@ebrumelek
|
Bir hafta boyunca her günüm aynı geçmişti. Geçen hafta albay klanına dönmüş, şenlikler için geri geleceğini söylemişti. Bu bir hafta boyunca ne Dougal'ı ne Ewan'ı görmemiştim. Odamdan çıktığım da pek söylenemezdi. Alanna'yla arada bahçe yürüyüşleri yapıyorduk. Yemeğimi de hep odamda yiyordum. Her sabah başlayıp öğlene kadar antrenman yapıyor, ardından kahvaltı yapıp Alanna'nın gelmesini bekliyordum. Hemen hemen her gün odama uğrayıp kendimi yalnız hissetmememi sağlıyordu. Dougal'ı en son hücreden albay tarafından çıkarıldığım gün görmüştüm. O da benim karşıma çıkmak istemiyordu anlaşılan çünkü Alanna'yla bahçe yürüyüşlerimiz sırasında ortalıkta gözükmüyordu. Buradaki odamın penceresi talim yaptıkları alana bakmadığı için de çok şükür ki onu görmüyordum. Hâlâ saatim ve el fenerim ondaydı. Getirmesini beklemiyordum gerçi onun olabilirdi! Alanna bana bu bir haftada kendi dillerinde bazı kelimeleri öğretmişti. Öğrenmeye pek hevesim yoktu başta ama hafızam çok iyi olduğu için söyledikleri aklımda kalmıştı. Zaten dil öğrenme konusunda oldukça yetenekliydim. Burada kaldığım sürede en azından bilgi dağarcığıma yeni bir dil ekleyebilecektim. "Merhaba" diyerek odama elinde bir elbiseyle giren Alanna'ya baktım. Bugün şenlikler olacaktı. Sabahtan beri klan çok hareketliydi. Dün birçok klandan savaşçılar ve liderler misafir olarak gelmişti. Tabii ben bunları Alanna'nın anlattığı kadarıyla ve camdan görebildiğim kalabalık sayesinde biliyordum. Resmen depresyona girmiş gibi odamdan dışarıya çıkmıyordum. Albayı görmek bende bir takım duyguları ortaya çıkarmış ve zihnimi karmakarışık yapmıştı. Mücadele ruhumu elbette kaybetmemiştim sonuçta türlü zor şartlar için eğitim almıştım. Hem psikolojik hem fiziksel olarak. Ancak sonuç olarak ben de bir insandım ve bu yaşadıklarım artık çok ağır gelmeye başlamıştı. 1 haftadır sürekli düşünüyordum. Zihnimi dinlendirmiş, kendimi olanlara kabullendirmiştim. İçimdeki hasret ve özlem duygularını bastırıp gidişata ayak uydurmaya karar verip şenliklere katılmaya karar vermiştim. En azından gidene kadar tadını çıkartabilirdim değil mi? "Hoş geldin Alanna" dedim yüzümde tebessümle. Bugün albayda gelecekti. "Senin için elbise hazırlattım. Bedeninin olacağını tahmin ediyorum" diyerek klanın renkleri olan yeşil tonlarında bir elbiseyi uzattı. Benim zamanımda berbat olan bu elbise burada güzel denilebilecek türdendi. Bana olacağını tahmin ederek giyinmeye başladım. Alanna o esnada sandalyeye oturmuş giyinmemi bekliyordu. O da güzel bir elbise giyinmişti. Dışarıdaki kalabalıktan gelen sesler odanın içinde yankılanıyordu. İnsanlar buraya ait bir türde müzik çalarak eğleniyorlardı ama asıl eğlence savaşçıların birbirine meydan okuması ile oluyormuş. Nasıl bir meydan okuma olduğunu ise gidince görecektim. "Amcam az önce klana geldi. Gelir gelmez seni sordu. Birazdan birlikte şenlik alanına geleceğimizi söyledim." "Onu göreceğim için mutluyum" dedim üzerimdeki elbiseyi çıkartmaya çalışırken. Alanna'ya kendim ile ilgili gerçekleri anlattığım için dövmemi görmesini sorun etmiyordum artık. Bugün görecekti. Zaten her gece iç çamaşırlarımı çıkartıp yıkıyor, sabah tekrar içime giyiyordum. Onların içlerine giydikleri tuhaf olduğundan rahat edememiştim. Anlaşılan kendi iç çamaşırlarımı yırtılmazlarsa eğer bir sene boyunca giyeceğe benziyordum. "Tuggraa!" Diye şaşkınlıkla ayağa kalkan Alanna'ya gülümsedim. Kasığıma yakın olan zambak dövmemi görmüştü sonunda. "O şey de ne?" Diyerek bana yaklaştı. "Alanna bu bir dövme." "Nasıl çizdin oraya?" "Ben çizmedim öyle bir yeteneğim yok. Kendi dünyamda bu bazı insanların yaptırdığı bir süs" dediğimde kafası karışmış bir şekilde bakmaya devam ediyordu. "Nasıl yani insanlar süs olarak vücutlarını mı boyuyorlar?" "Evet, bunun gibi bir sürü sembol veya yazı şeklinde vücutlarının çeşitli yerlerine yaptırıyorlar. Çıkabilen türleri de var, bunun gibi kalıcı olanları da." "Hiçbir şekilde çıkmıyor mu bu?" "Aslında çıkması için lazer denilen bir yöntem var. Onun haricinde ne su ne başka bir madde çıkartamıyor çünkü derinin altına işliyor." dediğimde Alanna hayranlıkla dövmeye bakmaya devam ediyordu. "Sizin zamanınız çok ilginçmiş. Başka neler var merak ediyorum," dediğinde ben de verdiği elbiseyi giyinmeye başlamıştım. Gözümle kapıya bakarak sesini kısmasını işaret ettim. Mahcup bakışlarına kıyamayıp biraz anlatmaktan zarar gelmeyeceğini düşündüm. "Aslında teknolojik olarak epey geliştik. Mesela telefon denilen bir alet var. Onunla uzaktaki insanlarla iletişim kurabiliyoruz." Dediğimde Alanna anlamayan bakışlarla bakıyordu. "Bu telefon hemen hemen dünyadaki tüm insanlarda var. Ben kendi telefonuma tanıdığım birinin telefonunun numarasını kaydediyorum. Kaydettiğim kişi dünyanın neresine giderse gitsin onunla konuşabiliyorum" diye devam ettiğimde Alanna şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibiydi. "Konuşabiliyorum derken?" Diye sordu. "Basbayağı konuşuyorum. Şu an seninle konuştuğumuz gibi. Hatta görüntü olarak da o kişiyi görebiliyorum telefonun ekranından" dediğimde bayılacak gibi olan kıza çok fazla bilgi verdiğimi düşünüp dudağımı ısırdım. "Bu imkansız!" Diye carladı. "İmkansız değil Alanna, bilim. Dünyanın çoğu yerine kurulan baz istasyonları sayesinde telefonla ses enerjisini mekanik enerjiye çevirip, radyo frekansları ile taşıma yapılabiliyor. Yani benim telefonum sinyali baz istasyonuna, oradan taşınıp senin telefonuna aktarılıyor kısaca. Neyse bunları sonra detaylı anlatırım ben hazırım çıkalım mı?" Dediğimde şoktan hâlâ çıkmamış Alanna'ya bir daha seslenmek zorunda kaldım. "Çıkalım tabi" diye mırıldanan kıza gülümseyip birlikte odadan çıktık. *** Şenlik alanı, kale surları içerisinde ama ana binadan biraz uzaktaydı. Köyler ve ana binanın ortasındaki büyük alana kurulmuştu. Köylerin de en dışındaki surlarla, büyük Mclenan klanı oluşuyordu. Surlar çok yüksek ve güvenlik olarak üst düzeydeydi. Yani bu zamana göre ama benim bir iple oraya tırmanmam ve atlamam çok kolay olurdu. Kalabalığa yaklaştıkça müzik sesleri de artmış, ortada neşeyle oynayan insanları görmüştük. Saha gibi bir alan dışına bizdeki stadyum tribünlerine benzer bir yer kurulmuştu. Çoğu insanlar da bu tribünlere oturmaya başlamıştı. Hava sıcak olmasına rağmen esen rüzgar da insanı üşütüyordu. Tribünlerde birçok klan bayrakları asılıydı. Sanırım o yerler gelen misafirler için ayrılmıştı. En ortada bu klanın bayrağı, hemen yanında albayın bayrağı vardı. Alanna bizi kendi klanlarının olduğu kısıma ilerletince, en ortaya oturmuş Dougal görüş açıma girdi. O kadar insanın içinde bile heybetli görüntüsüyle dikkat çekiyordu. Yanında albay, bir diğer yanı boştu. Karşılarında tanımadığım yaşlı bir adam ve genç bir kızla sohbet ediyorlardı. Yanlarına yaklaştığımızda Alanna'nın biraz gerildiğini fark ettim. Kafamı Alanna'ya çevirip neler olduğunu anlamaya çalıştım ama o Dougal'ın karşısındaki kıza kötü kötü bakmakla meşguldü. "Bir sorun mu var Alanna?" Diye sordum dayanamayarak. Alanna, cevap verene kadar çoktan onların yanına varmıştık bile. "Hoş geldiniz güzel kızlarım" diyen albay bizi görünce ayağa kalkmıştı. Onun sesiyle içtenlikle gülümsedim. Albayın bize dikkat çekmesiyle, Dougal ile göz göze geldik. Bakışları çok sert ve soğuktu. Ben de ona aynı karşılığı vererek gözlerimi ondan çekerek albaya bakmaya devam ettim. "Tuğra" diyerek bana dikkat çekerek tanımadığım diğer yaşlı adama baktı ve devam etti. "Clyde, seni manevi kızım Tuğra ile tanıştırayım" dediğinde yaşlı adamın bütün ilgisi bana dönmüştü. Meraklı bir ifadeyle bana bakıp elimi tuttu ve dudaklarına götürdü. Bana kalsa kafa tokuştururdum ama burada işler elbette farklıydı. "Kızım, kont Clyde Bruce ve yeğeni Cora," dediğinde kıza döndüm. Simsiyah saçları ve mavi gözleriyle oldukça güzeldi ancak sinsi bakışlara sahipti. Ona hafif gülümseyip tekrar albaya döndüm. 'Komutanım' diye hitap etmemek için dilimi ısırıp albayın gösterdiği sandalyeye Alanna ile oturduk. Anlaşılan Dougal'ın yanında gösterileri izleyecektik. "Manevi kızın olduğumu bilmiyordum efendi Quany" diye şaşkınlığını belli eden kont Clyde'e, albay cevap dahi vermemişti. Adam bozulduğunu belli etmeden Dougal'ı ve albayı hafif bir saygıyla selamlayıp uzaklaştı. Az önce gerçek bir kont gördüğüme inanamıyordum. Demek ki İngilizlerle de iş yapıyor olmalıydılar. Alanna, Dougal'ın yanına oturmuştu. Ben de Alanna'nın diğer yanına oturunca, albay da benim yanıma oturmuştu. "O kızı hiç sevmiyorum" diye mırıldanan Alanna'ya cevap verecekken, albay koluma dokunup dikkatimi çekti. Kulağıma eğilip fısıldadı. "Birazdan diğer klanlardaki en güçlü savaşçıların müsabakaları başlayacak. Dougal, tüm klanlar içinde lider olduğu için gösterilere ev sahipliği yapıyor. Müsabakalarda bazı kurallar var. Katılmak isteyen kişiler, kura ile karşı karşıya gelir. Bir alet kullanmak kesinlikle yasak yani çıplak elle dövüşürler. İskoçların savaşçı güçlerinin bir geleneğidir bu. Kura sonucunda kazanan kişi, istediği bir kişiye daha meydan okuyabilir. Bunu yapmadan zaferinin tadını da çıkartabilir. Dougal yıllarca bu müsabakalarda galip geldiği için son 3 yıldır artık katılmıyor" anladığımı belirtircesine kafamı sallayıp Dougal'ın tarafına bakmamak için kendimi zorladım. Albay devam etti. "Savaşçılar hakkında senin fikirlerini merak ediyorum Tuğra" dediğinde hoşnut bir şekilde gülümsedim ve çalan düdükle müsabakanın başladığını anladım. Zaten müzik sesi de kesilmişti çoktan. Anons yapan adam yüksek sesi ile bağırıp, ilk turdaki savaşçıların klan ve kendi adlarını söyleyip sahaya davet etmişti. Biri kızıl saçlı zayıf bir adamla, esmer çok iri bir adam sahaya çıktığında büyük bir alkış koptu. Kızıl saçlı adamı her gören kolay yenileceğini düşünebilirdi ama duruş şekli olarak diğer iri olandan daha sağlam duruyordu. "Paramı kızıla yatırıyorum" diyerek albaya gülümsedim. Albayın da dudakları memnun bir şekilde kıvrılıp izlemeye döndü. İri olan adam çok güçlüydü, belliydi ancak kızıl saçlı aşırı hızlıydı. İri olan adam daha yumruğu havadayken, kızıl çoktan yumruğundan kaçıp arkasına geçmiş, tek yumrukla iri adamı yere sermişti bile. Aslında o yumrukla yere sermesinin tek sebebi; tam ense köküne indirmiş olmasından kaynaklı omuriliğine giden sinirleri uyarmış olmasıydı. Vuruş tarzından ise bunu bilerek değil, şans eseri oraya denk gelmesine yormuştum. Açıkçası bu kadar kısa süreceğini düşünmemiştim gerçekten. Ben devam ederler diye bakarken, tekrar albayın sesini duydum. "Diğer kural yere düşen kişi anında kaybeder. Bizim zamanımızdaki boks gibi düşün ama vuruş olarak serbestler. Ayrıca yere düşene 10'a kadar sayılmaz, düştüğü an kaybeder" dediğinde dudaklarımı büzerek kafa salladım. Diğer maçlar da son hızla devam etmiş ve ilkine göre daha uzun sürmüştü. Tüm tribün, her maçta ve galibiyette heyecanla bağırıp zıplıyordu. Kaybeden klanların bayrakları sahadan indiriliyordu. Mclenan klanının bayrağı hâlâ asılıydı. Buradan hangi savaşçı çıkacağını merak ediyordum ki klanın anonsu yapılınca aşağıya tekrar göz attım. Sahada Ewan vardı. Onun sahaya çıkmasıyla öyle büyük bir alkış ve ıslık çalınmıştı ki, yüzümü buruşturmak zorunda kalmıştım. Evan, her zamanki gibi abartılı ve kendinden emin bir şekilde insanlara el sallıyordu. Evan'ın bazı hareketlerini, Emir'e çok benzetiyordum. Dougal tüm maçları yerinde hiç kıpırdamadan izlemişti. Sadece Evan çıktığında bir hayat belirtisi gösterip yerinde dikleşmişti. Ona bakmasam bile yan gözle hareketlerini analiz etmeyi ihmal etmiyordum. Evan'ın rakibi neredeyse Dougal kadar uzun boylu bir adamdı. Sahaya hırlayarak giren adam gerçekten korkunçtu ve Evan'ın hiç şansı yok gibi duruyordu. Maçın başlama anonsundan sonra alkış ve ıslıklar bitmiş, derin bir sessizlik oluşmuştu. Evan, ilk hamleyi karşı taraftan bekleyip gardını almıştı. "Ewan'ın karşısında Boyd klanının savaşçısı var. O klan bizim dost klanımızdır," diye açıklayan albaya bakmadan izlemeye devam ettim. Yan tarafımda oturan Alanna, büyük bir korkuyla maçı izliyordu ama sahadaki Ewan da diğer savaşçı da yakın arkadaşlarmış gibi birbirleriyle eğlenen bir ifadeyle dövüşüyordu. Karşı taraftaki savaşçı hamlesini yaparak Ewan'a sağlam bir yumruk çakmıştı. Ewan sanırım hamleyi sağ taraftan beklerken yanılmıştı. Ufak bir sendelemenin ardından gardını almış ve diğer yumruktan sıyrılıp kendi adama yumruğu geçirmişti. Ewan'ın attığı yumrukla iki adım geri giden adamın çok sinirlendiği burnundan çıkan sesten belli oluyordu. Ewan anında onunla alay etmeye devam edip sağlam bir tekme daha attığında, adam tekmesini havada yakalayıp bileğini döndürmüş ve Evan'ı düşürmeye çalışmıştı. Evan düşeceğini anlayarak kendini yukarıya iterek zıplamış ve diğer ayağını adamın burnuna çakarak birlikte düşmelerini sağlamıştı. İkisi de yere aynı anda düştüğünde, tüm nefesler tutulmuş, ardından büyük bir alkış kopmuştu. Tek kaşımı kaldırıp albaya baktığımda, ne soracağımı anlamış gibi cevap verdi. "İkisi aynı anda yere düşerse, ilk kalkan kazanır" dediğinde diğer adam hep takındığı o muzip gülümsemesiyle yerden kalkıp tribünün önüne gelmiş ve diğer kazananların yaptığı gibi Dougal'ı selamlamıştı. "Komutanım, yani bu adamlar koskoca İskoçya'nın en güçlü savaşçıları mı?" Diye sorduğumda, albay yine gülümsemişti. Bakışlarının Dougal'da olduğunu görüp kafamı çevirdiğimde, Dougal'la göz göze geldim. O ise albayın gülüşüne sinirli bir şekilde bakıyordu. Sesim sanırım biraz yüksek çıkmıştı çünkü beni duyduğu belli oluyordu. "Ne o leydim, beğenemediniz mi savaşçıları?" Dediğinde bunu teyit etmiş de oldum. "Çok daha iyilerini görmüştüm" diyerek sorusuna cevap verip albaya tekrar baktım. "Teknik kullanmıyorlar, bu çok yanlış. Bütün savaşçılar anında kan ter içinde kaldılar. Tek yaptıkları güçlerini hoyratça kullanmak." Dedim albaya Türkçe fısıldayarak. "Teknikler henüz keşfedilmedi Tuğra. Savaşlar kılıçla, içgüdüyle ve bilek gücüyle yapılıyor. Düşünebiliyor musun 2. Mustafa dönemindeyiz. Osmanlı'nın tüm ihtişamının bitmeye başladığı dönem. 200 yıl sonra saltanat yok olup Cumhuriyet ilan edilecek çok şükür ki. Tarih bilgin nasıldı?" Diye sordu. "Aslında çok iyidir. Ayrıntılar dışında çoğu bilgiye sahibim" dediğimde ufak bir gülümseme gönderdi. "Bir senenin tadını çıkart Tuğra. Geri döndüğünde bir yalan uydurman gerekecek. Burası ile ilgili bir şey söyleyemezsin. Sana inanmazlar ve sorgulanırsın. O zamana kadar bir şey buluruz merak etme" dediğinde bugünkü müsabakalar da bitmişti. Yarın çeyrek final, diğer gün yarı final olacak ve kazanan belli olacaktı. Kazanan klanın savaşçısına Dougal bir ödül veriyordu duyduğum kadarıyla. 🌿 Herkes dağılmaya başladığında, biz hâlâ oturmaya devam ediyorduk. Kont Clyde ve yeğeni yine yanımıza doğru geliyordu. Alanna, oflayarak bana döndü. O kız ile aralarında nasıl bir sorun vardı bilmiyorum ama kızın bakışlarını hiç beğenmemiştim. "Her yıl olduğu gibi bu yılda müsabaka çok güzeldi. Savaşçınızın galibiyeti için sizi kutlarım Büyük Dougal" diyerek Dougal'ı selamladı Clyde. Yeğeni de Dougal'a tatlı olmaya çalışarak göz süzmüştü. Dougal sadece başını hafif oynatarak tebriğini aldı. "Akşamki eğlenceler için yeğenimi size eşlik etmesini teklif ediyorum" dediğinde şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Bu nasıl bir akrabaydı böyle! Ayrıca akşamda mı eğlence olacaktı? Alanna'nın sinirden kızarmış yüzünü görünce, kıza neden sinir olduğunu daha iyi kavradım. Sanırım abisini kıskanıyordu. Eh benim bir abim olmasa da o duyguyu tim arkadaşlarım için beslediğimden iyi bilirdim. Hatırlıyorum da Kadir abi kız arkadaşı Buse ile ilk tanıştığında adeta görümcelik yapmıştım. Tabii şu an Buse ilk çok yakındık o ayrı bir konu. Dougal cevap vermeden yine kafasını hafif oynattığında, kabul ettiğini anlayıp şaşırmıştım. Kont Clyde, memnun bir şekilde yanımızdan ayrıldı. "Burada bir klan lideri böyle bir teklif yaptığında, karşı lider kabul etmezse bu saygısızlık olarak kabul edilir. Kont da olsa belli bir kesimin lideri olduğu için aynı muameleyi görüyor," diye albay olanları bana açıklarken, Alanna'nın sinirli sesini duydum. "Her sene aynı dolap, bıkmadı abimin peşinde gezmekten!" "Alanna!" Diye onu sert bir şekilde uyaran Dougal'a ters ters bakan Alanna, ayağa kalkıp beni de kolumdan kaldırdı. "Akşam görüşürüz ağabeyciğim" diye ana binaya beni adeta çekiştirdi. 🌿 "Akşama çok güzel olmalıyız" diyerek dolabını hoyratça karıştıran kızı umursamadan yatakta uzandım. Alanna'nın odasında akşam için hazırlık yapıyorduk. Ancak ben yatmakla meşguldüm. "Hadi ama kalk da sen de bir şeyler dene" diyerek oldukça güzel kırmızı bir elbiseyi kaldırıp bana gösterdi. Elbise fena değildi ama bana asla olmazdı. Ayrıca çok açıktı. "Bugün giydiğimi giyerim ben Alanna, o kadar da önemsemiyorum" "Sizin zamanınızda ne tür elbiseler giyiyorsunuz, tarif etsene?" Diyen Alanna ile yatakta doğruldum. "Elbise giyen bir çok kadın var ama ben genelde pantolon ve tişört tercih ediyorum" "O gösterdiğin çizimdeki gibi mi geziyorsun dışarıda hep? Erkek gibi yani?" Diye şaşkınca sordu. "Evet tercih meselesi. Ben elbise ve eteklerle rahat edemiyorum asker olduğum için" "Peki şey, yanlış anlama ama anlamak için soruyorum. O fotoğrafta resmen bütün hatların meydanda yani ayıp karşılanmıyor mu kıyafetlerin?" Bunu kötü niyetle sormadığını bilecek kadar tanımıştım Alanna'yı. "Şöyle açıklayayım. Dünyada çoğu yerlerde, benim resmimdeki kıyafetimden çok daha açık kıyafetle gezilebiliyor. Öyle ki çok kısa pantolon ve açık tişörtler giyilebiliyor. Sokakta gezen çoğu kadının böyle giyindiğini düşünsene. Herkes için artık normal kabul ediliyor giyim şekli. Benim ülkemde insanların çoğu İslam dinine mensup olduğundan aşırı açık giyimden kaçılan yerler elbette var. Örtünen de var, kısa giyinen de, normal ölçülerde giyinen de. Tercih meselesi anlayacağın" dediğimde bir masal anlatıyormuşum gibi beni dinliyordu. "Çok değişikmiş. Yani kadınların gelecekte böyle özgür olması gerçekten çok güzel ve sıradaşı," dediğinde ağzımı sıkı sıkı kapattım. Asla Osmanlı'nın yıkılıp yerine Cumhuriyet'i ilan ettiğimizi söylememeliydim. Vereceğim bilgilerin zararsız olması gerekiyordu. En ufak bir bilgi, kötü niyetli birinin kulağına giderse ülkem için kötü sonuçlar ortaya çıkabilirdi. "Kadına şiddet ve kötü niyetli insanlar elbette var. Özgürlük dünyanın her coğrafyasında maalesef yok. İnsanlar hangi yılda olursa olsun hep bir hayat mücadelesi ve dert içinde." Diyerek konuyu noktaladım. Bu günlük bu kadar bilgi benim tarafımdan yeterliydi. "Şimdi sen anlat bakalım, şu Cora kim ve neden onu öldürecek gibi bakıyordun?" Alanna derin bir nefes vererek elindeki elbiseyi bırakıp yanıma gelerek oturdu. "İngiltere'de yaşayan kont Clyde'le bugün tanıştın. Kendisi aristokraside oldukça güçlü biri ancak zalim ve hırslı bir adamdır. Clyde'n İskoçya'da yaşayan iki yeğeni var. Biri leydi Kylie diğeri ise Cora'nın annesi. Cora, yakında Kurt klanıyla teyzesi Kylie tarafından akraba olacağı için abimi eş adayı olarak gözüne kestirdi maalesef," dedi bıkkın bir edayla. "Anlaşmalı evlilikler oluyor anladığım kadarıyla. Belki abin Cora'dan hoşlanır ve çok mutlu olur Alanna bunu hiç düşündün mü?" Dediğimde Alanna göz devirdi. "O kızı tanımıyorsun Mil, görebileceğin en burnu havada, bencil ve kibirli insandır. Bütün İskoçya'da ki kadınlara abimle aralarında bir şeyler olduğunu ima edip duruyor. Abim çok iyi kalpli biridir. O kız abime göre değil" hıh Dougal mı iyi kalpliydi? Hayatımda gördüğüm en sinir bozucu adamdı. Bana kalsa bir kaşık suda boğardım onu. Aşağıdan yine müzik ve kahkaha sesleri gelmeye başlamıştı. "Hadi hazırlanıp inelim aşağıya. O kızı abimle yalnız bırakmak istemiyorum" diyerek ayaklandı ve seçtiği kırmızı elbiseyi giyinmeye başladı. Ben üzerimdeki elbiseyi değiştirmeyecektim ama saçlarımı toplamaktan başım ağrımıştı. Salık bırakıp önlerinden biraz alarak arkada toplayıp hazırdım. 🌿 Yarım saat süren Alanna'nın hazırlanmasından sonra birlikte aşağıya indik. Yemek yenilen salonda ve bahçede insanlar toplanmıştı. Önce salona uğradık. Masalara alkol ve aperatif yiyecekler konulmuş, herkes birbiriyle sohbet havasındaydı. Masanın başında Dougal, bu masanın sahibi benim tarzı bir bakışla oturmuş, yanında da o kız vardı. Kız elini Dougal'ın omuzuna koymuş etrafa sinsi bir sırıtışla bakıyordu. Yanımda Alanna'nın burnundan nefes verdiğini duydum. Alanna beni unutup hızla masaya ilerledi ve abisinin diğer yanına oturup başını omzuna koydu. Dougal ise Alanna'nın bu sahiplenici hareketine karşı, dudağının bir kenarını kıvrılarak karşılık verdi. Alanna'nın omzuna elini atıp bedenini ona döndürdü. Bakışlarımı onlardan çekip albayı aradı gözlerim. Albayı ararken arkamda birini hissedip hızla döndüm. Bana gülümseyen Evan, elinde bir kadehi bana uzatıyordu. "Seni korkutmak istemedim Tuğra. Sana bir teşekkür borçluyum" diyerek kadehi almamı işaret etti. Uzattığı kadehi tek kaşımı kaldırıp aldım ve açıklama bekler gibi ona baktım. "Ne teşekkürü?" Dedim sert bir sesle. "Casus olmadığın için teşekkür ederim. İlk defa yanıldığıma bu kadar sevindim" diyerek yanımdan uzaklaştı. İlerleyerek bir kız grubunun yanına oturdu ve kızlar onun gelmesiyle kıkırdamaya başladılar. Elimdeki kadehi usulca ilerideki masaya bırakıp salonda yürümeye başladım. Albay neredeydi acaba? Etrafa tekrar göz attığımda, Dougal'la göz göze geldik. Gözlerimi çekmeden sert sert bakmaya başladım. O da gözlerini çekmiyor, beni ölçüp tartıyor gibi bakıyordu. O esnada biri arkadan belime sarılıp beni kendine çekti ve sert vücuduna yapıştırınca gözlerimi kocaman açtım ve arkadaki kişinin göğsüne dirseğimi sertçe geçirip tutuşundan kurtuldum. O esnada arkamdaki adamın kükreyişiyle Dougal ayağa kalkmış ve salonda sessizlik oluşmuştu. "Seni lanet sürtük gel buraya" Anlamadığım kendi dillerinde bağıran adamın bana küfür ettiğini tahmin edip hızla yüzümü ona döndüm. Karşımdaki adamı müsabakalarda dövüşürken görmüştüm, kazananlardan biriydi. İri yarı, leş gibi alkol ve ter kokan adam bana tokat atmak için hamle yapınca Dougal'ın gür sesi salonda yankılandı. "O kadına dokunursan ölürsün!" |
0% |