkür ederim leydi Estelle" Dediğimde Jack ve Dougal bizden biraz önde ilerliyorlardı. Rob ve Emir ise arkamızdan geliyordu.

"Bir saate yemek hazır olacak kraliçem. O vakte kadar dinlenin. Yemekte görüşürüz" Merdivenlerin yanına geldiğimizde Estelle'nin açıklaması ve bana reverans yapmasıyla tekrar tebessüm ederek kahya ve Betty denilen çalışanın yönlendirmesi ile yukarıya çıkmaya başladık. Jack ve Estelle, merdivenin altında kalmış bizim yukarıya çıkmamızı izliyorlardı. Onların bakışlarının altında Dougal'ın koluna girerken kısa bir an aşağıya döndüm. Estelle ile bakışlarımız kesişirken birbirimize tekrar 'yapmacık' tebessüm gönderirken önüme dönerek merdiveni tırmanmaya devam ettim. Koridora gelene kadar kahya sarayın tarihi hakkında kısa bir bilgi geçiyordu.

Saray küçük olsa da gerçekten muazzam bir güzelliğe sahipti. İnsan burada asla yaşlanmazdı. Geniş koridorlar, yüksek tavanlar ve devasa pencereler, içeriye doğal ışığın bolca sızmasını sağlıyordu. Her köşede, el işçiliğiyle yapılmış detaylar ve sanat eserleriyle dolu kapısı açık bırakılmış odalar vardı. Duvarlardaki yüksek aynalar, mekanı daha da geniş gösterirken, antik mobilyalar ve ipek dokulu kumaşlar, sarayın lüksünü vurguluyordu. Her odanın dekorasyonunda kullanılan altın ve gümüş detaylar, zanaatkarların ustalığını gözler önüne seriyor ve asla göz yormuyordu. Sarayın iç avlusu, gökyüzüne açılan muhteşem bir kubbeyle örtülüydü. Yağmur yağdığı vakitlerde orada oturmak insanı büyülerdi. Bahçe, egzotik bitkiler ve çiçeklerle süslenmişti ve çeşmelerden akan berrak su, huzurlu bir atmosfer yaratıyordu. Burada, sarayın içinde dolaşırken, tarihin büyüsüne kapılmaktan kendimi alamayacağa benzesem de insanları hakkında emin değildim.

"Burası saraysa bizim kale ne?" Emir'in sözleriyle Dougal arkasını dönerek Emir'e ters ters baktı.

"Burası çok süslü. Mclenan geleneklerinde süs yoktur." Dougal'ın bozulmasıyla Emir devam etti.

"Bir kraliçen olduğunda klana biraz renk gelir diyordum ancak gelin görün ki kraliçen kim oldu? Siyah ve artık yeşil renk aşığı Tuğra Mclenan." Emir'in sözlerinde asla art niyet aramayarak tebessüm ettim.

"Emir'cim memnun değilsen kendi odanı renklerle süsleyebilirsin. Senin en sevdiğin rengin cart pembe olduğunu hatırlatırım" Gülümseyerek cümlemi bitirirken Dougal'ın hafif burnu kırışarak gülmeye başlamıştı. Askeriye de bir izin günümüzde Emir'in pembe gömlek giyerek saçlarını havaya dikmesi baya bir gülme sebebi olmuştu bize. Sözlerimle de o güne dem vurduğumu anında anlayan Emir, kendini savunurcasına hemen lafa girdi.

"Randevum vardı o günün konusunu açma artık." Kahkaham büyürken Emir'in ekildiği aklıma gelip daha çok gülmeye başladım. Buluşacağı kız buna pembe renk giyen erkekler çok hoşuma gidiyor dedi diye bizimki saçlarına limon sürüp değişik tonda bir pembe gömlek giymişti. Pembe bir erkeğe yakışabilirdi elbette ancak onun tonu çok komikti.

"Eski zamana olan merakın o zamandan belliymiş aslında. Saçına limon sürmek nedir Emir ya" Diye dalga geçerken hâlâ koridorda yürüyorduk. Ancak sözlerim bittiği an Dougal'ın bedeninin hareketlendiğini ve bana döndüğünü hissettim.

"Saça limon sürülmesinin nesi varmış ki? Tüm dünyada oldukça popüler bir uygulama" Dougal'ın hafif merak hafif de bozulur gibi çıkan sesiyle Emir böğürürcesine kahkaha atmaya başladığında şimdi de benim yüzümde şaşkınlık vardı. Rob ise en arkada çaktırmadan saçlarının önünü düzeltiyordu. Yok artık!

"Siz ciddi misiniz?" Diyerek dururken yürümeyi de bırakmıştım. Kahya en önde panik halinde bizimle birlikte dururken yüzünde ve hareketlerinde telaş oluşmuştu. Betty ise bizden çok önde gitmişti sanırım odayı biz gelmeden kontrol edecekti.

"Erkeklerin saçına da karış tam olsun. Şimdi bütün derdimiz limon mu sence Tuğra. Nerede olduğumuza bir bak istersen" Diyen Rob gözüyle kâhyayı işaret ederken yürümeye devam ettim. Benimle birlikte diğerleri de yürürken koridorun sonundaki odaya da gelmiştik.

"Majesteleri odanız burası," Diyerek yere kadar eğilen kahya ile odanın kapısını içeriden açan Betty'de onunla birlikte eğilmişti.

"Sizlerin de odaları yandakiler lordum" Diye devam edip Emir ve Rob'a seslenirken onlarda kafalarını sallamıştı.

"Teşekkürler siz gidebilirsiniz" Kahya ve Betty'e seslendiğimde, Betty'nin yüzünde oluşan şaşkınlıkla itiraz edecekmiş gibi duruyordu.

"Kraliçem istirahatiniz için kalsam daha iyi olmaz mı?" Üzerimi değiştirmeye yardım ve banyo için konuşuyordu ancak bunlarda yardıma ihtiyacım yoktu. Evlenmeden önce günlük kıyafet giydiğim için kendim hallediyordum zaten evlendikten sonra da giyim tarzım pek değişmemişti. Şu an ki kıyafetlerim için yardıma ihtiyacım olsa da Dougal pekala giyinmem ve çıkarmamda yardım ederdi.

"İhtiyacım olursa seslenirim" Betty hâlâ şaşkın bir ifadeyle kafasını tekrar eğip giderken Dougal, Rob ve Emir'e gözleriyle bizim odayı işaret etmişti. Onun işaretiyle ikisi bizim odaya girerken kapıyı arkamızdan kapatmıştık. Ufak bir istişare yapacaktık anlaşılan.

Girdiğimiz oda, otellerin en lüks kral dairelerini anımsatan bir ihtişama sahipti. Kapıdan adım attığınız anda, sizi karşılayan geniş bir oturma odası vardı. Tavanlar yüksekti ve duvarlar zengin kumaşlarla kaplanmıştı. Mobilyalar, özenle seçilmiş antik parçalardan oluşuyordu ve odanın her köşesinde lüks detaylar dikkat çekiyordu.

Geniş pencerelerden doğal ışık içeri sızıyor ve odanın her noktasını aydınlatıyordu. Panoramik manzaralar sunan bu pencereler, sarayın çevresindeki muhteşem bahçeyi ve çevresini görmeye olanak tanıyordu. Oturma odasının bir köşesinde, rahat bir koltuk ve büyük bir manzara tablosu bulunuyordu, konforumuz için her türlü detay düşünülmüştü.

Yatak odası ise ayrı bir ihtişama sahipti. Geniş bir yatak, zarif döşemelerle süslenmişti ve etrafı tül işe kapatılmıştı. Odanın ortasında muhteşem büyük bir şamdan ve geri kalan her yerde gece için mumlar bulunuyordu. Yatak odasının arkasındaki kapı ise küçük bir banyoya açılıyordu. Burada, tahta küvet banyosu ve el, yüz yıkamak için minik küvet konulmuştu. Rahatlığımızı unutulmaz kılmak için her şey düşünülmüştü.

"Vay canına!" Emir'e katılarak kafamı sallarken, odadaki her bir ayrıntıyı incelemekten kendimi alamıyordum. Rob, hiçbir yere bakmadan kendini koltuğa atarken Dougal ile birkaç saniye göz göze gelmişlerdi.

"Rob, Emir" Diyen Dougal'la, Emir'in ilgisi Dougal'a dönmüştü. Hepimiz koltuklara otururken dinlemeye başlamıştık.

"İkiniz bilgi toplayın; Jack neler yapıyor, sarayda düzen nasılmış. Çalışanlardan geveze birileri mutlaka vardır. Tuğra, sen de leydi Estelle ile ilgilen. Nereliymiş? Nasıl tanışmışlar? Ben de Jack ile ilgileneceğim. Jack'in faaliyetlerini araştırmak için hazırlıklara başlamam gerekiyor. Nişan merasimi sırasında saray içinde ve halk arasında yaşanacak olan telaşın, önemli fırsatlar sunacağını düşünüyorum." Dougal'ın sözlerine herkes kafa sallarken konuya ben de girdim.

"Jack'in arkasında bekleyen kısa boylu adama dikkat edin. Dikkat çekmeyen bir tip ancak becerikli biri olduğu belli. Büyük ihtimal Jack'in sağ kolu ve sır kutusu. Özellikle ikinizi sürekli takip edeceğe benziyor" Dedim Emir ve Rob'a bakarak.

Emir gözleriyle beni onaylarken, "Fark ettim onu ilk karşılaşmada" dedi. Dougal yavaşça ayağa kalkıp ellerini cebine koydu.

"Odalarınıza geçin artık dikkat çekmeden. Yemekte görüşürüz." Emir ve Rob ayağa kalkıp bir şey demeden odadan çıkarlarken Dougal'la yalnız kalmıştık. Sıkıntılı bir nefes veren Dougal sırtını koltuğa yaslayıp tavanı izlemeye başladığında ayağa kalkıp arkasına doğru geçtim ve elimi omzuna koyarak masaj yapmaya başladım.

"Çok endişelenme, niyetlerini yakında öğreneceğiz" dedim masaj yapmaya devam ederken. Dougal, gözlerini kapatarak sözlerimi dinlediğinde yüzünde hafif bir rahatlama belirtisi belirdi. "Evet, haklısın aşkım. Sabırlı olmalıyız ve adımlarımızı dikkatlice planlamalıyız," diye yanıtladı. Dougal'ın ilk baştaki endişeli ifadesi odada belirgin bir gerginlik yaratmıştı ancak bizim aramızdaki sıcaklık ve işbirliği ruhu, bu atmosferi hafifletmişti. Onun endişelerine karşılık, aramızdaki romantik bağ ve birlikte hareket etme isteği içimizdeki umudu canlı tutuyordu. Birlikte, zorlukların üstesinden gelmek için güçlü bir ekip olduğumuzu biliyordum. Bu endişe dolu zamanlarda bile, birbirimize olan inancımız ve paylaştığımız romantik duygular, bizi ileriye doğru motive ediyordu. Masajı bitirip yanağına öpücük kondururken koltukta yanına oturmuş ve kafamı göğsüne yaslamıştım.

Aklımda leydi Estelle ve Lord Jack ile ilgili sorularla...

***

Lord Jack ve Dougal önderliğinde akşam yemeğine oturmuştuk. Dougal'ın yardımıyla elbisemi değiştirmiş, klanımızın renklerinde yeşil, arada turuncu işlemeler bulunan bir elbise giymiştim. Topuz yaptığım saçlarımdaki sarı tutamlar kaybolup yüzümü açığa çıkarmıştı. Dougal'ın evlendikten sonra hediye ettiği yeşim taşından küpemi takarak hazırlığımı tamamlamıştım.

Galler malikanesinde daha doğrusu sarayında akşam yemeği özenerek hazırlanmıştı. Mum ışığında parıldayan masanın etrafında, sıcak bir atmosfer olsa da gerginlik de hatırı sayılır ölçüdeydi. Emir, Rob, Jack'in yanındaki adını bilmediğim kısa boylu adamı ve leydi Estelle ile kalabalık bir sofra olmasa da yemekler konusunda endişeliydim. Malum ben, Emir ve artık Rob, et konusunda sıkıntı yaşıyorduk.

Lord Jack, sessizliği ve masada olan bakışlarımı bozarak Dougal'a karşı masanın karşısından gülümseyerek konuştu "Hoş geldiniz, Büyük Dougal. Bu akşam yemeğinde sizinle bir arada olmak harika bir onur."

Dougal, Lord Jack'e dostça gülümseyerek yanıtladı. Gerçekten çok profesyonel bir kocam vardı. Bir saat kadar önce gerginlikten kaskatı kesilmişti ancak şimdi öyle rahat duruyordu ki, "Teşekkür ederim, Lord Jack. Misafirperverliğiniz için çok minnettarız. Galler'e yaptığımız bu ziyaret gerçekten de bizim için unutulmaz bir deneyim olacak" dedi.

Tam karşımda oturan leydi Estelle'yle göz göze geldiğimizde tebessüm ederek söze girdim. "Evet, gerçekten de harika bir akşam. Galler'in tarih ve kültürüne hayran kalmamak mümkün değil."

Lord Jack, masadaki konukları ve beni gözden geçirirken yüzünde silik bir tebessüm vardı. "Belki de bu akşam, İskoçya ve Galler arasındaki ilişkiler hakkında biraz sohbet edebiliriz. Sizce, bu ilişkileri nasıl geliştirebiriz majesteleri?" diye sordu Dougal'a dönerek. İki elinin parmaklarını masanın üzerinden kaldırıp birbirine yaslamıştı.

Dougal, Jack gibi hafif tebessüm eder bir ifadeyle cevapladı "Bu konuyu uzun uzun tartışmalıyız. İskoçya ve Galler arasındaki işbirliğinin güçlenmesi, bölgedeki istikrar ve refah için önemli bir adım olabilir. Belki de bu ziyaret, daha yakın işbirliği fırsatlarını değerlendirmemize yardımcı olabilir," dedi.

Lord Jack, konu istediği gibi yönlenirken devam etti "Kesinlikle işbirliğimizi artırabileceğimiz birçok alan var majesteleri. Kültürel etkileşimi arttırmak, ticaret ve yatırım olanaklarını genişletmek gibi alanlarda çalışabiliriz. Böylelikle, hem İskoçya hem de Galler için kazan-kazan bir durum olabilir."

"Bu öneriler oldukça yapıcı. İlerleyen günlerde, mesela nişan töreninizden sonra bu konuda daha fazla görüş alışverişi yapabiliriz," dedi Dougal.

Lord Jack memnun bir ses çıkartırken yemek servisi de başlamıştı. Gelen yemeklere temkinli bir şekilde bakarken, ne eti diye soramıyordum. Et ürünleri yemeyecektim. Başlangıç için çorbaya kaşığı daldırırken leydi Estelle'nin beni izlediğini fark ettim.

"Kraliçem, Osmanlı'dan olduğunuzu duymuştum. Nasıl İskoçya'ya geldiniz?" Estelle'nin masum çıkan merak dolu sorusu, Lord Jack'in dikkatini çekti ve nazik bir uyarıyla karşılaştı. "Hayatım, kraliçeyi sıkmayalım ilk günden," dedi, sesinde hem kibarlık hem de dikkat vardı. İkisi göz göze geldiğinde gözlerindeki aşk, sessizlik içinde konuşuyordu. Ancak, Estelle'nin içinde bulunduğu sessizlik, başka birçok şeyi de ifade ediyordu; anladığım kadarıyla Jack'in niyetleri her neyse hepsini biliyordu.

"Önemli değil Lord," dedim araya girerek. "Kurt klanı lideri Quany öz babam, annem Türk. İskoçya'ya yarı kardeşim Emir ile birlikte babamın yanına gelmiştim" Diyerek herkese anlattığımız yalanı söyledim.

"Yarı kardeş?" Diye Estelle'nin sesini duyup kibar bir şekilde tebessüm ettim.

"Annemin sonraki evliliğinden kardeşim. Siz Galler'de mi doğdunuz leydim?" Diyerek topu Estelle'ye attım. Estelle, bakışlarını kısa bir an Jack'e çevirirken aynı hızla bana dönerek "evet kraliçem" Diye cevapladı ancak bunu söylerken iki elini birbirine dolaştırarak söylemişti. İnsanlar bir konuşmada korkuyla karışık gerginken ellerini birbirine ovuştururdu. Emir ile kısa saniye göz göze geldiğimizde ikimiz de tedirgin olduğunu anlamıştık. Kendisi hakkında soru sormam onu germişti. Konuyu daha fazla zorlamamak adına, "Peki, aileniz?" diye sordum, normal bir sohbet havasında. Estelle dudaklarını da ısırmaya başlarken tüm gerginlik belirtilerini gösteriyordu. Bu esnada çorbamı rahatça yudumluyordum. "Onlar da buradan, Galler'den. Yarınki törende tanışırsınız, kraliçem," dedi, ses tonunu yumuşak ve nazik çıkartmaya çalışarak.

"Sabırsızlıkla bekliyorum leydim..."

***

Ertesi gün, sarayın ihtişamlı salonunda, Lord Jack ve Leydi Estelle'nin nişan töreni için hazırlıklar tamamlanmıştı. Salon, rengarenk çiçeklerle süslenmiş ve zarif bir atmosfer yaratılmıştı. Davetliler, kıyafetleriyle salonu doldurmuştu ve heyecanla beklemeye başlamışlardı. Leydi Estelle Jack'in yanında, zarif bir elbiseyle salonun ortasında duruyordu. Estelle, inci dantelli bir elbise giymişti ve saçlarına zarif bir topuz yapılmıştı. Lord Jack ise, zengin bir kıyafetle salonun diğer ucunda gülümseyerek bekliyordu.

Davetliler arasında, İngiltere'nin çeşitli soylu ailelerinden gelen, Dougal'ın tanıdığı konuklar ve Galler'in yerli halkı da vardı. İkinci bir içeceği doldurmak için hizmetçilere emir verenler, yüksek masalara oturmuş sohbet edenler ve müzik eşliğinde dans edenler çoğunluktaydı. Salon, neşeli sohbetler ve kahkahalarla dolup taşsa da meraklı gözler sürekli olduğumuz masada dolaşıyordu. Bu meraklı gözlerde en sinir olduklarım ise İngiliz soylusu genç kızların Dougal'ı süzüp kendi aralarında kıkırdamalarıydı.

Tören sırasında Emir ve Rob, salonun kalabalığı arasında adeta eriyerek dikkatlice hareket etmeye başladılar. Rob, Jack'in sağ kolunu gözleriyle takip ederken, gözleri sürekli olarak onun etrafındaki insanların arasında da kayboluyor ve dikkatle adımlarını izliyordu. Herhangi bir şüphe uyandırmamak için dikkatli bir şekilde mesafesini koruyor ve görünmez bir gölge gibi ilerliyordu.

Emir ise, sarayın çalışanlarıyla sessizce iletişim kurarak Galler hakkında bilgi toplamaya çalışıyordu. Nazik ve kibar bir şekilde sorular sorarak, diğer davetlilerin dikkatini çekmeden bilgi almaya çabalıyordu. Bunu yaparken sarhoş numarası yapmayı da ihmal etmiyordu elbette. Her cevabı dikkatlice dinliyor ve önemli detayları kafasına not aldığını bilsem de onu tanımayan biri konuştuklarını birkaç dakikaya unutacak hovarda bir genç sanabilirdi. Yani dışarıdan bakıldığında sadece eğlence odaklı şımarık kraliçenin kardeşi bir misafir gibi davranıyordu.

Arada uzaktan da olsa göz göze gelmelerimizle yeni bilgiler öğrendiklerini anlayarak gerçekleşen töreni izlemeye kaldığım yerden devam ediyordum. Jack'in ailesi bizim sıramızda en öndeki yerlerine geçmeden gelip bizi selamlasa da Estelle'nin ailesini henüz görememiştim ancak bir ara salonun bir bölgesine bakarak duygusal bir an yaşadığı için ailesinin arkalarda oturduğunu anlamıştım.

"Ne düşünüyorsun?" Dougal'ın kulağıma fısıldamasıyla Emir'le göz kontağımı bozmadan cevap verdim.

"Emir bir şeyler bulmuş gibi. Sen Jack konusunda ne düşünüyorsun?" Diye sordum onun fikirlerini merak ederek. Açıkçası onlar hakkında ne düşüneceğime emin değildim. Sezgilerden çok verilerle hareket edecektim çünkü Jack hakkında gelecekten hiçbir bilgiye sahip değildim. Bu da beni ilk defa korkutuyordu.

"Benimle iyi ilişkiler kurma konusunda samimi ancak altında başka amaçları da var. Bu amaçları bize zarar vermedikçe sorgulamayacağım. Taa ki niyetini öğrenene kadar." Dougal düşüncelerini dile getirirken Jack ve kolunda mutlulukla yürüyen leydi Estelle'yi izliyordum. Birbirlerine aşkla baktıklarını anlamak için uzman olmaya gerek yoktu. İkisi de salonun ortasında adeta parlayarak yürüyor ve tebrikleri kabul ediyorlardı.

"Akışına bırakalım. Bakalım neler bulacağız" Dougal sözlerime gülümserken elimi tutup üzerine öpücük kondurmuştu.

"Biz birlikteyken bulamayacağımız bir şey yok kraliçem..."

***

Gecenin ilerleyen saatlerinde salonun ışıkları hala canlıydı ve müzik hafifçe çalıyordu. İnsanlar, şıklıklarıyla göz kamaştırırken, Jack ve Estelle zarif bir şekilde yanımıza gelip oturmuştu. Onların ve elbette bizim etrafımızda, tebriklerini sunan misafirlerin oluşturduğu bir halka oluşmuştu. İngiltere soyluları merakla yaklaşıp, fırsat da bulmuşken Dougal'la da sohbet etmek için fırsat kolluyordu. Salonun atmosferi, neşe ve samimiyetle dolu olsa da etrafımız sıkıcı konularla dolu sohbetlerle kesiliyordu.

Emir ve Rob arada etrafımıza gelseler de bizden biraz uzak durarak kendi edindikleri çevrelerinde sohbet ediyorlardı. Bir an önce o ikisiyle baş başa kalmak için can atsam da şu an Dougal'ın yanını bırakıp gidemezdim. Ayrıca leydi Estelle de bana iyi bir arkadaşlık yaparak yanımıza gelen kişilerin kim olduklarını kulağıma nazikçe fısıldıyordu. Estelle'nin soylu olduğuna neredeyse emin olmuştum ancak gelen kadınlardan biri Estelle'ye laf sokmak isteyerek ailesini tanımadığını ima edince ve bunu naziklik adı altında yapmaya çalışınca, Estelle hakkında yanıldığımı anladım. Benim için zaten kim olduğu önemli değildi ancak şu an ki aristokraside olduğu gibi soylu kadınlarda kibir hat safhadaydı. Annemin yıllarca içinde olduğu dernekteki ve sosyete konsorsiyumunda adı geçen, burnu havada ve her şeyi ben bilirim havası, bundan 300 sene sonra da elbette olmaya devam edecekti. Kısacası yabancı olmadığım bu ortamda değişen pek bir şey olmasa da İngiliz soyluları kadar acımasızını annem bile görmemiştir eminim ki.

"Kraliçem sıkıldınız değil mi? Biraz hava almak ister misiniz?" Leydi Estelle'nin sorusuyla okyanusta debelenirken can simidi bulmuş gibi sevinsem de yüz ifademi sabit tutmaya devam ederek hafif tebessüm ettim.

"Çok iyi olur leydim" Diyerek Dougal'a döndüğümde onun bakışları anında bana dönmüştü. Sanırım ortamdan tek sıkılan ben değildim çünkü karşısındaki bilmem nerenin dükü hâlâ bir şeyler anlatarak cebindeki köstekli saatine dokunuyordu. Saatiyle hava attığını sanıyordu galiba. Boynuna fular bağlamış, ağır, zengin kumaşlardan yapılmış bir cübbe tarzı bir kıyafet giymişti. Kıyafetinde altın işlemeler, püsküller ile ben buradayım diye bas bas bağırıyordu. Kral olan Dougal'ın üzerinde ise sade siyah bir pantolon, belinde büyük keskin kılıcı ve krem rengi gömleği vardı. Yine de Dougal göz alıcı yakışıklılığı ile varlığının farkına vardırıyordu. Süse falan ihtiyacı yoktu yani.

Dougal'ın bana kafasını hafif eğmesiyle leydi Estelle ile konuşmamızı duyduğunu anlayarak tebessüm ettim. Leydi ile yanlarından uzaklaşıp salonun içinde bulunan merdivenlere yürümeye başladık. Merdivenlerin sonu balkona açılıyordu. Emir ve Rob'a bakınarak merdivenlerden çıksam da görüş açımda değillerdi.

Soğuk havanın keskin dokunuşuyla yanaklarımı acıtarak merdivenlerin sonuna vardık. Birkaç adım daha atıp gökyüzünü açık bir alanla kucakladım. Derin bir nefes alarak ciğerlerime soğuk hava dolarken, gözlerimi yukarı kaldırdım. Karanlık gecenin perdesi aralanmıştı ve gökyüzünde parlayan dolunay, bulutların arasından yavaşça beliriyordu. Ona eşlik eden yıldızlar ise o kadar parlaktı ki, sanki elimi uzatsam ellerimle dokunabilecektim.

"Osmanlı'ya hiç gittiniz mi kraliçem?" Leydi Estelle'nin sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrılıp dolunaydan bakışlarımı ayırıp yanımdaki kadına döndüm.

"Çok küçükken leydim, siz?"

Leydi Estelle derin bir nefes alarak üzerindeki pelerine sıkıca sarıldı ve keskin bir tınıda "hayır" Dedi. Benim az önce yaptığım gibi kafasını hafif yukarıya kaldırıp gökyüzüne bakarken hafif tebessüm etmişti.

"Gitmek de istemem" Diye devam ederken çaktırmadan yandan profilini izliyordum.

"Çok güzel bir İmparatorluk'tur leydim. Hem halkı da çok asil bir millet" Leydi Estelle burnundan hızla nefes verdiğinde kaşlarım çatılsa da ifademi anında toparlayarak yüzümü sabit tutmaya devam ettim ancak o hâlâ gökyüzüne bakıyordu. Sanırım Osmanlı'yı sevmiyordu diğer batı ülkelerinin de olduğu gibi.

"Siz bu sarayda mı doğdunuz leydim?" Kırmadan bilgi almaya çalışmak için sorduğum soruyla leydi Estelle kafasını sallayarak "evet kraliçem. Ben bu sarayda doğdum" Diyerek beni şaşırtmıştı. Galler sarayında doğduğuna göre ya asildi ya da bir çalışanın kızıydı. Elbette bunu sorup ayıp edemeyeceğim için sussam da Emir'in bir şeyler öğrendiğini düşünerek rahatladım.

"Kızım," Arkadan duyduğumuz nahif bir kadının sesiyle ikimiz de aynı anda arkamızı dönerken, leydi Estelle "annecim" Diyerek kadının yanına hızla giderek ona sarılmıştı. Karanlıktan kadının yüzünü seçemesem de birbirlerine sarıldıkları için görüşüm iyice kapanmıştı. Leydi Estelle kadından ayrılırken, "baban yoruldu odaya çıktı sen de burada üşüyüp hasta olacaksın" Diye söylenen kadının sesini duyup istemsizce tebessüm ettim.

"Anne!" Diyerek gözleriyle beni işaret eden leydi Estelle ile kadınla bakışlarımız buluştu. Gözleri beni görür görmez panikle açılırken anında reverans yaparak "kraliçem sizi görmedim" Demişti.

"Lütfen rahat olun" Dediğimde bana iyice yaklaşan kadının yüzünde tuhaf bir ifade geçerken yüzünü de inceledim. Oldukça kısa boylu, hafif balık etli kadının saçları bembeyazdı. Yaşına göre anormal derecede çok hemde. Yüzünde, özellikle gözlerinin kenarlarında oluşan kırışıklıklar aşırı derecede dursa da sevecen bir yüzü vardı. Kadın da beni incelerken her geçen saniye yüzü daha da donuklaşarak bakıyordu. Kaşları yavaş yavaş çatılırken gözlerini de hızlı hızlı kırpan kadının tepkilerine anlam veremesem de eliyle kalbini tutmasından sonra gözlerinin dolmasıyla durumun sağlık sorunu olduğunu anlayıp leydi Estelle ile aynı anda panik olarak kadına yaklaştık. Leydi Estelle "anne iyi misin? " Diye seslense de kadın bana bakarak yaşlı gözleriyle kalbini tutmaya devam ediyordu.

"Derin derin nefes alın," Dedim ve leydi Estelle'ye dönerek, "odasına çıkartmak için ben yardım bulayım" diye devam ettim. Yanlarından hızla ayrılırken kalp krizi olmamasını ümit ederek merdivenlere yöneldim. Rob, zaten merdivenlere yakın bir yerde büyük ihtimal benim yakınlarımda olmak için beklerken, göz göze geldiğimizde telaşımı anlayarak benden önce davranıp merdivenlerden çıkmaya başladı. Bir noktada kesiştiğimizde, "leydi Estelle'nin annesi fenalaştı. Taşımaya yardım et" diyerek birlikte balkona geri koştuk. Balkonun tırabzanlarına tutunan kadının diğer eli leydi Estelle'nin avuç içindeydi.

"Savaşçım odanıza kadar eşlik etsin leydi...?" Dedim kadına seslenerek. Adını bilmediğim için 'leydi' diye bitirmiştim cümlemi.

"Çok teşekkür ederim kraliçem size de zahmet oldu şimdi daha iyiyim" Nahif sesiyle cevap verirken yüzünü tamamen bana dönerek hafifçe tebessüm etti. Leydi Estelle hâlâ yanında tek elini tutuyordu.

"Yarın sabah görüşmek üzere kraliçem" Leydi Estelle'nin garip çıkan sesi ile bakışlarımı ona çevirdim. Annesiyle pek benzemese de biraz andırıyordu. Annesi epey çökmüş görünse de yüz hatlarının zarifliğinden gençken çok güzel bir kadın olduğu anlaşılıyordu. Leydi Estelle, daha uzun boylu ve zayıf bedene sahip olarak sanırım babasına ya da başka bir akrabasına daha çok benziyor olmalıydı.

"İyi istirahatler" Diyerek Rob'a yandan bakış attım. Rob hareketlenerek kadınların geçmesi için kenara çekilirken, iki kadın birlikte balkondan uzaklaştılar. Annesinin yüz hatları dehşete düşmüş gibi dursa da az önceki sağlık sorunu yüzünden böyle olduğunu düşündüm. Rob ile onların yavaş adımlarla gidişini izlerken aramızda sessizlik vardı. Kadınlar gözden kayboldukları an fısıldayarak, "neler öğrendin?" Diye sordum.

"Lord Jack sarayda çok saygı duyulan bir lider. Çalışanları ona hem saygı duyuyor hem de bağlılık hissediyorlar. Detayları Emir öğrenecekti, ben iş yaptığı soylularla biraz konuştum. Maddi açıdan durumu oldukça sağlam; muhtemelen miras, yatırımlar veya başka gelir kaynaklarıyla destekleniyor olabilir. Ancak kesin bir bilgiye sahip değilim, bu nedenle bu konuyu doğrudan Emir ile ortak halletmemiz daha iyi olabilir," dedi Rob bana iyice yaklaşıp fısıldayarak.

"Maddi durumu çok mu iyiymiş?" Diye sordum merdivenlerde birilerinin olup olmadığını gözetleyerek.

"Onunla iş yapmak için tüm soylular sıraya girmişler. Biri laf arasında söyledi, Lord Jack'in parasıyla ülke satın alabileceği konuşuluyormuş" Rob'un anlattıklarıyla düşüncelere dalıp sessizliğe büründüm.

"Ya kumar, ya nadir bulunan değerli madenlerin alım satımı gibi özel ticaretle ek gelir elde ediyor, ya da bazı devletlerle gizli yakın ilişkiler içinde olabilir. Neredeyse bizim klan kadar küçük bir bölge olan Galler'in lordunun bu kadar zengin olması imkansız çünkü," dedim.

"İçimden bir ses Emily ve Fiona ile bağlantısı var diyor" Rob'un çok kısık tonda fısıldamasıyla tüm ilgim merdivenlerden dönerek ona kilitlendi. Kaşlarım çatılırken kafamda bir takım terazileri de kurmaya başladım.

"Neden öyle düşündün?" Rob, benim gibi merdivenleri kontrol edip temkinli bir ifadeyle tekrar bana döndü.

"O iki kadının hâlâ bulunamaması sence de tuhaf değil mi? Dougal'dan bahsediyoruz burada Tuğra. En güçlü savaşçı, kral Büyük Dougal'ın elinden bu zamana kadar kimse kaçamadı. Siz gelmeden önce düşmanlarına yaptıkları hâlâ dilden dile dolanır. O iki kadın haftalardır ortada yok. Biri onları iyi koruyor ve bu kişi her kimse, güçlü bağlantılara ve paraya da sahip olmalı. Dougal'ı karşısına alabilecek, maddi ve bağlantı açısından tek güçlü kişi, şu an Royce Boyd. Yani İngiltere kralı. Onun dışında bağlantıları bu kadar sağlam başka kimse yok. Royce'un, Dougal'ın dostu olduğunu söylememe gerek yoktur. Böyle bir ihanet ondan gelmeyeceği için bugün öğrendiklerimizle en güçlü adayımız Lord Jack William oluyor. O adamdan hiç hazzetmedim. Gizlediği çok şey var gibi" Rob'u dinlerken kafamda her şeyi tartıyordum.

"Herif gizemli diye Emily'nin ortakçısı diyemeyiz Rob. Adam akıllı araştıralım. Leydi Estelle ile ben ilgileneceğim. Bir şey bulmadan kesin yargıya varmayalım. Venedik ya da İrlanda'da bu işin içinde olabilir. Emily ve Fiona en son İrlanda sınırında görülmüş. Emily'leri orada aramaya devam edip Jack'in de açığını ararız. "

"Venedik kralı isyan sırasında kralın gayrimeşru oğlunu öldürdükten hemen sonra biz mağaradan geçtik biliyorsun. Biz gittiğimiz dönemde Dougal onu fena köşeye sıkıştırmış. Şu an resmi olarak belli olmasa da Venedik'in ipleri Dougal'ın elinde. Dougal'dan habersiz kuş bile uçuramaz Venedik kralı. İrlanda temsilcisinin ise ne kadar korkak olduğunu sen de gözlerinle gördün Tuğra. Kızı Nina'nın sana yaptığı ufak tiyatro gösterisinden sonra Dougal onun da ipini çekip temsilciliğini geçici yaptı. Önümüzdeki ay İrlanda'da seçim yapılacak. Dougal sana belli etmese de çok işlerle uğraşıyor. Geriye kalan tek güçlü düşman adayı bu adam. Bu zamana kadar hiç ortada olmaması, her şeyi el altından yapıp gücünü büyütmesi ve tam Emily'lerin kaybolduğu dönemde ortaya çıkması sence de tesadüf değil mi?" Rob'un anlattıklarını dinlerken aklımdan geçen tek düşünce Lord Jack'in tarihte önemli biri olmadığı ile ilgiliydi. Adını daha önce hiç duymamıştım. Gerçekten de ön planda olmayı sevmeyen bir tipti ancak bu yine de önyargılı olmak için yeterli değildi. Ayrıca hayatta bir kadını bu kadar severken neden Dougal'ı karşısına alacak hamleler yapardı ki? Leydi Estelle'ye bakışları gerçekten de hiç boş değildi ve deli gibi aşık bir kadın olarak, o bakışların anlamını çok iyi anlıyordum.

"İzlemeye devam edelim. Açık vermeyin Rob. Durup dururken Dougal'ın başına sorun çıkartmayalım" Rob kafasını sallarken ben de aynı hareketi yaparak merdivenlere doğru ilerledim. Rob, hemen yanımda hareketlenirken birlikte aşağıya da inmeye başladık. Müzik sesi hâlâ gelse de salon yarı yarıya boşalmıştı. Dougal'ın olduğu masaya kayan gözlerim, gördüklerimin şaşkınlığıyla kısa bir an açılmış, ardından kendinden emin bir ifadeye bürünüp aşağıya inmeye devam etmiştim çünkü Dougal'ın çevresi süslü püslü genç leydiler tarafından sarılmıştı. Birkaç orta yaşlarda erkek de vardı elbet ve Dougal o adamlara bakarak konuşma yapıyordu. Ben merdivenlerde görüş açısına girdiğim an konuşmasını kesip bakışlarıyla birlikte tüm bedenini bana çeviren Dougal'a gülümserken, o ayak ucumdan itibaren beni izlemeye başlamıştı. Dougal'ın susup bana dönmesiyle diğerleri de bakışlarını bana çevirirken leydilerin gözlerinde kıskançlığın izlerini net bir şekilde görüyordum.

Son basamağa gelemeden Dougal çoktan ayağa kalkıp aşağıda beni karşılamak için elini uzatmıştı. Elini tutup merdivenden tamamen indiğimde, yüzünde mahcup bir ifadeyle elimin üzerini öperek beni az önceki masaya ilerletmişti.

"Hepsi tam şimdi yanıma geldiler. Hiçbirinin yüzüne bile bakmadım aşkım" Dougal'ın fısıldamasıyla masaya yaklaşmışken gelen gülme isteğimi bastırarak cevap verdim.

"Neden açıklama yaptın ki? Elbette kimseye bakmayacağını biliyorum, " dedim ancak içimden kızlara aşırı sinir olmuştum. Dougal bakmasa bile ben gider gitmez fırsatı değerlendirmeye çalıştıkları için uyuz olmuştum.

"Şu hayatta korktuğum tek kişi olduğun için?" Dougal soru sorar tarzda ve eğlenerek yaptığı ima ile dayanamayarak hafif kahkaha attım. Bu esnada masaya da varmıştık. İkimiz birbirimize bakıp tebessüm ederken tüm gözlerin üzerimizde olduğunu biliyordum.

***

Hayatım boyunca gittiğim hiçbir yerde bu kadar iyi ağırlanmamıştım. Bunda kraliçe olmamım payı vardı elbette. Odada sıcak suyum her daim hazırdı. Yatak, biz odaya girmeden önce içine sıcak taş konularak ısıtılmıştı ve nişan sonrası odaya girdiğimizde şömineyi hazır bulmuştum. Kıyafetlerimi değiştirip odadan çıktığım ve geri döndüğümde, hepsini katlanmış ve asılmış bir şekilde bulduğumda, Betty'nin bana kendini göstermese de her daim arkamı toplamaya çalışıp beni memnun etmeye uğraştığını anladım. Az önce de bizi uyandırmaya gelmiş ancak çoktan uyanmış ve hazırlanmış olduğumu görüp şaşırmıştı. Bir saate kahvaltının hazır olacağını ekleyerek odadan gitmişti.

Dougal ile kahvaltıya inerken dün geceki törenden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Düzenli salona girerken, kahyanın bizi anons etmesiyle elbisenin rahatsızlığından kurtulmak için eteklerini elimle düzelttim. Kapılar ardına kadar açılıp yemek masası gözüktüğünde, Lord Jack'in en başta oturduğunu, leydi Estelle'nin ise hemen yanında olduklarını gördüm. Lord Jack'in hizasında oturanlar onun anne ve babası ve ismini hatırlamadığım birkaç akrabası daha varken, leydi Estelle'nin sırasında dün gece tanıştığım annesi ve yanında uzun boyuyla dikkat çeken bir adamla birlikte oturuyorlardı. Adamın sert bakışları, uzun boyunun dışında buğday tenindeki hafif eğri burnu dikkat çekiyordu. Ancak burnunun doğal değil bir kırılma etkisi sonucu eğri olduğunu anlayacak kadar çok burun kırdığımdan, bu özelliği dikkatimi çekmişti. Leydi Estelle'nin soylu babası hangi durumda bir kavgaya karışmış olabilirdi ki?

"Şeref verdiniz," Lord Jack'in nazikçe ayağa kalkarak masanın diğer ucunu işaret etmesiyle Dougal ile o yöne doğru yürüdük. Geriye kalan boş iki sandalyenin bize ait olmasıyla, bu kahvaltıya dün geceki soyluların davetli olmadığını anladım. Aile yemeği gibi olmuştu. Lord Jack ya bize gerçekten kibar davranıyordu, ya kraliyetten olduğumuz için imtiyaz veriyordu. Ya da gerçekten bizimle ilgili başka planları vardı ve düşmanını yakınında tut politikası uyguluyordu.

Dougal sandalyemi çekerken bakışlarım kısa bir an leydi Estelle ve ailesi ile kesişti. Salona girdiğimizden beri üçünün de bakışlarını yoğun bir şekilde üzerimde hissetsem de bir problem olduğunu masanın üzerinden Estelle'nin babasının, annesinin elini sıkmasıyla anlamıştım. Adam, hayalet görmüş gibi beti benzi bir anda atarak beni rahatsız edecek kadar yoğun bir şekilde izliyordu. Tıpkı dün gece balkonda annesinin dehşete kapılmış surat ifadesi gibi bir ifade takınmıştı. Bakışlarından rahatsız olarak kafamı tabaklara çevirirken tüm ailenin bana olan farklı bakışları, Rob'un haklı olduğu ve burada bir tuhaflık olduğuna emin olmamı sağlamaya başlamıştı.

"Kralımıza özel bir aile kahvaltısı olmasını istedik." Diyerek Lord Jack söze girince bakışlarım ona döndü.

"Annem ve babam ile tanışmıştınız. Müstakbel eşim güzel Estelle'nin annesi sevgili leydi Nell ve babası Lord Alex" Diyerek ailesini tanıtırken kibar olmaya çalışarak leydi Nell'e çevirdim bakışlarımı. Dün gece karanlık olmasına rağmen yüz hatlarını iyi seçebilmişim anlaşılan. Yine de gün ışığında çok daha yaşlı duruyordu ancak gözlerindeki zariflik onun iyi kalpli olduğunu ele veriyordu. Kocası Lord Alex, daha soğuk ve dimdik dursa da eşine verdiği değer ellerini hâlâ ayırmamalarından belli oluyordu.

"Memnun olduk majesteleri" Lord Alex, Dougal'a selam verirken bile bakışları bana dönmüştü. Sanki bu istemsizce oluyor gibiydi. Onların bu garip tavrı sadece benim değil herkesin dikkatini çekmeye başlarken Dougal dayanamayarak söze girdi.

"Eşimi tanıyor gibi bakıyorsunuz?" Dougal'ın sorgulayan sesiyle Lord Alex ve Nell, kısa bir an göz göze gelmeleri dikkatimden kaçmadı. Bu insanları hayatımda ilk defa görsem de leydi Estelle bana ilk karşılaşmada hafif tanıdık gelmişti ancak onu dikkatle incelediğimde hayatımda ilk defa gördüğüme de emin olmuştum. Ayrıca tam da tahmin ettiğim gibi dış görünüşü babasına benzese de hareketleri ve bakışlarını annesinden almıştı.

"Rahatsız etmek istememiştik kralım. Kraliçe, benim gençliğime benziyor. O yüzden biraz şaşırdık eşimle" Leydi Nell'in açıklamasıyla tebessüm ederek ortamdaki gerginliği azaltmaya çalıştım. Kadını süzdüğümde tek ortak noktamızın ten rengimiz olduğu barizdi ki dünyada milyonlarca insan kumral tene sahipti. Yüz hatları çok çökmüş bir leydi olduğu ve saçlarının tamamı beyaz olduğu için tam çıkarım da yapamıyordum.

"Demek ki sevgili babam Lord Alex gençken çok şanslıymış, " Lord Jack'in ortamı yumuşatma girişimiyle Dougal hariç masada herkes tebessüm etmeye başladı.

"Hâlâ çok şanslıyım" Lord Alex'in sözleriyle gülüşmeler artarken yaşlı bir çiftin hâlâ birbirlerine bu denli aşık olmaları kalbimi ısıtarak Dougal'a döndüm. O, sabit bir ifadeyle ikiliyi izliyordu.

"Lord Alex, buralı değil misiniz? Aksanınız bazen kayıyor," Dougal'ın sözleriyle Lord Alex kahvaltısına başlarken, ağzını peçeteye silerek Dougal'a dönmüştü.

"20 senedir Galler'de yaşıyoruz" Normal çıkarttığı ses tonuyla herkes gibi ben de kahvaltıya başlamıştım.

"Nerelisiniz peki?" Dougal'ın sorularına devam etmesiyle Alex, gayet rahat bir şekilde aşina olduğum dilin farklı bir aksanıyla "Je suis née en France" Demişti gırtlaktan konuşarak. Yüzümde şaşkın bir ifadeyle kafamı kaldırırken çatalım da havada kalmıştı. Fransız olmaları aklımın ucundan dahi geçmezdi.

"Buraya yerleşmeye nasıl karar verdiniz peki?" Dougal'ın sorusuyla Lord Jack araya girerek, "lütfen majesteleri müstakbel babamı çok sıkıştırmayın" demişti oyuncu bir tavırla.

"Majesteleri ile sohbet etmek bir şanstır oğlum, ticaret için çok ülke geziyordum gençken. Galler'e gelince buranın güzelliğine adeta aşık olduk" Diyerek yanında oturan karısına dönmüştü. Leydi Nell ile kendilerinin anlayacağı bir şekilde bakışırlarken sözlerine devam etti.

"Buraya geldiğimizde eşimin hamile olduğunu anlayıp yolculuğu birkaç ay erteledik" Lord Jack araya girerek, "birkaç aylık erteleme 20 sene etmese de ben halimden oldukça memnunum. Bana hayatımın aşkını hediye ettiniz" Lord Jack de az önceki yaşlı çift gibi göz göze geldiği Estelle ile bir süre birbirlerinde takılı kalmıştı.

"Kraliçem sizin Osmanlı'dan olduğunuzu duymuştuk" Leydi Nell'in konuyu değiştirmesiyle pastırmayı komple ağzıma atarken vazgeçip küçük parçalara böldüm.

"Evet annem Türk, babam İskoç klan lideri Quany" Ezbere konuşurken küçük bir parçayı da ağzıma atmıştım.

"İsminizi anneniz vermiş olmalı. Sarayla bağlantılı biri miydi?" Leydi Nell sözlerine devam ederken bedenimi komple ona çevirdim.

"Evet annem vermiş ancak neden öyle söylediz?" Dedim. Leydi Nell tebessüm etmeye devam ederken açıklama yapmak amaçlı sözlerine devam etti.

"Annenizin Osmanlı padişahlarının imzalarına Tuğra dendiğini bilecek kadar kültürlü bir kadın olduğunu tahmin ettim. Size çok özel bir isim seçse de isim olarak kullanıldığına hiç şahit olmamıştım."

"Evet gerçekten sıra dışı" Lord Alex de eşine destek çıkarken kaşlarımı çatlamak için kendimi zor tutuyordum. Bu zamana geldiğimden beri tanıştığım her Lord, halk, kral ya da önemli kişiler ismimin anlamını bilmiyordu. Hatta Osmanlı dilinde bir anlama sahip olduğunu bile ben soyumu belirtmeden anlamıyorlardı. Bu zamana kadar ismimin anlamını anlayan tek kişi, klana gelen Türkler olmuştu ki tepkileri şimdi olduğu gibi şaşkınlıktı. Sadrazam az önce Nell ve Alex'in verdiği tepkinin neredeyse aynısını vererek isim olarak kullanıldığını daha önce duymadıklarını söylemişti.

"Kraliçem iyi misiniz? Haddimizi aştıysak kusura bakmayın" Leydi Estelle'nin araya girmesiyle düşüncelerimden sıyrılıp Dougal'a döndüm. Ne düşünüyordu bilmiyorum çünkü sessiz moda geçerek izleme ve değerlendirme yapıyordu şu an.

"Hayır sadece ismimin anlamını bilmenize şaşırdım" Dedim Lord Alex'e bakarak. Lord, gayet sakin bir tavırla elini masanın üzerine koyarak, "gençliğimde ticaretle ilgilendiğimi söylemiştim kraliçem. Osmanlı dahil çok ülke gezdim. Oranın yemekleri gerçekten de muazzamdı" Verdiği profesyonel yanıtla yalan söylemiyor gibi dursa da kırık burnu ile bu adamın göstermediği bir yüzü olduğuna emin oldum. Yalanını belli etmeyecek kadar profesyonel olamayacağını düşünerek de verdiği cevaba yine de tatmin olmadan tebessüm ettim.

***

Kahvaltıdan sonra erkekler siyaset konuşmak için Lord Jack'in ayarladığı bir odaya geçerken, kadınlarla birlikte mavi salon diye adlandırılan bir odaya geçmiştik. Leydi Estelle ilk mavi salon dediğinde anlamamış olsam da salona girince her yerin mavi olmasından odalara renklere göre isim verildiğini anlamıştım. Galler'de İngiliz gelenekleri çok yoğun bir şekilde hissediliyordu.

Leydi Estelle, annesi leydi Nell ve nişan töreni için gelen birçok soylu kadın buraya davet edilerek kalabalık bir ortam oluşturulmuştu. Ben, leydi Estelle ile baş köşede otururken kadınların kendi aralarındaki sohbetini dinliyormuş gibi yapıyordum. Konu atlar üzerineydi ancak ne konuştuklarını belli bir yerden sonra takip etmemiştim. Leydi Nell sessizce oturduğu yerde beni izliyor ve hiç konuşmuyordu.

"Kral Dougal için atıyla iletişim kurabildiği söyleniyor kraliçem. Onu, atının üzerinde savaşırken görmek muazzam bir tablo olsa gerek" Kızlardan birinin resmen iç geçirerek söylediği sözlerle bakışlarım da ona döndü. Bir saattir saçma sapan bir sohbet dönüyordu leydiler arasında. Porselen fincanda sütlü çayımı yudumlarken onları dinliyormuş gibi yapıyordum.

"Gerçekten mi?" diye sordum, kaşlarımı kaldırarak. "Kim bilir belki de at, savaş stratejilerinde bize yeni fikirler sunabilir!" Dediğimde salonda büyük bir kahkaha koptu. Artık bu sıkıcı konuşmayı tamamen dalgaya vuruyordum. Emir burada olsa benimle gurur duyardı çünkü resmen onu taklit ediyordum. Çekilecek bir muhabbet yoktu.

Kızlar şaşkınlıkla yüzüme baktılar, ardından birbirlerine gülümsediler. "Evet, kraliçemiz gerçekten de her şeyi düşünüyor," dediler aralarında kıkırdayarak ve yaranmaya çalışarak.

"Majesteleri eminim siz de çok iyi ata biniyorsunuzdur. Ah, bugün hep birlikte ata mı binsek?" Sabahtan beri bana yalakalık yapmaya çalışan ve sürekli boş konuşup ilgiyi üzerine çekmeye çalışan leydi konuşurken, ilk defa güzel bir cümle söyleyerek dikkatimi çekmişti. Leydi Nelly'in olduğu tarafa bakmamaya çalışsam da onun bakışları hâlâ bendeydi. Gençliğine benzediğimi söylediği için artık bakışları çok garip gelmiyordu. Yaşlı bir kadındı sonuçta.

"Kraliçenin ata binmesi hoş olmaz Olivia! Kral Dougal bu durumu hoş karşılamaz." Her cümlesi Dougal'a övgü yağdıran kız yine konuşurken tek kaşımı kaldırmıştım. Ne demek kraliçenin ata binmesi yasaktı?

"Kral Dougal'ın hoşuna gidip gitmemesi beni ilgilendirmez. Ben kendi kararlarımı kendim veririm," dedim kaşlarımı çalarak kıza dönerken.

Leydi şaşkınlıkla geri adım attı, "Majesteleri, sadece sizin güvenliğiniz için endişelendiğim için öyle söyledim. Elbette benim haddime değil, sizi gücendirmek değil niyetim."

Gözlerimin bir an için kızardığına emindim ve sert bir tonla devam ettim, "Leydi, güvenliğim konusunda gereksiz endişelerinizle beni rahatsız etmeyin. Eğer at binmek istiyorsam, kimse buna engel olamaz."

"O zaman öğlen yemeğine kadar ata binmeyi teklif ediyorum" Leydi Estelle ortamı yumuşatmak için araya girerken kızların çoğunun gözlerinde heyecanlı bir parıltı oluşmuştu. Özellikle sürekli Dougal'a övgü yağdıran kızda.

"Leydi Estelle, bu fikir gerçekten de ilginç," dedi içlerinden biri düşünceli bir ifadeyle. "Kadınların ata binmesi, güçlerini ve özgürlüklerini ifade etmek için harika bir yol olabilir." Leydi Estelle, kızların olumlu tepkisini görünce sevinçle gülümseyerek bana döndü. "Majesteleri, umarım bu fikir hoşunuza gitmiştir," dedi.

Leydi Estelle ile at binme sırasında bir fırsat bulup yalnız kalmayı düşünerek kafamı olumlu anlamında salladım.

"O vakit bir saate bahçede buluşalım kızlar." Diyen Estelle ayağa kalkarken diğerleri de ayaklanmıştı. Sırf ata binmek için giyinip hazırlanmada bir saat çok fazlaydı bence. Yine de bir şey söylemeden ben de ayağa kalktım. Hep birlikte salondan dışarıya çıktık.

Herkes hazırlanmak için odalarına geçerken erkeklerin oturduğu salonun önünden geçiyorduk. Üzerimdeki elbiseyi çıkartıp binici kıyafetlerini giyeceğim için çok mutluydum. Kamuflajım kadar olmasa da bu elbiselere oranla binici kıyafeti çok daha rahattı. Erkeklerin olduğu salonun önünden geçerken kapısı birden açılırken, içeriden hiç ses gelmiyordu. Kızların kafalarını çevirip içeriye göz atmasına göz devirirken Emir'in bedeni gözüktü. Dışarıya çıkmak için kapıyı o açmıştı.

"Sevgili leydiler hepinize merhaba" Emir, büyükçe konuşarak kızların kıkırdamasına sebep olurken yüzü oyuncu bir ifadedeydi. Leydilerden bazılarının yanakları al al olurken "sevgili kardeşim, biraz vaktin var mı acaba?" Diye sordu bana dönerek.

"Elbette sevgili Lord kardeşim, size 5 dakika ayırabilirim" Emir sözlerimle gülmemek için dudağını ısırırırken leydiler önden ilerleyip uzaklaşmaya başlamışlardı. Emir'le onların uzaklaşmasını izlerken, bizi duymayacak kadar ilerlemelerini bekliyorduk. En sonunda uygun mesafe açıldığında Emir'in derin bir nefes verdiğini duydum.

"Hay sokayım kraliyetine de si...." Emir fularını çekiştirip küfür moduna girerken "şhhh" Diyerek koluna cimcik attım.

"Türkçe konuşma! Bizim odaya gidelim" Diye uyarırken önden yürümeye de başlamıştım. Düşünün artık Emir bile bunalmıştı ortamın saçmalığından. Dougal'la bize ait odaya girerken kapıyı ardımdan kapatır kapatmaz Emir'e anında sırtımı döndüm.

"Çabuk çöz şu elbisenin iplerini yoksa yangın var diye çığlık atacağım" Emir homurdanırken elbisenin sırtımdaki iplerini de çözmeye başlamıştı. İşi biterken kenarlardan elbiseyi tutarak paravanın arkasına geçtim ve elbiseyi çıkartmaya başladım.

"Ne zaman gidiyoruz?" Emir'in sözlerine sinir bozucu bir şekilde kahkaha atarken yere düşen elbiseye tekmeyi de basmıştım.

"Ben birkaç kişiyi dövmeden gitsek iyi olacak" Dedim alttaki elbise astarını da çıkartırken.

"Az önce ben onu yapıyordum az daha. Dougal resmen çaktırmadan bileğimi büktü. Allah'ım çok şükür Türkiye'de doğduğum için" Emir'in isyana bağlamasıyla merak ederken binici kıyafetini giymeye başlamıştım.

"Ne oldu diye sormayacağım çünkü tahmin ediyorum. Soylular gerçekten çok kibirli ve kaba" Derken kıyafeti giymiş saçlarımı çözmeye başlamıştım. Tutsun diye o kadar çok toka takmıştım ki bir türlü bitmek bilmiyordu. Emir yanıma gelirken bir yandan konuşup bir yandan tokaları çıkartmama yardım ediyordu.

"Hiç de masum değiller Tuğra. Dün gece canımı zor kurtardım. Kaç tane kadın açık açık odama gelmeyi teklif etti. İnanabiliyor musun hepsi de evli. Resmen midem bulandı. Erkekler desen az önce metreslerini anlatıp durdular. Biri Dougal'a kaç tane metresi olduğunu sordu. Dougal'la birilerini dövmemek için birbirimizi tutup durduk. En son Dougal adama küfür edip odadan kovdu."

"Sizin durumunuz benden betermiş desene. Lord Jack ne yapıyordu peki?"

"O adam bir garip Tuğra. Seninle zaten bunu konuşacaktım. Çalışan kızlardan biriyle konuştum. Kız onunla flört ettiğimi sandı ama bilgi de alabildim. Biliyor musun Lord Jack aslında başka bir kadınla nişanlanacakmış ancak leydi Estelle'ye aşık olunca nişanı atmış. İlk nişanlanacağı kız siyasi bir nişanmış. Peki bu kız sence kim?"

Kaşlarımı kaldırırken çözülen saçlarımı öne atarak elimle kabarttım. Emir anlatmaya devam etti.

"İrlanda temsilcisinin kızı!" Saçlarımı geriye hızla atıp kafamı kaldırırken çatık kaşlarla Emir'e bakıp "Nina?" Dedim. Emir kafasını hayır anlamında sallarken "hayır, onun ablası vardı ya çekingen bir kız, o" Dedi.

"Jack'in İrlanda temsilcisiyle ne alakası olabilir ki?" Dedim şaşkınca. İşte bunu beklemiyordum.

"Anladığım kadarıyla berdel gibi bir şey olacakmış. Jack, ablasıyla evlenecek ve karşılığında küçük kardeşi Nina da Jack'in istediği biriyle evlenecekmiş. Bu bilgiyi aldığım çalışan bana bunun sır olduğunu özellikle belirtti. Peki, Nina kiminle evlenecekti?" Donuk bakışlarla Emir'in yüzüne bakarken ağzımdan çıkan kelime "Dougal" Olmuştu...

Bu sorunu çözmeden buradan gidemeyeceğe benziyorduk...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%