Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@ecealtinkaya

Bekliyorum, öyle bir havada gel ki, vazgeçmek mümkün olmasın... / Orhan Veli

 

*****

 

Nisan 1997

 

Parti biterken, Ateş beni yanına alıp motosikletini park ettiği yere götürmüştü. Birlikte kapıdan çıkarken tüm kızların meraklı ve şüpheci—özellikle de Derya'nın öfke saçan—bakışlarını sırtımda hissediyordum. Ve Ateş'in yanımda bir kasırga gibi yoğunlaşıp dönen, gürüldeyerek şahlanan varlığını... Motorunun yanına ulaştığımızda midemde pırpır eden binlerce kanadın motora binecek olmamdan mı yoksa onunla baş başa olmamdan mı kaynaklandığını çözemeyecek kadar panik durumundaydım. Bana başıma takmam için kaskını vermiş, beceriksiz ellerim yüzünden başaramayınca takmama yardım etmişti. O ise sadece yüze yapışan havalı güneş gözlüklerini takıp motosikletine atlamış ve benim de arkasına binebilmem için elimden tutarak yardım etmişti.

 

 

Motosikleti hareket haline geçirmeden evvel bana dönüp "Sıkı tutun Peri Kızı şimdi göğe doğru uçuşa geçiyoruz," demiş ve aynı anda motoru gazlamıştı.

 

Motor kükreyen sinirli bir hayvan gibi ileri doğru fırlamıştı. O ana kadar ona dokunmaya cesaret edemeyerek parmaklarımın ucuyla Ateş'in montuna hafifçe asılan ben, tam anlamıyla onunla yekpare olmuştum. Ona değdikçe alev alacak gibi hissediyor, hızdan ve onunla bu derece yakın olmanın verdiği heyecandan yaprak gibi titriyordum. Ellerim terden kayarken, altımda deli bir nehir gibi akan yere düşmemek için var gücümle sabit durmaya çalışıyordum ama ivme beni daha fazla Ateş'e ittiriyordu. Motosiklet bir mermi gibi havayı ikiye ayırıp yararak kendine yarattığı boşluğu kendi enerjisiyle doldurup süratle ileri doğru yol alıyordu. Delice başım dönüyor, gücün karşısındaki çaresizliğim ve kırılganlığım tüm direncimi emerken, sıkmaktan beyazlaşan parmaklarım ben engellemek istedikçe yavaşça kayıyor ve her saniyeyle birlikte son hızla onun erkeksi aurası içine çekiliyordum. Artık gittikçe gücüm tükenirken, kastığım parmaklarımın sonunda tamamen kaymasıyla birlikte onu belinden kavramak zorunda kalmıştım. Böylelikle Ateş'in sırtına yaslanıp başımı omzuna dayamış kollarımla da belini sımsıkı sarmıştım. O anda çıplak tenime giydiğimin 'Ateş'ten gömlek olduğunu bilmiyordum.

 

Motosikletini evimin birkaç apartman ötesinde köşedeki çiçekçi kızın önünde durdurduğunda, ben hala ona sıkı sıkıya sarılmış heyecan ve baş döndüren hızdan şok olmuş, soluk soluğa bir vaziyetteydim.

 

Ateş ipek gibi bir sesle "Peri Kızı... Bulutlar üstündeki yolculuğumuz bitti. Seni evine getirdim," demişti.

 

Duyduğum sesi, ılık bir bahar yağmurunun tenime dokunuşu gibiydi. Hafifçe ürperdiğimi hissetmiştim. Gözlerimi kırpıştırarak, bulutların arasındaki hayal dünyasından gerçek dünyaya iniş yapmıştım. Hala deli gibi titriyordum ve onun yanında tek başımayken ne diyeceğimi bilemiyordum. Yanı başımda çok farkında olduğum, gözle görülürcesine bedeninden taşan erkeksi enerjisi ve için için yanan kudretinin dalgalar halinde bana vuruşunu hissediyordum. Motosikletten inip, başımdan kaskımı çıkarmama yardım etmişti.

 

"Teşekkür ederim..." diyerek kekelemiştim.

 

Gözlerimi aşağıya indirip, başımı hafifçe eğmiştim. Çenemin altından tutup başımı kaldırmıştı. Güneş gözlüklerini çıkarıp, kısacık kesilmiş siyah saçlarının arasına yerleştirmişti. Gözlerimiz aynı hizaya gelesiye kadar bana doğru eğilmişti. Kalbim, kafesteki bir kuş gibi kendini oradan oraya çılgınca atıp çırpınıyordu.

 

"Hiç önemli değil Peri Kızı," demişti kısık bir sesle. "Çünkü seni evine bırakabilmek de, kuzenimin bana olan hediyesiydi. Senin kabul etmen de, benim ödülüm."

 

Elimden tutup inmeme yardım etmişti. O an elimden tutmuyor olsa, biliyordum yere yığılacaktım. Gözlerim, kara bir yangın gibi olan gözlerinin alevlerinin arasında esir olmuştu. Kendimden kaçaktım ama şimdi kaçacak hiç yerim yoktu. Zaten kaçmak istiyor muydum onu da hiç bilmiyorum? Sanırım o yangında seve seve küle dönmeye razıydım.

 

Elim elinde, gözlerim gittikçe yoğunlaşan alevli bakışlarına saplanıp kalmış, öylece birbirimize bakıyorduk. Ne ben bir hamle yapıp gitmeye yelteniyordum, ne o gitmem için izin veriyordu. Beynim tamamen yönetimi kalbime kaptırmış, ben de kalbimin çılgın ritmiyle sarhoş olmuştum. Artık ayrılmam gerekiyordu ama aklım karmakarışıktı. Hem ayrılırken ne diyecektim? Elini mi sıkmam gerekti, yoksa deminki samimiyetimize dayanıp, buna uygun olarak yanaklarından mı öpmeliydim? Ya da soğuk nevalenin teki gibi, hiçbir şey yapmadan, beni evime getirdiği için sadece teşekkür mü etmeliydim?

 

Sonunda "Tekrardan teşekkür ederim," diye mırıldanıp kibarca diğer elini sıkmak için hamle yapmıştım.

 

"Ben de sana teşekkür ederim Peri Kızı, sayende ilk kez bulutların üstünde motor sürdüm," diyerek dudaklarına yerleşen tembel bir gülümsemeyle beni yanıtlamıştı.

 

Ve büyük güzel parmaklarını hafifçe saçlarımın arasına geçirip yanağımla çenemin birleştiği kısmı avucunun içine alarak eğilip dudaklarını elmacık kemiğimin üstüne kondurup hafifçe bastırmıştı. Öpücüğü yakıcı, okşayıcı ve ateşliydi. Aynen kendi gibi... Sadece yanağa kondurulan bir buse için olağanüstü derecede vurucu, alt üst edici ve heyecan vericiydi. Herhalde kalbim hayatında hiç bu kadar hızlı atıp, yorulmamıştı. Kalbim göğsümün ortasında kendine çırpınmak için yer açtığından, ciğerlerim kendine nefes alacak yeri bulamıyordu. Nefesim kesilirken yer ayaklarımın altından çekilir gibi oldu sendelediğimi hissettim. Kolumdan tutan güçlü el düşmeme engel olup beni ayakta sabitledi. Rezil olduğumu düşünüyor, yanaklarımın utançtan kıpkırmızı olup, cayır cayır yandığını fark ediyordum. O ise bana güven veren, sıcacık bir bakışla bakıyordu.

 

Bir şeyler söylemem gerektiği düşünerek "Şey... Hayatımda ilk kez motosiklete bindim. Sanırım biraz sarsıldım. Özür dilerim," dedim. Sonra hemen yanlış anlamasın diye alelacele ekledim. "Ama harikuladeydi, yani ben... Ben her zaman bunun hayalini kurmuştum... Çok teşekkür ederim."

 

Yine aynı telaşla son bir kez gözlerinin içine dışımdan söyleyemediğim şeyi; sen sadece hayalimi değil, rüyalarımı da gerçekleştirdin der gibi bakıp, aceleci adımlarla yanından ayrılmıştım. Son bakışımda, o güneşin vurmuş olduğu yangın gözlerde daha da alevli ve parlak gülümseyen bir bakışı ayırt etmiştim.

 

Ateş arkamdan seslenmişti. "Peri Kızı, bu yaz artık her hayalini gerçekleştirmek için buradayım. Merak etme... Seni alışman için motorla da bol bol gezdiririm."

 

O bana seslendikten sonra, ben de kendimde engel olamadığım bir dürtüyle tekrardan ardıma bakmıştım. Onun cebinden çıkartmış olduğu bir paketten aldığı sigarayı, zippo çakmağıyla aynı artistik zarafetle yakıp dumanını içine çektiğini görmüştüm. Kalbimde çatışan iki duygu; korku ve heyecan, yüzümde ikisinin karışımından doğan endişeyle dolu bir tasayla tekrardan önüme dönerek, ardımdan yakalamak isteyen biri varmış gibi koşar adımlarla evime doğru yürümüştüm.

 

***

 

Ateş, beni eve bırakmasından çok değil bir hafta sonra Buket'le birlikte gelip, Buket'in anne ve babamdan bin bir ricayla—hem yaşça bizden büyük, ağabeyi sıfatında biri de bize göz kulak olacaktı, Buket izni koparabilmek için böyle söylemişti fakat annemle girdiği kıyasıya mücadele görülmeye değerdi—izin alarak konsere götürmüştü.

 

Annem kapıdan dışarı çıkarken beni bir köşeye çekmiş "Kendine oralarda dikkat et kızım. Seni sana emanet ediyorum. Etrafa karşı uyanık ol. Tamam mı? Ve bak Gülperi böyle emrivakilerle bana bir daha gelme. Bu son. Valla babana ne diyeceğimi şaşırdım," diyerek kulağımı bükmüştü.

 

Sanki beni konsere değil de, savaşa, düşman askerlerinin bulunduğu karargâha yolluyordu. Ama ben Şebnem'in konserine gidiyordum hem de Ateş'le, annem istediği kadar konuşabilirdi. Görüntüm gayet ağırbaşlı, yüreğimse atlıkarınca gibi hızla dönerek bir yükselip bir alçalırken, annemin dedikleri bir kulağımdan girip ötekinden çıkmıştı

 

Şebnem Ferah'ın yeni çıktığı zamanlardı. Ortalığı kasıp kavuruyordu ve o zamanlar Fırtına şarkısının içimde fırtına gibi estiğini çok iyi hatırlıyorum. İlk defa, hem de böylesine çok sevdiğim bir şarkıcının konserine gidebilmenin coşkulu heyecanıyla, havalarda uçuyordum. Yanımda Ateş'in olması benim için konseri, emsalsiz ve unutulmaz yapan en büyük etmendi. İçim içime sığmayıp mutluluktan taşıyordu. Konsere gitmeden yaşadığımız o olaysa hala dün gibi aklımdadır.

 

Akın akın konser alanına varabilmek isteyen kişilerin oluşturduğu yoğun bir trafik içindeydik. Herkes üniversitede verilecek konser yönünde—en azından o zaman bana öyle gelmişti—hızlı manevralarla yoğun trafikte ilerlemeye çalışıyordu. Biz de konsere, Buket'in babasının arabasıyla gidiyorduk. Arabayı Ateş kullanıyordu. Birkaç araba önümüzde birbirini geçmek için, sollamaya çalışan arabalardan biri, tam da o sırada, yol kenarında durup karşıdan karşıya geçmeye çalışan yavru köpeklerden birine çarpmıştı. Çarpmanın etkisiyle savrulan küçük köpek, acı bir çığlık atarak kaldırımın diğer yanına düşmüştü. Her şey birkaç saniye içinde ve göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşmişti. O anda dehşet ve korku dolu bir hisle, gözlerimi ellerimle kapamıştım. Sonra hemen köpeğe ne olduğunu görebilmek için arka cama dönmüştüm. Bu sırda Ateş, arabayı uygun bir yerde sağa çekip arabadan atlamış, karşıdan karşıya geçip az önce köpeğin savrulduğu kaldırıma geri dönmüştü. Sonrasındaysa kucağındaki yavru köpekle geri gelerek, köpeği arka koltuğa yanıma yerleştirmişti. Köpek kollarının arasında inliyordu.

 

Ateş bana dönüp "Korkar mısın? Korkarsan Buket'le yer değiştirebilirsin," diye öne geçmemi teklif etmişti. Korkmadığımı söylemiştim. "Zavallının bacakları kırılmış, hemen bir veteriner bulup gösterelim. Yoksa onu olduğu yerde bırakırsak, dışarıda helak olur," diye hızlı bir açıklama yapmıştı.

 

O akşam konsere biraz geç kalmıştık. Ancak o yavru köpeği orada ölüme terk etmeyip, bakılmasını sağlamasıyla Ateş, benim kahramanım oluvermişti. Ve Şebnem Ferah'ın söylediği şarkılara bağıra çağıra, içimde kıpırdanıp, topraktan filizlenen bir çiçek gibi açmaya hazırlanan kadınlığımla eşlik ederken, tüm o güzel şarkıları, en çok da 'Yeniden Doğup Gelsem'i söylerken, kanımdaki deli, yakıcı bir kuvvetin girdap oluşturarak kalbime akmasını hissetmiş ve o akşamki hislerimin tüm şarkılarını kalbimdeki kahramana ithaf etmiştim.

 

Birlikte gittiğimiz konserden sonra, sıkı bir diyete girer gibi, kendimi derslerime daha çok adamaya çalışmıştım. ÖSS'ye sadece iki hafta kalmıştı. Ama ne yazık ki, aklımda fikrimde hep sınav olacağı yerde, onun yerine benim düşüncelerim hep Ateş'le doluydu. Belki bir boşluk yaratsam hemen içine test sorularını yerleştirecektim fakat Ateş kafamın her bölümünü hatta tüm benliğimi işgal ediyordu. Kalbimde, beynimde har gibi yanıp duruyordu. Deniyordum ama kalbimde Ateş'im çıkmıştı ve ne yapsam da düşüremiyordum.

 

Eve gelen sınav giriş belgem, benim biraz da olsa aymamı sağlamıştı. Buket ve Ayşe'yle konuşup o hafta sonu için dershane çıkışı, hangi okulda sınava gireceğimize bakmayı planlamıştık. Hafta sonu geldiğinde kararlaştırdığımız gibi, Ayşe'yi dershanesinin önünden almaya gidecektik. Dershane çıkışı, her zamanki gibi, piyasa yapan öğrencilerin kalabalığıyla bir curcunaydı. Bir yandan kalabalıktan sıyrılmaya uğraşırken, bir yandan ben, o gün bininci kez 'Hangi akla hizmet edip, niye giydiysem' diyerek hayıflandığım, mini eteğimi aşağı doğru çekiştirip, düzeltmeye uğraşıyordum. Buket'in doğum gününden sonra, içimde hissettiğim, beni mutsuz eden, o huzursuz kıpırtılardan sonra, gardırobumu elden geçirmiş, artık giymek istemediğim eski kıyafetlerin yerine, yeni ve cici başka kıyafetler almıştım. Üzerimdeki mini etek de, bu gafletle gidip aldığım, o cici parçalardan biriydi. Ama siz de hak verirsiniz ki her ne kadar, istemek başarmanın yarısı olsa da, yeniliklere alışmak içinde zaman gerekliydi. Hele ki, bu benim gibi yeniliklerden ödü kopan biriyse...

 

Birden Buket "Biliyordum..." diye sevinçli bir çığlık atarak, gittiğim yönün aksine beni kolumdan tutarak sürüklemeye başlamıştı.

 

"N'oluyoruz?!" dememe fırsat kalmadan, tüm o keşmekeş kalabalığın arasından, onun herkesin bir baş yukarısında kalan yakışıklı yüzünü seçmiştim. Uzun boyu nedeniyle, herkese yukarıdan bakarken, delici bakışlarıyla da etrafı tarıyordu. Onca kalabalığın arasında, gözleri aradığı hedefi bulmuş gibi, gelip benim yüzümde kilitlenince, birden o nefis gamzeli gülüşü yüzüne cömertçe yayılmıştı. Onun gülümseyişiyle birlikte, karnımın içinde sanki milyonlarca kelebek kanatlarını aynı anda açıp kapamış, elim ayağımdan kan çekilmiş gibi bir titreme tüm vücudumu sarsıp geçmişti. Bu arada Buket, Ateş'e doğru daha hızlı hareket ederken, bir yandan ona neşeyle el sallıyor, diğer eliyle de beni çekiştiriyordu. Ateş, yanına vardığımızda ikimizi de yanaklarımızdan öpmüştü. Ben yine aynı hataya düşmüş, bana bu kadar yakınken, onun temiz erkek kokusunun karıştığı havayı ciğerlerime çekmiştim. Onun kokusu bedenime dolarken, yaşadığım sarhoşluk hezeyanın içinde, sanki onun da salık bıraktığım saçlarımı parmak uçlarıyla okşayıp, kokladığını zannetmiştim. Gerçekten öyle miydi? Emin olamamıştım. Ama büyük olasılıkla, öyle olduğunu zannetmek istediğim için, öyle yaptığını hayal etmiştim.

 

Buket deminki, kendinden emin halinden farklı, şaşkın bir yüz ifadesiyle "Kuzen hayrola? Ne işin var burada senin?" derken, yaptığı vurguyla sorusuna manidar bir hava katmıştı.

 

Ateş pervasız bir havayla omzunu silkip, sanki her zaman yaptığı bir şeymiş gibi "Hiç, geçiyordum uğradım," demişti.

 

Buket tek kaşını kaldırıp, emniyet amiri gibi Ateş'i sorguya çekmişti. "Hani sen bana, şu okul bakma işine seni hiç karıştırmamı, geçen sabah erkenden kalktığın için bu sabah öğlene kadar uyuyacağını söylemiştin."

 

Ateş'se istifini hiç bozmadan "Evden çıkarken o kadar çok gürültü yapıyorsun ki, uyandım," demişti. Sonra alınmış bir havaya bürünüp Buket'e mağdur gözlerle bakmıştı. "Sonra uykum kaçtı. Hazır uyuyamıyorken ben de, bir iyilik yapayım dedim. Güzeller güzeli kuzenimin, güzel ayakları yorulmasın diye onu almaya geldim... Ama şu gördüğümüz muameleye bak."

 

Buket kıkırdamıştı. "Buraya uyanır uyanmaz mı geldin? Sanki uzun zamandan beri bekliyormuşsun gibi, biraz sıkılmış gördüm seni."

 

Ateş dişlerini göstermeden sırıtmıştı. "O kadar da uzun değil küçük cadı, sadece bir saat... Yaşlanıyorsun. Senden en azından beni, burada iki saat ağaç etmeni beklerdim."

 

Buket bilmiş bir havayla, sahte bir ciddiyete bürünmüştü. "Düşmanımı asla hafife almam. Kalbin normalin iki misli hızlı atıyor diye, o kadar da aptallaşmadın ya. Öyle söyleseydim anlardın... Bu sana senden rica ettiğimde, isteklerimi geri çevirmemeyi öğretir."

 

Ateş bu sefer dişlerini göstererek sırıtmaya başlamıştı. "Küçük cadının bu kadar kindar olduğunu hatırlasaydım, sürpriz yapmaz ve buraya geleceğimi asla saklamazdım."

 

Buket'se, anlattığı hikâyeyi yutmamış bir havayla elinin tersiyle, Ateş'in koluna bir şaplak atmıştı. "Hadi oradan. Sürpriz yapmışmış. Yok, güzeller güzeli kuzeninin, güzel ayakları yorulmasın diyeymiş... Geç bunları oğlum. Akşam sorduğumda gelmek istemedin. Sabah ne oldu da fikrini değiştirdin acaba? Ve sakın güzel ayaklarımı bu işe karıştırma, çünkü hepimiz ayaklarımın otuz dokuz numara olduğunu biliyoruz. Eğer sabah dershane çıkışıma geleceğini söyleseydin, sana bir saat öncesinin değil, gerçek çıkış saatini söylerdim... Ama bir şey olmuş olmalı..."

 

Buket'in koyu renk gözleri düşünüyormuş gibi kısılmış, sonra birden parlayarak, suyun kaldırma kuvvetini yeniden keşfetmiş gibi "Evreka!" diye haykırmıştı.

 

"Tabii ya, sabahki yaptığım telefon görüşmesi... Uykunun kaçmasının nedeni, acaba sabah benim yaptığım gürültü müydü, yoksa kalbinin yaptığı gürültü mü?"

 

Sonra çok eğlenceli bir fıkra duymuş gibi kıkırdamıştı. "İyi ki saat olarak, sana bir saat sonrasını değil de öncesini vermişim... Yoksa kuş kafesten uçacak, senin de bu jilet halin boşuna gidecekti."

 

Ateş gözlerinin içine güneş doğmuş gibi sıcacık bir kahkaha atmış, iki elini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırmıştı.

 

"Tamam," demişti. "Bir daha asla benden istediğin şeyi, geri çevirmeyi bırak, ikiletmeyeceğim bile. Şimdi hanımlar, sizi istediğiniz yere götürmekten zevk duyarım."

 

Sonra Buket'le beni arabaya yönlendirmişti. Ateş ve Buket arasında geçen, bu anlamsız ya da bana anlamsız gelen diyalogu, bir pingpong maçı seyreder gibi seyretmiş kazananı çıkarmış, ama maçın neden yapıldığını anlayamamıştım. Ve o sabah, Buket'in benim haricimde kimle konuştuğunu, çok merak etmiştim.

 

Arabaya geldiğimizde, ben arka koltuğa geçip oturmuştum. Ön koltuğa geçen Buket de, arabayı kullanan Ateş'e, Ayşe'nin dershanesinin yerini tarif ediyordu. Yol kapalı olduğu için, araba ile dershanenin kapsının oraya kadar girilemiyordu, bu nedenle Ateş dörtlü sinyallerini yakıp arabayı geçici olarak uygun bir yere park etmişti. Tam bir hamle yapıp kapı koluna uzanırken, Buket beni durdurmuştu.

 

"Periciğim sen bekle de, Ayşe'yi ben alıp geleyim. Hem şuradaki kitapçıdan bir test kitabı soracağım. Tamam mı?" der demez benim itiraz etmeme bile zaman bırakmadan, kendini arabadan aşağı atmıştı.

 

Camdan hızlı adımlarla uzaklaşmasını izlemiştim.

 

Ateş, arkasını dönüp bana "Eee, sınava girmek için kendini hazır hissediyor musun?" diye havadan bir soruyla rahat bir sohbet açmıştı.

 

Biraz sohbet ettikten sonra Ateş "Arabadan inelim mi? Burada sigara içmek yasak da. Hava güzel ama dışarıda eğer üşürsen..." derken cümlenin devamını getirmemişti ama ben anlamıştım.

 

Arabada kalmak istediğimi söylesem, o da benimle arabada kalacaktı. Hayır diyebilirdim. Sen çık, ben üşüyorum diye önerebilirdim. Tek başıma arabanın korunaklı alanında kalabilirdim. Ama bana bakışındaki bir şey, hayır dememi engelliyordu. Kalbimin daha hızlı çarpmasına neden olan bir şey... Ellerimin uyuşup, ağzımın kurumasına neden olan bir şey...

 

Ateş'in adının sebebini, gözlerinden alan bir şey benim nefesimi kesiyor, arabanın alanının her yanını onun erkeksi gücüyle dolmasını ve bana yer bırakmamasını sağlıyordu. Arabada biraz daha kalırsam, teninden taşan erkil gücün içine kayıp kaybolacağımı hissetmiştim. Nefes almam lazımdı ve bunu arabanın havası tamamen Ateş'e has o kokuyla doluyken yapamazdım.

 

Ciğerlerimde kalan son havayla "Tamam, çıkalım," demiştim.

 

Sesim rüzgâr fısıltısı gibi aramızda esmişti. Arabanın dışına çıktığımızda, Ateş onu ilk gördüğümdekine eş, doğal zarafetiyle sigarasını yakmıştı. O derin bir sigara soluğunu içine çekerken, ben de başımın dönmesine neden olacak kadar derin bir soluğu, ciğerlerime çekmiştim. Bu böyle gidemezdi. Bu kadar yoğun, bu kadar güçlü, bu kadar yakıcı hissetmemeliydim. Onun yanındayken hep böyle ibresi sapıtmış, düşüşe geçen bir uçak gibi irtifa mı kaybedecektim? Orta yolu olmalıydı değil mi? Ya da bir yolu var mıydı acaba?

 

Ben gözlerimi, sigarasına diktiğimden habersizken, Ateş bana "Sen kullanmıyorsun değil mi?" diye sormuştu.

 

İlk önce, neden bahsettiğini anlamamış sonra gözlerimin dikili olduğu şeyi fark etmiştim.

 

"Yok, hayır kullanmıyorum. Ben Yeşilaycıyım."

 

O eğri gülümsemesiyle bana bakmış "Bana bakışından belli, bir hortlağa bakarmışsın gibi bakıyorsun," demişti.

 

Ne? Olamaz! Ne yapmıştım, ne yapmıştım? Hortlağa bakar gibi mi bakıyordum Ateş'e bakarken?

 

"Hayır bakmıyorum," diye itiraz ederken içimden 'Kızım Gülperi hoşlandığın çocuğa bile böyle cazibeden yoksun bir bakışla bakıyorsan, senin şimdiye kadar neden hiç çıkma teklifi almadığına şaşmamak lazım.' diye kendimle daldığım bir hesaplaşmaya gitmiştim. Ateş'e böyle bakıyorsam, kim bilir diğer çocuklara nasıl bakıyordum ki, bir tanesi bile yanıma yanaşmamıştı. Bir de diğer faktörü unutmamak gerekti; tabi içlerinde beni fark eden biri varsa...

 

Ateş'se bana, dudaklarında 'evet bakıyorsun' diyen bir gülüşle, bakmaya devam etmişti. Ben iç sesimle kendi kendime konuşmaya devam ederken, kaba bir kız sesi iç sohbetimi yarıda bölmüştü. Kafamı çevirmemle Derya'yla burun buruna gelmem bir olmuştu. Konuşması ne kadar kabaysa, yeşil kedi gözleri de o kadar işveliydi. En azından karşısındakine hortlakmış gibi bakmıyordu. Tabii o karşısındaki eğer ben değilsem.

 

Çünkü Derya Ateş'i gördükten hemen sonra, yanında beni fark edince, bakışları saldırıya geçmeye hazır bir kedi gibi kısılarak vahşileşmiş "Bu dilsiz prensesin ne işi var yanında?" diyerek bana doğru hırlamıştı.

 

'Prenses' kelimesini ise adeta tükürmüştü. Sürtük der gibi... Ateş'in demin bana bakarken ki, yağmurlu bir ikindi sonrası şöminede yanar gibi olan tembel alevli gözleri, birden parlamış o kara gözlerin içindeki alevler bir orman yangınına dönüşmüştü.

 

"Benim yanımda kimin olduğundan sana ne? Bana hesap mı soruyorsun?"

 

Sesi çelik gibiydi. Derya bir adım geri atarmış gibi afallamış, sonra gözlerinden yeşil bir dalga geçmiş ve sanki kafasında bir çark işlemeye başlamıştı.

 

"Elbette senden bana ne? Ama yanındaki kızı da diğer kızlara yaptığın gibi avlamana izin veremem."

 

Ellerini iki yana açarak, benim için çok endişeleniyormuş gibi sözlerini sürdürmüştü.

 

"Anlamıyorum... Buket buna nasıl izin verdi? Ben Gülperi'yi onun en samimi arkadaşı sanırdım bir de," der demez bana dönerek, bilmeyenlerin gözlerini yaşartacak bir içtenlikle gözlerime bakıp "Ama neyse ki, onun kötü emellerine engel olacağım Gülperi. Sen o kadar safsın ki anlamazsın... Anladıktan sonraysa, artık iş işten geçmiş olur. Anlatabiliyorum değil mi? Çok cici bir kızsın, ama aklını çalıştırıp, dediklerimi anlamalısın. Bu tiplerden hayır gelmez. Sen onun için kolay lokmasın ve inan bana, onun avı olmak istemezsin. Aklını kullan çok geç olmadan..." diyerek imalı bir şekilde ve dramatik bir ifadeyle sözlerini bitirmişti.

 

Kolay lokma mı? Söylediklerinin arka anlamı çok büyüktü. Bendeki etkisi de öyle. Derya'nın sözlerini kaskatı bir şekilde dinlerken, söylediklerinden ve Ateş için yaptığı ithamlardan afallamıştım. Ama Derya'ya da inanacak halim yoktu. Göz ucuyla gördüğüm Ateş'in de, bembeyaz olduğunu, dudaklarının bir çizgi halini aldığını görmüştüm. Elleriyse iki yanında yumruk sıkılmış halde duruyordu.

 

Derya son hamlesini de yapıp tekrardan Ateş'e dönerek "Gülperi'yi üzmene izin vermeyeceğim," demişti.

 

Ateş birden, girdiği heykel halinden çıkarak, Derya'ya doğru bir hamle yapıp onu bileğinden yakalamış "Gel benimle..." diye tıslamıştı.

 

Derya direnmiş ve "Bırak beni hemen, senin gibi zorba erkeklerin gücü savunmasız kızlara söker sadece değil mi?" diyerek feveran etmişti.

 

Ateş, avucunu sokan bir yılanmış gibi Derya'nın bileğini elinden fırlatmıştı. Benimse, birden üzerime yağan bir güç yağmuruna tutulmuşum gibi içimde değişik, farklı bir his yumağı oluşmuştu. Buna neden olan, Ateş'in her zaman kendinden çok emin duruşunun duvarlarından sızan, bir çaresizlik duygusu muydu? Bakışlarındaki yoğun pişmanlık mıydı? Bilemiyordum. Tek bildiğim onu öyle görmek istemediğimdi. O benim gibi zayıf değildi. Güçlüydü ve öyle kalmalıydı.

 

Hiç hissetmediğim bir özgüvenle Derya'ya "Benim için endişelenmene hiç gerek yok Derya. Sanırım aramızda tek saf olan kişi sensin, çünkü Ateş kimin yanındaysa o kişi kendisinin en emin yerde olduğunu bilir. Senin bunun aksini söylemen beni aslında şaşırtmadı çünkü adamına göre muamele diye bir söz vardır. Ateş ne aptal, ne de zorba!!! O kime nasıl davranacağını iyi bilir," demiştim.

 

Sözlerimi bitirdiğimde bedenim tir tir titriyordu. Ama laflarımı bitiresiye kadar ne sesim titremişti ne de kelimelerimde takılmıştım. Sesim berrak, kelimelerim netti. Sanki hep içimde var olan sözcükler bulunduğu yerden, bir emrimle gelerek ağzımdan su gibi dökülmüştü. Bu kez taş kesilme sırası Derya'daydı.

 

"Biz seni tutmayalım Derya, yapacak işlerin veya kurtaracağın saf genç kızlar vardır. Sana iyi günler," dedikten sonra o oluşan şaşkınlık anından faydalanıp ona sırtımı dönerek arabaya binmiştim. Zira biraz daha ayakta duracak halim kalmamıştı.

 

Ateş benden sonra arabaya geri dönünce ilk birkaç saniye konuşmamıştı. Bense hala titreyen ellerime bakıyordum.

 

Sonra aniden arkasını dönüp bana bakmış "Sana teşekkür etmek istiyorum," demişti. Sesi hafif pürüzlü bir kadife gibi çıkıyordu. "Teşekkürler..."

 

Başımı hayretle kaldırıp, ben de ona bakmıştım. "Niçin? "

 

Gözlerinin derinlerinde lav nehirleri çağlıyordu. Uzunca bir süre yoğun bir derinlikle gözlerime bakmıştı. Konuşmaya başladığında kadife sesi gözlerinin yakıcılığını almıştı.

 

"Çünkü bana inandın. Kendimi savunmak zorunda kalmadan, benim yanımda durmayı seçtiğin için... Oysa sana kendimi nasıl açıklayacağımı dahi bilemiyordum. Sen yüce gönüllü bir peri kızısın..."

 

Bunun karşılığında ne diyebilirdim ki; önemli değil mi? Dert ettiğin şeye bak, konusunu bile etmeye değmez mi? Sorun değil çünkü ben sana aşık oldum mu?.. Aşık olmak mı?

 

Hiçlikten gelen kelime bir meteor gibi büyümüş büyümüş, varlığımın merkezine güm diye düşmüştü. Beni tutuşturmuştu. Bu hisler bedenim için çok fazlaydı. Küçük bedenimin kaldıracağından fazla... O anda yemin ederek, kendime günah ettiğim kelimeyi bir daha ağzımın anmasını yasaklamıştım. Ateş gözleri kopkoyu, alev alev yanarken benden bir şeyler söylememi bekler gibiydi. Bense sadece susmuştum. Yeminle, dudaklarıma yasak ettiğim kelime yüzünden susmuş...

 

Ateş'in sesi aramızdaki beklenti dolu sessizliği bölmüş "Peki... Senden bir şey daha isteyebilir miyim Peri Kızı?" diye sorarken daha ihtiyatlı çıkmıştı.

 

Benden gelecek cevabı beklemeden konuşmaya devam etmişti. Sanki hayır dememden korkar gibiydi.

 

"Derya'yı gördüğümüz aramızda kalabilir mi? Buket'in öğrenmesini istemiyorum."

 

Neden diye sorgulamamış, bir aşığın yapacağı gibi ilgiyle, merakla, niçinini sormamıştım. Ben kendi içimde yaşanan depremleri yok saymak adına, o anda yapılacak tek şeyi yapmıştım. Sadece omzumu silkip, başımı tekrardan öne eğmiştim.

 

Buket'le Ayşe arabaya gelip bindiklerinde de kıkır kıkır gülüyorlardı. Bahsettikleri konu neyse çok eğlendikleri belliydi. Ateş, nereye gittiğimizi sorduktan sonra ikimizin arasında oluşan acayip elektrik nedeniyle biraz önceki suskunluğuna geri dönmüştü. Ateş'le ben bu kadar durgunken, kızlar o anda yerlerinde duramıyor güzel bahar havasına eşlik eden radyodaki şarkıları hep bir ağızdan bağıra çağıra söylüyorlardı. Onların bu Nisana eş değer cıvıltılı canlılığına karşılık, Ateş'le ben Kasımın kasvetli bir günü gibiydik. İlk önce Buket'in sınava gireceği okula gitmek için yola koyulmuştuk. Sonra Ayşe'nin ve en son benim sınava gireceğimiz okullara gidecektik. Şans eseri birbirimize yakın okullarda sınava giriyorduk. Kızlar hala şen şakrak sohbetlerine devam ediyorlardı. Ama onlara konuyu soracak kadar bile gücüm kalmamıştı. Bütün enerjimi az önce Derya'ya çıkış yaparken tüketmiştim. Hala inanamıyordum ama ben birine–o biri de Derya'ydı—aştığı haddini bildirmiştim.

 

Radyoda Teoman çalmaya başladığında Buket anında radyonun sesini yükseltmişti. Üçümüzün de istinasız olarak bayılarak dinlediği ilk rockçıydı, çalan şarkısı Papatya; yine üçümüzün hem fikir olarak en çok beğendiği ortak şarkısıydı. Ben camdan dışarıyı seyrediyor, bir yandan da radyoda çalan şarkıyı dinliyordum. Hep şarkıda anlatılan kız gibi isyanlar, korkularına rağmen cesur, başına buyruk olmak istediğimi hatırlarım. Hep bir mıh gibi kalpte kalacağından emin olunan, denenmesine rağmen unutulması mümkün olmayan o kız olmak... Benim karanlık korkum aynen onda da vardı ama o ışıklar söndükten sonra karanlıktan korksa bile, korktuğu şeytanlarla yüzleşmeyi seçen kızdı. Papatya benim için bunların simgesiydi. O şarkı benim gerçek hayatta olamadığım kadını hayallerimde yaşayabilmeme olanak veren, şarkıyı dinlerken öyleymiş gibi hissedebildiğim, hayallerimin gerçeklerimin üzerine izdüşümünü yapabildiğim şarkı olmuştu.

 

Ayşe "Peri çok sessizsin, bir şey mi oldu?" diye beni dürterek daldığım yerden beni çıkarmıştı.

 

"Yok, bir şey olmadı. Öyle dalmışım," demiştim.

 

Ayşe sevimlice kıkırdamış ince, siyah, dikdörtgen çerçeveli gözlüklerini burnunda geri ittirmişti.

 

"İyidir iyidir. Dalgınlık iyiye alamettir."

 

Ben aklım karışmış gibi ona bakarken, Ayşe kulağıma eğilmiş "Ama yanındayken, yanında olabilmenin tadını çıkar, o yanında yokken bol bol dalarsın," demişti.

 

O gün bilmeceler günüydü. Ama ben bilmeceleri çözmekte kabiliyetsizdim. Hala aptal gibi boş bir ifadeyle ona bakarken Ayşe ellerini oynatarak, şarkıya eşlik etmem için hadi der gibi bakmıştı.

 

"Hani çok sevdiğin o filmi

 

Gördükten sonra

 

Kısacık kestirip saçlarını

 

İçtin ilk sigaranı...

 

Ooo Papatyaa"

 

Sanki ondan gelecek işareti bekliyormuşum gibi, ben de şarkının en sevdiğim kısmına içimdeki tüm acının cerahatini boşaltarak, hızlı bir dalış yapmıştım. Gözlerim aniden dikiz aynasından, Ateş'in anlamaya ve içimi okumaya çalışan keskin bakışlarıyla karşılaşmıştı. Sonra o da sessizce şarkıya eşlik etmeye başlamıştı. Ben artık şarkıdaki isyankar Papatya'ydım. O ise aşkını önüme seren, acı çeken âşıktı. Ateş'in bakışlarına, Papatya'nın vereceği tarzda bir karşılık verip, yarım bir şekilde tebessüm etmiştim. O anda Buket ve Ayşe şarkıyı söylemeyi bırakmışlar sadece Ateş ve benim çıplak seslerimiz birlikte, birbirine karışarak aynı şarkıyı söylemeye devam etmişti. Sadece Ateş ve Gülperi... İki sesin birbirine sarılması gibiydi. Ağzımızdan çıkan notalı sözcükler, aynı iki ayrı elin parmaklarının birbirine dolanması gibi, içi içe geçip birbirine dokunuyordu. Gençlik böyle bir şeydi sanırım; yaralarını ve acılarını en hızlı şekilde iyileştirebilme gücünün özüne sahip ve aşkın dokunuşuyla tutuşup yeryüzüne inen bir sihir...

 

Hepimiz de sınava gireceğimiz yerleri görmüştük. Benimde, sınava gireceğim okulu da arkamızda bırakıp, arabaya doğru dönerken, ilerideki park etmiş bir arabanın köşesinden küçük miyavlama sesleri duymuştum. Hemen adımlarımı o tarafa doğru yönlendirip, hızlanarak Ateş'in ve diğer kızların önüne geçmiştim. Ve hemen park etmiş arabanın kaldırım tarafındaki kuytuda, ağacın altında bir karton kutu içinde minik yavru kedileri görmüştüm. Hep bir ağızdan, küçük bir senfoni oluşturmuş gibi aynı ritimde bağırıyorlardı. İhtiyatlı bakışlarla etrafıma bakındım ama görünürde anne kedi yoktu. Çok uzakta olmayacağını biliyordum. Çünkü bizim apartmanımızın altında da kedi bakan bir komşumuz vardı. Ve o anne kedi de geçen bahar yavruladığında, bir kaplan gibi yavrularını koruma içgüdüsüyle savunuyordu. Hatta kutusundan çıkan yavrularından birini tekrar kutuya koymak isterken de, anne kedinin saldırısına uğramıştım. Şimdi de dikkatli bir şekilde kutunun başına eğilirken, içimden bir kez daha o gün kot mini eteğimi giydiğime hayıflanmıştım. Hiçbir yerden frikik vermediğime emin olarak, kutunun içinde oynaşan kedilere göz atmıştım. Tekrardan kızlara bakmak için başımı kaldırdığımda yanımdan geçen, bizden yaşça büyük en azından otuzlarının başlarında olan iki genç adamın ilk önce bana, sonra karton kutunun içine baktıklarını görmüştüm. O anda beş adım ileride, bana doğru yürüyen, Buket ve Ayşe'yi görmüş ve elimle işaret ederek onları yanıma çağırmıştım. Ateş'in upuzun boyuyla kızların arkasından yürürken, sigarasını yaktığı da dikkatimden kaçmamıştı. Hoşnutsuzlukla yüzümü buruştururken, ilgimi tekrardan kutunun içindeki şirin kediciklere yöneltmiştim. Birden kızlardan yükselen kahkahaların sesiyle birlikte, başımı hızlı bir hareketle tekrardan onların tarafına doğru çevirmem bir olmuştu. Kızlar arkamda durmuş, ikiye katlanır bir şekilde kahkahalarla gülüyorlardı. Şaşkın bir halde yerimde doğrulup onlara dönmüştüm.

 

"N'oldu?"

 

Buket gözlerinden gelen yaşları silerken Ateş'e bakıp, biraz daha gülmeye devam etmişti. Bu kez bakışlarımı Ayşe'ye çevirmiştim ama oda karnını tutarak kıkırdamaya devam ediyordu.

 

Kıkırdamalarının arasında boğuk bir sesle "Hep memnunluk duyarım ama valla Peri sağ ol, sayende, bir kez daha bu şehirde doğmaktan sevinç duydum," demişti.

 

Ben iyice sabırsızlanarak bakışlarımı bir tek gülmeyen kişi olan Ateş'e yönlendirmiştim.

 

"Ya, meraktan çatlayacağım ama n'oldu?"

 

Ateş, kısılmış gözlerle hala arka tarafta bir yerlere bakıyordu. Ama onun baktığı yerde demin yanımdan geçip giden iki adamdan başka kimse yoktu. Sıkılmış bir tavırla bir kez daha sormuştum.

 

"Ya, hadi söylesenize, n'oldu?"

 

Ateş kızgın ses tonuna çok yakın bir vurguyla "Şu giden iki dallamaya gülüyorlar," derken Buket, anında "Hayır" diyerek araya girmiş ve açıklama yapmıştı.

 

"Biz o iki 'dallamaya' değil, onların belirttikleri kişisel görüşten sonra, Ateş'in takındığı tavra gülüyoruz."

 

Sonra Ateş'in daha da kısılmış gözlerle, Buket'e 'kapa çeneni yoksa sen bittin' bakışına aldırmadan, Buket Ateş'in yanağından bir kesme alıp ona sırıtmıştı.

 

"Aman da, böyle bakınca da pek bir şirin olurmuş benim kuzenim. Hele kıs—kızınca daha bir şeker... Yerler onu, yerler..."

 

Sonra bana dönen Buket, anlatmaya başlamıştı.

 

"Senin yanından geçen şu cillop gibi bey abiler var ya..."

 

Ateş araya girip, Buket'e diktiği kıvılcımlar çıkaran gözleri gibi, keskin ve uyaran bir sesiyle "Buket..." demişti.

 

"Ay, ne var abicim, kızı beğenip, akabinde laf attılar yani bilmesin mi kızcağız?"

 

Şaşkınlıktan beş karış açık kalan ağzımın içinde, kelimler sakız gibi uzayarak pepeleşmişti.

 

"K-ki-kime? Kime laf attılar?"

 

"Sana güzelim sana! Ay, merak etme kötü bir şey demediler. Zaten deselerdi, salıverirdim Ateş'i üzerlerine... Gerçi benim salmama bile gerek kalmazdı. Bu lafları duyunca bile gerildi. Kötü bir şey söyleselerdi, direkt bir şey demeden, zaten kendi dalardı."

 

Ateş, ya sabır çekercesine, derin bir nefes alıp bırakmış, sonra da elini saçlarının arasından geçirmişti. Ayşe kıkırdarken, Buket gülerek anlatmaya devam etmişti.

 

Ben hala inanmazlıkla, konuyu benim üzerimden geçiştirmeye uğraşarak "Hem ne malum bana dedikleri. Belki başka biri için söylemişlerdir," demiştim

 

"Yok canım, senden bahsediyorlardı, değil mi Ayşe?"

 

Ayşe de sırıtarak, onaylar bir biçimde kafasını sallamıştı.

 

"Senin ardından bakıp, deminki abilerden tatlı olanı, sevimli olanına seninle ilgili yorumu yaparken tam yanımızdan geçiyordu. Biz de ister istemez kulak misafiri olduk dediklerine..."

 

Artık sabırsızlığımın ve huzursuzluğumun son raddesine gelmiştim.

 

"Ay, Buket eveleyip geveleme de söyle artık. Ne dediler hakkımda?"

 

Buket'in gülüşü beşlik simit gibi gevrek bir hal almıştı.

 

"Merak etme canım, kötü bir şey değil. Sadece tatlı abi dedi ki; bu şehrin kızlarının güzelliğinin ispatı, al sana işte. Şair boşuna dememiş, denizi kız, kızı deniz, sokakları hem kız hem deniz kokar diye..."

 

Ben kendi kendime, Ateş'in bu lafa, neden böyle kızgın bir tepki verdiğini anlamaya çalışırken, fal taşı olmuş gözlerimle ona baktığımda, onun hala kısık gözlerle, giden iki adamın arkasından boş sokağa baktığını görmüştüm.

 

Arabaya binip geri dönerken, hepimiz daha bir coşkuluyduk. Sanırım sınava gireceğimiz yeri gördükten sonra daha çok heyecanlanmış ve o heyecanın etkisiyle bizim için sınav daha gerçek bir boyut kazanmıştı. Tabi, yanımızdan geçen adamların bana, dolayısıyla da, kızlara yaptıkları iltifatın da bunda etkisi büyüktü. Belki de bu gaza gelmişlikle daha çok eğlenmiştik. Tek surat asan Ateş'ti. Onun da gönlünü Buket tatlı diliyle hemen alıvermişti.

 

Yola devam ederken Buket, bundan sonra başımızı artık derslerimizden hiç alamayacağımızı ve o günü sınavdan önce eğleneceğimiz son gün olarak kendimize ayırmamız fikrini ortaya atıp, şımarıkça bir tonlamayla "Ateş, bizi şimdi nereye götüreceksin? Bak biz kurbanlık koyunların, son eğlenceli günü bu..." demişti.

 

Ateş anlayışlı ama muzip bir havada gülümsemişti.

 

"Emrinize amadeyim. Nereye gitmek ister bu, denizi kız, kızı deniz kokan şehrin üç güzeli?"

 

O sırada radyoda DJ'in anonsunu yaptığı son şarkı çalmaya başlamıştı. Buket küçük kahkahayla karışık bir çığlık atarak radyonun sesini biraz daha yükseltmişti.

 

"Bak şarkı da öğrenmek istiyor senin gibi."

 

Sonra şarkılı sesiyle şarkının nakaratını söylemişti.

 

"Çıtır kızlar nereye, nereye de giderler?"

 

Bu sefer Buket ve Ayşe'den oluşan çıtır kızlar korosu şarkının sözlerini harekeleriyle tamamlayarak arabanın içinde mini bir klip çekmeye başlamışlardı. Buket'le Ayşe, beni göstererek "İyi kızlar cennete" Buket, Ayşe'yle kendini göstererek "Kötü kızlar her yere" ve en son ikisi, üçümüzü göstererek "Çıtır kızlar nereye, nereye de giderler?" diye şakıyorlardı. Her iyi kız olarak beni gösterdiklerin de Ateş de dikiz aynasından bana bakıp gülümsüyordu. Gökteki üç elmadan payıma yine iyi kız için olanı düşmüştü. Ben de her iyi kızın yapacağı gibi, o gülümsedikçe gözlerimi kaçırıyor bana yönlendirdiği karanlık bakışlarından dolayı da yanaklarım pembeleşiyordu. Papatya gitmiş, Gülperi geri gelmişti. En sonunda şarkı bitince gülüşmeler eşliğinde Ateş; "Eeee, anladık, her şeyi yapmayı bilirsiniz de, çıtır kızlar nereye giderler onu bir öğrenelim bakalım?" demişti.

 

Ateş bu sınavdan önceki son motivasyon günün finalinde, hepimizi Pizza Hut'a götürmüş, hiçbirimize tek kuruş dahi ödetmemişti.

Loading...
0%