Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@ecealtinkaya

Oyuncağın kırıldı diye üzülme çocuk, büyüyünce kalbin paramparça olacak. / Cemal Süreya

 

*****

 

Nisan 1996

 

O akşam rüyamda, onun gamzeli gülüşlü yakışıklı yüzünü tekrardan görmüştüm. Bu sefer o motosikletin üstünde, onun arkasında uçarcasına yol alan bendim. İki beden ama tek nefes, tek yürek... Onu rüyamda gördüğüm gecenin sabahı uyandığımdaysa, kendimi tuhaf, boş, ağlamaklı ve aptal hissetmiştim. İçimdeki huzursuz kıpırtılar kalbimi kemiriyor ama ben sebebini çözemiyordum. Kalbim acımadan, garip bir şekilde sancıyor gibiydi. Ve ben bu durumdan çok rahatsız olmuştum. Aklımda ilk kez görüp, hiç tanışmadığım, üstüne üstlük adını bile bilmediğim bir yabancının rüyama neden girdiğiyle ve rüyada duyumsadığım uçarcasına mutluluktan sonra uyandığımda, terk edilmiş bir çocuk gibi mahzun hissetmemle ilgili, karmakarışık sorular peyda olmuştu.

 

O gün okula giderken, içimdeki bu his kakofonisinin içinde yüzüyordum. Okula vardığımda Ayşe'yi kapıda dikilirken bulmuştum. Beni gördüğüne sevinerek, rahat bir iç çekmişti. Sonra da aklındakileri, bana nefes almadan anlatmaya koyulmuştu. Kızlar başına toplanmadan ulaşabilmek için, Ayşe'yle birlikte nöbet tutup, Buket'i gelir gelmez kapıda yakalamıştık. Tabi Ayşe de hemen bir gün öncesiyle ilgili Buket'e vermekte sabırsızlandığı havadisleri, es geçmeden birer birer anlatmıştı. Ayşe Buket'e, Sinem'i oyuna getirme konusunda ısrarcı davranmış, ama Buket her ne kadar Sinem gibi birini oyuna getirmenin cezbedici yönünü ve bunu hak etmiş olduğunu inkâr edemese de yine de uğraşmaya değmeyeceğini söylemişti. Bir de, tabi Buket açısından, Emrah faktörü vardı. Emrah; bizim okula başka bir şehirden henüz nakil gelen, yeni çocuktu. Aynı zamanda, Buket'in hoşlandığı çocuk. Ben Buket'in ondan nasıl hoşlanabildiğine çok şaşırıyordum. Tamam, Buket'in tam da hayranı olduğu şarkıcıyla sadece aynı adı taşımıyor, tip olarak da benziyordu. Üstelik bizim Emrah, filmlerdeki Emrah'tan daha gösterişli ve onun daha bıçkınıydı. Ama bütün bunlar Buket'in Emrah'tan neden hoşlandığını açıklamaya yetmiyordu. Tabi ki de bu, Buket'in kanımca acayip zevkiyle ilgiliydi, ama yine bana göre birbirleriyle çok alakasızlardı. Ama neyse ki, Buket'in onunla şu anda çıkma olasılığı çok düşüktü. Açıkçası Ayşe, Buket fikrini reddedince çocuk gibi hayal kırıklığına uğramıştı. Onu teselli etmek için Buket boynuna sarılıp yanaklarından öpmüştü.

 

Sınıfa girdikten sonra, içeride bulunan bir grup kız, bir arı bulutunun toplanması gibi, Buket'in başını sarmışlardı. Kızların hep bir ağızdan arı vızıldaması gibi havada uçuşan havalı çocukla ilgili sorularına yanıt olarak Buket, gülümseyip yorum yapmak için ağzını açacakken, bir kız için fazla kaba vurgulu olan ses, Buket'in konuşmasına engel olmuştu. Derya'nın tahrik edici, efelenen ses tonu, herkesin dikkatini ona çekmişti.

 

"Ne o dilini mi yuttun ana kraliçe. Yoksa şu nefis çocuğun, sevgilin olmadığını söylemenle birlikte, attığın havanın yok olmasından korktuğun için mi susuyorsun? "

 

Ayşe, Derya'ya dönüp " Ne alakası var? Asıl sizin hava attığınız yerde, onun rüzgârı eser tamam mı?" diye hırlamıştı.

 

Derya ve Sinem birbirlerini dürterek arsız kahkahalarla gülmüşler, bu arada Derya kışkırtmaya devam etmişti.

 

"Ana kraliçenin maiyeti de buradaymış. Ah Ayşecik, sen hala öğrenemedin mi? İllaki, hatırlatma yapmama gerek var mı? Öyle havalı, nefis çocuklar, Buket gibilerini tercih etmezler. Bunu Sinem'in size ispat ettiğini ne çabuk unutmuşsun. "

 

Deminden beri içimde kıvılcımlanan bir ateş, Derya'nın bu lafları sarf etmesiyle birlikte harlamış, girdap oluşturup dışıma doğru geçtiği yerleri tutuşturarak yükselmeye başlamıştı. Ve ben daha ne olduğunu bile kestiremeden laflar ağzımdan fırlamıştı.

 

"Siz insanlara sataşacağınıza kendi işinize baksanıza..."

 

İnanamıyordum ama duyduğum titreyen ses benim kendi sesimdi. Başımdan aşağı bir kova kaynar su yemiş gibi, şoka girmiştim. Her yanım zangır zangır titriyordu. Derya, inanmayan gözlerini yüzüme sabitlemişti. Gözlerindeki inanamayan bakışın, hızlı bir şekilde acımasız alaycı bir kimliğe bürünüp değiştiğine şahit olurken, dizlerimin bağının çözüldüğünü hissediyordum. Aman Allah'ım ben ne yapmıştım böyle göze batacak!

 

Derya" Bak seeeeen," derken cümlenin sonun da bir yılan gibi tıslamıştı. "Bizim küçük dilsiz prensesin dili çözülmüş de, bir de bize işimize bakmamızı öğütlüyor. Vay anasını sayın seyirciler..." son söylediği cümlenin her bir kelimesinin üstüne tehditkârca bastıktan sonra, okkalı bir kahkaha patlatmıştı.

 

Attığı kahkahanın tonu, tüylerimi diken diken ederken, gözyaşlarım gözlerimi yakıp, zorlamaya başlamıştı. Ellerimi yumruk yapıp, kısa tırnaklarımı avuçlarımın etlerine batırmıştım. Derya'ya katılan Sinem ve etrafımızdaki birkaç kız hep birlikte, sanki çok komik bir olaya şahit olmuşlar gibi katıla katıla gülüyorlardı. O komik olay da ben oluyordum... Taş kesmiş bir haldeyken, yanı başımda dikilen Buket ve Ayşe'nin varlığını hissetmiştim. Sanırım, Ayşe kolunu omzuma sarmış, Buket'se koruyucu bir hamleyle bir adım öne çıkıp beni arkasına almıştı.

 

Bu arada Buket'in keskin bir sesle "Bu hiç komik değil," dediğini işitmiştim.

 

Ama kızların kahkahaları o kadar yüksekti ve o kadar eğleniyorlardı ki, onu duyduklarından emin olamamıştım. Şimdi olamazdı, lütfen yalvarırım şimdi olmaz, diye kendimi telkin ederken gözyaşlarımdan sulanan gözlerimi kırpıştırarak, yaşları geri itmeye uğraşmıştım.

 

Sinem parmaklarıyla, gülmekten gözlerinden gelen yaşları silerken, bana tuhaf küçümseyen bir bakış atarak "İlahi çocuk, bir daha ablaların konuşurken araya girme olur mu? Yoksa çok üzülürsün. Benden uyarması. Söylemedi deme!" demişti.

 

Titreyen dudağımı ısırmış, dilimi yakan cümlelerin boğazıma tıkanmasıyla birlikte, nefes bile alamadan orada sadece put gibi durmuştum.

 

Buket'inse parlayan gözleri öfke saçıyordu.

 

Tam hışımla ağzını açıp bir şey söyleyecekken, diğer konuyla ilgili meraklanan kızlardan, Ceyda "Hadi ama kızlar konuyu dağıtmayalım. Şimdi bırakalım da Buket anlatsın," diye konuya dâhil olurken, merakından ölen gözlerini Buket'e çevirip devam etmişti. "Sen anlat Buketcim şu yakışıklının adı ne ve aranızda ne var, sevgili misiniz? Değilseniz ilişki düzeyinizi anlayalım da, ona göre biz de nerde duracağımızı bilelim?"

 

Gruptaki diğer kızlar kıkırdayarak heyecanlı bir hikâye karşısında takındıkları, hevesli yüzleriyle dikkatlerini Buket'e yönlendirmişlerdi.

 

Ayşe ve Buket aniden bakışmışlar, Ayşe izin isteyen gözlerini yalvarıyormuş gibi Buket'e dikmiş, Buket'in onaylıyormuş gibi bakışlarında keskin bir kararlılık belirmişti. İkisinin arasında, bir saniye içinde çakan şimşeğe benzeyen ilginç bir mesajlaşma akımı gidip gelmiş ve bir karar verilmişti. O kadar yoğun bir akımdı ki; aralarındaki bir saniyelik bakışmada, sessiz bir antlaşmaya vardıklarını anlamıştım. Anlamadığım, antlaşma konusunun ne olduğuydu. Etrafıma bakıp, aynı şeyleri diğer kızlarında fark ettiğine dair yüzlerinde bir işaret aramıştım. Ama hepsi de heyecanla, Buket'in anlatacağı, duymaya can attıkları hikâyeyi bekliyorlardı.

 

Buket harekete geçmenin verdiği enerjiyle birlikte, "Adı Ateş... Yani sevgilim olarak adlandırmak istemiyorum amaa... Evet, çok yakınız," diye kızlara havalı bir açıklamada bulunmuştu. Kızlardan anında, yoğun bir heyecan uğultusuyla birlikte, el çırpma sesleri gelmişti.

 

"Peki teklif ederse ne diyeceksin?" diye merakla soranlara, Buket tek kaşını kaldırarak kendine kattığı daha gizemli bir ifadeyle "Etmediğini nerden biliyorsunuz?" diye başka soruyla, muğlak bir cevap vermişti.

 

Çok eğlendiği her halinden belliydi. Ve Sinem'i oyuna getirmenin hazzını yaşadığı... Ama anlayamadığım Ayşe'ye uğraşmaya değmeyeceğini söyledikten sonra, neden oyunu başlattığıydı. Buket ördüğü ağa, Sinem'i kolayca çekerken, ben de yanaklarım hala alev alev yanıp, duyduğum utançtan dolayı dibe çakılı halde, ayaklarımı sürüyerek yerime geçip oturmuştum. En iyisi ayak altından çekilmekti.

 

O esnada hala Buket'in etrafında dolanan kızlardan, Ateş'in ondan gelecek olan cevabı daha ne kadar bekleyeceğini soranlaraysa, Buket "Bana ve düşüncelerime saygı duyduğu için; ben istediğim kadar. Başka türlü olursa beni kaybedeceğini bilir. Laf aramızda bu onu en çok korkutan şey..." diyerek kıkırdamıştı.

 

Sinem dayanamayıp, oturduğu sırada yeniden arkasına dönerek, herkesin duyabileceği kadar yüksek bir sesle konuya müdahale etmişti.

 

"Şekerim, bakıyorum da kendine aşırı güveniyorsun. Biri gelip elinden kapıverir de, eskiden olduğu gibi ortada kalırsın sonra, söylemedi deme? Bu işler de kimin kaybedeceği hiç belli olmaz. Ama şampiyon zaten belli öyle değil mi?"

 

Buket hiç istifini bozmadan gülümsemeye devam etmişti ama gözleri çakmak çakmaktı.

 

"Sen hiç merak etme canım. Benim Ateş için ifade ettiğim yeri, kimse alamaz da doldurmaz da... O öyle basit kız numaralarına aldanmayacak kadar akıllı ve gelişmiş biridir. Numaralarla işim olmadığı için, kaybeden ben değilim ve asla ortada kalan da ben olmam."

 

Can'ın, Buket'i bırakıp, kendisiyle çıkmaya başladığı olayı Buket'e hatırlatması, Sinem'in dudaklarının halinden memnun kibirli bir şekilde yukarı kıvrılmasına sebep olmuştu. Buket'in gözleriyse, daha evvelden yaşanmış bu olaya ait, fakat şu anda söylenmemiş kelimelerin havada dolaşmasından dolayı, meydan okuyan bir öfkeyle parıl parıl yanarken, bu söylenmemiş sözler sanki ortada nabız gibi atıyordu. Buket' in dik duruşu 'Beni kimse ortada bırakmadı. Asıl ben sizi ne haliniz varsa görmeniz için bıraktım'der gibiydi... Bu elektrik yüklü sessizliği, yanlarına ne zaman geldiğini fark etmediğim, Emrah'ın alaycı ve kabadayı sesi bozmuştu.

 

Emrah ellerini ağzının kenarlarına kıvırarak "Gel geeel abiiicciiimm, kız kavgasına geeeelll. Bahisleri açalımmm," diye birden pazarda çığırtkanlık yapanlar gibi bağırmıştı.

 

Bu hareketi ve söyledikleri, sınıftaki tüm erkek öğrencilerin dikkatini çekerek gülüşmelerini sağlamıştı. Okula geldiğinden bu yana, zaten ortalarda sinir bozucu bir şekilde kızlara sataşıp takılıyor, bizim okulun önünde başka okuldan gelen oğlanlarla kavga çıkarıyor, namus bekçiliği yapıp, bıçkın delikanlı havalarında racon keserek dolaşıyordu. Üstelik kızlar da Emrah'ın bu berduş maço hal ve hareketlerine bayılıyordu. Şu anda da işte kendince—daha doğrusu erkeklerin anlayışında—eğleniyordu. Ve lafının bitimiyle aynı anda, Buket'in öldürücü bakışlarıyla göz göze gelmişti. Can eğlenceye katılarak elini Emrah'ın omzuna atıp, sırıtmıştı.

 

"Hevesin kursağında kalacak bilader belki ama, Sinem söz konusu olduğunda dürüst kız kavgası diye bir şey olmaz. Onun kavgada bildiği tek şey sırtından bıçaklamaktır. Üstüne tanımam."

 

Ardından da bakışlarını Buket'e çevirmiş "O yüzden Buket sana gardını almanı tavsiye ederim. Gerçi senin de dilin hançer gibiymiş ya, senden beklemezdim, ama gelişmemiş kalbim acıdı," derken göğsünü tutup, Buket'e göz kırpmıştı.

 

Demek konuşulanları Can da duymuştu. Ben Can'ın hala Buket'ten hoşlandığını ve onunla tekrardan yakınlaşmak istediğini düşünüyordum. Can'ın hareketleri de, bu düşüncemi doğruluyordu.

 

Sinem, o anda lafı üstüne alınmayan kayıtsız bir gülümsemeyle omuz silkip önüne dönerken Buket'se aksi ve ciddi bir sesle "Acıttıysam hak etmişsindir. Ben başkalarının lafıyla hareket etmeyecek kadar sağgörülüyüm Can. Neyin ne olduğunu biliyorum. Üstelik şunu da bil; kavga edecek bir tarzım olmadığı gibi tavsiyene de ihtiyacım yok," diyerek Can'ı paylamış, sonra savaşa hazır bir Amazon edasıyla bakışlarının öldürücü oklarını Emrah'a çevirip "Hele testosteron yüklü bir eğlencenin mezesi olmaya hiç merakım yok," diye noktayı koymuştu.

 

"Vaaaay canına"

 

"Yürü be Buket"

 

"Vaaooovvv harbi kız"

 

"Sen neymişsin be abi"

 

"Kız değil yakar madde yahu... Oğlum ateşle yaklaşmayın lan."

 

"Uuuuuvvvv, koçum Buket.

 

Sınıfta Buket'in söylediği lafla birlikte onun adına yapılan tezahüratlarla bir curcuna koparken ben de ellerim yanaklarımda, aman Buket ne yapıyor diye hayretler içinde ona bakakalmıştım. Hadi Can'ı geçtim, o Buket'in ona söylediği şeyleri espriyle karşılardı da. Ya o kabadayı kılıklı Emrah ne derdi, sınıfın ortasında bir kızın ona böyle çıkışmasına? İşte o durum biraz sakıncalıydı. Buket adına, biraz önce benim yaşadığım gibi bir aşağılanma yaşayacağından endişe ederek, gerilmiştim. Sınıfta öyle bir kakofoni vardı ki, her kafadan bir ses çıkıyordu; bir kişi hariç. Bir yandan Emrah'tan umduğum bıçkın tarzına uygun bir beylik lafının gelişini beklerken, o sırada da her an yapıştıracağını düşündüğüm o küçük düşürücü karşılığın darbesinden dolayı Buket'in hissedecekleri için üzülüyordum. Fakat onun yerine, Emrah'ın şaşkın bakışlarla Buket'i süzerken gözünde hızla yanıp sönen o ilgi pırıltısını gördüğüme yemin edebilirdim. O anda ders zilinin çalmasıyla oğlanların, Buket'in ateşli söylevine yaptıkları ıslıklı tezahüratlarla yaratıkları coşkulu eğlence yarıda kalmış, tüm oğlanlar ve eğlenceye katılan kızlar oflaya puflaya çil yavrusu gibi yerlerine dağılmıştı. Bense oturduğum yerden, ağzım beş karış açık Buket'in Can ve Emrah'a—özellikle Emrah'a—kafa tutuşunun sonucunu izlemiştim. Bu cesaret ve hazırcevaplık denen meret ben hariç herkese fersah fersah dağıtılırken, ben acaba hangi kovuğun dibinde sıkışmıştım da nasibimi alamamıştım doğrusu çok merak ediyordum... Biraz önce yaşadığım olay içimde hala yatışmamıştı. Ramak kalmıştı ama neyse ki ağlamamıştım. Fakat bu anlamsız avuntu kendimi yetersiz hissedip, kendi kendimi yememe engel olmuyordu.

 

İlk teneffüs zili çaldığında Ayşe, Buket ve ben kendimizi anında bahçeye atmıştık. Bahçede en sevdiğimiz köşeye gelince, okulun duvar taşlarının üzerine tünemiştik. Ben dersten beri merak ettiğim konuyu, Buket ve Ayşe'ye sormuştum.

 

"Hadi söyleyin bakalım, neden fikrinizi değiştirdiniz?"

 

Buket ve Ayşe yine aynı tuhaf bakışla bakışmıştı. Onların arasındaki bu bakışmadan işkillenip ve sorumu anlamadıklarını farz edip, açıklayarak, alçak sesle tekrarlamıştım.

 

"Sinem ve Derya'yı neden kandırmaya karar verdiniz? En son vazgeçtiğimizi sanıyordum."

 

Sessizlikleri sürüyordu hatta Ayşe'nin bile... Onun konuşmadan durması o kadar garipti ki, sanki benden bir şey saklıyor gibiydiler. Huzursuz olmuş ve titrek bir nefes alıp aklımda uğuldayan soruyu sormuştum.

 

"Niçin susuyorsunuz? Bana güvenmediğiniz ya da zayıf halka olduğumu düşündüğünüz için mi anlatmıyorsunuz?"

 

Derse girmeden önce yaşadıklarım nedeniyle, bunu sorma zorunluluğunu kendimde hissetmiştim. Olabilirdi, yani ben onlar gibi hazırcevap ve sözünü sakınmadan söyleyebilecek kadar cesur değildim. Benim alanıma giren, takılıp kalarak, bön bön bakmaktı. Hatta biraz daha kastıkları takdirde bebek gibi ağlardım. Evet, ben korkak ve ağlak bir bebektim. Bu soruyu sorduğumda, arkadaşlarımı, söylediğim sözle hazırlıksız yakaladığımı anlamıştım. Çünkü ikisinin de surat ifadesi eşekten düşmüşe dönmüştü. İlk kendini toparlayıp söylediklerime karşı çıkan Buket olmuştu.

 

"Olur mu hiç öyle şey Periciğim, neler söylüyorsun?"

 

Buket'in sözlerini duymasıyla o halinden sıyrılan Ayşe ise "A-aaa Peri nerden çıkardın şimdi bu lafları? Biz sana neden güvenmeyelim?" derken Buket tekrardan araya girmişti.

 

"Ve neden zayıf halka olduğunu düşünelim?"

 

Allah kahretsin ki, yine o sulu zırtlak tarafım, genzimi yakarak burnumun gerisindeki o ağlama hissini yaratmıştı. Zorlukla yutkunarak, o hissi bastırmaya çalışmıştım ama kızlara neden öyle düşündüğümü söylemek için ağzımı açtığım takdirde sesimin titreyip, aptal gözyaşlarımın, göz pınarlarımdan yuvarlanacağını adım gibi biliyordum. Çünkü gözlerimin yaşarmaya başladığını duyumsamıştım. Ama onları bu şekilde üzgün görmeye dayanamazdım. Hem de benim tarafımdan yapılmış bir haksızlık yüzünden... Bir iki saniye o şapşal ağlama hissini kontrol altına almak için, duraksadıktan sonra açıklamaya girişmiştim.

 

"Özür dilerim kızlar ben... Ben sizi bu şekilde itham etmek istemedim. Ama yani, ne bileyim, ilk önce vazgeçip, sonra vazgeçtiğimiz şeyi uygulamaya koyduğunuzu görünce ve sonra da Sinem ve Derya'ya..." Konuşmaya devam edebilmem için duraksamam gerekmişti, çünkü konuştukça sesim kontrolümden çıkarak istemsizce titreşiyordu. Özellikle de o kendimin, küçük düşüş kısmı aklıma geldikçe... "Kararlaştırdığınız gibi oyunu oynadıktan sonra, bana neden kararınızı değiştirmediğinizi söylemeyince, böyle düşündüm. Bana anlatmaya çekindiğinizi düşündüm, yani onlar tarafından böylesine küçük düşürüldükten sonra, bana olan güveninizin sarsıldığını. Ben daha kendimi koruyamıyorken, bir şey olduğu taktirde, mesela onlara oyun oynadığımızı öğrenirlerse, sizi nasıl koruyabilirim ki, öyle değil mi??"

 

İşte başlamıştık, göz pınarımdan firar eden bir kaçak damla, kirpiğimden düşüp yanağımdan süzülmüştü. Alelacele, nefretimi kazanan damlayı, sanki kendimi cezalandırır gibi hoyratça elimin tersiyle silivermiştim. Neden hep böyle olmak zorundaydı? Neden ben bu kadar muhtaç ve zayıf iradeliymişim gibi görünmek zorundaydım? Güçlü olmak istiyordum, karşımdaki kızlar kadar güçlü...

 

Şefkatle bana sarılan Buket "Hayır Periciğim, asla ama asla, biz seni asla zayıf halka olarak görmeyiz. Sen çok güvenilir bir kızsın. Hem yeri geldiğinde, bizi dişinle tırnağınla koruyacağını da biliyoruz. Öyle değil mi Ayşe? Sadece, sen çok iyi niyetli ve yufka yürekli bir kızsın. Diğer cadalozlarla, benim gibi eli maşalı bile zor baş ediyor. Sen tabiî ki zorlanırsın. Çirkefin önde gideni onlar," demişti.

 

Ayşe de Buket'in her dediğine başıyla onay verirken, kafasını aşağı yukarı sallıyordu. Elime uzanarak, güveninin sıcaklığını bana aktarmak ister gibi sıkıca kavramıştı.

 

"Hem de ne çirkef, tam bulaşıklar... Sen bakma bana, benim biraz ağzımın ayarı kaçmış olduğu için, böyle dan dan konuşuyorum. Konuştuktan sonraysa, ay ben ne yaptım yine diye panik oluyorum. Biliyorsun, ben önce konuşup sonra düşünenlerdenim. Ama konuştuktan sonra yapacak bir şeyim kalmıyor. Artık bütün şimşekler üzerime çekilmiş oluyor bir kere. Senin yaptığın daha iyi ve aklı başında bir hareket. Eee, ne demişler; söz gümüşse, sükût altındır."

 

Ayşe'nin elimi kavramış elinden, onu da kendime çekerek, okulun bahçesinde, sevgi yumağı şeklinde biz üç yakın kız arkadaş birbirimize sarılmıştık.

 

"Sizi çok seviyorum kızlar, hem de çok... Lütfen birbirimizden hiç ayrılmayalım olur mu? Ömrümüz boyunca hiç..."

 

Buket "Hiçbir zaman ayrılmayacağız. Söz veriyorum hiçbir zaman... Siz benim kardeşlerimsiniz," demiş, Ayşe'yse "Kızlar, yapmayın, ay ağlatacaksınız beni," derken, bize daha sıkı sarılarak eklemişti. "Ben de söz veriyorum. Çenemden kurtulmak için kaçsanız bile sizi nerde olursa arayıp bulacağım. Benden kaçışınız yok. Biz sıkı dostlarız."

 

Hepimiz aynı anda kıkırdarken, havada hissettiğimiz sevgi, kanımıza enjekte edilmiş sıvılaştırılmış bir madde gibi içimize yayılarak bizi ısıtmıştı. Avutmak için sarf ettiklerini bildiğim, bu sözler, beni o anda, mağfiret yağmurları gibi yıkayarak arındırmıştı sanki. İçimde kendime karşı hissettiğim o dayanılmaz beğenmeyiş, onların sözcükleriyle yumuşayarak, incelmiş ve erimiş gitmişti. Kökü kalmıştı, biliyorum ama tekrardan dallanıp budaklanasıya kadar, arkadaşlarımın kalbimde hissettiğim sevgisi, beni bu ayrık otu gibi biten duygulardan şimdilik koruyacaktı.

 

Teneffüsün bittiğini bildiren ikinci zil çalmadan evvel, kızlar bana—üzüldüğümü gördükleri için—fikirlerini neden değiştirdiklerini anlatmışlardı. Buket ve Ayşe iki kafadar, Sinem'in o çok bilmiş, kibirli halinin yerlerde sürünmesi, sırf bu nedenle gerçekten haberdar olmaması ve eskiden kalan ve bir de üstüne yeni eklenen bir hesabın şimdi kapanması için—bir sene evvel Buket ve Can'ın arasında bir elektriklenme yaşanırken, araya Sinem girmiş ve birden nasıl olduysa, Can Sinem'le çıkmaya başlamıştı. Ve şimdi de utanmadan Sinem ve Derya, bunu ortaya sürüyorlardı. Söylemek istemedikleri bir şey daha vardı, ama bunu onlara zorla itiraf ettirmiştim. O şey de; bu olanların üstüne üstlük, Derya ve Sinem'in beni küçümsemeleriydi... İşte geçmiş hesaba eklenen yeni hesap da buydu.—Ateş'in, Buket'in kuzeni olduğu gerçeğini saklama kararını, o bakışlarla anlaştıkları bir saniyelik anda verdiklerini bana anlatmışlardı. Kendimi kötü hissetmiştim; çünkü diğer her şey bahaneydi. Bu oyuna benim küçük düşürülmem yüzünden girmişlerdi. Benim için böyle bir şey yapmamalarını söylesem de, artık hükmü kestiklerini ve savaşa hazır olduklarını net bir tavırla belirtmişler, hem bunu o kızların çoktan hak etiğini söyleyerek üzülmemem gerektiğini vurgulamışlardı. Bu arada diğer kızlar ve tabii Emrah da gerçeğin ne olduğunu ne yazık ki bilemeyecekti. Ve artık durum farklı bir hal almışken—bir seferberlik söz konusuydu—Buket sırf Emrah'a hissettikleri yüzünden, eline geçirdiği fırsatı kaçıracak değildi. Üstelik Emrah da, şovenist ruhlu, maçonun tekiydi... Zaten artık fark etmezdi ve yapacak bir şey yoktu. Bazı şeyleri elde etmek fedakârlık isterdi. İntikam soğuk yenen bir yemek olduğu için, o anda kurunun yanında bulunan tüm yaşlar da yanacaktı. Buna Buket'in kendi de dâhildi. Tüm bunları konuşmuş ve anlaşmaya varmıştık.

 

Ama yine de bana söyledikleri onca şeye rağmen, oynadığımız bu oyunu, Sinem ve Derya çoktan hak etmiş olsalar bile, benim yüzümden onların, kızlara daha fazla diş bileyecek olmaları beni geriyordu.

 

Sonraki diğer teneffüs aralarındaysa Buket'in; Ayşe'yle bana, yaptıklarını ballandıra ballandıra anlattığı, kuzeni Ateş 'i dinlemiştik. Ateş'le birlikte bir sürü plan yapmışlardı, süper eğleneceklerdi. Çok heyecanlı zamanlar onları bekliyordu. Zaten Ateş şöyle eğlenceliydi, böyle komikti, birlikte çok gülerler ve çok gezerlerdi, sağlam çocuktu, ne maceralar yaşamışlar sayesinde ne badireler atlatmışlardı, şeytan tüyü vardı, tanıyan bütün kızları kendine hayran bırakırdı, falandı, filandı... Söyledikleri içinde en önemlisiyse, hafta sonuna kadar Buketlerde kalacak olmasıydı. Yüreğim heyecanla pır pır etmişti. Belki ben de bir ara onu yakından görüp, onunla tanışabilirdim... Belki, belki de... Bu kadarını bile ummak, nasıl bir mankafa olduğumu ortaya koyuyordu. Derya'nın dediği bir bakıma doğruydu, onun gibi bir karanlık melek, benim gibi kızlara bakmazdı. Ama yine de ben Buket'i dinlerken Alice gibi bir harikalar diyarına giriş yapmış ve sonra da çıkışı kaybetmiştim. Buket anlattıkça Buket'in söylemediklerini ise, kendi kafamda tamamlıyordum. Filinta gibiydi; çok uzun boylu ve çevik. Agresif bir duruşu, bu duruşla alakası olmayan ve ona inat, her gülüşüyle gizlendikleri yerden kendilerini ele veren iki gamzesi vardı. Işık vurdukça parlayan ipek gibi siyah, kulak hizasından enselerine inen uzun saçları da, rüzgârdan dağılmış gibiydi. Ve gözleri... Aynı saçlarının renginde yıldızsız geceler kadar karanlık ve dipsizdi ama yine de içlerinde parlayan kor gibi sıcacık bir şeyler vardı. Sol kulağındaysa sallandıkça daha da dikkat çeken, pek de ufak diyemeyeceğim altından bir halka küpe... Buket'ten öğrendiğime göre iki kulağını deldirmekle ilgili olarak, eski sevgilisiyle girdiği bir iddia sonucunda, iddiayı kaybeden kız tarafından alınan halka küpelerin bir tekiydi kulağındaki. Ve isteği bırak, Ateş'in iddiaya girmeden evvel aklında küpe takmaya yönelik bir düşüncesi bile yoktu. Fakat artık hoşuna gidiyordu ve tercihen tek takmayı seviyordu. Takmadığı diğer tekiniyse, babasını kızdırmak istediği anlarda meydana çıkarıyordu.

 

İşte tüm günüm—sabahki küçük düşüş dışında—böyle geçmişti. Buket'in anlattığı Ateş'i dinleyip, hayal edip, düşleyerek... Okulun son çıkış zili çalarken, dalgın bir şekilde evin yoluna koyulmuştum. Aklımda, Ateş'in milyonlarca farklı hali dönüp duruyordu. Gözlerim, etrafı görmeden öylece yürürken, kulaklarıma aniden çalınan bir müzik sesiyle kalbim çıldırmış gibi çarpmaya başlamıştı. Bir kasetçi dükkânın içinden, aynı kalbimin sesi gibi yüksek sesle, etrafa yayılan şarkının sözleri hislerimi okşarken, beni yakmış geçmişti. "Aşkın bir alevmiş yar yar... Bir ATEŞ parçası..." Ayaklarımı yönlendiren kalbim, ben ne yaptığımı daha anlamadan dükkâna girip, çalan şarkının kasetini bana aldırmıştı. Sanki avucumun içindeki, değerli bir hazine odasının anahtarıymış gibi, aldığım kaseti sımsıkı tutmuş, içimde ona dokunmaktan kaynaklı kabarıp yükselen bu nedensiz coşkudan sarhoş olmuştum. Fokurdayıp duran bu coşkuyla, durmaksızın dans etmek ile bu coşkudan ardıma bile bakmadan kaçıp kurtulmak arasında gidip geliyordum. Anlam veremediğim bir şekilde kalbim kanatları varmış gibi, gökyüzüne yükseliyor ve aşağıdan ona seslenen beynim korkudan aklını oynatıyordu. Bana ne olduğunu bilmiyordum, neyin başında durduğumu? Nerden bilebilirdim ki... Aşkı... İlerleyen dönemde, öyle birine âşık olacağımı... Hatta âşık olacağım kişinin, karanlık meleğin ta kendisi olacağını...

 

Sonra; onun Buket'i okuldan aldığı günden sonra—bu, sonra süreci, tabi ki hemen başlamamıştı—zorda olsa onu hiç düşünmemiş ve aklıma getirmemiştim. Böyle düşünmek akıl sağlığım için daha yararlıydı. Yoksa beni hiç tanımayan birini, aptal gibi düşünmek, kafayı yemek için bir sebepti. Onu rüyamda gördüğüm gecenin sabahından sonraki bir haftayı, bu sonra kısmından hariç tutmuştum. O bir hafta; deli olduğum, yaptığım şeyleri bilinçsiz, sağduyusuz ve elimde olmadan yaptığım başka bir süreçti. Gidip, 3Hürel'in albümünü satın aldığım ve okul dönüşü eve gelince, yatasıya kadar kaseti ters yüz edip sürekli dinlediğim ve her şeyden önemlisi Ateş'in benimle aynı şehirde olduğunu bildiğim günler, bu bir haftaya tekabül ediyordu. İşte bu delilik süresi boyunca, ben mütemadiyen her okul dönüşü, kasetin A yüzündeki 'Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş' şarkısını dinleyip, şarkı bitince kasetin B yüzünü çevirip bu kez de 'Sana Değmez'i dinliyordum. Bir yandan da kendime, 'Ben kimseyle sevgili değilim ki–şarkının sararmış resim ve mektup kısmına gelince kendimi daha da acınası hissediyordum. Benim varlığımdan bile bihaber, muhtemelen de öyle kalacak, hiçbir zaman benim olmamış ve olmayacak, ulaşamayacağım biri için resmen yas tutuyormuş gibiydim. Nasıl da zavallı bir durumdaydım—hatta kimseyi sevmiyorum bile o halde saçma ve saplantılı bir şekilde bu şarkıları dinlemek niye?' diye soruyordum. Ama yine kendimi dinlemekten de alıkoyamıyordum.

 

Ateş bu bir haftalık süreç içinde, benimle aynı şehirdeydi. Ve ben onunla aynı havayı teneffüs etmiştim ama onu, ilk geldiği gün haricinde—her sabah Buket'in, bir akşam önce ne yaptıklarını anlatırken, onu özümsercesine dinlememi saymazsak—hayalini kurduğum o tanışmanın yanından geçmeyi bıraktım, bir daha görememiştim bile. O hafta sonu da, Ateş'in Buketlerde kaldığı zamanın sonuna denk geliyordu. Hafta başı evine geri dönüyordu. Aslında o hafta sonu, Ateş'le tanışmaya gidebilmek için çok yaklaşmıştım. Ya da ben öyle olduğunu sanmıştım...

 

Cumartesi, matematik kursu çıkışı, arkadaşlarımın dans etmek için gidecekleri—zaten her cumartesi giderlerdi—diskonun gündüz matinesine, ben de onlara gidebilmek için, annemden izin almaya karar vermiştim. Daha önce, böyle bir şey için annemin izin vermeyeceğini düşündüğümden 'Gidebilir miyim?' diye dahi sormamıştım.

 

Ayşe'yse her seferinde bana "Annenin izin vermeyeceğini biliyorsan sen de sorma o zaman," derdi. "Bizimle birlikte bir kafeye gittiğini söylersin, n'olcak yalan mı? Sonuçta gittiğimiz yer de kafe gibi sayılır. Tek fark müzik dinleyip, dans ediyor olmamız. Kötü bir şey yapmıyoruz ki... Sanıyor musun, benim annem izin istesem verecek? Ben de o yüzden sormuyorum. Gitmek istediğim yere, başka yere gidermiş gibi izin alıp gidiyorum. Ben aptal değilim, değil mi, kendime zarar verecek bir şey yapayım. Ama anneler böyle işte, büyüdüğümüzü anlamak istemiyorlar. Benimkinin tek bildiği laf; 'Ben sana güveniyorum Ayşeciğim. Etrafa güvenmiyorum'dan başka bir şey değil," diyordu.

 

Buket'inse izin alamamak gibi bir derdi yoktu. Onun anne ve babası kızlarına, benim akıl sır erdiremediğim bir şekilde güveniyorlardı. Buket'in anlattığına göre; kızlarına güvendikleri takdirde çevreden gelecek her tehlikeye karşı, onun kendini güçlendireceğini düşünüyorlardı. Benim annem ise, sürekli ne kadar saf olduğumu, etraftaki kötülükleri görmediğimi, herkese iyi niyetle yaklaştığımı söyleyip, çevrenin çok güvenilmez olduğundan bahseder dururdu. Bir keresinde o kadar hırslanmıştım ki anneme; ona bu kadar güvensizlik aşılayacak ne yaptığımı sormuştum.

 

Annem bana "Sorun ettiğim sen değilsin, sen o kadar iyisin ki, ben dışarıdan gelecek tehlikelerden koruyorum seni. " demişti.

 

Herhalde klasik annelerin, ortak lafı buydu; Sana güvenim sonsuz ama dışarıya güvenmiyorum... Ama ben yine de, gideceğim yeri anneme söylemek ve izin almak gereği hissediyordum. Vermediği takdirde asla onu kandırmayı aklımdan geçirmezdim. Eğer Ayşe'nin dediği gibi yaparsam vicdan azabı çekip, gittiğim yerden de bir tat alamazdım ki... Belki de, böyle davranarak ne kadar güvenilir olduğumu kanıtlarsam, günü geldiğinde bana izin vereceğini sanıyordum. Bu yüzden tüm arkadaşlarım heyecanla dansa yollanırken, ben kös kös eve dönüyordum.

 

Fakat bu kez başkaydı. Bu kez, Ateş'in de onlarla olacağını bildiğimden ve beklediğim günün artık geldiğini düşünerek sorma cesaretini gösterip, iznimi istemek için, soluğu annemin yanında almıştım. Cumartesi sabahıydı ve ben kahvaltı sofrasına oturacaktım. Kaç günden beri aklımda olduğu halde, izin alma işini son güne bırakmıştım. Annem ekmekleri kızartıp sofraya koyarken, kaşlarımın altından ona sıkıntıyla baktım. Hareket halindeki parmaklarımı ise sürekli çıtlatıyordum. Annem karşımda durup beni süzerken sormuştu.

 

"N'oldu çiçeğim?"

 

Bir an söyleyecek gibi ağzımı açıp, sonra açık ağzımdan, ciğerlerimdeki nefesi bıçak gibi keskince vererek "Yok bir şey," demiştim.

 

Başımı önüme eğip sofraya oturmuştum. Kahvaltı tabağımla ilgilenirken, içimden kendime sayıp sövüyordum. Biraz kahvaltımla ilgilendikten sonra, cesaretimi toplayıp bir kez daha denemeye karar vermiştim. Ama hayır demesi olasılığını düşündükçe, midem kasılıyordu. Ve kendime verdiğim son bir gazla, hiçbir şey düşünmeden ağzımı açıp, deminden beri sormak istediğim soruyu bir çırpıda sormuştum.

 

"Annecim, bugün arkadaşlarımla birlikte kurs çıkışı, dansa gidebilir miyim?" Annem kaşlarını kaldırıp, ilgili bir halde sormuştu.

 

"Dansa mı?.. Nerde oluyor bu dans Gülpericim?"

 

Annemin dans lafını duyup da hemen kestirip atmaması sebebiyle, mutluluktan kalbim zil takmıştı. Ama yine de temkinli olmayı elden bırakmadan, Ayşe'nin dediği gibi, disko lafını biraz yumuşatıp kafe yapmayı akıl etmiştim.

 

"Anneciğim, SF diye bir kafe, öğrenciler için gündüz dans edebilecekleri şekilde matine düzenliyorlar..."

 

Ben anneme güzel güzel gitmek istediğim diskodan bozma kafemi anlatırken, annem sözümü keserek;

 

"Kordon'da olanlardan mı?" diye sormuştu.

 

"Hayır, anneciğim. Limana doğru."

 

"Yani, diskoya gitmek istiyorsun."

 

Hafifçe yutkunup, anneme bakmıştım. Kısılan sesimle, boşuna bir çırpınışta bulunmuştum.

 

"Hayır anneciğim, disko değil..."

 

Annemin keskin bakışlarından onu kandıramayacağımı anlayarak, hafif şekilde çark etmiştim.

 

"Yani gündüzleri disko olmuyor. Sadece öğrencilerin dans edebilmesi için, müzik çalınan bir kafeye dönüştürüyorlar."

 

"Peki, kimler gidiyormuş?"

 

Annemin bana bunu sorarken ki, sesinde oluşan, tasvip etmeyen o tını nedeniyle huzursuz olup, daha ihtiyatlı davranarak

 

"Ayşe, Ceyda, Yasemin... İşte sınıftan birkaç kız daha..." demiştim.

 

Annemin, verdiğim her isimden sonra yüzünde değişen o ifade nedeniyle, Buket'in ismini belki sonra işe yarar ya da annem tarafından mimlenmesin diye, son koz olarak elimde tutmuştum.

 

Ve tahminlerim doğru çıkmış, annemden "Bak Buket bile gitmiyormuş. Aklı başında olan hiçbir aile, kızının oralara gitmesine izin vermez. Zaten ne işi varmış canım senin yaşındaki bir kızın öyle yerlerde. Baban sakın duymasın, Gülperi. Bir daha da benden böyle şeyler için izin isteme. Sen iyi aile kızısın, öyle hafif kızlar gibi diskolarda ne işin var... "diye cevabımı alıp, aşağı oturmuştum.

 

Ayşe'yi kendi elimle hafif kız statüsüne yerleştirdikten sonra, iyi aile kız mertebesinden aşağı çekmemek içinse, artık Buket'in adını konuya karıştırmamaya karar vermiştim. Yoksa annemin gözünden düşen Buket'i, arkadaşım olarak yanıma sokmam zorlaşırdı. Hayal kırıklığı içinde, kendi kendime hayıflanmıştım. Nasıl bir aptaldım ki; böyle bir soruyla annemin karşısına çıkma gafletine düşmüştüm. Ve böylelikle tanışmayı bırakmış, Ateş'i tekrar görebilme ümidim bile suya düşerken ben de kurs çıkışı, odama, kendi yalnızlık partimde, kasetçiden aldığım günden beri bağımlılar gibi kanıma enjekte ettiğim şarkılarımı dinlemeye geri dönmüştüm.

 

Böylelikle Ateş; o hafta sonu biterken, benim gibi bir kızın yaşayıp, nefes aldığından, aldığı her nefeste onu düşlediğinden bile habersiz olarak şehrimden ayrılmıştı. Ayrı dünyanın delikanlısı, ayrı şehirdeki, benden o çok uzaktaki yaşantısına geri dönmüştü. Ve sanki o yaşantıda bir farklılık bir farkındalık yaratabilirmişim gibi düşünmeye cesaret ettiğim şeylerde, en uzak yere gömülmüştü. Yani kalbime...

Loading...
0%