Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@ebrumelek

Dougal, kendi dillerinde adamı ikaz etmişti sanırım ama sinirden gözü dönen adam onu dinlemeden yanağıma tokadı indirdi. Göğsüne gerçekten çok sert vurmuştum bu yüzden canı çok yanmış olmalıydı. Bana attığı tokat ise bayağı sağlamdı çünkü salonda tokadın sesi oldukça ses çıkartmıştı. Kimseden ses çıkmıyor, herkes bize bakıyordu. Elimi yanağımdan çekerek adama kötü bir gülümseme gönderince, adamın yüzünde anlık bir şaşırma gördüm. Bana attığı tokadı herhangi bir kadına atsaydı bayıltabilirdi bile. Ancak benim eğitimlerim bile çok daha acılı geçtiği için sinek ısırığı gibi gelmişti. Adama birkaç adımla yaklaşarak ellerimle boğazını sıkmaya başladım ve onu tüm gücümle iterek arkasındaki duvara yapıştırdım. Bu hamlemi beklemeyen adam şoktan tepki veremedi ama kendine gelip kolumu tutup boğazından kurtarmaya başladı. Tekrar gülümseyerek okkalı bir kafayı burnuna çaktım. Aynı anda dizimi karnına defalarca geçirip iki büklüm olmasını sağladım ve kıvranan adamdan biraz uzaklaşıp salona göz attım. Herkesin gözlerinde şaşkınlık vardı. Dougal ayakta kıpırdamadan bana bakıyordu. Evan'ın "yok artık!" Diye mırıldanmasını duyarak tekrar kimseye bakmadan hızlıca salonu terk ettim.


Koşarak bahçeye çıktığımda buranın da çok kalabalık olduğunu gördüm. Dikkat çekmeden bir sene geçirmek demek ki buraya kadardı. Bahçede bir ağacın altında oturup kafamı gökyüzüne çevirdim ve yıldızları izleyip timimi düşünmeye başladım.


Hakkari, 2026


"Bu yılın ilk ay tutulması bu gece gerçekleşecek. Uzmanların 'Yarı gölgeli ay' ismini verdiği ay tutulması, ülkemizde Şırnak ve Diyarbakır'da birçok noktadan görülebilecek. Öğrenciler bu gece gerçekleşmesi beklenen ay tutulması için, teleskoplarıyla sokaklarda izlemek için hazırlıklara başladılar......."


"Nerede lan şu kumanda?" Diyen Kadir abinin sesiyle, postallarımın bağcıklarını bağladım. Kumandayı bulan Kadir abi televizyonu kapatmıştı. Bu akşam Tuğra'yı aramak için görevlendirilen JÖH timiyle tanışacaktık. Göktürk komutanım ne yapmış ne etmiş, o göreve bizim de katılmamızı sağlamıştı. JÖH timiyle tanışıp, 2 saat sonra göreve çıkacaktık. Tek umudum en azından küçük de olsa bir iz bulabilmekti.


Kapı hızla açılıp Göktürk komutanım içeriye girince ayağa kalkıp tekmil verdik. Kısa kısa üzerimize göz atarak yavaş adımlarla karşımıza geldi. Göktürk komutanım çok iyi bir liderdi. Onun gibi bir komutana sahip olmak şans gerektirirdi, her askere de nasip olmazdı.


"Asker, birazdan JÖH timi karargaha giriş yapacak. Onlarla uyum içinde olacağınıza ve sözümden çıkmayacağınıza eminim. Biliyorum bu hepimiz için şahsi bir görev ama orada ne bulursak bulalım soğukkanlılığınızı koruyacaksınız. Sözümden çıkanı yakarım! Hepinize güveniyorum. Gidip kardeşimizi bulalım. Rahat!" Dediğinde derin bir nefes alarak silahımı belime taktım ve hep birlikte dinlenme odasından çıktık.


Karargahın bahçesinde gelecek ekibi bir süre bekledik. En sonunda beklenen ekip, zırhlı araçlarıyla bahçeye giriş yapınca araçtan sırayla indiler ve hızlıca sıraya girdiler.


"Teğmen Murat Şimşek, Çavuş-majör Melek Türkmen, Çavuş Halil Gündoğdu, Çavuş Ahmet Ünal" diyerek sırayla kendilerini tanıttılar. Göktürk komutanım, teğmenin önüne giderek ona hitaben konuşmaya başladı.


"Görev hakkında detaylı bilgi için toplantı odasında görüşelim teğmenim, hoş geldiniz"


"Emredersiniz komutanım" diyen teğmenden gözlerimi çektiğimde, diğerlerine de sırayla baktım. Hepsi aslan gibi duruyordu. İnşallah Tuğra'mın da yerini bulabilirdik.


Kritik detaylar ve analizlerden sonra yola çıkmaya hazırdık. Belli bir noktaya kadar helikopterle gidecek, devamını araçla devam edecektik. Helikopter yolculuğumuz esnasında, JÖH timindeki çavuşlar birkaç sohbet açma girişiminde bulunmuştu ancak bizimkiler Tuğra'ya odaklı olduğumuz için çok sessizdik. Büyük bir minibüs tarzı arabaya geçip sınır dışına, o mağaraya doğru ilerlemeye başladık.


"Komutanım, arkadaşınızı bulacağımıza inancım tam" diyen çavuş Melek'in sesini duydum. Kafamı hafif kaldırdığımda, koyu gözlere ve kumral saçlara sahip özel harekatçı ile göz göze geldik. Ona cevap vermeden sadece kafamı sallayıp, arabanın camından gökyüzüne baktım. Ay, bu gece oldukça büyük duruyordu.


🌿


"Deminden beri seni arıyorum Tuggra. Orada yaptıklarına hâlâ inanamıyorum" diyen Alanna, sonunda beni bulmuştu. Bahçeye ilk çıktığında onu fark etmiştim ama yerimi belli etmeden beni arayışını izlemiştim.


"Abim o klanın zaferini iptal etti Tuggra. Müsabakalardan elendiler ve buradan kovuldular. Sana saldıran adamın, klan lideri defalarca özür diledi ama abim affetmedi. Asker olduğunu söylemiştin ama bu kadarını beklemiyordum. O adam çok güçlüydü!" Bana vurduğu için değil onun sözünü çiğnediği için kesin kovmuştur klandan.


"Komutanı gördün mü?" Diye sordum. Alanna, anlamaz bakışlarla bakınca düzeltme gereği duydum.


"Yani amcanı?"


"Odasına çekildiğini duydum"


"Teşekkür ederim Alanna, izninle ben de odama gidip uyumak istiyorum yarın görüşürüz" Alanna'nın enerjisi hiç bitmezdi ama benim de kafamı dinlemem gerekiyordu.


Alanna arkamda kalınca odama doğru yürüdüm. Ana binaya girince, insanların yine bakışları arasından merdivenlere yönelip odama ilerledim. Odamın kapısını açıp içeriye girdiğimde, içeride arkasını dönük sandalyede oturmuş bekleyen Dougal'ı görüp kaşlarımı çattım. Benden izinsiz benim odama mı girmişti yani?


Kapıyı sertçe kapatarak geldiğimi belli ettim ancak Dougal hiç oralı olmadan arkası bana dönük oturmaya devam etti. Hızla ön tarafına giderek, ellerimi belime koyup tam karşısında durdum. Yine elinde o lanet olası bıçakla, tahtasına şekil vermekle meşguldü. Bu sefer şekilde epey yol kat etmişti ve el işçiliği gerçekten çok güzeldi. Yiğidi öldür hakkını yeme demişler.


"Sana kendimle ilgili bir sır vereceğim" diyerek söze giren adam, törpülediği şeklin tahta parçalarını yerlere döküyordu. Geldiğimden beri kafasını bir kere kaldırıp yüzüme bakmamıştı. Kendi bilir, karşısında öylece dikilmek yerine yatağıma ilerleyerek oturdum ve bacak bacak üstüne attım. Göz ucuyla bana baktığını fark edip içimden zaferimi kutladım ve onu takmıyormuş gibi davranıp cevap dahi vermedim. Dougal kısa bir aranın ardından sözlerine devam etti.


"Bu yaşıma kadar hiçbir insan hakkında yanılmadım. Birinin bana yalan söylediğini, bir şey sakladığını, korktuğunu, çekindiğini hep anında fark ettim" diyerek elindeki işi durdurup bana baktı.


"Senin hakkında da başta yanılmadım, bana yalan söyledin, kim olduğunu sakladın. Hâlâ da saklıyorsun. Amcam neden seni koruyor bilmiyorum ama yakında öğreneceğim. Ben öğrenirsem, senin için çok kötü olacak Tuğra o yüzden sen bana kim olduğunu söyleyeceksin. Kimsin sen?" Dediğinde karşısında kendi milletinden biri olsa ses tonu ve bakışlarıyla korkudan bayılabilirdi belki ama bana gram etki etmemişti.


"Benim kim olduğum seni ilgilendirmez. Kral dahi olsan sana açıklama yapmam. Tek bilmen gereken casus veya size karşı kötü niyetli biri değilim. Evet yalan söyledim ama kendimi korumak için söylemek zorundaydım. Şimdi de yine kendimi korumak için sırrımı saklamak zorundayım"


"Buraya seni cesaretin için tebrik etmeye gelmiştim. Savaşçının sana yaptığı saygısızlık için özür niyetinde sana bir ödül de getirmiştim" diyerek kol saatimi havaya kaldırıp gösterdi. Ayağa kalkmamış, oturduğu yerde saati havaya kaldırmıştı. Ayağına gidip almamı bekliyorsa çok beklerdi. Dougal devam etti.


"Amcamdan birkaç numara öğrenmişsin anlaşılan. Savaşçının şaşkınlığından da faydalanıp üstesinden geldin. Seni gerçekten tebrik ederim. Sen müdahale etmeseydin o adamı orada öldürmüştüm. Aslında onun hayatını kurtardın." Dediğinde saati almayacağımı anlayıp bana doğru attı. Havada yakaladığım saate kısaca hasar kontrol yaparak sağlam olduğunu gördüm ve metal kilidini açarak koluma geçirip tekrar kilitledim. Dougal şok olmuş bir ifadeyle koluma bakıyordu. Sanırım saatin kol ayarlaması kısmını çözememişti.


"Onu nasıl yaptın?" Diye masumca sorduğunda, onunla daha fazla uğraşmak istemeyerek ayağa kalkıp tam sandalyesinin önünde durdum. Saatin arkasındaki açma tuşuna basarak bollaştırdım ve kolumdan çıkartıp tekrar taktım. Dougal beni pür dikkat izliyordu. Koluma tam oturan saatli elimi, havada sallayıp gülümsedim.


"Çözemediğim tek insansın Tuğra. Çok farklısın!"


"Söyleyeceklerin bittiyse, odamdan çıkar mısın?" Dedim tek kaşımı kaldırarak. Kapının yanına yürüyüp çıkması için kapıyı işaret ettim. Resmen sandalyeme yayılmış oturuyordu. Gerçi teknik olarak sandalyenin sahibi o olabilirdi ama benim kaldığım odaya aitti. Dougal, elindeki bıçağı birkaç tur çevirip bacağındaki kınına soktu ve ayağa kalkarak bitirmiş olduğu küçük heykeli sandalyeye bırakıp kapıya yani bana doğru yürümeye başladı. Tam yanıma geldiği an, kapının koluna uzanırken, aşağıda adama yaptığım gibi birden boğazıma yapışıp beni duvara bastırdı.


Yaşadığım şoktan kaynaklı iki saniye tepki veremedim ama hemen toparlanıp ayağına sertçe bastım. Aynı anda el bileklerindeki damarlara da bastırıp gücünü azaltmaya çalışıyordum. Dougal'ın yüzünde eğlenen ve meraklı bir ifade vardı ama boğazımı çok sağlam tutmuş sıkıyordu. Bırakmayacağını ve nefesimin de tükenmek üzere olduğunu anlayıp hızla erkekliğine tekme atacakken, dizleriyle de ayaklarımı kıstırıp beni savunmasız bırakmaya çalıştı. Yer mi Anadolu çocuğu bunu diyerek ellerimi gözlerine koyarak baş parmaklarımı yeşil gözlerine bastırıp ellerini gevşemeyi başardım. Acıyla haykıran Dougal'a sağlam bir tekme atarak yere düşürdüm ve yerde üzerine oturdum.


Yere düştüğünde biraz kendine gelmiş olmalı ki ellerini gözlerinden çekti ama ona hiç fırsat vermeden üst üste yüzüne yumruğumu geçirdim. Ne olacaksa olmuştu artık ilk o başlatmıştı. Gerçekten attığım yumruklar oldukça sağlamdı çünkü Dougal'ın ağzından burnundan kan gelmeye başlamıştı. Gelen bir diğer yumruğumu tutarak yanağıma kendi yumruğunu geçirdi ama beni sendeletmeye bile yetmedi. İki elimi tutan Dougal, yerde ters dönerek bu sefer beni altına almıştı. Ellerimi ise başımın üzerinde sabitlemiş, tüm ağırlığını üzerime veriyordu. Dudağından akan kanın boynuma damladığını görüp bakışlarını boynuma ve göğsüme getirince kaşlarımı çattım. İşte şimdi beni öldürecekti. Artık albay bile buna engel olamazdı.


"Sen!" Diye mırıldandı ve bakışlarını tekrar gözlerime çıkarttı.


"Sende göründüğünden fazlası olduğunu tahmin etmiştim. Uzun zamandır kendi kanımı görmemiştim. Kaç tane savaşçının başaramadığını küçücük bir kız başardı." Diyerek gülen adama, manyak mısın bakışlarıyla baktım.


"Başlamadım bile ben daha!" Dediğimde tekrar gülümsedi.


Üzerimden kalkan Dougal'la temkinli olmaya devam ederek hızla ben de ayaklandım çünkü bacağında bıçağı olduğunu biliyordum. İstese üzerime çıktığı an beni öldürebilirdi ama o eğlendiğini söylemişti manyak dev kılıklı herif.


"İyi geceler Tuğra" kahkaha atar şekilde bunu söyleyip, hiçbir şey olmamış gibi odadan çıktığında, yere damlayan kan lekelerine bakarak az önce ne yaşadığımı anlamaya çalışıyordum.


Bu manyak dev kılıklı gıcık zorba adamı başıma yine sarmıştım anlaşılan


Loading...
0%