Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@ecealtinkaya


1.Bölüm

 

Gençlik, sahip olunmaya değer, ilk şeydir. Sahip olunmayı sürdürmeye değer tek şeyse AŞK'tır. Ve gençlik, aşk iksirlerinin en etkilisidir.

 

****

 

Bir zamanlar, hayatımın bir diliminde başka bir dünyada yaşamıştım. O yaşadığım yer kesinlikle yeryüzünde değildi. Herkes beni dünyada bir yerde sanabilirdi, belki de o taraftan bakılınca öyle görünüyordu. Onların gördüğünün aksine, ayaklarım kesinlikle yere basmıyordu ve ben, yerle gök arasında bir yerlerde gezinip duruyordum. O zamanlar, o yaşadığımın; şimdiki gibi kısıtlı, sınırlı, hiç tükenmeyecekmiş gibi akarken birden sonu gelen ve nasıl sonunun geldiğini bile anlayamadığım belli bir dönem olduğunu bilmiyordum. Ve o zamanlar, o dönemin hep öyle sürüp gideceğini sanmıştım. Hep öyle sonsuz bir kaynak gibi, çağlayacağını... Büyük bir yanılgıydı. Artık otuz bir yaşındayım. Şimdi öğrendim ve biliyorum. Bunu öğrenmek, yere çakılmak gibi bir şeydi. Şu anda artık bir hayal gibi, süzülerek uçup giden o zamana ben 'gençlik' diyorum. Şimdi size anlatacağım, o zamanlardan kalma başında kavak yelleri esen bir gençlik hikâyesidir. Genç devirlerin, coşku ve aşkla örülerek gökyüzünün katlarında süzüldüğü zamanlardan kalmadır...

 

O zamanlar ben henüz daha gençken bir sevgilim vardı. Şimdi korkusuzca sevgilim diyebiliyorum ama o zaman ismi konulamamış bir kalp ağrısıydı. Adı, Ateş'ti. Kara yağız, adı gibi ateş saçan bir delikanlı... Sanki tavrından, duruşundan, yaptıklarından taşan, sakıncalı bir şey nedeniyle de herkesten farklı...

 

Şimdi gözümün önüne, Ateş'in beni heyecanlandırıp, bana farklı ve büyüleyici görünmesine yol açan o zamanki hali geldiğinde, iç çekiş gibi bir kahkaha atmaktan kendimi alamıyorum. O günlerin masumiyetinin kaybolmasından mıdır, artık alışılmışlığın getirdiği tekdüze hissiyattan mı, aradaki nesil farkından mı, yoksa o devrin gençlerinin şimdi yetişkin olduğundan mı bilinmez; gençliğimde bana sakıncalı gelen duruşu, tehlikeliden ziyade bugün hala oldukça sevimli geldiği halde, bana nedense şimdiki gençlerin yaptıklarından pek de farklıymış gibi gelmiyor. Düşündüğümde, yeni nesil gençliği için normal, hatta sıradan kavramına girip, burun kıvırarak dönüp de bakmayacakları şeylerin, bizim gençliğimizin gözüne nasıl da sükseli, sıra dışı ve heyecan verici göründüğünü fark etmemem elimde değil. Ve o yıllardaki büyüklerinin sözünden asla çıkmayan Gülperi'ye müthiş farklı gelen Ateş'in davranışlarının, o kuşağın temsilcisi bazı anne babalara da—başta benimkilere—nasıl geldiğini söylememe gerek var mı, bilemiyorum??? Bir kere kınayıcı bakışlar altında laftan anlamaz, söz dinlemez Ateş gibi asi çocuklar, aile terbiyesinden nasibini alamamış, sorumsuz ailelerin çocukları olarak mimlenirdi. Zaten gerisi de malum; hükmen yenik...

 

Yani kısaca Ateş, o zamanlarda katı kurallar için yaşayan hiçbir ebeveynin—özellikle de kız annelerinin—kesinlikle onaylamayacağı bir tipti. Kulağında küpesi, altında motosikleti ve kötü alışkanlıkları olan; isyankâr ve tehlikeli... Yine, işte tam da bu yüzden, o zamanki hayalperest genç kızların, peşinden koşmasına ve rüyalarını süslemesine sebep olan bir asi... Özellikle de benim... O benim rüyalarımın, başkahramanıydı. Şimdiki zamandan bir genç kızı alıp, gençliğimin zamanına ışınlasak, benim ayılıp bayılarak tav olduğum o hallerden pek fazla etkilenmeyeceğinden adım gibi eminim, tek şey haricinde; her devirde aynı güce sahip olan, ateşli gözleriyle birleşen sesinin yakıcılığı... Bir daha ismimi onun söylediği kadar tatlı telaffuz eden bir ses daha duymayacağımı çok iyi biliyorum.

 

Aslında çok enteresan şekilde tanışmamıştık onunla. Her zamanki gibiydi yani. Olabilirliğin kıyısında, herkesin başına gelebilirdi. Ama herkesin değil, o benim başıma gelmişti. Acayip olan ve beni asıl şaşkına çeviren de buydu.

 

Onu, aynı sınıfta okuduğum en samimi arkadaşım Buket sayesinde tanımıştım. O gün, Buket'i okul çıkışından almaya gelmişti. Uzaktan görmüştüm. Yakışıklılığı; gün geceden nasıl farklıysa, diğer liseli çocukların yanında o kadar barizdi ve takındığı asi tavırları da. Yalnız gündüz müydü yoksa gece mi, tartışılırdı. Okulun önüne çektiği yanan motoru, diklenen, meydan okuyan keskin bakışları, doğal bir zarafetle çok önemli bir iş yapıyormuşçasına yaktığı sigarasıyla diğerlerinden sıyrılıyor; kızların dikkatini, oğlanların hiddetini çekiyordu. Yanımdaki diğer kız arkadaşlarımın ancak farklı bir durum, olay karşısında—bunu öğrenmiştim, genellikle bu durum, okula gelen yabancı bir oğlan olurdu—geçit vermeyen bir dalga gibi yükselen fısıldaşmaları, aşırı heyecanları, abartılı göz süzmeleri, kendilerini fark ettirmek amacıyla attıkları cilveli kahkahaları olmasaydı; etrafıma bakmak yerine hep önüme baktığımdan, göremeyebilirdim. Ancak onun tehlikeli derecedeki yakışıklılığına dikkatimi yönelten arkadaşlarım sayesinde, onu görmüştüm. Hem de attığım üstün körü tek bir bakışla. Evet. Onu görmem için bir göz atmam yetmişti.

 

O gün Buket, sınıftaki diğer kızlarla birlikte okuldan çıkmıştı. Benimse, dönem ödevimle ilgili kütüphaneye uğramam gerekmişti. Yoksa birbirimizden öldür Allah ayrılmazdık. Buket, tabi ki de beni beklemek istemişti ama ona işimin uzun sürebilecek olması nedeniyle beni beklememesini söylemiştim. Hem dışarıda kızlarla muhabbet—zararsız dedikodu ve günün özeti demek daha doğru olur—etmek için can attığını da biliyordum. Zaten arkadaşlığımızda, ikimizden, şen şakrak ve dışadönük olan oydu. Ben çekingen ve utangaç olan taraftım. Yani zayıf halka... Kendimi kızların içinde ortama adapte etmekte zorlanırdım. Dışlanmazdım ama kabul görmemin nedeni Buket'in ikimize de yeten canlılığıydı.

 

Kütüphanedeki işim sandığımın aksine çok uzun sürmemişti. Kütüphaneden çıktıktan sonra az ileride ayaküstü sohbet eden sınıf arkadaşlarımı görüp yanlarına yöneldiğimde, kızlardan gelen farklı bir titreşim olduğunu hissetmiştim. Her zamankinin aksine olağanlıktan uzak, heyecanlı, yoğun bir kız cıvıldaması vardı etrafta. Kızların yanına geldiğimde olağanüstü bir durum olduğunun farkına varmıştım. Daha konuşmaya fırsat bulamadan, Buket'in kızlara kıkırdayarak, el sallayıp, "...sonra konuşuruz. Hoşça kalın, ben gidiyorum," diye söyledikten sonra, aceleyle yanı başında duran Ayşe'ye dönerek "Gülperi'yi görürsen söyle olur mu?" dediğini işitmiştim. Ayşe de başını sallayıp onu onayladıktan sonra, Buket yanlarından hızlıca ayrılmıştı. Bu telaşını anlayamamıştım. Tam ağzımı açıp, Ayşe'ye sesleneceğim anda, o da birden bir yerine bir şey olmuş gibi yerinde sıçrayıp, gözlerini kocaman açarak, şaşkın bir şekilde diğer kızlara boş elini işaret etmiş "Ah, resim dosyamı sınıfta unutmuşum. Beni bekleyin kızlar alıp geleyim," dedikten sonra yanlarından ayrılmıştı. Komik bir şey yapmışım da, herkes bana bakıyormuş gibi üstüme sıcak basmıştı. Ayşe koşar adım okul binasına yönelirken, ben de ağzı açık ayran budalası gibi, bakışlarımı, tekrardan Buket'in, koyu renkli, örgü yaptığı saçını savurarak, aksi istikamete doğru uzaklaşan figürüne çevirmiştim. Hızlı adımlarla yürüyüp, diğer yandan da bir yere doğru hevesle el sallıyordu. Adım attığı her acele adım, belli ve kararlı bir hedefe yönelmişti. Ve bu bana biraz garip gelmişti, yani Buket'in kızlarla yaptığı sohbeti yarıda kesmesi... Çünkü Buket, âdeti olduğu üzere eve gitmeden, kızlarla okul önünde yarım saat laklak etmekten hoşlanırdı. Bunu biliyordum. Eve gitmek için bu kadar acele ettiğini de hiç görmemiştim. Gözlerim, Buket'in üzerinde; gidişini takip etmiştim ve sonunda onu görmüştüm; etraftaki erkek öğrencilere keskin bakışlar fırlatıp, elindeki zippo çakmağıyla sigarasını yakıyordu. İçimde, akort edilmeye çalışılan bir gitar telinin titreşmesi gibi bir şey titremişti.

 

Yakışıklıydı, hem de haddinden fazla... Buket, delici bakışlı havalı çocuğun yanına ulaşır ulaşmaz boynuna sarılıp, yanaklarından mutlulukla öpmüştü. Havalı çocuk da, Buket' i belinden kavrayıp kendine çekerek karşılık vermişti. Akordu kaçmış gitar teli, midemin üst kısmıyla, diyaframımın arasında iyice gerginleşerek, belli belirsizden, yakıcıya doğru kayan bir ezinti oluşturmuştu. Sanki tel, ucu sivri demir bir burguya dönüşmüştü ve biri tarafından itinayla midem deliniyor gibiydi. Tuhaf hissediyordum. Aniden hissedilen ve önemsenmeyen bir baş dönmesini geçirmek için gözleri kırpıştırmanın, kaybolan dengeyi sağlayacağının düşünülmesi gibi, ben de gözlerimi kırpıştırarak, nereden geldiğini anlayamadığım tuhaflık hissini geçirmeye çalışmıştım. Bilinçsizce bir kolumu kendime sarıp, sadece o hissi duyduğum yerin üstünü elimle bastırmıştım. Tam o esnada, arkamdan gelen bir ıslık sesiyle irkilmiştim. "Hey yavrum hey... Şuradaki tatlı yaratığa bakın siz hele." Arkamı dönmemle Derya'yı görmüştüm. Bir an, yeşil kedi bakışlarıyla göz göze gelmiştim. Ama O, hemen havalı çocukla alakadar olmaya geri dönmüştü. Yanında da ekürisi, Sinem vardı. Sinem, sarışın ve uzun boylu Derya'dan tip olarak da davranış tarzı olarak da farklıydı. Sinem uzak doğululara benzeyen egzotik bir tipti. Kömür karası saçları, çekik gözleri vardı. Ufak tefek yapısıyla, minyondu. Hareketleri ve konuşmalarıyla kokoş nasıl olur örneğinin, temsilcisiydi. Hep kendi bildiğinin en doğru olduğunu düşünür ve kabul edilsin isterdi. İkisi nasıl oluyor da geçiniyor merak ederdim. Çünkü Derya da kendini beğenmiş, baskın ve geçit vermeyen bir karakterdi. Ama sonuçta ikisi de okulun ve bizim sınıfın havalı, çapkın, hoppa ve şımarık kızlarıydılar. Üstelik benim hiç olmadığım kadar kendilerine güvenliydiler. Çekindikleri hiç bir şey görmemiştim. Tüm bu özellikleri sonucunda onlar, okuldaki erkek öğrencilerin gözdeleriydi. Bu nedenle de, nerdeyse okuldaki tüm kızların, guruplarına katılmak istedikleri kızlardı...

 

Siyah kâküllerini eliyle düzelten Sinem, Derya'ya başını çevirmeden, Derya'nın dediğini onaylamaz bilmiş bir tavırla "Ben olsam ona yaratık demezdim. Fakat, daha çok yeryüzüne inmiş bir melek olabilir, tabi," diye buyurmuştu. Ve bu arada gözleri, esmer çocuğun üzerinde iştahla geziniyordu. Aklımda, birden bir anı parlamıştı. Buket'in annesi beni ilk gördüğünde de buna benzer bir yorumda bulunmuş, Buket'e dönüp "Bu güzel, küçük melek de kim?" diye gülümseyerek sormuştu. Ne kadar ironikti. Ne kadar komik... İkimiz de, başkaları tarafından meleğe benzetilmiştik. İçimden kahkaha atmak gelmişti. Aramızdaki ortak noktalar da bununla sınırlıydı sanırım. Birbirimizle kıyaslanırsak benzer, başka hiçbir özelliğimiz yoktu. Bir yin-yang gibiydik. Ben meleğe benziyorsam o kesinlikle zıt bir şey olmalıydı. Zaten, benim de kabul ettiğim gibi, asıl melek oysa, o zaman beni hangi akla hizmet meleğe benzetmişlerdi? Ama çok derinden, incecik bir his aramızdaki bu benzerliğe çok mutlu olmuştu.

 

Sinem ve Derya'nın, hemen arkalarından dışarı çıkan, Sinem'in eski sevgilisi Can'la, kankası Gökhan, onların konuşmalarını duyarak, ilgilerini çeken şeyi gözleriyle bulup, bakışlarıyla döver gibi havalı çocuğu kesmişlerdi. Ardından da Can, Sinem'in yanında durup alaycı bir şekilde "Ne o Sinem, çok mu beğendin şu uzun saçlı züppeyi? Eğer öyleyse benden kıyak, Allah babadan sana isteyelim, kendi izni peygamberin kavliyle. Belki verir de sen de evde kalmazsın. Ne dersin?" dedikten sonra Gökhan'la birbirlerine sırıtıp, ellerini birbirlerine çakarak, birlikte yürüyüp gitmişlerdi. Sinem omuz silkip bir kahkaha patlatmıştı. Ardından da, ağzını yaydırarak bağırmıştı. "Kıskandın mı şekerim? Hepimiz biliyoruz, kedi erişemediği ciğere mundar dermiş." Sinem'le Derya birlikte tekrardan kahkaha atarak gülmüşlerdi. Diğer kızlar da pekmeze üşüşen sinekler gibi bir araya toplanıp, bu zevkli ortama katılmışlardı. Sinem'e yaranmak isteyen bir kız onu desteklemişti. "Değil mi ama? Bir melek varken, insan kargayı ne yapsın? Ah, ne tatlı çocuk... Bu bir melek değil de, başka ne olabilir?" Sinem'in kokoş hareketlerinin yanında her daim, daha çok delikanlı, dayılanan ve bitirim kız tavırlarında olan Derya ise kıza bakıp sinsice sırıtarak "Ya da, böyle bir tipe 'tatlı çocuk' diyen 'tatlı kızların' aklını başından almak için gelmiş bir şeytan. Bunun gibiler; cici kızlara kat kat fazla gelir güzelim. Değerini bilmek gerek. Benim içinse leziz, tam ağzıma layık," demişti.

 

Tabi ya, al sana benzerlik, aptal. Melek olan cici kızla, şeytan olan havalı serseri arasındaki bağlantı da bundan ibaretti. Derya'nın söyledikleriyle kulaklarıma kadar kızarıp, başımı önüme eğmiştim. Saçma olabilirdi ama nedense, söylediklerini o kıza karşı değil de, bana hitabenmiş gibi algılamıştım. Her zaman son sözü söyleyip, lider konumunda olmak isteyen Sinem, havalı çocuğu süzmeyi kesip, bakışlarını Derya'ya çevirerek, lafını söylemişti. "Unutma ki şekerim, şeytan da eskiden bir melekti. Ve ben melekleri severim. Karanlık tarafa geçmiş olsalar bile... Hatta onlar daha çok ilgi alanıma girer. Cici kızlar için bir şey diyemeyeceğim, ama şahsen, ben onlara bayılırım..." Tüm kızlar zevke gelip, bu şamataya hevesli kahkahalarla gülmüşlerdi. Benimse vücudumdaki garip ürpertilerle tüylerim diken diken olmuştu. Sinem'le aynı fikirde olmak beni rahatsız etse de, havalı çocuğu şeytan yerine, karanlığı seçmiş bir melek olarak düşünmek daha çok hoşuma gitmişti. Belki de benim inanmamı sağlayan asıl şey, karanlığı seçenin, aydınlığa geri dönmek isteyebileceğini de düşünmek olmuştu. Bu kızların şamataları arasında heyecanlanan, guruptaki başka bir kız da atılarak "Mmmm... Ben de, ben de. Yani kim bayılmaz ki, öyle değil mi?? Yeme de, yanında yat.," diyerek beni utandıran, coşkulu başka bir yorumda bulunmuştu. Yine, kızların arsız kahkahaları havayı doldurmuştu. Nefesim hızlanmış ve düzensizleşmişti. Guruptan diğer bir kız, düşünceli bir ifadeyle "Buket'in bir sevgilisi olduğunu bilmiyordum doğrusu," diye başka bir konuya ve farkında olmadığım, yeni açılmış yarama parmak basmıştı. İçimdeki çirkef, kızgın ses 'Ben de bilmiyordum' diye homurdanmıştı. Kendimi, ihanete uğramış gibi hissediyordum. Buket'i bu hisler içinde aklıma getirmek istemiyordum ama, o gözümün önünde sigarasını tüttüren havalı çocukla, baş başa vermiş yüzünde güller açtıran bir gülümseyişle sohbet ediyordu. Bense, sanki içime bir yerden damlayan, kızgın bir yağ varmış gibi hissediyordum. Sinem havalı duruşunu bozmadan, bilmişçe diğer kızı yanıtlamıştı. "Tahminimce de sevgilisi değil zaten şekerim. Öyle olsaydı kesin bilirdik. Şahsen, benim öyle bir sevgilim olsaydı, davul zurnayla dünyaya ilan ederdim... Açıkgöz işte... Aklınca bu güzelliği bizlerden uzak tutup kendine saklıyor. Ama sahnede yalnız olmadığını henüz bilmiyor." Yanımıza ne zaman geldiğini görmediğim Ayşe, elindeki resim dosyasını her zamanki hızlı hareketlerinin aksine, ayaklarının dibine acelesiz bir tavırla bırakırken özgüveni tam olan birinin yapacağı gibi, sakince söze karışmıştı. Ben senin yerinde olsam bundan çok emin olmazdım... Ve ayrıca Sinemciğim, herkes senin gibi, özelini bangır bangır yaymaktan da, göstermekten de hoşlanmayabilir. Biliyor musun? Biraz gizem her zaman iyidir." Ayşe'nin tavrından ve sesinden belli belirsiz bir memnuniyet ve cesaret akıyordu. Sinem dik dik, bense her zaman olduğu gibi gıptayla Ayşe'ye bakmıştık. Ama Sinem, konuşurken bal gibi bir sesle devam etmişti. "Öyle mi canım?" Sonra da en cazibeli surat ifadesiyle gülümsemişti. "Neyse, tasalanmaya gerek yok. Şu an sevgililerse bile, sonra kimin kimle, sevgili olacağını bilemeyiz. Öyle değil mi? Ben şuna inanırım; son gülen iyi güler." Sesindeki dediğim dedik havayla, Ayşe'nin ima ettiğine hiç de inanmadığını belli ediyordu. Derya haince kıkırdamıştı. "Çın çın... Birinci raunt. Melek savaşları başlasın... Kazanan kötücül meleği kapar." Ayşe aynı tavrıyla, eliyle Buket'i işaret edip Derya'yı cevaplamıştı. "Siz kazananın zaten belli olduğu yerdesiniz," derya ile Sinem hiç üstlerine alınmadan sırıtmışlardı. Ve Sinem cevap vermişti. "Ben gülerken, o halde tekrardan görüşürüz bakalım..."

 

Kızların konuşmalarından, kalbim gümbür gümbür atıyordu. Nedenini bilmiyordum, üstelik anlayamıyordum ama içimden katıla katıla ağlamak geliyordu. Ağlamak, suçlamak ve savunmak... Soluksuz kalırcasına, hem itham hem müdafaa etmek. Siyah saçlı, güzel, esmer siluet, Sinem'in adlandırmasıyla ve Derya'nın da dikte etmesiyle birlikte beynime nakış gibi işlenerek, karşımdaki görüntünün kayıp olan ismini birbiriyle eşleştirmişti. Evet, o karanlık bir melekti. Hem de tatlı kızlara uygun olmayan karanlık bir melek... Ve hepsinden de en önemlisi, bana anlatmamış ya da anlatmayı unutmuş olsa bile, o melek, Buket'in karanlık meleğiydi. Her ne kadar Sinem buna katılmasa da, ben birbirlerine davranış tarzından bunu anlamıştım. Ve Buket, bana bunu anlatmayı unutmuş olsa dahi, ben unutamazdım. Kendime sürekli hatırlattığım şeyi, mantıklı bir şekilde kabul etmeye çalışıyordum. Fakat, neden içimde deli bir kasırga esiyordu o halde, neden Buket'e bu derece kızgın hissediyordum kendimi, neden kimse göremese de o güzel ama asi meleğin olduğuna inandığım masumluğunu herkese ispat etmek istiyordum ve neden çelişki dolu rezil bir aldanmışlık duygusuyla çalkalanıyordum? Korkmuştum, hem de deli gibi korkmuştum.... Ve tüm bu yoğun duygu akışına kendimi hızla kapatarak, aklımla birlikte tüm duyularımı tekrardan kızların konuşmalarına vermiştim. Kızların daha önce de böyle konuşmalarına şahit olmuştum. Üstelik gülerek katılmışlığım bile olmuştu. Ama bu sefer yapamıyordum. Farklı, huzursuz eden, hatta ürküten bir ürperti duyuyordum kendimde. Üşüyor gibiydim ama vücuduma sıcak basmıştı. Ve aksine ellerim buz gibiydi. Üstelik tüm kızları, hepsini—Buket'i düşünmemek için kendimi paralıyordum o sırada—susturmak istiyordum. Alay edilmeyeceğimi ve ağlamayacağımı bilsem yapardım da. Keşke, Ayşe'nin olduğu kadar bile olmasa, biraz cesur olabilseydim. Düşündüklerimi söyleyebilecek kadar... Yavaşça ve istemsizce aynen mıknatısın çektiği demir, ya da ışığa çekilen pervaneler gibi gözlerimi yerden kaldırıp bakışlarımı, hakkında konuşulan çocuğa çevirmiştim. Bu arada Derya da, yanına gelen artist kız gurubunun diğer birkaç üyesinin de, ona teker teker katılıp vokal yapmasıyla, bir şarkı söylemeye başlamıştı. O yıllarda söyledikleri şarkı, tüm kızların dilindeydi.

 

"Yavrum baban nereli

Nereden bu kaşın gözün temeli

Sana neler demeli

Ay seni çıtır çıtır yemeli"

 

Elebaşılığını, Derya'nın yaptığı kızlar korosu, bir yandan el çırpıp hep bir ağızdan söylüyordu:

 

"Aman bize nasip olur inşallah

Boyuna da posuna da bin maşallah

Senden gelecek cefalara nazlara

Sözlere sazlara eyvallah"

 

Sesleri havada dalgalanarak, çığ gibi yükselmişti. Kızlar korosunun sesini duyan yakışıklı çocuk, başını şaşkınca bize doğru çevirmiş, sonra Buket'in dediği bir şeye başını arkaya atarak, gözlerinin içinde güneş parlıyormuş gibi gülerken, yanaklarında gamzeleri belirmişti. Birden afallamıştım. Karanlık bir melek ve gamzeler... Ardından karanlık melek bir daha bizden tarafa dönmüş, baş döndürüp günaha sokacak kadar çapkın, yarım bir tebessümle ona edilen iltifatları kabul eder gibi, hafifçe başını eğerek kızlar korosunu selamlamıştı. Kızlardan, nefeslerinin kesildiğini belli eden iç çekme nidaları yükseldikten hemen sonra, hep birlikte cilveli kahkahalara boğulmuşlardı. Grupta, demin Derya'nın cici kız dediği kız, elini kalbine götürüp "Sanırım, âşık oluyorum," demişti. Ağzı açık bir diğeri "Ben oldum bile..." diye atılmıştı. Karanlık meleğin, üzerimizde gezinen ateşli gözleri, kalp atışlarımın hızlanmasına, kalbimin göğüs kafesimden çıkacakmış gibi çarpmasına neden olmuş, sanki aniden bir türbülansın içine çekilmişim gibi kulaklarım uğuldamıştı. Kızların alenen, ateşli çocuğa söyledikleri şarkıyı, kendim söylemişçesine utanmıştım. Hemen başka bir kız arkadaşımın arkasına sinerek, görünmez olmuştum.

 

O anda, nereden çıktığını fark etmediğim, okulumuzun sert matematik öğretmeni, hızlı adımlarla karanlık meleğin yanına yaklaşmıştı. Bir anda tüm kızlar sessizliğe gömülmüştü. Öğretmenimiz, delici bakışlı çocuğa el kol hareketleriyle çıkışır gibi bir şeyler söylemiş, o da efelenir bir tarzda karşılık vermişti. Ancak Buket karanlık meleğin göğsüne elini koyarak araya girmiş ve öğretmenimize dönerek, saygı dolu bir ifadeyle bir şeyler açıklamıştı. Öğretmenimiz deminkinden biraz daha az sert, ama yine azarlarcasına bir şeyler daha söyleyip otoriter bir duruşla beklemişti. Karanlık melek istifini bozmadan öğretmenimizin gözlerinin içine, tepeden bakan bakışlarla bakıp—ya da bana öyle gelmişti, çünkü boyu epeyce uzundu ki; öğretmenimiz de uzun boylu bir adamdı—bir nefes daha çektiği sigarasını, aynı efelenen tavrıyla yere fırlatarak, çiğnemişti. Ardından da, bir film izler gibi—sanırım o anda çocukluğumdan kalma, beni etkilemiş bir anıyla, gözlerimin önünden Top Gun filmi geçip, kulaklarımda da filmin 'Take My Breath Away' şarkısı çalıyordu—onun tozu dumana katarak, koyu mavi hız motorunun arkasına attığı arkadaşımla birlikte, gözden kaybolup gitmesini izlemiştim. Ve yeniden, kapattığım bentlerimden Buket'e karşı alışkın olmadığım o hislerin içime sızdığını hissetmiştim. Ve böyle hissettiğim için, beni suçluluk duymaya iten kavurucu bir duyguyla çalkalanmıştım. Bu duygu, demin kızlara karşı duyduğum aynı titretici ve tiksindirici hissin, biraz daha şiddetlisi ve rahatsızlık vericisiydi. Çünkü bu saldırgan his, Buketle ilgili karmakarışık kötü düşüncelere boğulmama neden oluyordu. Ben bu hisle cebelleşirken, Ayşe'nin yanıma geldiğini fark etmemiştim. Ayşe koluma girip, kulağıma eğilmişti. "Kızım neredesin ya? Orada tek başına durmuş ne yapıyorsun? Gördün mü olanları?" Her zamanki gibi, daldan dala konan üslubu ve art arda konuşmasıyla, konuşuyordu. Hafifçe başımı sallamıştım ama sesim çıkmamıştı. Ayşe suskunluğuma aldırmadan, demin yaşanan olayın ardından, başka kızlarla sohbete dalan Sinem ve Derya'nın üzerinde bakışlarını gezdirdikten sonra, gıcık olmuş bir sesle "Şu kendini bir şey zanneden kızlara sinir oluyorum... Of ya, bizim matçı çocuğa bir şey yapacak diye ödüm koptu. Hem Buket' in başı belaya girer, hem de Buket çok üzülürdü. Bir de yetmezmiş gibi, salak Sinem de zevkten dört köşe olurdu," demişti. Sonra memnuniyet dolu bir gülümsemeyle konuşmasını sürdürmüştü. "Ama içine şüphe kurdunu düşürdüm işte, bir kere. Artık rahat edemez. İçini kemirir durur. Bu da bana yeter. Canıma da değsin. Kudursun işte. Her şeyi ben çok bilirim diye, ortalarda hava atmasın öyle." Ayşe'nin dedikleriyle, bir anda dikkat kesilmiştim. Neden bahsediyordu? Ya da ne saçmalıyordu? Kalbim ağzımdan fırlayacakmış gibi atarken, Ayşe konuşmasını sürdürmüştü. "Bence, o çocuğu, Buket' in sevgilisi sanmaya devam etmesinde hiçbir sorun yok. Sence de öyle değil mi? Kendini bir şey sananların burunları, her zaman sürtülmeli. Hem ben, nerden bilebilirdim değil mi o çocuğun kim olduğunu? Buket kim olduğunu söylemeseydi, gerçekten Buket'in sevgilisi sanamaz mıydım yani? Abes bir durum olmazdı yani. Bunu, bize anlatmamış olmasından bahsetmiyorum elbette. Anlatmaması, oldukça abesi iştigal ederdi, ama bahsettiğim şey; ikisinin gayet bir birine uygun olması... Tabi, bildiğimi bilmeseydim. Ama Sinem Hanım, benim bildiğimi, hiç bir zaman öğrenemeyecek o başka mesele." Titrek şaşkın ve yaşadığım kafa karışıklığını yansıtan sesimin, Ayşe'nin gevezeliğini yarıda kesip "Dur, dur... Ne demek sevgilisi sanmaz mıydım? Neden bahsediyorsun sen? O çocuk gerçekten Buket'in sevgilisi değil mi yani?" dediğini duydum. Ayşe beni süzüp, kendinden emin bir sesle "Ah tabi ki de, değil... Sana söylemedim değil mi?" diye yanıtlamıştı... Sabırsızlanarak "Neyi söylemedin? Sevgilisi değilse, peki kim O?" derken cevabını 'sevgilisi değil ama yakında olacak' demesinden korkarak—Ayşe'ydi bu sonuçta. Konuyu, verdiği yanıtla çelişen her şekilde, bağlayabilirdi—heyecanla karışık bir panik dalgası içinde beklemiştim. Ayşe, dudaklarına eğri bir gülümseme takınarak "Onun adı Ateş," demişti. Ayşe'nin ağzından çıkan her kelime, gerdiğim kasların acı veren bir şekilde gevşeyip, ayaklarımın bağlarının çözülmesine ve içimdeki bulantılı hissin yatışmasına neden olmuştu. Ancak suçluluk duygum, aynı oranda artmıştı. Rahatlamıştım çünkü; o etrafa ateş saçan karanlık melek, Buket'in kuzeniydi.

 

Ve kendimi aşağılık hissetmiştim çünkü en yakın, can arkadaşımın, kuzeni olduğunu öğrenmemden önceki gördüğüm, hastalıklı tarafım, o karanlık meleğe Buket'in yakınlığını ve arkadaşımın mutluluğunu kıskanmıştı. Nasıl bir arkadaştım ben? Nefesim daralmış, boğazıma kordan bir yumru oturmuştu. Karnımın içi dikenli tellerle sarılmış gibiydi. Ben Buket'i deliler gibi kıskanmıştım. Allak bullaktım. Nedenini, bir türlü anlayamıyordum. Çözümsüzlük, içimde kıvranıp yükselen hislerden sadece biri, ama anlaşılır olanıydı. Anlaşılır olamayan kıskançlığı, düşünmek istemiyordum bile... Yine de kendime duyduğum öfkeli suçluluk hissine rağmen, çok ama çok ferahlamıştım.

Loading...
0%