Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@ecealtinkaya

Aklıma gelmemen için, dinlemediğim şarkılarım var benim. / İlhan Berk

 

***

 

Haziran 1996 – Mart 1997

 

Geçen tüm o süre içinde ve özellikle de Ateş'in şehirden ayrılışından sonra, kendimle giriştiğim gerilla usulü savaş daha da şiddetlenmişti. Teyakkuz halindeki benliğim, duygularımla boğuşup durmuş, en sonunda ruhsal nefessizlikten boğulacağını hisseden beynim, bu çıkmaz düşünceleri ve onu, o karanlık meleği düşünmeyi kalbime ket vurarak unutturmuştu. O unutmanın verdiği rahatlamayla düşündüğüm ilk şey de; 'Zaten serserinin teki olduğu sigara içtiğinden belli' oluyor olmuştu. O zamanlarda beynimde, sigara ve içki içen bizim yaşıtlarımız için, çokça da annemin etkisiyle--çünkü anneme göre bu çocuklar sorunlu, büyük görünmeye hevesli, cahil, başıboş ergenler veya sokak serserisi takımıydı-– hayır getirmeyecek zararlı kişiler olarak kötü bir imaj vardı. Ben de hep o tiplerden korkarak, uzak durmanın en iyi yol olduğunu düşürdüm.

 

İşte böylelikle, derin bir nefes almama ya da tam tersi uzunca bir süre nefesimi tutmama neden olmuş olan, o delilik sürecim sonlanıp, 'sonra süreci' diye isimlendirdiğim başka bir sürece yani hayatımın, nekahat devresine girmiştim. Bir hastalıktan yeni uyanırmış gibi bitik ruhumu, sesizliğe gömmüş, kendimi yatıştırmış, onu--benim olmayan karanlık meleğimi--ilk gördüğüm rüyama hapsedip, sürgüne göndermiş ve bir daha çıkartmamak üzere üstüne kilit vurmuştum.Çok çaba sarfetmiştim ama başarmıştım... Pekala, tam anlamıyla bir zafer sayılmasa da, yine de başarı başarıydı.En azından onu, hayatımdaki 'sonra süreci' başladıktan sonra, bilinçli olarak düşünmemiştim. Kabul ediyorum bazen ne kadar çabalasanızda bazı şeyleri kontrol altına alamazsınız. Örneğin; rüyalara söz geçirmek mümkün değildir. Ama rüyalar düşünmekten sayılmazdı, öyle değil mi? Bunu, kendime sürekli bilinçsizce tekrarlamıştım; rüyalar bir şey ifade etmez. Ben onu U-NUT-TUM. Nokta. Karanlık meleğin, ilk rüyamdan kaçıp, diğer rüyalarımı da işgal etmesi benim suçum değildi. Ben onu unuttum gitti... Ve ben, ne olursa olsun, sadece öyle olduğuna inanmak için, kendime uydurduğum bu yalana sarılmıştım.

 

Zaten hemen sonra da, karneleri alıp lise ikiyi bitirerek, yaz tatiline girmiştik. Herkes vedalaşıp yazlıklarına, tatillerini geçirmek için yazlık yerlere ,kamplara gitmişlerdi. Bizim gibi yaz için gidecek yeri olmayanlar da, günübirlik olarak en yakın denize girilebilecek yerlere... Babam zaten yüzme olayından pek haz etmediği için, çok fazla otel, pansiyon, kamp durumlarına girmezdik. Babamın küçükken geçirdiği bir deniz kazasında, neredeyse boğuluyorken son anda kurtulmasıyla, babam o gün bugün sudan korkar olmuş. Belki de beni daha henüz, beş yaşımdayken yüzme kursuna vermesinin nedeni buydu.Hiç sormamıştım O da anlatmamıştı. Bu nedenle, iyi yaptığım nadir şeylerden biriydi yüzmek benim için ve babamın aksine deniz benim için vazgeçilmez bir tutkuydu.

 

Sıkıcı geçen yaz tatilimin, can sıkıcı bir başka günüydü. Sanırım aylardan Ağustostu. Çok sıcaktı ve sıcaktan pelte olmuş bir kıvamda, kanepede serilmiş televizyondaki müzik kanalında ilgimi çeken, film gibi bir klibi seyrediyordum. Şarkı, uzun zamandan beri ilgimi çekiyordu, çünkü şarkının sözleri çok hazindi ve kadının yalvarırcasına söyledikleri, sanki gizlediğim yerden, içimdeki yalvarışı anlatıyordu.

 

Sibel Alaş - Adam

 

"Durup da söyleyemediğin adımsa,

 

Gizli kapaklı

 

Sevda türküleri tuttursamda ben,

 

Telli duvaklı

 

Yanıma korlar mı adam seni?

 

Koparıp acıtmazlar mı beni?"

 

Kendimi şarkının ve kadının arzularıyla, korkularında kaybederken, telefonun zilinin çalmasıyla olduğum yerde sıçramıştım. Fazla derine dalmadan, bir hava kabarcığı gibi suyun yüzeyine geri çekilmiştim. Minettar bir iç çekişle cevaplamak için telefona yönelmiştim. Ne de olsa, uzun zamandan beri, kötü ruh durumum iyileşmişti. Şimdi eskiye dönüş yapamazdım.Ne yeri, ne zamanıydı.Hele ki, can sıkıntısından patlamak üzere olduğum bir yaz tatilinde, bunalıma girecek durumda hiç değildim. Bu kez kendimi, kendim bile kurtaramaz, direkt akıl hastanesini boylardım.

 

Ahizeyi kaldırdığımda karşımda, cıvıldayan sesiyle Buket vardı. Sesini duymak beni heycanlandırmıştı. Anlattıkları, benim sıkıcı yaz tatilimin tam tersi istikametindeydi; hızlı ve eğlenceli...Her şey çok güzeldi. Bodrum'daydı. Ve...Yanında Ateş vardı... Nefesimi tutmuştum. Neredeyse yüksek sesle inliyecektim. İçim burkulur gibi, kendimi bir tuhaf hissetmiştim. Sonra kendimi yeniden Buket'i dinlemeye vermiştim. "Tatilim mükemmel geçiyordu." demişti. "Ta ki, bil bakalım hangi amfibiyle karşılasıya kadar?" "Ambi... Ne? Ne o yaaa!!!" Buket kıkırdayarak "Amfibi; yani iki yaşamlılar. Sürüngenler gibi, bir çeşit, doğal yaşamadaki sınıf. Bizim insan olmamız gibi... Yalnız bu bahsettiğim amfibi, diğerlerinden biraz farklı, çünkü; iki yaşamlı olarak insanların arasına karıştıktan, hemen sonra kendi türüne tekrardan geçiş yapabiliyor." Kendimi müzik kanalından, TRT2'de yayımlanan bir belgesele geçiş yapmışım gibi hissetmiştim. "Buket, iyi misin sen kızım? Bodrum'da hava çok sıcak galiba, ya da ozon tabakasının deliği oraya kadar genişledi sanırım. Çünkü beyni sulanmış biri gibi konuşuyorsun. Başına güneş geçmedi değil mi?" Buket çok hoş bir kahkaha atmıştı. "Ben değil, ama birinin sulandığına bahse girerim" diye söylendikten sonra "Ah evet iyiydim." demişti. Buket'in konuşurken saçlarıyla oynadığını görür gibi olmuştum. "Her şey mükemmel gidiyordu, ama bil bakalım kimle karşılaştım?" "Bilmece gibisin..Ne bileyim, kimle karşılaştın???" "Derya amfibisiyle..." Sonra bana anlatmaya başlamıştı

 

***

 

Buket, Ayşe ve ben, Sinem'e karşı olan oyunumuzu okul kapanasıya kadar devam ettirmiştik. Sinem tabi bu durum karşısında kudurmuştu. Her gün düzmece olan ya da olmayan bir dolu şey yazıp oynuyorduk. Bu oyunumuzu devam ettirirken, tabii Buket'in Emrah'a duyduğu aşk da gizli kalmak zorunda kalmıştı. Ama değişen bir durum vardı o da; Emrah'ın Buket'e olan yaklaşımıydı. Emrah daha çok, kaba, şovenist bir zorba gibi değil de, tam olarak olmasa da nazik, oldukça ilgili ve duyarlı bir....aşık gibi davranıyordu. Buket'i güldürüyor, elindeki ağır kitapları taşımayı öneriyor, konuşurken Buket'in gözlerinin derinlerinde kayboluyormuş gibi bakıyor ve kız arkadaşlarına--Ayşe'yle, bana--saygıda kusur etmeyerek, gelecek olduğunu düşündüğü dış mihraklara karşı etrafı kolaçan ediyordu. Fakat, Buket'in 'sahte görünmez sevgilisi' olan Ateş'ten bahsedildiğinde--işte o anda--tuhaf bir şekilde asabileşip, sırra kadem basıyordu. Gerçek anlamda, sırra kadem basıyordu. Ateş'in bahsinin geçtiği bir cümleyi duyar duymaz, ortamı terk ediyor ve bazen okulda bile görünmüyordu. O günü izleyen günlerde de okula gelmiyordu.

 

Artık Buket'in, her şeyi göze alıp, Emrah'a oyunumuzu açıklama kararı aldığı bir gün onun, Ceyda'yla çıkmaya başladığını görmüştük. Tabii Buket bu duruma yıkılmıştı ve Ceyda'yı birden baş düşmanı ilan etmişti ama yine de hislerini elinden geldiğince de belli etmemişti. Onun içinde kaos olan duyguları, ben ve Ayşe'den başka kimse bilmiyordu. Oyunumuz sürdükçe düşüncemiz, bizim artık bu oyunu sona erdirmemiz gerektiği yönündeydi. Aslında Buket birkaç kıza oynadığımız oyundan bahsetmişti. Yani, aslında Ateş'in onun sevgilisi olmadığı, kuzeni olduğu gerçeğini açıklamıştı. İlk önce şaşıran kızlar, Buket'in yaptığı açıklamadan sonra olaya gülümsemişlerdi. Sinem'e iyi olup, az bile yaptığını söyleyen bile olmuştu. Tüm bunlar olup biterken birden, araya yaz girmişti.Tatil için ayrılırken, oyunumuzu birkaç kişi hariç kimseye anlatamadığımız için biraz huzursuz olsak da; yazdan sonra her şey unutulacaktı ve hepimiz eski rollerimize geri dönecektik nasıl olsa...Yani biz öyle düşünmüştük. Ve kimseye bir şey anlatılmadan, bu olay da öylece kalmıştı.

 

***

 

Ama o anda Buket'in anlattıkları, her şeyin yeni başladığını ve hiçbir şeyin unutulmayacağını açık ediyordu. Şaşkınlıktan beş karış açık kalan ağzımı, Buket'in söylediğinden sonra, bir soru sorabilmek için toparlamaya uğraşmıştım. "Nasıl yani,... Derya?! Bizim sınıftaki Derya'dan mı bahsediyorsun?" Buket sinir olmuş bir sesle "Evet,canım tam üstüne bastın, sakın ayağını kaldırayım deme. O ambifiden bahsediyorum. Ama onunla aynı sınıfta olduğumu asla kabul etmiyorum. Ben insanlar alemindeki memeliler sınıfındanım. Lütfen. Kesinlikle bir sürüngen değil..." Gözlerimi devirip, gülümsemiştim. "Eee,anlat hadi Buket, yoksa bir yandan sıcak bir yandan sen çatlayacağım valla." "Tamam, tamam. Bak şimdi. Biz buraya yerleştik falan, her şey çok güzel. İlk günden ittibaren Ateş'le birlikte özgürlüğümüzü ilan edip, bizimkilerden ayrı takılmaya başladık. Gündüzleri, deniz, güneş, kum, jetski falan, akşamları da diskoya eğlenmeye gidiyoruz. Ben, animatör ve üniversite stajını yapan tatlı garson çocuklarla flört ediyorum. Daha fazlasını yapamıyorum,malum Ateş engeli... Ateş, etraftaki güzel turist kız seçeneklerinden birini kendine ayarlamak üzere... Hayat güzel, tırı vırı derken,birkaç gün öyle rüya gibi geçti. Üç gün önce ,işte yine öyle sabaha kadar eğlendiğimiz gecenin sabahında, ben kahvaltıya, akşamdan kalma bir şekilde ayılmaya çalışarak indiğimde, bir baktım bizimkilerin masasında tanımadığım başka bir aile var. Ben tanımıyorum ama, babam gayet de iyi bir şekilde tanıyormuş gibi şen şakrak bir sohbette.Yanındaki adamla, öyle enseye şaplak falan gülüp eğleniyor. Günaydın deyip gülümsemeye çalışarak, masaya yaklaştım. Ama kafa bir milyon... Babam beni adamla tanıştırdı. Üniversiteden arkadaşıymış. Nazik bir genç kız gibi davranmaya çalışıyorum ama bir yandan da içimden çok lazımdınız diye adama saydırıyorum. Babam, masada karşılarında oturan kişilerle beni tanıştırmak istediği anda, benim dönüp orada oturan kişilerle bakmamla birlikte, kalmam bir oldu. Acaba hala uykudayım da kâbus mu görüyorum diye tereddüte düşmedim değil. Babamın üniversiteden arkadaşım dediği adamın kızı, Derya olmasın mı?"

 

Ben bir yandan, bahsi geçen güzel turist kız kısmına takılmış, diğer yandan Buket'in anlattıkları nedeniyle heyecandan kısılmış bir ses ve sıcağında ilave olmasıyla birlikte, ter içinde kalmış bir halde sormuştum. "Eee,sonra n'oldu? Derya sizin Ateş'le sevgili olduğunuzu sanıyordu..." Ağzımdan bu cümle, bir soru gibi çıkmıştı. Buket bıkkın ve sinir olmuş bir sesle "Artık sanmıyor. Kuzen olduğumuzu biliyor." Şok olarak sormuştum. "Derya öğrendi mi? O öğrenince, sen ne yaptın?" "Aslına bakacak olursan, onlarla karşılaşmamdan ve aksi gibi, Ateş'in de hemen ardımdan gelip, babamın onu da tanıştırmasından sonra, başımdan aşağıya kaynar sular yemiş gibi hissettim. Açıkçası çok tırstım. Ama belli etmemeye gayret ettim. İçimden kendi kendime, bununla başa çıkabileceğime dair telkin verdim. Adım belki yalancıya çıkar dedim ama Derya'ya da pabuç bırakamazdım. Bunun ortaya çıkmaması için gidip ona yalvaracak değildim herhalde. Ama var ya, bir yandan bunları kendime söylerken diğer yandan popomun tutuştuğunu hissettim. Ve Derya'dan gelecek hamleyi görmeden, hiçbir şey yapmamaya karar verdim."

 

"İnanmıyorum. Olamaz. Peki şimdi ne olacak?"

 

"Dur daha bitmedi. Bu daha başlangıçtı. Şimdi ara sıcaklara geçiyorum." Nefesimi tutarak anlatacaklarına odaklanmıştım. "Bu bilgiyi ele geçirir de, Derya ambifisi tek durur mu hiç? Bana ne teklifinde bulundu duysan, küçük dilini yutarsın." Verdiğim nefesle birlikte ancak "Ne?" diyebilmiştim. "Eğer, Ateş'i ona ayarlamakta yardımcı olursam, bu sır ikimizin arasında kalacakmış. Şok oldum inanabiliyor musun? Karı resmen, Ateş'i ona ayarlamam karşılığında olanları unutacağını söyledi, bana şantaj yaptı." Bu sefer, ne nefesimi tutabilmiş, ne de verdiğim nefesi tekrar alabilmiştim. Bir elin boğazımı sıktığını hissetmiştim. Sanki o görünmez eli oradan söküp atabilecekmiş gibi, ben de elimi boğazıma götürmüştüm. "Eee??!" "Tabi yer miyim? Bu sefer ben kozumu oynadım. En yakın arkadaşına karşı, onlara oynadığımız oyunu öğrendikten sonra, Ateş'le çıkabilmek için, oyunu görmezden gelip, gizli tutma sözünü neden verdiğini öğrenmek için bastırdım. Bu işin, ardında dönen çarkların sesini işitmemek için sağır olmak lazımdı. "Evet, diye düşündüm.Senin yerinde ben olsaydım Buket, sesi bırak, top patlatsalar kulağımın dibinde, Derya'nın bir iş çevirdiğinin farkına varamazdım. Yani kesinlikle, sağırlığın yanı sıra beyinsizliğimi de ispat etmiş olurdum. Sonra kendimi onu dinlemeye geri verdim. Buket "Sonunda Derya'nın ağzından baklayı çıkartırdım. Söylemek istemediği bazı nedenler dolayısıyla—bunu söylerken çok da umurumda dermiş gibi, burun kıvırdığını belli eden bir ses çıkarmıştı—Sinem'le araları bozulmuş, bu hanımefendinin. Ve Ateş'e onu ayarlamam karşılığında da, Sinem'e karşı ittifak önerdi." Sesini Derya'yı taklit eder gibi değiştirerek, "Bir taşla iki kuş Buket, hem senin hem benim açımdan. Yani ben okulda seni kollayacağım ve sırrını kimseyle paylaşmayacağım. Sen de bu iyiliğim karşısında, beni Ateş'e ayarlayacaksın. Hem de Sinem'i daha da sinir edeceksin. Sen de biliyorsun, Sinem kafayı Ateş'e takmış durumda. Sonra da bana imalı imalı bakarak 'İyi düşün' diye akıl verdi." demişti. Buket sesini normal haline döndürerek konuşmaya devam etmişti. "Oh ne ala valla...Sinem Hanım, güzel bir yaz macerası yaşasın. Biz burada kıvranalım." Ne dediğini o an için pek anlamsam da, nefes nefese kalmış bir halde sormuştum. "Peki karşılığında, sen ne dedin?" Sinirli bir kahkaha atan Buket "Asıl, ben sana bir iyilik edip Ateş'e fazla yaklaşmaman gerektiğini söyleyeyim, dedim. Sen de bununla ilgili ne derler bilirsin. Ateş'le oynama, yanarsın." diyerek onu ikaz eden bir tavırla uyardığını söylemişti. Ama asıl amacının Derya'nın gözünü korkutmak olduğunun da altını çizmişti. "O kadar hırslanmıştım ki, o şıllığın saçına yapışmamak için kendimi zor tuttum." "O ne dedi peki?" "Ne diyebilir sence, her zamanki büyüklük taslayan gülümsemesini takındı ve sen merak etme Buket'çiğim dedi. Ben senin kuzenin gibi şeytanları nasıl idare edeceğimi iyi bilirim...Onu, o şeytanlar tepelesinde görsün gününü." "Ne yapmaya karar verdin peki şimdi?" "Kafam karışmıştı Peri'ciğim, ilk ne yapacağımı bilemedim. Derya'nın istediğinin iyi bir fikir olmadığını sonuçta biliyordum. Çünkü, bir kere Derya güvenilmez bir yaratık. Onun isteğini kabul ettiğim taktirde teklif; anı kurtarmaya yetecek kadar cazip fakat, Derya'ya gebe kalmama yetecek kadar da bağlayıcıydı. Ve benim, Derya'nın da bunu ısıtıp ısıtıp önünme süreceğine şüphem yoktu. Akşama kadar arpacı kumrusu gibi napacağımı düşündüm. Hatta Ateş, benim bu düşünceli halimden öylesine meraklandı ki, hasta olup olmadığımı sorgulayıp durdu. Ben de onu gün boyu geçiştirip durdum. Ama en sonunda kendi başıma işin içinden çıkamayarak, akşam yemeğinden evvel ne yapmam gerektiği konusunda, akıl vermesi için Ateş'in odasına gittim. Oturup,ona her şeyi en başından anlattım. Sonra da Derya'nın benden istediğini...O ana kadar oturup büyük bir dikkatle ve sessizce beni dinleyen Ateş ne dese beğenirsin, biliyor musun Peri? Anlattığım tüm o şeylerin üzerine, bana bakıp pis pis sırıttı ve 'Benimle çıkmak mı istiyormuş?' demek haricinde başka hiçbir yorumda bulunmadı. Tüm anlattığım onca şeyden, çıkarım yaptığı tek olay onunla çıkmak istemesi oldu gerzeğin..." İçimde, demirden yapılmış, zalim bir el tarafından, acımasızca sıkılan yüreğimin baskıdan parçalanmak üzere olduğunu hissediyordum. Ben ne gerizekalı bir varlıktım.Unuttuğumu söylediğim duyguları, bana hissettiren kişinin yaptıkları, neden beni böylesine telef ediyordu ki? Ne yaparsa yapardı bana neydi ki? Yüreğimin sıkışması ve ciğerlerimden boşalan son havayla birlikte, sadece "Eee?"diye sorabilmiştim. Ama duyduğum sesim, bana bile hastalıklı gelmişti. Bu yüzden telefonun diğer ucundaki Buket de duraksayarak "Peri,bir şey mi oldu? Sesin çok tuhaf geliyor?" demişti. Anında yutkunup, genzimi temizleyerek onu yanıtlamıştım. "Yoo...yok. Yok bir şeyim. İyiyim... Anlat sen canım, dinliyorum." Konuşmamın sonunu sahte bir gülümseme tınısıyla bitirmiştim ki, inandırıcı olabileyim. Bir suskunluk anından sonra, Buket'in konuşmaya başlamasıyla birlikte, sesinden yaşadığını anladığım bir tereddüt bana kadar ulaşmıştı. "Neyse işte... Ertesi gün karar verdim. Derya'ya teklifini kabul etmeyeceğimi, beni ters köşeye yatırmak istediği taktirde de, herkese istediğini anlatmakta özgür olduğunu söyleyecektim. Zaten biliyorsun, okullar kapanmadan önce birkaç kıza oyunumuzdan bahsetmiştim. Okullar tekrar açıldığında da ilk işim, bunu herkese anlatmak olacak diye kendi kendime karar verdim. Ancak,kararımı bildirmek için Derya'yı aramaya gidip de onu bulduğumda, beyni sulanmış asıl kişinin, Ateş olduğunu gördüm. Çünkü sevgili gerzek kuzenimi, Derya ile birlikte havuzda çok eğlenirken buldum...İnanamıyorum yaa, İNANAMIYORUM...Ve yanlarına gittiğimde amfibi, bana göz kırparak ne dedi biliyor musun? Benim sulu beyinli kuzenimle çıktıklarını..." Telefonda nefes nefese kalmış Buket, sinirli bir şekilde çık çıklamıştı. "Ateş'in bu kadar ku..yani karı meraklısı olduğunu bilmezdim. Erkek milleti değil mi işte?!"

 

Buket'e göre işin özeti buydu. Ateş'le çıkması haricinde, bu olayın en kötü yanıysa, Derya'nın ona kırk yıllık dost muammelesi yapmasıydı. "Sahtekar şıllık" demişti tekrardan hırsla. "Bir de edepsizce hala bana bunu nasıl becerdiğimi bilmediğini, ama özellikle Ateş'i anlaşmamızdan haberdar etmeden bu işi hallettiğim için, beni kutladığını söylüyor. Bu kadar iş bitirici olduğumu bilmezmiş... Bak şu şıllığa ya."

 

O kadar şok içindeydim ki, ahizenin ucunda öylece kalakalmıştım... Buket hala kendi kendine söylenerek bana bir şeyler anlatıyordu. Ama beynimde, birbiriyle bağırışarak konuşan o kadar çok uğultulu cümle vardı ki, kafamı toparlayamıyordum. Buket'in telefonu kapatmadan, benimle vedalaştığını farkederek, ortama geri dönerken, kulağıma ahizeden bazı kahkaha sesleri ve Buket'in ismini çağırmaları çalınmıştı. Titremesine engel olamadığım bir sesle "Orada ne oluyor?" diye sorduğum da Buket aynı sinirli ses tonuyla "Ne olacak şu amfibiyle, kuş beyinli kuzenim beni çağırıyorlar. Bananaya bineceklermiş de... Bir bananamız eksikti yani... Artık bunun üzerine, bir de köpük paritisine gidip, tüy dikeriz tam olur." diyerek benimle tekrardan konuşmak için arayacağını söyleyip, vedalaşarak telefonu kapatmıştı. Bense bir çöl fırtınasının ortasında öylece dikilir gibi kalmıştım. Hislerim, beynim, kalbim hatta gözlerimin bile uyuştuğunu hissetmiştim. Etrafımda deli gibi bir hızla dönen kızgın kum tanelerinin içine, yavaşça gömüldüğümü... Demek Ateş, Derya'yla çıkmaya başlamıştı ha!!!

 

O sıkıcı yaz böylelikle akıp gitmişti. Sonbahar gelmiş, okullar tekrar açılmıştı. Ben artık lise son talebesi olmuştum. Son sınıf ve üniversite sınavı... İşte hayatımın ilk ölüm kalım savaşını vermek için hazırlanacağım sene buydu. Ya tamam ya da devam şeklinde bir mantık yürütüyordum. Ama tamam, asla ve asla mümkün olmayacak bir durumdu. Eğer ki; o sınavı kazanamazsam, herhalde hayatımın sonunun başlangıcı olur diye düşündüğümü çok net hatırlıyorum. Hayatımdaki ölümcül olan tek hedef için, tüm yaşamsal enerjimi, hücrelerimde kalan en son güçle, adayacağım bir dönem... Hayat memat meselsi...

 

Yazın gelen o telefon havadisinden sonra çok daha kesin bir çizgiyle, o yakışıklı karanlık meleği sürgüne gönderip unutmayı tercih etmiştim ama her şeye rağmen bir şeyi kendim için saklamıştım. Bu, benim gibi çocuksu düşünceleri olan bir kız için, akıl almaz bir düştü. Ama gün geçtikçe bu istekle yanıp tutuşmaya başlamıştım. Bu istek; hayatımda bir kere olsun bir motosiklete binip, o kanat takıp özgürlüğe uçuyormuş hissini tadabilmekti. Belki hiçbir zaman meleğime ulaşamayacaktım, ama onun sevdiği bir şeyi yapmaya bir şekilde ulaşacaktım. Bu ona soyut anlamda dokunmamı sağlayıp, onunla aramda beni bağlayan görünmez bağ olacaktı. Her ne kadar o benim gibi kızlara bakmasa da—çünkü Derya gibiler ilgi alanına giriyordu—ona soyut olsa bile dokunmak ayrı bir boyuta geçmek demekti.

 

Artık çocuk gözlerimle, okula giderken, okuldan çıkarken ya da herhangi bir zaman diliminde, nerede şöyle afili bir motosiklet görsem iç geçirip hayran hayran bakıyordum. Ama bunu, hiçbir zaman kendime bu şekilde anlatmıyor, bu hayranlığın o günden kalan bir ukde olduğunu ise kendime bile itiraf etmiyor, bunu yok sayıyordum. Sadece motosiklete ne kadar çok binmek istediğimi biliyordum. Gerisini kurcalamıyordum. Bu şiddetli isteğimi Buket de çok iyi öğrenmişti. Nasıl öğrenmesin ki?Ona sürekli tekrar edip duruyordum. "Bir gün" diyordum "mutlaka ben de bineceğim böyle bir motosiklete, süzülen martıları okşayan rüzgârın tadını bende tenimde hissedeceğim." Bu hararetli, şiirsel sözlerim karşısında, Buket hep sempatiyle gülümsüyordu. Bir keresindeyse bana "Allah aşkına nerden çıktı kızım, sendeki bu motor sevdası? Sen lunaparktaki radardan bile korkarsın." diye bende baş gösteren bu şiddetli ilginin çıkışını sorgulamıştı. "Bilmem" diye onu dalgınca cevaplamıştım "Çıktı işte öyle bir yerden" Gözlerini kısıp, acayip bir gizi çözmek isteyen, yoğun bakışlarla beni süzmüştü. "Yoksa bana söylemediğin başka, daha derin bir mevzu mu var bunun altında? Ya da gizli bir derdin?" Hemen toparlanmıştım. Örtbas edici tavrımla aceleci bir kahkaha atarak "Motosiklete binmek istemenin nasıl derin bir mevzusu olacakmış anlayamadım doğrusu" demiştim. Buket alt dudağını büküp, kaşlarını kaldırarak, ellerini avuç içleri yukarı gelecek şekilde kaldırmıştı. "Valla ben de anlamadım. O derin mevzuyu sen bana anlatacaksın ki, ben de anlayayım. Son zamanlarda öyle dalgın ve tuhafsın ki ne diyeceğimi bilemiyorum. İlk önce hasta olduğunu düşündüm ama değil. Sonra baktım, bu garip halin devam ediyor. Bir derdin mi var acaba diye akıl yürüttüm. Sana ne olduğunu sordum, ama senin de ağzını, motor gördüğün zamanlar haricinde bıçak açmıyor. Beni hiç yanıtlamıyor, hep geçiştiriyorsun. Ben de üstüne gelmek istemedim. Anlatmak isteseydi anlatırdı dedim ve sen bana açılırsın diye bekledim." Aramızda beklenti dolu bir sessizlik olmuştu. Bir şeyler demem lazımdı. Konuyu kapatmam... Kekeleyerek söze başlamıştım." Eee.. Şeeey... Son zamanlarda dediğin gibi kendimi gerçekten mecalsiz, takatsiz ve hasta hissediyorum. O yüzden bu durgunluğum. Yani anlatılacak bir şey yok. Gerçekten... Belki de demir eksikliğim falan vardır." İçimden bir ses, benimle dalga geçip, 'Seninki demir değil, Ateş eksikliği...'derken ben bahanelerime devam etmiştim. "Zaten annem de çok solgun olduğumu söylüyor. Aslında endişelenecek bi durum da yok, ama ben doktora gidip bir kan sayımı yaptırsam belki de iyi olur." Bu yalanları atarken, yüzümün koyu kırmızı bir renge büründüğünü hissetmiştim. Buket söylediklerimin tek kelimesine bile inanmış görünmüyordu. Kaşlarını kaldırıp "Yok" demişti inatla. "Bu iş hastalıktan çok daha derin..." Sonra benden bir şey bekler gibi, cesaret veren anlayışlı gözlerini yüzüme dikmişti. Bense başımı önüme eğmiş suskunluğumu korumuştum. Buket, içinde bulunduğu durumdan bıkkın, derin bir iç geçirerek başını yardım edememenin verdiği çaresizlikle iki yana sallamıştı. "Hadi kendimi bir yana koydum, ama kendini neden bu kadar zorluyorsun ki? Hayatta ilk önce kendine inanıp güvenmelisin. Ben zaten seni sevdiğim için hep yanındayım. Seni yargılamam. Güven bana... Sandığının aksine, bu kadar zor değil, kendini zora koşan yine kendinsin." demişti. Ettiği lafların ağırlığı, kızgın kumlardan oluşmuş bir külçe gibi boğazımdan aşağı inip mideme oturmuştu.

 

Hâlbuki anlatsaydım ne olacaktı ki? Ona açılmam için gerekli fırsatı vermişti. Allah beni kahretsin ama anlatamıyordum işte. Neden anlatamadığımıysa bilemiyordum. Susup yokmuş gibi davranıyor, yalanımla yaşıyordum ama süratle geçen bir motor gördüğümde aklıma ilk gelen uzun boylu karanlık bir gölge oluyordu. İçimdeki çelişkinin bu kadar aşikâr oluşu, daha da çok içime kapanmama neden oluyordu. Zaten Buket üstü kapalı da olsa bir şeylerden şüphelenmişti. Ve ben içten içe, Buket'in benimle ilgili durumu çözmesini istesem de her şey normalmiş, yani olabildiğince normalmiş gibi davranmıştım. Ne diyebilir, kendi içimde böylesine çelişirken, nasıl dürüstçe hareket edebilirdim ki? Zaten edebiliyor muydum orası da tartışılırdı. Üstelik, hala bir şey yokmuş gibi davranmaya çalışırken... Buket, doğru söylüyordu kendimden kaçak ve korkağın tekiyken, nasıl yok saydığım şeyleri kabul edip anlatacaktım ki; bu bende hiç olmayan bir şey; yani yürek isterdi.

 

Okula döndükten sonraki ilk değişiklik, Derya ve Sinem arasındaki bozuşmanın kızlar arasında öğrenilmesiydi. Havalı kızlar gurubundakiler taraflarını seçmişlerdi. Derya'nın Buket'e olan kafa karıştırıcı yakınlığı gözlerden kaçmamıştı. Tabi kokusu çıkacaktı. Ama Derya en iyi zamanı kolluyordu. İkinci değişiklik, Derya'nın kendisindeydi. Her zamanki dayı tavırlarıyla ortalıkta dolaşmaya devam ediyordu etmesine, fakat Derya'nın zayıflamış ve gözlerinin altının mor halkalara sarılmış olduğu herkes tarafından farkediliyordu. Sanki hastalanmış da ayağa yeni kalkmış gibi, beti benzi sararmış solmuştu. Çok tuhaf diye düşünmüştüm. Eğlenceyle—Ateş'le—biten bir yazdan sonra o yaza hiç yakışmayan cansız, sanki mutsuz bir görüntüsü vardı. Acaba dediği gibi şeytanlarla uğraşmak onu sandığından daha mı fazla zorlamıştı? Yoksa ayrılık acısı mı çekiyor diye düşünmeden edememiştim. Çünkü tatil dönüşü Derya'nın Ateş'ten ayrıldığını öğrenmiştim. Derya'ya göre durum böyleydi. Ateş'ten ayrılan oydu. Ama merak ettiğim sorumun cevabını birkaç gün sonra öğrenecektim. Buket'in Emrah aşkındaysa, hiçbir değişiklik yoktu, sanki araya hiç yaz tatili girmemiş gibi son sürat devam ediyordu. Buket'in bitmeyen sevdası tam gaz devam ederken, üçüncü değişiklik, Emrah tarafından gelmiş ve araya giren yaz Ceyda'yla onu ayırmıştı. Okulun zilleri, Buket açısından mükemmel bir ders yılına haber verir gibi çalıyordu.

 

Yazın yapılan şeylerden bahsedilen, havanın henüz güzel olduğu, okulun bahçesinde toplanıp bayrak törenini beklediğimiz o sabah; Derya'nın zamanını kolladığı olay patlak vermişti. Yasemin'in sorduğu "Yazın Bodrum'da gördüğün tanıdık birileri var mıydı?" sorusu olayın fitilini ateşlemişti. Derya kendinden çok emin bir vaziyette, sesini herkes tarafından işitilebilecek seviyeye yükselterek konuşmaya başlamıştı. "Ah, vardı tabii. Hem de kim vardı, biliyor musun? Geçen sene motorla okula Buket'i almaya gelen, yakışıklı bir şeytan vardı hani??" Yasemin heycanla hatırladığına dair kafasını sallamıştı. "Onunla aynı yerde tatildeydik... Değil mi Buketçim?" Derya'nın dedikleri, çevremizdeki tüm kızların dikkatini bir anda ona odaklamıştı. Buket'inse, o anda bize anlattığı şey yarım, eliyse havada asılı kalmıştı. Buket yavaşça arkasını dönerken, gözleri ihtiyatlı bir ifadeye bürünmüştü. Yavaş ama emin bir şekilde sormuştu "Benden, neyin onayını istiyorsun Derya?" "Hiç canım, sen de oradaydın ya, onun için sordum." "Evet ben de oradaydım. Çünkü hep birlikte, ailemle orada tatildeydik..." Biraz duraksadıktan sonra Buket devam etmişti. "Ve evet Ateş de ordaydı, çünkü biz oraya birlikte gitmiştik." Tüm kızlara birden bir ölüm sesizliği çökmüş, tek bir göz bile kıpırdamamıştı. Sanki kızlar, kan kokusunu almış köpekbalıkları gibi alarma geçmişlerdi. Derya "Ne kadar ilginç değil mi? Yani hepimizin aynı yerde olması. Kader işte..." deyip arsız bir kahkaha atmıştı. Sonra kızlara dönüp "Asıl ilginç olanıysa kızlar, Buket'in Ateş'i bana ayarlaması kısmıydı." Derken, tüm kızlar ellerini ağzına kapatıp iç çekme nidalarını koyuvermişlerdi. Buket derin bir nefes almış "Ateş ve ben..." diye başladığı cümlesini, Derya'ya tek kaşını kadırıp inanmayan alaycı bir bakışla bakan Sinem yarıda kesmişti. "Ne yani kendi erkek arkadaşını sana mı ayarladı? Largelığın bu kadarına da pes doğrusu şekerim..." Buket'in sesi, dikkatlerin yöneldiği diğer konuyla, heycanlı konuşmaların arasında kaybolurken, Derya sahte olduğunu açıkça vurgulayan, abartılı masumane bir tavırla gözlerini yuvarlamış "Aaa senin haberin yok muydu yoksa, ben herkes biliyor sanıyordum??? Ateş, Buket'in erkek arkadaşı değil ki; kuzeni..." diye yumurtlayıvermişti. Sesi sesizliğin içinde gökgürültüsü gibi patlamış ve kuzeni kelimesi yankılanmıştı. Tutulan nefeslerle birlikte, Sinem'in, inanmamazlık ve inanma arasındaki o muğlak ipte sallan, arada kalma anında afalladığını fark etmiştim. Etraftaki, Derya'nın yandaşlarından olmayan birkaç kızın da Derya'yı onaylamasıyla birlikte, Sinem'in kulaklarından dumanların çıktığı ana şahit olmuştum.

 

Bu patlak veren olaydan sonra, ben neden Derya'nın Sinem'le dalga geçerken Buket'i de harcadığına şaşırmıştım. Hoş, bu Derya'ydı ama Buket'le bir anlaşmaya vardıklarını sanıyordum. Anlaşmadaysa Buket'i aç kurtların önüne atmak olduğunu sanmıyordum. İlk önce ne olduğunu anlayamasam da, Ateş'in Derya'dan ayrılırken ona söylediklerini, Buket'in öğrenip, bana aktarmasıyla konuyu açıklığa kavuşturmuştum. Aslında yaz tatilinden sonra, Derya Ateş'ten ayrılmak istememişti. Ayrılan Ateş'ti. Baştan alacak olursak; Ateş ve Derya, on beş gün boyunca birlikte takılmışlardı. Birlikte eğlenceli vakit geçirmişlerdi. İlk başta Derya havalarda uçuyordu ama tatil biterken Ateş söyledikleriyle, Derya'yı bozguna uğratmıştı; yazın yaşanan böyle ufak şeylere, çıkma adını vermek çok gülünçtü. Büyütmek ise gereksizdi. Her şey yaşanmış ve bitmişti. Biten şeyler de; nerde bittiyse orada bırakılmalıydı. Evet, Ateş'in Derya'ya söyledikleri bunlardı.

 

Buket'ten duyduklarımla birlikte, ayrılan tarafın Ateş olmasına sevinip sevinmemek arasında bocalamıştım. Beynim 'İyi de sana ne' diyerek beni azarlamıştı. Yarım kulakla dinlediğim, Buket "Ben çok yanılmışım, ama Ateş farklı davranınca napayım, öyle sanmıştım. Derya'nın geçen sabah öyle bir çıkış yapmasından sonra, Ateş'i arayıp sıkıştırınca bana her şeyi dökülmek zorunda kaldı." demişti. Buket'in neden bahsettiğini anlamamıştım. Devamında bahsettiği şey, konuyu açıklığa kavuşturup, ilgimin ve kalbinin dikkatini daha da çok çekmişti. Ateş yazın, Derya'nın Buket'i oyuna getirmek istediğini duyunca çok sinirlenerek, onunla çıkıp, oyunun nasıl oynanancağını, ona kendisi bir oyun oynayarak göstermek istemişti. O yüzden onunla ilgileniyormuş gibi davranmıştı. Sonra da tatil bitince ondan ayrılmıştı. Sadece haddini bildirmek için... İşte olay buydu.

 

Buket gözlerinde tasvip etmeyen, ama bir yandan da içten içe, çocuğunun yapmış olduğu muzurluk, hoşuna giden bir ebeveyin pırıltısıyla "Deli çocuk n'olcak." demişti. "Ateş, onun ne yapacağını anlasam ona izin vermeyeceğimi bildiği için de, benden gizli bu işe kalkışmış. Derya'yı kendi kazdığı kuyuya düşürmüş. Ama Derya bu, durur mu hiç? Ateş'i arayıp yalvararak, onunla tekrar çıkması için ayrıldığı günden beri, sıkıştırıp duruyormuş. Sanırım en sonunda da ümidini kesince, böyle bir şey yaparak kendince intikamını aldı. Benim canımı acıtınca, Ateş'i de sinirlendireceğini düşünmüş olmalı." Sonra aniden aklına bir şey gelmiş gibi, Buket elini ağzına sıkı sıkı bastırarak, Derya'nın onu hala arayıp yalvardığı konusunu ağzından kaçırdığını bu konuyu kesinlikle aramızda sır tutmamız gerektiğini söylemişti. Çünkü Ateş'in ağzından bu konuyu o da zorla çekip almıştı ve Ateş bunun kimse tarafından bilinmesini istemiyordu. Yüzümde karmakarışık bir ifade oluşmuş olmalı ki; Buket sevimli bir şekilde kıkırdayarak açıklama yapmıştı. "Yanlış anlama, seninle ilgisi yok. Tamamiyle Ateş'le alakalı. Skor kaygısı güden erkeklerle aynı kefeye konulmak istemediği için yani... Bana tam olarak böyle söylemedi ama, söyledikleri aynı kapıya çıkıyor. Henüz daha o kadar adileşmedim, diye bir de espiri yaptı hatta. Ama bu Derya konusunun artık kesinlikle kapanmasını istiyor anladığım kadarıyla. Kendi aramızda espiri yaparken farklı, fakat gerçek olaylar karşısında, zaten o hep biraz kapalı kutu olmuştur." Buket, onu yaramaz küçük bir çocuğa benzeten gülümsemesiyle burnunun üstünü kırıştırıp gülümseyerek devam etmişti. "O konuyu kapatadursun. Ama yine de Derya'nın Ateş'e ayrılmamak için yalvardığını hayal etmek çok eğlenceli oluyor." demişti. Buket bazen çok hoş oluyor diye içimden düşünmüştüm, sanki Ateş'le oturup bu konuda konuşabilecekmişim gibi benden söz istiyordu. Yine de içi rahat olsun diye, zaten Ateş'e anlatmam ihtimalinin olmadığı o konuyu, aramızda sır kalacağı üzerine söz vermiştim. Ama evet yine de, Buket'e verdiğim söz gibi kendime söz verememiştim. Kalbim pır pır edip uzun bir uykudan uyunmaya çalışır gibi titremişti. Ateş'in Derya'yla çıkmasının sebebiyle, Buket'in Sinem'e karşı oynadığı oyunun sebebi bir bakıma aynıydı. İkisi de, birilerinin haksızlığa uğradıklarını gördüklerinde, küçümsenmesini engellemek ve o birilerini korumak istedikleri için böyle oyunlara başvurmuşlardı... Bunu da kendi değişik yöntemleriyle yapmışlardı. Çünkü ikisi de çılgındı. Sağları solları belli olmuyordu, ne de olsa aynı kanı taşıyorlardı.

 

Zaman ilerliyordu. Derya ile Sinem'in arasındaki güç savaşları, tüm hızıyla devam ediyor, Sinem elinden geleni ardına koymuyorken Derya da ona aynı incelikte karşılık veriyordu. Sinem, yalnızca Derya'yı değil artık Buket'i de düşmanı bellemişti. Tabii herkesin önünde, Buket'in onu oyuna getirdiğini öğrenmesi kolay olmasa gerekti. Buket'se, Sinem'in düştüğü duruma üzülmese de sevinmiyordu da... Hiç kimsenin böyle küçük düşmesi—hele ki kendi tarafından—onun yapısında olan bir şey değildi. Derya'ysa düşmanımın düşmanı, benim dostumdur ilkesinden yola çıkarak, her durumda yazın söz verdiği gibi, Buket'i kolluyor görünüyordu. Tabii kaşıkla,verip sapıyla çıkarmanın adı, artık kollamak olduysa... Çünkü kimsenin bilmediği, bir Ateş mevzusundan kuyruk acısı vardı. Derya'nın bu hareketleri ve Buket'e yakınmış gibi davranması, Sinem'in şimşeklerinin daha fazla Buket'e yönelmesine yol açıyordu. Her şeye rağmen Buket yaşadıklarını, süper bir başarıyla göğüslüyordu. Asıl bu olanların Buket için en kötü yanı, onun Emrah'a ilgisini anlayan Sinem'in bir avcı gibi Emrah'ın peşine düşmesiydi. Buket tarafından kandırıldığını öğrenen Emrah'ınsa, tuzağa çekilmesi hiç zor olmamıştı. Tabi bir de Buket'in, yalancı suç ortakları biz vardık. Ayşe kendi tarzında Sinem'in sataşmalarına karşı koyuyordu. O yalnızca, Sinem'in arzu ettiği gibi tahriklerine daha kolay kapılıp sinirleniyordu. Buket gibi değilse de, yine de başarılı sayılırdı. Kendi adımaysa, Sinem'in gözüne fazla görünmemeye çalışıyordum. Gerçi Buket ve Ayşe'ye taktığı kadar, Sinem'in umrunda olduğumu düşünmüyordum. Yine de yalnız yakaladığında, beni yerin dibine geçirme hazzından kendini esirgemiyordu. Onun için,ondan uzak durmak en iyisiydi. Zaten daha çok kendi âlemimde ve sessizliğimde yaşıyordum. Tüm bu yaşanılan fırtına, bir yandan Ateş'le ilgili olup, gündeme sürekli onu getirirken ve onun adı her yerde sanki benim unutmamam için zikredilirken, ben gün geçtikçe onu unuttuğum yalanına o derece inanmak istemiştim ki; bu yalanın gerçekliğinde yarattığım bir izole bölgede yaşamaya başlamıştım. Ta ki, Buket'in doğum gününden üç ay öncesindeki, o Ateş'le olan ani karşılaşmayla birlikte, yarattığım bölgenin parçalanmasına kadar... Ve o anda dank edip anlamıştım, ben sadece bir ilizyona inanıp onu unuttuğumu sanmıştım. Asıl gerçekler ise çok farklıydı. Ben, onu unutmak şöyle dursun, unuttuğumu sandığım süreç zarfında, ona koşarak yaklaşmıştım. Ancak, Ateş'i tekrar gördüğümde, karşımda duran kişi, o unuttuğumu sandığım kişi değildi. Hatırladığım kişiyse hiç değildi... Karşımda o anda dikilen; gerçek anlamda bir sene önce gördüğüm kişinin ancak bir hayaleti olabilirdi...

 

Ve ben karşımda, Ateş'in o hayalet halini gördüğüm günden sonra onu, daha çok düşünmeye başlamıştım. Benden üstün bir güç tarafından bunu yapmam, sanki bana emrediliyor gibiydi. Kendimi engellemeye gücüm yoktu.Onu iradesizce düşünmek zorundaydım. Buket'in o zamana kadar bir şey anlamasını önlemişsemde, artık bu ihtimali kendi ihmalkârlığımla ortadan kaldıran şeyler yapmaya başlamıştım. Durup dururken Ateş'ten bahsetmek, başka bir isim söylemem gerekirken o isim yerine Ateş demek gibi... Ve gün geçtikçe, Buket'in bana bakışlarında, şüpheci ve farklı bir ışık yanmaya başlamıştı. Sürekli 'Neyin var Gülperi?' diye sorup duruyordu. Ama yine de bana bakışındaki, beni korkutan ışığın neden olduğu bilgiyle ilgili soruyu, hiç sormamıştı... 'Senin Ateş'le ne alıp veremediğin var?' Belki de bunu sormayışı, benim anlatmamı beklediği içindi. Kim bilir? Ben böyle saçmalayıp, sonra bu saçma hareketlerimden pişman olurken, o ana kadar, bana sorularla gelen Buket'se doğum gününe bir haftadan az bir süre kala, bana benden daha gizemli bir tavırla gelip, yüzüme sır dolu bir gülümsemeyle bakarak en sonunda beni çözüp, bütün içimi okumuş gibi "Madem bu kadar çok istiyorsun sana söz kızım, en büyük hayalini yaşayacaksın... " demişti. Bense yüreğim ağzımda çarpar bir şekilde ona bakakalmıştım. Böyle söylemekle ne demek istemişti ki? Artık biliyor muydu? Ya da bildiği neydi?

Loading...
0%