Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Bölüm

@ecewqqxx

 

Merhabaaa, bir kaç kişi bölüm ne zaman yazdığı için hızlıca yazdım pazartesiyi beklemedim. Öncelikle çok kişi değiliz ama geçen bölüm ki yorumlar gerçekten çok tatlı ve hoştu. Mutlu oldum okurken, teşekkür ederim..

 

Belirli bir şarkı yok kafamda ama mutlu bir bölüm değil, ona göre şarkı seçebilirsiniz. Mutlu bölümler de gelecek elbet ;)

 

Oylarsanız sevinirim, iyi okumalarrr...

 

 

 

Odamdaki her şeyi yere sermiş ve baştan sona silip düzenlemiştim. Çok bir şey değişmemiş olsa bile ruhen beni mutlu etmişti. Sıkılmamıştım günümün az da olsa bir kısmı dolu geçmişti.

Tam ayağa kalkacakken kapı çaldı. ‘Gel?’ Şaşırmıştım genelde bu saatlerde odama kimse gelmez aksine varlığımı hatırlamazlardı. Çalışan kadın içeri geldi sonrasında kaygılı bir sesle ‘Babanız sizi çağırıyor.’ dedi.

Naif, çekici bir sesi vardı. Hoştu. Ancak şu an asıl sorun bu değildi. Onu endişelendiren, konuşmasını sağlayan şey neydi? Neredeyse 2 yıldır burada çalışıyordu, babama en uzun süre katlanan insandı. 2 yıldır konuşmayan insan neden bir anda konuşmuştum. Gerçekten gergin görünüyordu. ‘Neden?’ dedim. Yutkundu.

Parmakları çıtlatarak gözlerini kaçırdı. ‘Bunu söylememin doğru olacağını düşünmüyorum. Babanız size söyleyecektir. Salonda sizi bekliyor.’ Kafamı salladım ve ayağa kalktım. Yanından geçip ürkekçe salona doğru yürümeye başladım.

Arkamdan derin bir iç çekiş sesi geldi. Endişelenmemi gerektirecek ne vardı bu kadar? Salona girdiğimde babamın normalde var olan nötr veya sinirli görünüşünün yerinde hafif bir gülümseme vardı. Hayır bu iyi değildi. Babam hiç gülmezdi ki...

İçeri girdiğimde ufak bir kahkaha attı. Yavaşça karşısındaki koltuğa geçtim. ‘Beni çağırmışsın baba. Bir şey mi var?’ dedim sessiz bir tonlamada. Garip bir sırıtışa büründü.

 

‘Bir şey mi? Çok şey var.’ diye mırıldandı. Ayağa kalktı ve cebinden bir şey çıkardı. Bir sigara paketi... Daha ne olduğunu sindiremeden paket yüzüme fırlatıldı.

Acıyla birlikte elim yüzüme gitti ama çok uzun sürmedi. Yüzüme geçirilen tokatla sarsılıp yere doğru eğildim. Sahte gülme sesiyle birlikte, ‘Sen sigara içiyorsun demek? Ben sana böyle bir imkân tanıdım mı?’ dedi. Cevap vermedim. Yavaşça başımı kaldırdım.

Tekrar yüzüme bir darbe indi. ‘Senin kafanı kaldıracak yüzün var mı? Cevap ver bana! Ben sana böyle bir imkân tanıdım mı?’ dedi. Yutkundum. Yüzüm sızlıyordu. Başımı varla yok arasında iki yana salladım.

Saçımı tuttu ve yere doğru eğdi beni. ‘Al şimdi o paketi eline.’ Şaşırmıştım ama belli etmedim. Kafa derim sızlıyordu, bir yandan saçlarımı çekiyordu. Neden paketi almamı istiyordu?

Eğer dediğini yapmazsam daha kötü olacağını biliyordum. Elim ürkekçe pakete uzandı. Elime aldığımda saçlarımı geriye doğru çekti. Acıyla beraber istemsizce bir inilti çıktı ağzımdan.

‘Kes sesini! Sana bu paketle beraber içindekileri yedirmek geçiyor içimden.’ dedi. Yutkundum ve sağ gözümden çeneme doğru bir damla süzüldü.

Paketi elimden aldı ve kafama paketle birkaç kez vurdu. ‘Eğer bir daha böyle bir şeye cesaret edersen bu paketi boğazından içeri sokarım.’ dedi dişlerini sıkarak. Ardından kafamı yere doğru ittirdi. Dizlerimin üzerine yere çökmüştüm.

‘Defol karşımdan. Yemek falan yok gözüm görmesin seni!’ dedi. Yavaşça ayağa kalkıp odama doğru yürüdüm. Gözlerimden sıcak damlalar süzülüyor ama bu yüzüme inen darbeler sayesinde yüzümün sızlamasını sağlıyordu.

Odamın kapısından çalışan kadına ufak bir bakış attım. Başını önüne eğdi ve göz teması kurmadı. Nefesimi verip odamın kapısını kapattım ve banyoma gittim.

Sağ elmacık kemiğimin üzeri kıpkırmızıydı muhtemelen moraracaktı. Soğuk suyu açıp göz yaşlarımı serbest bıraktım. Suyu sonuna kadar açtım ki sesim duyulmasın. Soğuk suyu sertçe yüzüme çarptım ama yeterli gelmedi.

Göz yaşlarım yüzümü geri ısıtıyordu. Suyu kapatıp duşa kabinin suyunu açtım. Olabildiğince soğuk suyu hissetmek istiyordum. Hasta olma ihtimalim yüksekti ama şu an için çokta umurumda değildi.

Duygusal bir kişiliğe sahiptim ve bu tarz şeyler beni incitiyordu. Üstüne birde her şeye şiddetle karşılık vermesi beni bu şekilde eğitmeye çalışması hayatımı, yaşama sebebimi sorgulamamı sağlıyordu.

Kimisi için 3 veya 5 tokattan ibaretti ama benim için öyle değildi, hiçbir zaman olmayacaktı. Bu durumu kabullenmeyecektim.

Duşa kabinin içerisine girdim ve soğuk su kafamdan aşağı akmaya başladı. İliklerime kadar hissettiğim su biraz da olsa içimi ferahlatıyordu. Bir süre suyun altında kıpırdamadan göz yaşlarımın dinmesini bekledim. Saatlerce ağlayacak bir potansiyele sahip değildim, düşündüğüm gibi oldu ve kısa bir süre içinde son buldu.

Hızlıca saçlarımı yıkayıp çıktım. Her zaman olduğu gibi, mecalim yoktu... Bir süre düşündükten sonra bunun daha çok hevesle alakalı olduğunu anlayabiliyordu insan. Fakat elden bir şey gelmeyince göz yummaktan başka çare kalmıyordu.

Üzerime sıcak kalabileceğim, bulabildiğim en bol kıyafetleri giydim. Dış kapının kapanma sesiyle çalışan kadının çıktığını anladım. Bu da saat çoktan akşam 6 oldu demekti...

Bir süredir zaman kavramlarından uzak yaşıyordum. Çok batmıyordu ama bazen garipsiyordum. Kafamı yastığa gömdüm. Uykum geliyordu ki bu benim için normaldi.

Tam göz kapaklarım kapanıyorken içeriden gelen bağırış sesiyle irkildim. Hızlıca doğrulup babamın yanına gittim. Giderken tekrar bağırdı. ‘Büge!’ Yanına gidip biraz uzağında durdum. ‘Efendim?’ Tiksinircesine süzdü beni. Kıyafetlerim hiçbir zaman hoşuna gitmezdi zaten.

‘Telefonunu ver.’ dedi. Yapamazdım, telefonum benim her şeyimdi. Hafifçe ağzım aralandı ama diyecek bir şeyim yoktu. İtiraz edersem daha kötü olurdu. Telefonumu cebimden çıkarıp ona uzattım. ‘Yemek yiyeceğim, bittikten sonra gel topla.’ dedi.

Belli belirsiz kafamı salladım. Başıyla git dercesine bir hareket yaptı, arkamı döndüm ve odama doğru adımlamaya başladım, gidecek başka yerim yoktu zaten.

Odamın kapısını kapattım ve aynanın önüne geçtim. Kafam hala sızlıyordu. Yüzüm tam tahmin ettiğim gibi görünüyordu. Elmacık kemiğim mosmor olmuştu. Elimle biraz dokundum ve anlık gelen sızlama hissiyle elimi geri çektim. Nefesimi verip yatağın ayak ucunu oturdum.

Yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Biraz oturup öylece etrafa bakındıktan sonra ayağa kalkıp masamın önünde duran sandalyeyi camın önüne koydum ve etrafı izlemeye başladım.

Dünden veya 1 ay öncesinden hiçbir farkı yoktu etrafın. Sadece güneş batıyordu ama bu benim için yeterliydi. Güneşin batımı bile heyecan verici derecede güzeldi.

Tahmini olarak bir saat sonra ayağa kalktım. Gün tam anlamıyla karanlığa bürünmüştü. Camı kapattığımda odamın buz gibi olduğunu fark ettim.

Sessizce kapıyı açıp odamdan çıkıp mutfağa doğru yürüdüm. Yemeğini bitirmişti. Masa ekmek kırıntılarıyla doluydu. Yemeği masanın ufak bir yerine dökmüştü.

Derin bir iç çekip tabağı elime aldım. Yemeği neredeyse hiç yememişti ama sanki bana uğraş çıksın diye kısmen dökmüştü. Belki abartıyor ve onu suçluyordum ama içimden geçen buydu.

Düşünceleri bir kenara bırakıp tabağı tezgâha koydum. Masaya geri dönüp çatalı, kaşığı ve bardağı da alıp tezgâha koydum. Onları orada bırakıp masaya yöneldim ve ekmek poşetini elime aldım, henüz kuruyup sertleşmemişti bu da yiyeli çok olmadığını gösteriyordu.

Amerikan model bir mutfağa sahip olduğumuz için oturma odası buradan görünüyordu. Elinde kitap benzeri bir şey vardı ve göz ucuyla dahi bana bakmıyordu.

Umursamadan poşeti bağlayıp arkamı döndüm. O sırada ikimizi de şaşırtan, en azından öyle olduğunu düşündüğüm bir şey oldu ve kapı çaldı. Babama baktığımda o da beklemiyor gibi görünüyordu.

Ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledi. Kapı buradan görünmüyordu. Kim olduğunu göremiyordum ama kapının oradan konuşma sesleri geliyordu. Sessizce oraya doğru yürüdüm. Babamı görebiliyordum. Kapının önünde duruyor ve kaygılı görünüyordu.

Beni gördüğünde kaşlarını çattı ve yüksek bir sesle ‘Büge odana git!’ dedi. Böyle bir tepki beklemiyordum. Korkmuştum. Kapıdaki her kim ise, ‘Ses tellerini sökmemi istemiyorsan kapa çeneni.’ dedi.

Tam geri geri adımlarken babamı bir anda ittirdi ve kenara çekilmek zorunda kaldı. Kapıda bir değil, iki kişi vardı. Onlar dün porshe ile gördüğüm adamlardı.

Onları görmeyi beklemiyordum, ağzım hafifçe aralandı. Tam içeri girdiklerinde bir bana baktı. Tam anlamıyla beni süzdükten sonra gözleri yanağımda durdu ve birkaç saniye anlamaz bir şekilde baktı. Diğeri de yanağıma göz gezdirip babamın üzerine atıldı.

‘Sen mi yaptın lan bunu!’ Öndeki hâlâ bakıyordu. Bana doğru yürüyüp çenemden tutup dikkatlice baktı. Bir eli morluğun üstünde durdu. Acı hissiyle yüzümü buruşturup yutkundum. ‘Yeni olmuş...’ diye mırıldandı. Eline çekti ve beni önce arkasına aldı ve sonra bana döndü. Kısmen görüş açımı kapamıştı.

Diğer adamın babama vurduğunu inilti seslerinde anlayabiliyordum. Sesler yükseldikçe irkiliyordum. Önümdeki bana baktı ve ‘Odanı göstermeye ne dersin?’ dedi. Başımı sallayıp odama doğru yürümeye başladım peşimden geldi.

Odama bir süre göz attı ve yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. ‘Hiç çantan var mı? Biraz büyük olsun.’ dedi. Dolabı açtım ve içinden bir çanta çıkardım.

Sakince, ‘Sana 1 hafta boyunca lazım olabilecek şeyleri al ve içine koy. Çok şey alma, sevdiğin şeyleri al. Sonra sana daha güzel şeyler alırız.’ dedi. İçim ona güvenmek istiyordu ama onu tanımıyordum. ‘Kimsin sen?’ siye mırıldandım.

‘Her şeyin bir cevabı var ama şimdilik sadece bana güven.’ dedi. Saçlarımı kulaklarımın arkasına tıkıştırıp dolaba yöneldim. Hızlıca içinden birkaç sweatshirt, çorap, eşofman vesaire aldım ve çantaya koydum. Çok yer kalmamıştı. Askılık kısmına gelip elbiseme göz attım. Onu almalı mıydım?

Hızlıca askıdan çıkarıp çantaya koydum. Kapatıcı ve tarak alıp onları da çantaya koydum. Ona baktım. ‘Bitti mi?’ dedi. Titrek bir sesle, ‘Evet.’ dedim.

Çantayı elimden alıp elimi tuttu. Kapının oraya geldiğimizde babamın yanağını kan içindeydi. Korkunç görünüyordu. Diğer adam bize baktı, onay beklercesine yanımdakine baktı. O da başını salladığında yürümeye başladık. Porshe’nin önünde durduk. Kapıyı açtı ve geçmemi bekledi.

Oturduktan sonra çantayı yanıma koydu. İkisi ön koltuklara geçtiler. Telefonum içeride kalmıştı. Söylemeli miydim? Mutsuz bir şekilde cama döndüm. Babama vuran sürücü koltuğundaydı. Aynadan göz ucuyla bana bakıp kaşlarını çattı. ‘Ne oldu?’

Kalın bir ses tonuna sahipti. Sesi dikkat çekiyordu. ‘Hiç. Sadece telefonum babamda kaldı.’ Kaşları düzeldi ve elini cebine attı. ‘Bu senin telefonun mu?’ dedi.

Elinde telefonum duruyordu. Gülümseyip, ‘Evet. Nerden buldun?’ dedim. Sorum ona saçma gelmişti. ‘Babanın telefonundan farklıydı, aldım cebinden.’ dedi. Daha fazla konuşmayı sürdürmek istemediği belliydi.

Telefonu elinden alıp sustum. Hızlıca instagram’a girdim. Arkadaşlarım merak etmişlerdi. Sonuçta sabah onlara günaydın yazıp ortalıktan yok olmuştum. Hepsine cevap verip telefonu kapattım.

Yol bir süre sürdükten sonra büyük, şaşalı bir villanın önünde durdu. Arabadan indiklerinde kapımı açtılar ve inmemi beklediler. Hızlıca çantamı da alıp arabadan indim.

Villa gerçekten büyüleyici görünüyordu. Onlara göz attıktan sonra birlikte villaya doğru yürümeye başladık. Peki ya kimdi onlar?

 

 

Bölüm Sonu

 

 

Tekrardan merhabaaaaaaaa, bölüm hakkındaki sorularınızı merak ediyorum. Çok ince bir ayrıntıydı Büge'nin paketi unutması fark ettiğinizi sanmıyorum ama küçük detayları severim.

 

 

Bölüm hakkındaki sorularınızı, düşüncelerinizi, eleştirilerinizi zevkle bekliyorum lütfen benimlr paylaşın.

 

Biliyorum her şeyin üstü çok kapalı ama yavaş ilerlemek istedim.

 

Daha uzun ve anlaşılır bölümlerde görüşmek üzeree..

Loading...
0%